Makale

Erdemli İnsan Erdemli Toplum

Erdemli İnsan
Erdemli Toplum
Doç. Dr. Halil Altuntaş
Başkanlık Vaizi

Din olgusunun İslâm ile kemâle ermiş olması bu son dinin, insanlığı da düşünce ve eylemde aynı noktaya ulaştırma yolunda ortaya konmuş ilâhî bir “proje” olduğunun ifadesidir. Düşüncede kemalin temeli tevhit, eylemde kemalin temeli ise tevhidin -en geniş anlamı ile- hayata geçirilmesidir. Bu iki temel unsurun ortaya koyduğu ortak sonuç ahlâktır. Ahlâkî davranışlar, kişinin benliğinde yer eder ve tabii bir akış içinde onun hayatına yön verirse, ortaya çıkan hâle erdem diyoruz. Sadeleşme dönemi Türkçesine ait bu kelime için asırlarca fazilet kelimesini kullandık. Halen de büsbütün kullanımdan kalkmış değil “fazilet.”

Fazilet; “artmak”, “fazlalaşmak”, “üstün olmak”, “ihsan”(iyilik etmek) anlamlarını taşıyan “fadl” kökünün bir türevi. Bu anlamlar içinde baskın olanı ise “üstün olmak.” Çünkü diğer anlamlar da sonuç olarak bu anlamda birleşiyor. Hz. Peygamber’e vaad edilen en üstün makamın adı da “fazilet”tir. (Buhari, Ezan, 8)

Bir ahlâk terimi olarak ise, ahlâkça üstün sayılan yiğitlik, doğruluk, adalet, alçak gönüllülük, yardım severlik vb. nitelikleri ifade ediyor fazilet. Şu halde genel bir yaklaşımla faziletin -artık erdem desek de olur- bireyi insanî değerler açısından üst derecelere taşıyıp orada tutan ahlâkî davranış ve nitelikler olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre erdem, ahlâkın bir adım ileri biçimidir demek yanlış olmaz. “Ahlâk ve erdem sahibi bir insan” ifadesinde olduğu gibi ahlâk kavramının çok kere erdem ile birlikte kullanılması buradan kaynaklanıyor olmalıdır.

Buraya kadar söylediklerimiz erdemin insana has bir yöneliş olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu niteliği insan içgüdüler gibi verili olarak bulmaz. Ona sahip olması için çaba göstermek, birtakım araç ve yöntemlere başvurmak gerekir. Erdemli insanın değeri ve ayrıcalığı da buradan gelir zaten.

Acaba erdemin pratik kaynağı, yani insanı erdemli bir kişi haline getiren temel yönlendirici nedir? Bu konuda verilecek cevapların hiçbirisi “bilgi” kadar kapsamlı ve açıklayıcı olamayacaktır. Çünkü erdem, temelde ahlâkî davranıştır. Ahlâkî davranışlara yönelten etken ise bilgidir. Cahilliğin kötü bir şey olduğunu kavramak, erdeme doğru atılmış ilk adımdır.

Vahyin koyduğu temel ölçüye göre bilginin başı yaratıcı kudreti bilmektir. İnsanlığın sahip olduğu potansiyel değeri hayata geçirmesi bu bilginin gereğini yerine getirebilmesine bağlıdır. İşte din dediğimiz olgunun devreye girdiği yer burasıdır. Temelde bir “eğitim programı” olan dinin nihaî amacı insanı ahlâklı/erdemli kılmaktır. Bu da insanı hedefi ve akıbeti konusunda bilgilendirmek yolu ile olmaktadır. Başta inanç esasları olmak üzere ibadetler ve din kökenli diğer bütün ilkeler insan davranışlarını fıtrata yabancı tutum ve yönelişlerden ayıklayarak kemale ulaşma yolunda düzen ve tertibe sokmaktır. Bunun en açık pratik sonuçlarını sahabe neslinin hayatında görmek mümkündür. İslâm vahyinin “üzerlerine” indiği bu kutlu neslin ulaştığı üst düzey ahlâkî hayat hadis kaynaklarında “Sahabenin erdemleri” (Fedailü’s-Sahabe) ve “Amellerin Erdemleri” (Fedailü’l-A’mâl) altında yansıtılmaya çalışılmıştır. Aslında bu iki başlığın birlikte değerlendirilmesi ile “erdem üreten eylemlerin sahabeyi erdemli kılması” gibi genel bir konu başlığına ulaşmak mümkündür.

İnsan dünyaya “artı değer”siz olarak gelir. İnsan olma açısından kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. İnsan için hemcinsleri arasında üstünlük din ile söz konusu olur. Dinin doruğu ahlâk, ahlâkî eylem ve davranışların içselleştirilmesi ise fazilet/erdemdir.

