Makale

Gönül Ufkunda Edep Timsali Bir Veli: Ramazanoğlu Mahmut Sami

MÜSLÜMAN BİLGİNLER

Gönül Ufkunda Edep Timsali Bir Veli: Ramazanoğlu Mahmut Sami

Kâmil BÜYÜKER

SAİD bin Cübeyr (r.a.)’den riva-yet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) Efendimize evliyaullahın kimler olduğu sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “Onlar öyle kimselerdir ki görüldüklerinde Allah zikrolunur, onları gören Allah’ı hatırlar.” (Câmiüs-sağîr) Mahmut Sami Efendi de (1892-1984) hâli, hayatı, tevazusu ile her dem Allah’ı hatırlatan veli zatlardan birisidir. Öyle ki sanki bu sözü tasdik edercesine Mahir İz hoca gördüğü bir rüya üzerine Sami Efendi hakkında şunları söylemiştir: “O Hazret-i Sami’dir. Biz devr-i padişahiden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik.” (H. Kamil Yılmaz, “Ramazanoğlu Mahmut Sami”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Şule yay., 1998, 10. Cilt, s. 310.) Mahmut Sami Efendi yaşadığı dönem itibarıyla ilmî ve tasavvufi veçhesi ile hep çekim merkezi olmuş bir isimdir.
İsminin başında yer alan ve sanki hep ön adı gibi zikredilen “Ramazanoğlu” ifadesi Sami Efendi’nin aile köklerini yansıtır. Aslında baba tarafından Ramazanoğulları diye anılan köklü bir aileye mensup olan Sami Efendi’nin şecereleri Halid ibn Velid (r.a.)’e dayanır. (Sâdık Dânâ, Sultanü’l-Ârifin eş-Şeyh Mahmud Sâmî Ramazanoğlu, Erkam yay. 1991, s. 7.)
Bir müddet Gümüşhaneli Der-gâhı’na devam eden Sami Efendi daha sonra Kelami Dergâhında karar kılmış ve bu dergâhın piri Es’ad Erbili (k.s.)’nin ocağında pişmiş ve buradan icazet alıp memleketi Adana’da irşada memur olmuştur. Mahmut Sami Efendi, hizmetlerini yürüttüğü Adana’da bir yandan Cami-i Kebir’de vaaz verirken diğer yandan da geçimini temin için bir kereste fabrikasının muhasebesini tutmaya başlamıştır. Sami Efendi aslında Darülfünun Hukuk Fakültesi mezunudur. Bu fakülteyi birincilikle bitirmiştir. Ancak o savcılık ve hakimlik gibi resmî görevleri kabul etmemiş ve hayatı boyunca “kul hakkına girmek korku ve endişesiyle” hiç düşünmemiştir. O “kâtiplik” dediği defter tutma vazifesini tercih etmiştir. Babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük serveti de kabul etmemiş ve “Hiç kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir.” hadis-i şerifi gereğince kendi el emeği ile geçinmeyi tercih etmiştir.
O kapıya layık olan, el emeğidir
Adana’da kaldığı süre içinde hocası, mürşidi Es’ad Erbili hazretlerine hediye gönderen Sami Efendi, burada da bizzat kendi elinin emeği olan hediyeler göndermeyi tercih ederdi. Nakledildiğine göre ekinler biçilip, hasat yapıldıktan sonra tarlalara gider, yere dökülen başakları toplar onları bulgur yapıp İstanbul’a gönderirdi. Babası: “Oğlum, benim ambarlarım buğday dolu. Niçin hocana onlardan göndermiyorsun?” deyince “O kapıya layık olan, el emeği göz nurudur.” diye cevap verirdi. (Yılmaz, age. s. 232.)
Erenköy’de bir veli
Sami Efendi uzun seneler Adana’da kalmış, 1946 yılında ilk haccını yapmak üzere Hicaz’a gitmiştir. 1951 yılında İstanbul’a gelmiş, iki sene burada kalmış, 1953 yılında yeniden Hicaz yolcusu olmuştur. Hac dönüşü Konyalı Saraç Mehmet Efendi ile Şam’a gitmiş ve dokuz ay burada kalmıştır. Daha sonra İstanbul’a dönmüş, önce Bayezid, sonra Laleli’ye yerleşmiştir. Son durağı ise mürşidi Şeyh Es’ad Erbili Hazretlerinin köşkünün bulunduğu Erenköy semti olmuştur. Nitekim sevenlerinin devam ettirdiği bu yolun Erenköy cemaati olarak anılmasının nedeni de budur. Erenköy’de bulunduğu zaman içerisinde de Zihni Paşa Camiinde vaaz ve irşada devam etmiştir. Bir yandan da Tahtakale’de bir ticarethanenin muhasebesini tutarak rızkını temin etmiştir.
