Makale

Değer Oluşturucu Ve Aktarmacı Konumuyla Aile

Değer Oluşturucu Ve Aktarmacı Konumuyla Aile

Yurdagül Mehmedoğlu

Özet:
Bu çalışmada değerleri oluşturan ve onları aktaran kurum olarak ailenin, değerlere yaklaşımı ele alınacaktır. Makalede, değer olgusunun felsefi arkaplanındaki bazı tartışma konularına değinilerek, ailelerin değer oluşturma ve aktarma sürecinde benimsemesi gereken tutumlara yer verilecektir.
Giriş:
Değerlerin aktarımında ve oluşturulmalarında, sosyal bilimler içerisinde bahis konusu olan kurumların, şüphesiz en vazgeçilemezi ailedir. Bu makalede, ailenin değer oluşturmacı ve aktarmacı konumundan çoğunlukla teorik açıdan söz edilecektir. Değer ile ilgili, sosyal bilimlerin bir çok alanındaki tartışmalara bakıldığında bunların çözümüne yönelik önerilerin de geniş bir yelpaze içinde sıralandıkları görülür. Çalışmada ele aldığımız değerlerin ahlak felsefesi, din ve ahlak eğitimi alanları ile ilgili olduğunu ifade etmeliyiz. Makalede değer kavramının içeriğine yönelik bazı tespitler yapılarak, eğitimde değerleri nasıl aktarmalıyız? problemine yönelik çözüm önerileri sunma yaklaşımına gidilmiştir. Benzer şekilde önerilerimizin de din eğitimi alanıyla sınırlı olduğunu dile getirmek bu geniş alanda hareket etmenin sınırını belirleyecektir.
Problem:
Değerlerin her toplumda yetişmekte olanlara, kendiliğinden gelişen ve değişen bir süreçle aktarıldığını bilmekteyiz. Bununla birlikte değerler toplumdan topluma değişik görünümlerle ortaya çıktıklarında, değişen şey değerler midir, yoksa bireylerin değerlere biçtikleri yargılar mıdır? Eğer değerler değişiyorsa, aile kurumu, yeni yetişenlere bir değeri sadece içinde bulunduğu kültürel sınırlar içerisinde mi aktaracak? gibi sorular gündeme gelir. Bunlar ahlak ve din eğitimi bilimi için önemli sorulardır. Zira, toplumsal, psikolojik, insani, ekonomik gibi sınıflamalar içerisinde değerler, bireyin ailesi tarafından oluşturulurlar. Bu değerlerin oluşma ve aktarılma sürecinde ise ahlaki değerlerin diğer bütün değerleri, üst düzeyden bir kuşatma içine aldığı görülür. Ahlakın ise insanlık tarihinde en önemli kaynaklarından birinin din olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ahlak ve din eğitimi aslında öğrenilen ve varolan, diğer bütün değerlere katkı sağlayacak, onlara kalite katacak bir değer öğretiminin yolunu açar. Bu sebeple, ahlaki yargılarımızın temeli olan değerlerin, hangilerinin hangi şartlarda değiştiğini ortaya koymak, kültürel ve evrensel olan değerleri ayırt etmek, bu ikisini hangi tutumlarla, niçin öyle aktaracağımızın felsefesini oluşturmak durumundayız.
Değerler ve Birey
Değerler, literatürde, davranışsal eylemlere dönüşen her türlü nihai ideal olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda değerler, iyiliğin, kıymet biçmenin veya güzelliğin düzeylerini belirlemek için kullanılan ölçütleri ifade ederler. Bir anlamda değerler, nesneler, fikirler vs hakkında, davranışlara rehberlik eden ama herzaman davranışı gerektirmeyen duygu içeriği de olan düşüncelerdir.