Erdem, hem klâsik Batı Felsefesinin, hem de İslâm ahlâk ve düşünce dünyasının konu başlıklarından biridir. Erdemin ne olduğu, erdemi erdem yapan ilkelerin neler olduğu farklı açılardan farklı kişilerce değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Erdem deyince akla insan geliyor, insan deyince de toplum. Zaten tek başına yaşadığını var sayacağımız muhayyel bir insanın erdeminden söz etmek pek mümkün olmazdı. Çünkü erdem “vitrindeki” görünümü ile her şeyden önce insanlar arası ilişkilerin gereği/sonucudur. Bu açıdan erdemin bireysel olmaktan çok sosyal bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Bireysel erdemler “organize” bir hal alırsa toplumun iyiye doğru ilerlemesi çabalarına olumlu katkı sağlar.

Farabi, siyaset felsefesine dair “Ârâu Ehli’l-Medinetü’l-Fâdıla (Birinci Baskı, Matbaatü’n-Nîl, Mısır, tarihsiz) adlı eserinde bir erdemli devlet tasarımı sunar. Bu devlet ahlâkî erdemleri ilke edinmiş, iş bölümü ve sosyal dayanışmanın en üst düzeyde gerçekleştiği, adaletin tam olarak uygulandığı, erdemi en geniş anlamı ile yaşayan bilge kişilerin başkan olduğu bir devlettir. (el-Medinetü’l-Fâdıla, s. 79-89) Erdemli şehrin karşıtları ise “câhilî,” “fâsık”, “değişken” ve “sapkın” devletlerdir. Cahilî devletin halkı mutluluk nedir bilmez. (el-Medinetü’l-Fâdıla, s. 90)

Bir davranışın erdem diye nitelenebilmesi için onda üç temel özellik arar Farabi. (Bak: Mustafa Çağrıcı, “Fazilet”, TDV İslam Ansiklopedisi) Buna göre erdemin birinci niteliği iradî oluşudur.

Doğuştan getirilen güzellik, sağlık, soylu bir aileye mensup oluş gibi nitelikler erdem sayılmaz. Dolayısı ile insanın başkası için istemediği hiçbir iş fazilete dönüşmez.
“Erdem bir içgüdü işi değil, bir akıl işidir.” (Kant) sözü de sonuçta aynı şeyi ifade eder gibidir.

Gerçek erdem, temelinde zorlama ve ihtiyaç duygusunun yer almadığı, tamamen iradeye dayalı olarak ve insanî yönelişlerden kaynaklanır. Kısaca gönüllü insanın niteliğidir erdem. Aksi halde erdem, erdem değil kof bir yapı, bir dış yüzey, bir “makyaj”dır. Böyle erdem sahipleri “yakalandıkları” zaman “yok olurlar.” Çok kere yok oluşları içten içe gerçekleşen bir çöküşle gelir.

Erdemi erdem yapan ikinci nitelik, dışa yönelik -bir başka deyişle sosyal- oluştur. Yalnız sahip olana yarar sağlayan şeye faydalı denilse de fazilet denilemez. Burada, gerçek bir imana sahip olabilmek için kendi için arzu edilen bir şeyi kardeşi/başkaları için de arzu etmeyi şart koşan hadisi hatırlatmamak olmaz. Peygamber Efendimiz; “Faziletlerin en üstünü seninle ilişkiyi kesenle ilişkiyi sürdürmendir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 438) buyurarak erdemin bu sosyal niteliğine vurgu yapmıştır.

Erdemin üçüncü niteliği, içerdiği hayrın sürekli oluşudur. Buna göre bir ülke, bir toplum için en uzun ömürlü etkinlik taşıyan erdem gerçek erdemdir.

İslâm düşünce tarihinde erdemler yaygın olarak hikmet, şecaat, iffet ve adalet gibi dört merkezî kavram üzerinden ifade edilir. Bunlar her türlü aşırılıktan korunmuş ideal bir insanın tutum ve davranışlarını özetleyen kavramlardır.

Biz farkında olalım ya da olmayalım, insanlık var olduğundan beri bir şeyin peşindedir: Mutluluk. Bu hedef bazen dünya hayatı sınırlarına hapsedilebilse de temelde ölüm ötesi hayatı kapsamına alan sonsuz bir sürecin konusu olarak kovalanır durur. Başvurulan yöntemler ve araçlar farklı olmakla birlikte herkes bu hedefe ulaşmaya çalışıyor. Din ve inanç, tarih boyunca bu uğurda başvurulan en belirgin ve etkili yöntem olarak ön plâna çıkıyor. Bu alanda dinden aldığımız temel mesaj, mutluluğun ancak erdemli olmakla mümkün olacağıdır. Mısırlı edebiyatçı Menfalûti, “Saadet arayan onu erdemli bir nefiste/kişilikte arasın. Aksi takdirde yerin zenginliklerini, göğün hazinelerini elde etse bile, dünya ve ahiretin en bahtsız insanı olur.” (Menfelûtî, Mustafa Lütfi, Erdem Nerede, Çev. Emrullah İşler, 2. Baskı, Şule Yay. İst. Aralık, 2000, s. 80-81) derken bu mesajı belli bir söz kalıbına dökmüş oluyor. Buradan hareketle, mutluluğun peşinde olan insan aslında erdemin peşindedir, diyebiliriz.

