Makale

Pişmanlık

VAHYİN AYDINLIĞINDA

Pişmanlık

Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
DİB Başkanlık Müşaviri


“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım.” dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.”
(Yunus, 10/90-191.)

BİR resim görmüştüm. Büyük bir balık, yutamayacağı büyüklükteki bir başka balığı yutmaya çalışırken tıkanıp kalmış, birinin yarı gövdesi diğerinin ağızında, ikisi birden kıyıya vurmuştu. Küçük balığın hatasını gaflet diye açıklayabiliriz; ama büyük balığınkine yakışan en iyi anlatım haddini bilmemektir. Hangimiz bu büyük hatanın arkasından “keşke” ile başlayan bir pişmanlık yaşanmadığını söyleyebiliriz.
Keşke… Düşündüğümüzde, hiç kullanmak istemeyeceğimiz, ama yine de kullanmadan edemediğimiz bir kelime. Yaşadığımız hayal kırıklıklarının, derin hüzün ve pişmanlıkların meyvesidir bu. Geçmişte yapmamız gerektiği hâlde yapmadığımız, yapmamamız gerektiği hâlde yaptığımız işlerin istenmeyen sonuçları ile karşılaştığımızda yaşadığımız ruh hâlidir pişmanlık.
Pişmanlık kelimesine ne ağır ruh çalkantılarını sindirmişiz. Bazen dönüşü olmayan yoldur, bazen tüm benliğimizi zehirleyen bir acıdır, bazen ters yüz edilerek düşüncesizlik ve tedbirsizliğimiz yüzünden kendimize karşı “oh olsun!” silahına dönüştürdüğümüz iç yangınıdır bu kelimenin mazrufu.
Hata yapmaktan arınamayacağımıza göre bizler pişmanlık duymaya devam edeceğiz. Fakat hatalarımızı birer tecrübe unsuru gibi değerlendirip onları azalttığımız oranda pişmanlıklarımız da azalacaktır. Bizim dışımızda gerçekleşen olumsuz olaylardan ibret alırız, kendimizin sebep olduğu olumsuz sonuçlar ise bize ders olur. Bu derse iyi kulak verip onu kavramak “keşke”lerimizi en aza indirecektir. Kur’an-ı Kerim’in “İbret alın ey akıl sahipleri!” şeklindeki uyarısı esas itibarıyla bizi dönüşü olmayan bir yola girmiş olmanın pişmanlığına kaşı bir uyarıdır.
Duyduğumuz pişmanlık bize aynı hatayı yeniden işlememe azim ve kararlılığını kazandırıyorsa bu yaşadığımız iyi bir pişmanlık olmuştur diyebiliriz. Aksi hâlde yeni hatalara, yeni yanlışlara düşmeye hazır bir ruh hâlinde yaşamaya devam edeceğiz demektir. Böyle bir hayata razı olmak, başarısızlıklar ve hüsranlar altında ezilmeye razı olmaktan başka bir anlama gelmeyecektir.
Buraya kadar söylediklerimizi basit bir zihin yoklamasından geçirecek olursak söz konusu ettiğimiz pişmanlıkların yaşadığımız hayatın sınırlarını aşmadığını, dünyalı yanımızla sınırlı endişelere yoğunlaşmış olduğumuzu hemen fark ederiz. Ne var ki pişmanlıklarımızın hepsi sadece bizim kişiselliğimiz içinde ve bu hayatın şartları ile sınırlı değil. Acıyı çekerim, zarara katlanırım; hata bende” diyerek geçiştiremeyeceğimiz hayati durumlar söz konusu. Bizi pişman eden eylemlerimiz çok kere başkalarını da etkisi altına alır, onların hukukunu da haleldar eder. İşte bu noktada pişmanlığımızın boyutları ve yoğunluğu farklı olur. Böyle durumlar söz konusu olduğunda pişmanlık olgusunun daha bir daha can yakıcı olacağı kaçınılmazdır. Çünkü bu sefer söylenecek “keşke”nin arkasında başkalarına ait çiğnenmiş değerler de vardır. Tamir ve tashih etmekle yükümlü olacağınız alan daha da genişlemiş, çaresizlik ve sorumluluğunuzun çapı büyümüştür. Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurat, 49/6.) ayeti bize hayatta sahip olmamız gereken en temel ilkelerinden birini öğretiyor. Ağır pişmanlıklara sebep olacak nice husumet, kavga, gıybet, çatışma ve çekişmeyi yalan haberler tetiklemiyor mu? Gündelik sohbet ortamlarımızın, yazılısı ile görseli, sosyali ile medya üzerinden asılsız, uydurma ve iftira temelli “haber”ler yolu ile nice pişmanlıklara zemin hazırlandığına şahit olmuyor muyuz?