Değerlerin, aynı toplumda, sınırlarının aynı referans noktalarıyla belirlendiği toplumlarda, toplumsal ilkeler kendiliğinden ve tekraren belirlenmiş olur. Bu daha çok geleneksel toplumun özelliği gibi durur. Modern çağlarda bireyin toplumsal veya geleneksel bir arkaplan düşünmeden de bir hayat kurgulayabileceği varsayıldı. Bu da modern bireyin çoğunlukla kendi değerini kendisinin üretmeye çalışmasına ve sonsuz ihtimaller arasında yaptığı tercih bileşenleri içinde öznelleşmesine yol açan bir durum olarak karşımıza çıktı. Bu sebeple modernite ve geleneksel değerler ile ilgili genel hatlarıyla iki sonuç ortaya çıkar;
a- Birey belirlenmiş geleneksel değerler içinde emniyettedir. Etik, dini, estetik, toplumsal vs. değerler kendisinden önce belirlenmiştir. Bireyin değerleri sorgulamasına ihtiyaç yoktur.
b- Birey, bulunduğu durum ve çağ içerisinde, yeni değerler üretmeye, geleneksel ve tarihi olanın her birini özgün biçimde yeniden kurgulamaya ihtiyaç duyar. Modern birey için referans noktası ancak insanın insan olmak bakımından eşit olduğu alanlarda diğerlerine bir dereceye kadar benzeyebilir. Ama bunun dışındaki belirleyiciler kişinin tamamen bireysel tercihleri ile sınırlıdır ve bu hayatın her alanını kapsar. Modern birey için estetik,toplumsal değerler hümanite alanına girmelerinden dolayı üzerlerinde daha fazla birleşme ihtimali taşırlar. İnanç ise modern ailede,sadece bireysel hissedilen duygu çeşitlerinden biri olarak, özgürlük alanı içinde mütalaa edilir ve öylece bireysel biçimde yaşanır.

Değerlerin sınıflandırılmasına ilişkin görüşlerin, değer sistemlerinin dinamikleri ile yakından alakalı olduğu ortadadır. Bu sebeple,modern- geleneksel veya yerel-evrensel değerler olup olmadığını tartışmak, bir anlamda genel geçer bir referans noktası olup olmadığını tartışmaktır.
Değerlerin kaynağı olarak gösterilen objenin, İslam düşünürlerinin felsefelerini oluşturmaları açısından önemli bir kriter olduğu görülür. Bu cümleden olmak üzere, İslam düşüncesinde vahiy hem değerlerin kökeni hem de belirleyicisi olmaktadır.
Örnek vermek gerekirse, Gazali(h.505/m.1111)’ye göre değerlerin kaynağı kalptir. Kalp,ruh ile eş anlamlı kullanılarak melekut aleminden beslenen bir kaynak olarak yerini alır. Eylemler ve onları yerine getiren organlarımızın mülk aleminden olduğunu kabul eden Gazali, kalbin gözü tabirini kullanarak, manevi ve ilahi aleme açılan insani yönü tavsif etmiştir. Ona göre, kalp gözü ahlaki, dini ve sanatsal bütün değerleriyle insanın en geniş varlığını ifadeye yarayan bir güç olarak anlaşılır. Ahlaki karakterin, ilim kuvveti, gadab kuvveti, şehvet kuvveti ve adalet kuvveti arasındaki karşılıklı ahenk ve denge fikri Gazali’nin felsefesini oluşturan son noktadır. Bu kuvvelerden ortaya çıkan sonuç fazilet olarak isimlendirilirken, faziletler hikmet, şecaat, iffet ve adalet değerleri olarak bu sistemde yer alırlar.

Değerlerin daha çok nasıl öğrenildikleri üzerinde duran psikoloji, değerlerin hangi sosyal kaynak ve kurumlara dayandığını araştıran sosyoloji, dinin ve ahlaki değerlerin eğitimsel süreçlerle ilişkisini inceleyen ahlak eğitimi ve din eğitimi bilimi, değerlerin gelişimsel süreçlerle bağını inceleyen eğitim psikolojisi aile kurumuna çeşitli açılardan vurgu yaparlar.