Peygamber aşkının çekip götürdüğü Medine ve Cennetü’l-Baki’de sevgiliye kavuşma
Sami Efendi gönlü hep Medine ve peygamber sevgisi ile atan bir zat idi. Öyle ki 1957 senesinde Eyüp Sultan’dan bir mezar yeri temin edilmiş ancak o bundan pek memnun olmayarak: “Herkesi arzusuna bıraksalar bizim gönlümüz Cennetü’l-Bakiâ’yı ister buyurmuşlar. (Dânâ, age. s. 97.) 1979 yılında Medine-i Münevvere’ye yerleşmişler, ancak İstanbul’da yakalandıkları hastalık burada da peşini bırakmamış, son demlerine kadar hiçbir şikâyette bulunmayan Sami Efendi 12 Şubat 1984 Pazar gecesi Medine-i Münevvere’de vefat etmiş, Mescid-i Nebevi’de kılınan cenaze namazının ardından arzusu üzerine Cennetü’l-Baki’ye defnedilmiştir. (Hasan Turyan, Gönüller Sultanı Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri, Merassa yay. 2006, s. 36.)
Edep çizgisinde bir hayat
Edep, Mahmut Sami Efendi’nin en sık telaffuz ettiği meselelerdendir. Sohbetlerinde sık sık;
Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan
Giy o tâcı emîn ol her belâdan
beytini okurlar, kendileri de hayatlarını tamamen edep çizgisinde yaşarlarmış. Öyle ki sohbetlerine devam edenler onu hiçbir zaman ayak ayak üstüne atarak, ayak uzatarak, bağdaş kurarak oturduğunu görmemişlerdir. Daima diz üstü oturmayı tercih eden Sami Efendi, sohbetlerinde Kur’an tilaveti olduğu zaman koltuk veya kanepede bile olsa hemen diz üstü otururdu. Öyle ki İstanbul eski müftülerinden Bekir Haki Efendi, Sami Efendi’nin bir sohbetinden dönerken şunları söylemiştir: “Bu zenginleri saatlerce dizüstü sessizce oturtmak, Boğaz’dan gelen bir gemiyi Sarayburnu’nda bağlamaktan daha zordur. Bizler bu işi yapamayız. Bunu ancak Sami Efendi yapabilir.” (Yılmaz, age. s. 310.)
Bizim kapımız Hak kapısıdır, nasibi olan gelir
Mahmut Sami Efendi’nin irşattaki usulü Nebevi idi. İnsanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz ve hele nefsi için hiç kızmazdı. Daima huzur-ı ilahîde bulunduğu ve her nefesinin son nefesi olabileceği düşüncesiyle daima abdestli bulunmaya ve abdest üstüne abdest almaya büyük itina gösterirdi. Nitekim muhasebesini tuttuğu bir zatın tespitine göre, defterleri abdestli yazardı. Yazma işi bitince defterleri kaldırır, abdest alır, biraz Kur’an okurdu. Az sonra ezan okununca, bu sefer namaz için tekrar abdest alırlardı. Her vakit camiye giderek namazlarını cemaatle kılarlardı.
Mahmut Sami Efendi kimseye “bizden ders al, bizim sohbetimize katıl, sakal bırak, sarık sar, cübbe, şalvar giy” gibi emirler vermezdi. Kendileri de dikkat çekecek, fitne uyandıracak ve riyaya davetiye çıkaracak hareketlerden kaçınırlardı. “Bizim kapımız, Hak kapısıdır. Nasibi olan gelir. Hiç kimseyi zorlamayınız.” derlerdi.
Kendisine: “Efendim, sizin hiç kerametinizi görmedik. Kendinizi hep setrediyorsunuz.” diyen bir talebesine “Evladım! Bizim evlatlarımızdan hiç hapse düşen var mı? Yok değil mi? Bu keramet bize yeter.” demişlerdir. Hâl’in en büyük keramet olduğunun bilincinde olan bir zat idi.
Geride sayısız kitap, sohbet, ders ve nasihatle birlikte hayatını bizlere miras olarak bırakan Mahmut Sami Efendi’nin vefatına Mustafa Kara şöyle bir tarih düşürmüş:
Kıbleye döndü yüzün işte Sâmî Efendi
Medine’de bir hüzün işte Sâmî Efendi
Kırklar çıktı söyledi rıhletin tarihini
Uçuyor (Mürşid-i Hâlidî Sâmî Efendi) H/1404 (Turyan, age. s. 36.)