Makale

Bu Dünyanın Meseli

Bu Dünyanın Meseli
Mustafa Özçelik
“Bu dünyanın meseli bir ulu şara benzer
Velî bizim ömrümüz bir tez pazara benzer.”
Yunus Emre

Yunus Emre’nin şiirlerinde dünya ile ilgili şiirler epey bir yekûn tutar. Bu durumun en önemli sebebi, insanın dünya ile ilişkilerinde yaşadığı gaflet halidir. Yani insan dünyayı nasıl anlaması gerektiği konusunda bir bilgi ve bilinç hali taşımamaktadır. Gafletten uyanmak, sözünü ettiğimiz bilgi ve bilinç haline sahip olmak ise hakikati idrak noktasında atılacak ilk adımdır. Tasavvuf, terbiyeyi amaçlayan bir anlayış olarak bu durum karşısında insanı uyanık olmaya çağırır. Bu uyarının temel amacı ise, dünyanın birbirinden farklı olan iki yüzüdür:

“Bu dünyanın meseli bir ulu şara benzer
Veli bizim ömrümüz bir tez pazara benzer
Bu şarın evvel tadı şehd ü şekerden şirin
Ahır acısı gör şol zehr-i mara benzer.”

Dünya, buna göre ulu, büyük bir şehir gibidir. İnsan da burada kurulan pazara gelmiş birine benzer. Pazar, bilindiği gibi gelip geçici kalabalıkların belli alış-verişler için geldikleri geçici bir yerdir. Dünyanın Kur’an-ı Kerim’de “bir oyun ve eğlence yeri” olarak tarif edilmesi de daha çok bu yüzden olmalıdır. İnsan, çoğunlukla bu yerin görünen yüzüne bakar. Çünkü bu yüz “şekerden şirin” bir yüzdür. Çekicidir, güzeldir, insana hoş gelir.

Bu tür bir algılama ilk bakışta elbette güzeldir ama insan, dünyaya bu şekilde bir muhabbet beslediğinde kendisini hiç ölmeyecekmiş gibi görür. Bu zaafı ona dünya bataklığına çeker. Buraya neden geldiği şeklindeki temel soruyu unutturur. Ölüm fikriyle yeni bir hayata geçeceğini dikkate almadan her şeyi dünya adına yapmaya çalışır. Kişinin kendi nefsine ve çevresine karşı yaptığı zulümlerin asıl sebebi insanın bu tutumudur.

Burada Yunus’un yaşadığı çağın olaylarını da hatırlamak gerekir. O çağdaki saltanat kavgaları, ölümler, zulümler, düşmanlıklar elbette dünya tuzağına düşenlerin yapabilecekleri işlerdir. Yani Yunus Emre, dünya konusundaki tavrıyla aynı zamanda çağının en önemli sorununa bir eleştiri getirmekte ve insanları ikaz etmektedir. Yunus Emre’yi bu konularda bir uyarıcı şair olarak görmek gerekir. O, her şeyden önce dünya hayatını bir “mesel” yani gerçek olmayan bir hayat olarak niteler. Dolayısıyla bu dünya “yalan dünya”dır.

“Yürü, yürü yalan dünya
Yalan dünya değil misin”
Böyle bir dünyada kişinin zulüm ve kötülük üzere bir hayat sürmesi elbette doğru değildir. Bu kötülüklerinden de eline zaten hiçbir şey geçmeyecek üstelik yaptıklarının hesabını ahirette vermek durumunda kalacaktır.

Yunus’un dünyayı böyle algılayışı aslında konuyla ilgili ayetlerin yorumu niteliğindedir: “Dünya hayatı ancak bir oyun ve oyalamadır.” (En’am, 32) “Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise şüphesiz gerçek hayatın tâ kendisidir.” (Ankebut, 64) Öyleyse insan, dünyanın bu yüzünü görerek ona aldanmamalı ve tuzaklarına düşmemelidir.