Değer kavramına, sıklıkla, bireylerin tutumları, davranışları ile kurumların görevlerine ışık tutmak maksadıyla yaklaşılmıştır. Fakat son yıllarda değerlerin anlam içeriklerini de bilimsel araştırmalara konu edinen kültürlerarası mukayeseli çalışmalar olduğu bilinmektedir.

Değerlerin Değişkenliği
Aile içerisinde değerlerin oluşmasında ve aktarılmasında, kültürlere göre değişen farklılıklar olduğu bilinmektedir. Burada felsefi bir tartışmanın varlığını göstermek bazı değerlerin uygulanırken ortaya çıkan farklılıklarını göstermek açısından faydalıdır.
Bu tartışmanın bir tarafında değerlerin değiştiği iddia edilir; Aynı çağda da olsa, toplumdan topluma, kültürden kültüre mensup olunan kategorilere göre değerlerin değiştiği bir gerçektir. Dini ve ahlaki yargılar da toplum ve çağ eksenli olarak değişir. Fakat değerlerin göreceli olduğunu ifade eden bu durum, değer yargıları ile değerleri aynileştirme hatasına bizi düşürmemelidir.
İkinci görüşe göre değerler mutlaktır ve her türlü değer mutlak olarak doğru ya da yanlıştır. ‘Yalan söylemek kötüdür’ şeklindeki yargımız matematikteki yargılar gibi mutlaktır. Fakat bu görüşün taraftarlarına göre değerler değil, değerleri algılayan gruplar ve bireyler değişmektedirler. Burada içine düşeceğimiz tehlike, faaliyetlerimiz ve nesneler arasında ayrım yapamamak, belli bir değer ile o değere sahip olmayı ayırt edememektir. Bununla birlikte, konumuz açısından asıl ifade edilmesi gereken şey, değer yargımızın değişebilir olmasından dolayı değerlerin rölatif olduğunu söylemek kadar değerleri mutlak kabul etmenin yetersizliğidir. Bu tartışmanın uzayıp gitmesini önleyecek olan tavır, değerleri sadece epistemolojik değil aynı zamanda hayatın gerçeklikleri olarak algılamak ve doğal-rasyonel hukuk zemininde tartışmaktır.
Bilgi ve değer ilişkisi üç şekilde insanlık tarihinde ele alınmıştır.
1-Antik Yunan felsefesinde bilgi formlardan ibarettir. Mesela hakikat sorunu çerçevesinde adaletin ne olduğunu bilirsek adil olabiliriz. Bu anlayışa göre akıl önemli bir ölçüdür ve bilmediğimiz için yanlışlar yaparız.
(Bugünkü tecrübeler ışığında aileler ve eğitimciler, bilginin çokluğunun, erdem oluşturmada yeterli ölçü olmadığını görmektedirler. Bu durumda, çok bilgiye sahip olanlar çok erdemli midirler? probleminin yanısıra bilgi çağı, eşzamanlı olarak bilgi çağına ait değerleri üretmiş midir? sorusu gündeme gelir.)
2-Ortaçağ- Hristiyan felsefesinde doğruluğun veya yanlışlığın kriteri akıl değil dindir. Bu anlayışa göre dinin belirlediği doğrular ve yanlışlar mutlaktır.
(Bu ilişkinin günümüz bakış açısıyla tartışılacak kısmı ‘Dinin kurallarının iyi olduğunun nereden bilineceği?’ sorusuyla başlar. İyi ve kötü böylece daha üst bir konuma geçer. Referans noktası iyi ve kötüyle belirlenen ahlakın, dünyada yaşayan dinlerden hangisine dayanacağı problemi ortaya çıkar. Bununla birlikte, en yaygın toplumsal kurum olan din kurumunun en çok değer üreten kurum olduğunu söylemek gerçeklik dışına çıkmamaktır. Değerlerin dinleri atıf noktaları olarak belirlemesinin yanında, dinlerin de değer oluşturmacı özellikleri, dinler ve değerler arasında dönüşümlü-helezonik bir görüntü oluşmasına sebep olur. Bu durumda, dinsel olsun ya da olmasın değerler ve dinler arasındaki ilişkiyi görmeksizin yapılacak çalışmalar bir yönüyle eksik kalacak anlamına gelir.)

