Makale

Bâkî

Bâkî

“Saltanat tâcın giyen âlemde mağrûr olmasun
Nice sultan börkin almışdur begüm bâd-ı hazân.”
(Beyim! Bu dünyada saltanat tacı giyenler asla mağrur olmasın!
Çünkü hazan rüzgârı nice sultan başlığını alıp götürmüştür.)
Vedat Ali Tok

Her insan, hedefleri uğruna mücadele eder. Mücadele ettiği hedeflere ulaşamayanlar olur. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, arzu ettiği şeye her zaman nail olamayabilir insan. Bazıları da bir anda gaye edindiği noktada bulabilirler kendilerini. Her iki durum da insanoğlu için birer imtihandır. Yokluk da varlık da, fakirlik de zenginlik de, ikbal (talih, mutluluk) de idbar (gözden düşme, talihsizlik) da.

Önemli yerlere gelen insanlar hakkında günlük hayatımızda çokça duyduğumuz sitemkâr sözler vardır:
“Âmir olduktan sonra yüzümüze bakmaz oldu.”
“Zengin olduktan sonra bakışları bile değişti. Bizi unuttu. Artık selâm bile vermiyor.”
“Burnu havalarda...”

Şüphesiz, önemli mevkilerde bulunan insanların, görevlerini adaletli bir şekilde icra etmeleri için, çevresiyle olan münasebetlerinde görevleriyle ilgili lâubali davranış içinde bulunması beklenemez.

Göreviyle ilgili lâkayt davranan idareci zaafa düşmüş demektir. Bunların yaptıkları işlerden hayır beklemek, işlerini adaletle yaptığını düşünmek beyhudedir. Ancak beşerî münasebetlerinde gurur, kibir göstermeleri, mevkiinden dolayı, zenginliğinden ötürü kibre kapılmaları güzel bir davranış olmaz.

Büyüklük, azamet Allah’ın sıfatlarındandır. İnsan, saygınlığını ancak insanî, ahlâkî davranışları ile kazanabilir. Makamından dolayı etrafındaki dalkavukların şişirmesiyle kibirlenenler, bakarsınız ki burnu sürtülmüş, başı aşağılarda geziyor. Çünkü makam, mevki hiç kimseye ebediyen payidar değildir. Hiç kimse için daimî ikbal garantisi yoktur. İkbal de idbar da insan içindir. Bunun şuurunda olan insanlar hiçbir zaman bulundukları makamdan dolayı kibre kapılmazlar.

Bilge şair Nâbî:
“Çok da mağrur olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz.”
derken şairler sultanı Bâkî ise yukarıya aldığımız beyitte daha gerçekçidir. Bir zaman gelip sultan olanların, rüzgârın ters esmesi, mevsimin değişmesiyle başlarındaki tacın gidebileceğine, hatta dahasına işaret ediyor.

Eskiden padişahlar tahta çıktıkları zaman, onların da kul olduğunu hatırlatan alkışlar tutulurmuş. Alkışları “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var!” yahut “Saltanatına mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” şeklinde imiş.

Hayat ölümle anlam kazanmıştır. Doğan, ölüme mahkûmdur. Bu fani âlem için “ölümlü dünya” denmiştir. Bu kibirlenmenin ne kadar yersiz olduğuna yeter delildir. Şu iki ayet bize ders olarak yetmeli: “Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini de alçalt.” (Lokman, 318) “Meleklere, Âdem’e secde edin’ demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler. O kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.” (Bakara, 34)

Bize örnek olması için gönderilen Peygamber Efendimiz’in güzel huylarından biri de tevazu sahibi olmasıydı. Ümmetine de öyle olmayı tavsiye buyurmuştur. Konuşmalarında hiç kırıcı olmayan Hz. Muhammed’in tevazuu dikkat çekicidir. Bu rahmet peygamberinin yanına gelen insanlar, hâliyle heyecanlanırlarmış; ancak o, karşısındaki insanı konuşmalarıyla bir şekilde rahatlatırmış. “Niye sıkılıyorsun? Ben, genellikle yediği, kuru ekmek olan bir annenin oğluyum.” dermiş. Böyle bir peygamberin ümmetine düşen ders, onun ahlâkıyla ahlâklanmak olmalı.

Şeyhî’ye kulak verelim ve onunla noktalayalım sözü:
“Ömr-i bekâ diler isen ihsân yolun gözet
Çün kalır âdemîlik ü âdem gelir gider.”
Ölümsüzlük istiyorsan iyilik yolunu tut; çünkü insan dünyadan gider ancak iyiliği, yani insanlığı kalır…

“Hayat ölümle anlam
kazanmıştır. Doğan, ölüme
mahkûmdur. Bu fani âlem
için “ölümlü dünya” denmiştir.
Bu kibirlenmenin ne kadar
yersiz olduğuna
yeter delildir.”