Yunus’un bir sufî şair olarak dünyaya böyle bakışında elbette başka sebepler de vardır. Bir sufî için önemli olan gönlünü muhabbete açmasıdır. İşte dünya sevgisi buna engel olur ve kişinin kemal yolundaki yolculuğu sekteye uğrar. Bu bakımdan tasavvufta “terk-i dünya” esastır.

Fakat Yunus’un bu ikazı “bir lokma, bir hırka” şeklinde anlaşılmalıdır. Çünkü asırlar boyunca bu kavramın kimi çevrelerce bu şekilde anlaşıldığını bilmekteyiz. Bu durum İslâm toplumlarında olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Çünkü eğer dünya terk edilecek bir yer olsaydı buraya gönderilmemizin bir anlamı olmazdı. Oysa dünyada olmanın bir anlamı hem de önemli bir anlamı var. Yunus bunu “taat kılmak” şeklinde özetliyor. Taat kılmak yani kulluk etmek... Bu da dünyada yaratılış amacımıza uygun olarak yaşamak demektir.

Dünya, İslâm anlayışında bir imtihan yeridir. Kişi dünyanın geçici bir yurt olduğunu bilecek, onun görünüşüne aldanmayacak ve burada bir bilinç halinde yaşayacaktır. “Taat kılmak” ise ilk anda akla gelen ibaretlerin çok ötesinde anlaşılması gereken bir kavramdır. Dünyada adaleti, eşitliği, kardeşliği sağlamak, iyi ve güzel olanı yaygınlaştırmak, kötü ve çirkin olana mani olmak gibi davranışların hepsi dünyada yapmamız gereken davranışlardır.

Kişi bu bilinç halinde ise terk-i dünyayı insanın gönlüyle dünya arasındaki bir mesele olarak görmek gerekiyor. Kişi gönlünü dünya muhabbetine kaptırmadığı sürece ortada bir sorun yoktur. Bütün mesele gönüldedir. Eğer gönül derviş eylenmişse Şeyh Sadi’nin dediği gibi “Dervişlik yamalı hırka giymek değil midir? Temiz ol da istersen ipekten elbise giy. Esas dervişlik budur.” (Mustafa Kara, Tasavvufta Dünyaya Bakış, İslâm Dergisi, sayı: 86, s.13) Yani dünya insanı böyle bir durumda tutsak edemez. Öyleyse burada sorun, bir denge sorunudur. Terk edilmesi gereken dünya değil, dünyapereseliktir. Yunus bu konuda da bizleri uyarır:

“Gaflete verme izini, dünya perestlik eyleyip
Görmez misin bu dünyaya iyi, yavuz gelen gider.”
İnsan dünyaperest olduğu zaman, sınavı baştan kaybeder. Ahiret bilincini yitirir. Dünya, ahiretle birlikte algılanması gereken bir kavramdır. Ahiretsiz bir dünya düşüncesi, yaratılış gerçeğimizi doğru algılamamak olur. Bu algı doğru biçimde sağlandığında bir derviş de sosyal hayatın içinde olacak, kalpleri imar hareketinin yanında dünyayı da imar onun asıl meselesi haline gelecektir. Bunun için de dünyaya değer vermeyecektir. Başka bir ifadeyle dünyada olacak ama dünyaperest olmayacaktır.

“Dünyanın mekrine gönlünü verme
Sen de kurtulmazsın mevtin elinden
Ben filânın deyü gögsünü germe
Sen de kurtulmazsın mevtin elinden.”
Çünkü son sözü söyleyecek olan ölümdür. Çünkü can, emanet olarak verilmiştir. Onu sahibine verme vakti gelecektir. Bu vakit gelmeden önce, dünya ile ilgili algılarımızı tashih etmemiz gerekir. Bu yapılmazsa insanı bekleyen hüsran olacaktır.
“Vaktünüze hâzır olun
Ecel vardur gelür bir gün
Emânetdür kuşça cânun
Issı vardur alur bir gün.”