3- Pozitivist felsefenin yaklaşımında değerler emprik ve rasyonel bilginin özel bir türü olarak görülürler. İyi ve kötü toplumların örf ve adetlerine bağlı olarak doğru ve yanlıştır ve nesnel bir değeri yoktur.
‘Görüldüğü üzere, bu üç anlayış da değer problemini epistemolojik bir yaklaşımla ele almaktadır. Oysaki değer, epistemoloji alanından farklıdır ve değerler epistemolojiye irca edilemez. Çünkü bilginin aradığı hakikat, analitik ya da sentetik olduğu halde değerin aradığı hakikat temelde normatiftir. Normlar ise, epistemolojik doğrularda ya da yanlışlarda olduğu gibi tarafsız sonuçlar değil, bütün bu tarafsız sonuçların analiz ve sentezle inşa edilmiş eserlerine, disiplin koyan, onlara kendini kabul ettiren bir emir, bir baskıdır.(...)Haddizatında insanın insanla kurmuş olduğu bütün bağlantılarda, bütün değerlendirmelerde tümel-mutlak normlar koyduğunu bu normların mekan ve zaman şartları değiştiği halde insanlıkta ortak olduğunu ve insanların bütün farklara rağmen birbirlerinin bu müşterek normlarla anladıklarını görüyoruz. Topluma bağlılık gibi kurallarda birleşmeyen insan zümresi yoktur. Bu birleşme, şüphesiz değer normlarının genelliğinden kaynaklanmaktadır.’