Dünyaya ahiretin tarlası gözü ile bakan İslami hayat anlayışımızda ise bu fark hesaba gelmeyecek kadar büyür. Çünkü bu durumda pişmanlıkların fayda vermeyeceği bir ahiret hayatı ortamı devreye girmiş olur.
Kur’an-ı Kerim tevhit mücadelesi bağlamında yaşanmış bazı pişmanlıkları eskimez birer tarihî tablo hâlinde gözler önüne serer. Bu anlatım yoluyla insana “son pişmanlığın fayda etmeyeceği an gelmeden önce size sunulan iman ve kulluk etme fırsatlarını değerlendirin” uyarısı yapılır.
Bu yazının başında yer alan ayetlerde bunların en çarpıcılarından biri olan Firavun’un pişmanlığı sahnelenmektedir. Hz. Musa’nın İsrail oğullarını mucizevi bir şekilde Kızıl Deniz’in ötesine geçirmesinden sonra, onları takip eden zalim Mısır kralı ordusunun başında Hz. Musa ve kavmi için açılmış olan deniz yoluna girdiği sırada olan olmuş, denizin üzerlerine kapanmakta olduğunu fark etmişlerdir. Firavun’un tacı başında, tahtı altında, kudreti yerinde olduğu günlerdeki şartlar tamamen değişmiş ve bir anda kendini bütün çareleri tükenmiş hâlde bulmuştur. İşte bu tükenmişlik hâlinde yapılacak dönüş, yaşanacak pişmanlık ilahi huzurda kabul görmemiştir. Çünkü iman dediğimiz kalbi eylemin kabul görmesi onun, kişiye ait tercih imkânının ürünü olmasına bağlıdır. Tehdit konusu olan akıbetin gözle görülmesi hâlinde iman ve inkâr arasında tercih söz konusu olmayacağı için ye’se/son pişmanlığa dayalı iman da değer kazanmaz.
Gönderilen peygambere iman etmeyen bir kavmin ilahî azap ile karşılaşması üzerine; “Bir tek Allah’a iman ettik; ona ortak koşmakta olduğumuz şeyleri inkâr ettik.” (Gâfir/Mü’min, 84/84.) noktasına geldiklerinde içine girmiş oldukları durum şöyle resmedilmektedir: “Fakat azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunudur…” (Gâfir/Mü’min, 84/85.) İman bile vaktinde ve yerinde gerçekleşmezse değer kazanmıyor. Çünkü imtihan süresinin bitip kâğıtların toplanmasından sonra verilen cevaplar doğru olsa da başarısız olmak kaçınılmazdır.
İman ve kulluk şanslarını iyi kullanmayanların varacağı sonuç böyle mutlak bir pişmanlık olacaktır. İlahî mesaj böyle bir pişmanlık içindeki insanın ruh dünyasının ne hâlde olacağına dair etkileyici ince detaylar veriyor bize:
İnkârcı “Ateşin karşısında durdurulup da, ‘Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve müminlerden olsak.’ dedikleri vakit (hâllerini) bir görsen!” (En’am, 6/27.) “O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!” (Furkan, 25/27.) “Keşke kitabım bana verilmeseydi!” (Hâkka, 69/25.) ‘Keşke Allah’a ve Rasul’e itaat edeydik!’ (Ahzab, 33/66.) “Keşke ölüm her şeyi bitirseydi!” (Hâkk, 69/27.)
Kur’an’ın bize sunduğu pişmanlık hikâyelerinden biri de inançsız bir bağ-bahçe sahibi zenginin akıbetini konu edinir. Mümin arkadaşının bütün nasihat ve uyarılarına rağmen o “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. (Eğer kopacaksa ve ben de) Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum.” (Kehf, 18/36.) rahatlığı içinde gaflete dalmış oyalanıp duruyordu. “Derken bütün serveti helak edildi. (Yıkılmış) çardakları üzerine çökmüş hâldeki bağına yaptığı harcamalar karşısında ellerini ovuşturuyor ve şöyle diyordu: “Keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım...” (Kehf, 18/42.)
Dünya hayatı temelli pişmanlıklara tüm olumsuzluklarına rağmen bir şekilde geçiştirilebiliyor. Fakat “En kötü pişmanlık kıyamet gününde yaşanacak pişmanlıktır.” (İbn Huzeyme, Sahih, [I-II, 3. Baskı, el-Mektebetü’l-İslamî, 1424/2003], I,151. Hadis no. 132.) Bütün gayretimiz ahirette hüsran ve pişmanlık yaşamaktan korunmaya yönelik olmalı.