Erdemi istemekle ona sahip olmak arasında uzun ve çileli bir yol vardır.
Halil Cibran’ın -erdemden söz etmeksizin- hayat için çizdiği şu yol haritası bu gerçeği ortaya koyuyor:

“Ve ben derim ki hayat, hayat sahiden karanlıktır,
Saik (yönlendirici) olduğu zaman başka,
Ve her saik kördür, bilgi olduğu zaman başka.
Ve her bilgi beyhudedir, çalışma olduğu zaman başka,
Ve her çalışma nafiledir, aşk olduğu zaman başka,
Ve her zaman çalışırsanız kendinizi kendinize raptedersiniz ve ötekine ve Allah’a.” (Halil Cibran, Ermiş, Türkçesi; İlyas Aslan, Kaknüs, 4. Baskı İstanbul, 2007s.44)

Yine, “Çalışmak görünebilir kılınmış aşktır” diyor Cibran. (Ermiş, s. 46) Erdeme ulaşmak görülebilir kılınmış bir aşk istiyor. Öyle ise erdem istemek bir cesaret işidir ve insan bu cesareti göstermekle yükümlü tek yeryüzü varlığıdır. Lâtin dilinde erdemi ifade etmek üzere “cesaret” demek olan “virtue” kelimesinin kullanılması anlamlıdır. “Erdemli bir kişi her zaman, her yerde, her ortamda doğruyu söyleyecek, dürüst ve adil olacak, doğrunun, güzelin, iyinin yanında yer alacak, kötünün, haksızın ve zorbalığın karşısında yer alacaktır.” (Duran Nemutlu, C. Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2003, cilt 27 No 1, s. 143) Gerekten cesaret isteyen bir yükümlülüktür bu, hakkını herkesin veremediği bir sorumluluktur.

Sinoplu Diyogenes elinde fener güpegündüz, sokaklarda dolaşırken soranlara; “İnsan arıyorum” diye cevap vermiş. İnsandan geçilmeyen sokaklarda aradığı insan olamazdı Sinoplunun. En azından aradığı sıradan insanlar değildir. O erdemli insanlar arıyordu. Demek ki erdemden yoksun olmak, insanlıktan yoksun olmakla eş değerdedir Diyogenes için.

Mısırlı edip Menfalûtî (ö. 1924) de aynı arayış içindedir, bir farkla ki, elinde fener yoktur. O da erdemi aramaktadır. Şöyle der Menfalûtî: Birçok insan, yazar bu görüşünde aşırı gitmiş; çünkü erdem hâlâ çoğu kimselerin gönlünde bulunmaktadır, diyebilir… Ben erdem yoktur demiyorum. Ancak ben onun bulunduğu yeri bilmiyorum. İnsanların ikiyüzlülüğü gözümün önüne siyah bir perde çekti. Bu nedenle gökte ne parlayan bir yıldız, ne de doğan bir ay görüyorum.” (Menfalûtî, Erdem Nerede, Türkçesi: Emrullah İşler, İkinci Baskı, Şûle, İst. 2000, s. 49)

Eğer erdemi de çok değer verdiğimiz bir yitik gibi şevkle, ısrarla ararsak ona sahip oluruz. Düşünce ve eylem dünyasında iyi ve yararlıyı süreklilik ve kapsamlılıkta en üst noktaya taşımak, azmimizi uygulamaya koymamız, fiilen erdemin peşinde olduğumuzun göstergesi olacaktır. Erdemin peşinde olmak ise bizzat erdemdir. Çünkü bu konumda olan kişi, erdemsizliğin insana yaraşmayan bir durum olduğunu, yani hastalığı teşhis etmiştir. Teşhisin tedaviden daha az önemli olduğunu söylemek mümkün müdür?


“Erdemin peşinde olmak bizzat erdemdir. Çünkü bu konumda olan kişi, erdemsizliğin insana yaraşmayan bir durum olduğunu, yani hastalığı teşhis etmiştir. Teşhisin tedaviden daha az önemli olduğunu söylemek mümkün müdür?”


“Düşünce ve eylem dünyasında
iyi ve yararlıyı süreklilik ve
kapsamlılıkta en üst noktaya
taşımak, azmimizi uygulamaya
koymamız, fiilen erdemin
peşinde olduğumuzun göstergesi
olacaktır.”


“İslâm düşünce tarihinde
erdemler yaygın olarak hikmet,
şecaat, iffet ve adalet gibi
dört merkezî kavram üzerinden
ifade edilir. Bunlar her türlü
aşırılıktan korunmuş ideal bir
insanın tutum ve davranışlarını
özetleyen kavramlardır.”