Değerlerin Oluşum ve Aktarımını Üstlenen Aile

Değer Oluşturmacı Göreviyle Aile
Ailenin fonksiyonları dikkate alındığında, değer oluşturma ve aktarma fonksiyonlarının onun doğasını da oluşturan iki görev olduğu anlaşılır. Ailenin değer oluşturmacı ve aktarmacı görevini yerine getirirken çalışmanın başında belirttiğimiz gibi değerlerin referans noktalarına göre görevlerin farklılaşacağı bilinmelidir. Eğer değerler geleneksel değerler olarak kategorize ediliyorlarsa bir ailenin bireylerinin her seferinde yeniden değerlere dayalı davranış kalıplarını sorgulamasına gerek yoktur. Oysa ailenin kategorisi modernite sınıflaması içinde yer alıyorsa, aile bireylerinin her biri hem kendi hem kendinden önceki kuşakların değerlerini vahiy süzgecinde özgürce sorgulayabilmeli ve sorgulamalıdır.
Geleneksel aile tipinde de inanç bir açıdan birleşme bir açıdan ayrılma noktasıdır. Bu olgu aile içi bireyleri birbirlerine yaklaştıran ama aileyi’kendi gibi yaşamayan öteki’nden uzaklaştıran bir ayrılma biçimidir.
Toplumsal kurumlar arasında özelliğini daima vurguladığımız, değerlerin ilk oluşturulduğu ve aktarıldığı aile kurumunun kategorisi ne olursa olsun, öncelikli olarak bu konuda takındığı tavrın yeni yetişmekte olanlar için önemli olduğunu söylemeliyiz. Özgürlük, adalet, sorumluluk, paylaşım gibi değerlerin küçüklüğün büyülü dünyası içerisinde, evrende yer edinme mücadelesinde oldukça gerekli anlamları vardır. Bu anlamlar, yetişkinlerin yetişmekte olanlara değerleri aktarma biçimiyle de son derece yakından alakalıdır. Sözgelimi, adaleti kendi aile bireylerinde gerçekleştirmeyip, toplum için adalet getirmeye çalışan bir ebeveynin, çocuğun anlam dünyasında adalet değerine yapacağı izdüşümler oldukça tartışmaya açıktırlar. Bu sebeple, değerlerin göreceli olduğu şeklindeki tartışmaya geri dönerek, adaletin, ‘kültürün bize bilgisini sunduğu şeyden daha fazla uygulanabilir olan şey olmalıdır’ önermesine ulaşırız. Yaşadığımız ve hissettiğimiz anlam dünyası, değerin bilgisel anlamından daha farklı bir düzeyde durur. Mesela adalet kavramının içeriği, en yakın kişisel çevremiz ile oluşturulur. Bundan sonra başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerde adalet aracılığıyla, evreni ve kendimizi tanımlarız.
Değer Aktarmacı Konumuyla Aile
Değer oluşturan kurum olarak aile, değerlerin bizatihi epistemolojik anlamlarını bilmese de onların zorunlu olarak üretildiği yerdir. Çocuğun doğduğu ilk günlerden başlayarak, kendisine sunulan, güven kadar değer üretebilme potansiyeli oluşturacağı kaçınılmaz gerçekler arasındadır. Daha sonraki yıllarda ahlak ve din alanında çocuklarda oluşturulacak değerlerin, öncelikle doğal- insani olanla ilişkisi olduğunu unutmamalıyız. Doğal ve insani olan, geleneksel olarak fıtrat şeklinde ifade ettiğimiz kavramla da ifade edilebilir. Özgürlük, güven, bağlanma, sevgi gibi psikolojik değerler insanoğlunun doğuştan getirdiği ve bir ömür kullanacağı değerlerdir. Bunların toplumdan topluma göreceli olacağını söyleyebilmek oldukça zordur. Ancak değerlerin içerikleri toplumların kültürel özellikleriyle tamamlanır.
Değer aktarma sürecinde aile kurumunda da değerler, ailenin kaplam bakımından daha üst kategorisini temsil eden kültür özelliklerine göre oluşturulurlar. Burada örnekle konuyu açmak gerekirse, başlangıçta özgürlük doğal ve insani bir değer iken, kültürlerde yaşanan biçimiyle çok farklı görünümlerle tezahür eder. Büyüklere itaat doğu toplumları için erdem bahsi içinde değerlendirilebilecek bir değer iken, batı toplumlarında özgürlük değerini sınırlayan bir durum olarak da değerlendirilir. Bu sebeple yukarıda değer felsefesi içerisinde tartıştığımız değerlerin epistemolojisini istediğimiz kadar netleştirelim, buradan çıkan sonucun, yaşanan alanda farklılaşacağını bilmeliyiz. Kültürlerin belirlediği farkların da erdemli insana ulaşmayı engelleyecek tarzda değişmesini önlemek yine ailenin toplumsal görevleri arasında zikredilebilir.

Sorumluluk Bilinci Oluşturan Kurum Olarak Aile
Ailenin sosyolojik kurumların en temellilerinden biri olduğu bilinmektedir. Ailenin fonksiyonları, çeşitli bilim dallarınca ele alınarak kategorize edilmiştir. Etüdümüz açısından sosyalleştirme ve bireyde sorumluluk bilinci oluşturma görevi, aileyi birey için vazgeçilmez kılar.
Sorumluluk insanoğluna, dinlerin, ahlak ve felsefe sistemlerinin yüklediği bir olgu olarak sunulmuştur. Bununla birlikte insan, sorumluluğunu hafifletmek için girişimlerde de bulunacaktır. ‘Bu psikolojisini şu isteklerle gösterir.
1- Samimiyetle davranma, fakat yanılma ve hata yapma sonucu yerine getiremediği hareketlerden sorumlu tutulmama arzusundadır.
2- Gücünün üstünde bir sorumluluk altına sokulmamayı talep etmektedir. Gücü, üstüne aldığı sorumluluğa yetse bile yükünün gene de hafifletilmesini ister.
3- Bütün dilekleri kabul edilse bile gene de sorumluluklarını yerine getiremeyeceğini bildiği için, bu konuda af ve merhamet talep eder.’

Sorumluluk duygusunun topluma katkı sağlayacak dönüşümler oluşturması için ailenin, yeni yetişenlere toplumsal ortamını iyi düzenlemesi gerekir. Bu konudaki bireye yapılacak en temelli yardım, tercihlerini kendisinin yapmasının, sorumluluk yanında hayata katılım anlamına geleceği konusundaki mesajlar olmalıdır. Ayrıca, sorumluluk gibi psikolojik bir değerin, insan doğasında irade ile belirlendiği ve bunun her bireye özgün sonuçlar doğuracağı aile kurumunda öncelikli olarak öğrenilir.
Benlik Saygısı Değerini Oluşturan Kurum Aile
Bireyin, kendisi ile ilgili olumlu duygularının aile ve çocuk arasındaki ilişki ile yakından alakalı olduğu son yıllarda yapılan araştırmaların ortak temasıdır. Motivasyonel gücün kaynağı olarak tanımlanan ve bireyin kendini değerlendirme veya kendini olumlu değerlendirme gereksinimi üzerine odaklananan benlik saygısı, aile içi dinamiklerden beslenir. Yine araştırmalara göre aile sosyal yeterlilik için de en önemli kurum olan ailenin çocuklarına yapacağı etkiler, gösterdikleri davranışlar çocukların benlik saygısını oluşturması ile birebir alakalıdır.



Ahlaki ve Evrensel Değerleri İlk Aktaran Kurum Olarak Aile
Ahlaklılık bilinci ve ahlaki davranış anlamında ahlak toplumsal ahlakın birey tarafında yeniden oluşturulmasına karşılık gelir. ‘Ahlaki bilinç ve ahlaki davranış, birey ve toplum karşılıklı etkileşim içindeyken gelişir. Bu karşılıklı etkileşim süreci, sürece katılan tarafların özellikleri olabildiğince açık biçimde ortaya konup ayırt edilebildiklerinde daha iyi açıklanabilir.’
Günümüzde toplumsal olayları oluşturan dinamikleri düşündüğümüzde aile kurumunu bekleyen bir durum da, iyiliğin karşısında kötülüğün de yaygınlaşma eğilimi göstermesidir. Aileler çocuklarını mümkün olduğunca iyi bir insan olarak yetiştirmeye çalışmakla birlikte zararlı etkilerden de korumaya çalışmak zorundadırlar. Çocukları korumanın bir yolu, onlara kendi içlerinde bir kontrol mekanizması kurma, davranışlarını kendi kendilerine akıl süzgecinden geçirme alışkanlığı kazandırmadır.
Ayrıca davranışlara spesifik ahlaki karakteri veren şey, ahlaki yargı yeteneğidir. Ahlaki yargı, kültürel ve etik evrenselliğe sahip bir olgudur. Bireylerin özel hedeflerindeki farklılığa rağmen birleşebilecekleri değerler olduğunu göstermek de eğitimin amaçları arasındadır. Bu değerlerin en başta geleni şüphesiz adalet kavramıdır. Ahlakın evrensel bir karakteri olduğu, yine ahlakın adalet olmaksızın tanımlanamayacağına bir zemin teşkil eder.
Ahlaki gelişimin toplumsal koşulunun da, ahlaki gelişimi destekleyecek ortamın oluşturulmasıyla ile mümkün olacağı bilinmelidir. Bunun için, ahlaki bütünleşme ve özdeşleşmeyi motive edecek örneklerin oluşmasına yardım etmek; fundamentalist olmayan güvenlik sistemi oluşturmak, yaşamın her alanına ilişkin diyalog oluşturabilmek, tartışma, müzakere, konuşma imkanı hazırlamak, ahlaki yargı ve davranışın örtüştüğünü gösterecek güvenilir bir ortam meydana getirmek, sadece içinde yaşanılan toplumu değil, başka toplumları, dünyayı, doğayı dikkate alan, kollayan bir perspektif sunmak ve bunu teşvik etmek ailelere düşen görevler arasında sayılabilir.
En yaygın toplumsal kurum olan dinin değerlerinin de aile içinde ilk çocukluktan itibaren bireyin anlam dünyasını zenginleştiren açılımları olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca,‘hem kendi dini referanslarını iyi bilen ve hem de etnisite ve dinselliği de içerecek şekilde kültürel anlamda ötekine karşı olumlu tavır geliştirebilecek bireylerin yetişebilmesi için örgün eğitim çatısı altındaki din eğitimi etkinliklerinin çokkültürlü bir niteliğe sahip olması bir gerekliliktir.’ Çün kü artık küresel bir ahlak tartışılırken en önemli ilkeler arasında, her bir dünya dininin ayrılmaz parçaları olan iki ilke dile getirilir;
a-Her insana insanca davranılmalıdır.
b-Size ne yapılmasını istiyorsanız siz de başkalarına onu yapın;negatif olarak ise Size yapılmasını istemediğiniz şeyi siz de başkalarına yapmayın.
Sonuç ve Öneriler
1- Değerlerin normatif yönü ile değer biçme ile değer atfetme yönü bir birinden farklı zeminlerde tartışılması gerekir. Bir değerin salt değer yargısı olarak anlamı ile bireyin epistemik dünyasındaki anlamı birbirinden farklıdır. Örnek vermek gerekirse, özgürlük değer olarak herşeyden bağımsız olmak gibi normatif bir yön içerirken, bazıları için sorumluluk almamak anlamına gelebilir. Bu da bireyin bazen olumlu bazen de olumsuz ilişkiler oluşturması demektir.
Değer biçmenin daha çok birey tarafından yapılan bir yargılama ve öznel bir değerlendirme biçimi olduğunu unutmamakta fayda var. Aile, mümkün olduğunca bireyin anlam dünyasında, her zaman ve mekanda uygulanabilir tutarlı değerlere ulaşmasını sağlayacak ortamı oluşturmalıdır. Dürüstlük, güvenilir olmak gibi değerler önce aile ortamında oluşturulurlar ve oradan yakın ve uzak çevreye aktarılırlar. Özgürlük gibi bir değerin sorumsuzluk anlamına gelmeyecek bir içerikle bireye sunulması gerektiği ortadadır. Birey aile içinde öğrendiği özgürlük değerinin herhangi bir coğrafyada uygulanabilir tutarlı bir özgürlük olacağının ipuçlarını da öğrenebilmelidir.
2- Temel insani değerlerin, öncelikle oluşturulacağı kurum ailedir. Bu zorunlu durum, bireyin içine doğduğu ortam tarafından şekillenmesi anlamına da gelir. Aile, bireyin anlam dünyasına iyi, doğru, adaletli olmak gibi erdemleri sunacak olan öncelikli kurumdur. Bu sebepten bireyin olumlu değerler üretebilmesi ailenin sorumluluğu altındadır.
3- Olumlu değer oluşturulması kadar, daha önceden insanlığın ürettiği olumlu değerlerin yeni yetişenlere aktarılması da ailenin görevleri arasındadır. Bir geçiş noktası olarak aile varolan olumlu değerleri her fırsatta aktarmanın yöntemlerini oluşturmalıdır. Olumsuz değerlerin ise demokratik bir eğitim süreci içerisinde eleştirilmesi ve eleştirme biçiminin de yeni yetişenlere öğretilmesi gerekir. Örnek vermek gerekirse, aile televizyon izlerken bir programın olumsuz mesaj verdiğini ve bunun neden olumsuz olduğunu çocukları ile tartışarak sesli biçimde aktarabilmelidir.
4-Ailede dini değerler, erdemli olma yolunda bireye en geniş açılımı sağlayacak tarzda sunulmalıdır. Dini değerlerin evrensel olan değerler ile en yakın ilişkiyi kuracak potansiyeli taşıdığı gerçeği unutulmamalıdır.
5-Değerler ile onlara yargı atfetmek ayrı değerlendirmelere sebep olabilir. Bu sebeple aile, önyargıların herkeste bulunduğunu bilmeli, bunların varlığını sorgulama tavrı yanında, önyargılarımızla birlikte diğerleri ile birarada olabilmenin imkanını da oluşturmalı ve aktarmalıdır.
6-Bilgi, değer oluşturmada bir araçtır. Bununla birlikte değerin oluşmasında yaşanan hayatın daha önemli olduğunu söylemeliyiz. Mesela, yardımlaşma değerinin bilgisi de onun iyi bir şey olduğu yargısı da, yardımlaşma değerinin hayat bulması için yeterli değildir. Aile, değerleri bilfiil uygulayan birim olmalıdır ki gençler ve çocuklar için ahlaki değerler, kendiliğinden uygulanabilen tutumlar haline gelebilsin.
7-Aile çocukların, sorumluluk, benlik saygısı gibi değerlerin öncelikli olarak öğrenildiği kurum olduğu için bu ona bazı görevler yükler. Bunların başında çocuğun kendini olumlu olarak algılaması için, ona, fikir ve ideallerinin de dile getirildiği tercih alanları sunma yaklaşımı gelir.

8-Aile, yaşadığı coğrafyanın kültürel değerlerini yetişmekte olanlara aktarma gayretine girmeli fakat, yerel bir değeri aktarırken, onun evrensel erdemlere ulaşmanın önünde mani olduğu alanlarda daha geniş perspektifler sunmanın yollarını da bulmalıdır.

--------------------------
Huitt, W., Values, http://chiron.valdosta.edu/whuitt/col/affsys/values.html

Çamdibi, 173 Hasan Mahmut, Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali İst. 1994
Çamdibi, 173
Shalom H. Schwartz-A. Bardı, ‘Value Hierarchies Across Cultures’,Journal of Cross-Cultural Psychology, Vol. 32 No.32,May 2001, 268-290;Erol Güngör, Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar,İstanbul 1998; Rokeach, M., The nature of human values. New York:,1973;W. Huitt, Values, http://chiron.valdosta.edu/whuitt/col/affsys/values.html
Hüsamettin Arslan, ‘Bilgi, Naturalizm ve Değerler’, Bilgi ve Değer, İstanbul 2002,103
Arslan, 104-6;Ayrıca bkz:S. Akbaba Altun, ‘Eğitim Yönetimi ve Değerler’, Değerler Eğitimi Dergisi, CI,Ocak 2003,9
Arslan, 106, Ayrıca bkz:H. Ziya Ülken, Bilgi ve Değer276-277,319-322,
A. Dodurgalı,Sorumluluk Bilincinin Ortaya Çıkışında Ailenin Rolü’, Evin Okula Yakınlaşması ve Değişen Anne Baba Rolleri –İkinci Kitap, Ankara 2003,158
Gülden Uyanık Balat, ‘Erken çocuklukta Benlik Saygısının Gelişimi ve Önemi’, Gelişim ve Eğitimde Yeni Yaklaşımlar, İstanbul 2003,333
Balat,331,333
Nermin Çiftçi, Kohlberg’in Bilişsel Ahlak Gelişimi Teorisi: Ahlak ve Demokrasi Eğitimi’, Değerler eğitimi dergisi, C.1 Ocak 2003, 47
Nevzat Tahran, Makul Çözüm- Aile İçi İletişim Rehberi, İstanbul 2004,56
Çiftçi, 72
D.Garz, Moral , Erziehung und Gesellshaft:Wider die Erziehungskatastrophe. Bad Heilbrunn/Obb.:Klinkhardt,1998 ‘den aktaran Çiftçi,72-3.
Altaş, Nurullah, ‘Çokkültürlü Din Eğitimi Modeli Geliştirmede İşlem Basamakları İçin Bir Deneme’, Değerler Eğitimi Dergisi, C.1 Ocak 2003,39
Richard Falk, Küreselleşme ve Din- İnsani Küresel Yönetişim (Çev. H. T. Başoğlu), İstanbul 2003,160;Ayrıca Bkz: H. Küng, A Global Ethic for Global Politics and Economics,New York,1998,110