Makale

NARSİSİZM: Psikolojik Bir Vakadan Sosyolojik Bir Fenomene

GÜNDEM

NARSİSİZM: Psikolojik Bir Vakadan Sosyolojik Bir Fenomene

Süreyya SU
Sakarya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi

Son zamanlarda içinde bulunduğumuz durum, “Toplumumuzu bir arada tutan nedir?” sorusunu daha önemli kılıyor. Çünkü bir millet olarak toplumu bir arada tutacak değer ve kavramlara çokça ihtiyaç duyulurken, içinde yaşadığımız toplumda yaşanan değişim ve dönüşümler, bir arada yaşamanın veya birlik olmanın imkânlarını gittikçe yok ediyor. Dayanışma, yardımlaşma, diğerkâmlık ve yurttaşlık ruhu toplumdan çekilirken, toplumsalın ölümü kaçınılmaz oluyor. Bu yüzden toplum tepkisini yitirmiş cansız bir ceset gibi ve bu yüzden ilgimiz tamamen bedene yönelmiş hâldedir. Bireysel çıkar, kamu yararının önüne geçince, “biz” ile başlayan cümleler de yerini “ben” ile başlayan cümlelere bırakıyor. Böylece, önce dile yerleşen birinci tekil şahıs zamiri, sonra düşünceyi ve duyguyu şekillendirerek bencilliği türetiyor. “Ben” ve “kendilik” günümüz kültürünü tanımlayan en önemli kavramlar hâline geldi. İnsanlar, artık, sürekli olarak kendileriyle ilgileniyorlar; bu da narsisizmi psikolojik bir hastalık olmaktan sosyolojik bir semptom hâline getirmektedir.
Narsisizm gündelik dilde kullanıldığı gibi, ne kendine hayranlık ne de bencillik anlamlarına gelir sadece. Narsisizm, günümüz toplumunun kültürünü tanımlamak için kullanılan sosyolojik bir terim aynı zamanda. “Narsisizm kültürü”, ilk kez Amerikalı sosyolog Christopher Lasch tarafından 1970’lerin sonlarında tüketim toplumunun ürettiği yeni kültürü tanımlamak için kullanıldı. Lasch, 20. yüzyılın son çeyreğinde tüketim toplumunun durumunun hayli karamsar bir bakışla psikanalitik bir çözümlemesini ve eleştirisini yapmış narsisizmi, postmodern bireyin bulaşıcı ve şifasız hastalığı olarak tanımlamıştı. Eleştirileri, esas olarak 1970’lerin Amerikasına yöneliktir, ama bu eleştiriler pek çok bakımdan bütün Batı toplumları için geçerli olabilecek savlar içerir. Nitekim tüketim arzusu ve kariyer hırsı Batı toplumlarında hızla yayılmıştır. Bugün aynı durum Türkiye için de geçerli ve bu yüzden Lasch’ın savlarının Türkiye toplumu için de anlam kazandığını söyleyebiliriz.
Ona göre, narsisizm kültürü, tüketim toplumunu karakterize eder. Narsisizm kültürü, insanları olabildiğince bencilleştirmiş ve içlerine kapanmalarına neden olmuş, böylece de kamusal hayat yok olmuştur. Gerçi kamusal hayatın yok olma süreci, tüketim toplumunun ortaya çıktığı daha erken dönemde, 19. yüzyılın sonlarında başlar. “Kamusal İnsanın Çöküşü”nde Richard Sennett, bu süreci çok iyi anlatır.
Tüketim toplumunun ortaya çıkıp gelişmesiyle, kamusal hayat zamanla önemini yitirerek yerini özel hayata bıraktı. Bunun sonucunda, kent hayatı kozmopolit bir niteliğe bürünürken, yalnızlık bir değer hâline geldi, “yabancı” tehdit edici bir unsura dönüştü. Kamusal hayat, sessiz kalarak, huşu içinde seyretmeye indirgendi. Geniş cam vitrinlerde, insanların arzularını kışkırtan fetiş-metaların sergilendiği mağazaları barındıran pasajlar, birer hayal âlemi olarak toplumun hayatına bu dönemde girdi. Tüketim toplumunda pasajları aylakça gezmek ibadetin yerini, vitrinleri hayranlıkla seyretmek de tapınmanın yerini aldı. Bugün AVM’lerdeki insanlık durumu bundan farklı değildir.
Sennett, kamusal alanların yaşanan ve tarihî olan mekânlar olmaktan çıkıp, AVM’ler ve havalimanları gibi gelip geçilen yerlere (ki bu yüzden buralara yok-yer denir) dönüşmesiyle paylaşma ve dayanışma duygularının nasıl zayıfladığını, özel hayatına kapanan kişiliklerin nasıl giderek güdükleştiğini, başka insanlarla muhabbet yeteneğini yitirmenin insanları nasıl eksilttiğini çarpıcı bir şekilde bize gösterir.
Bugün, kamusallığın yitirilmesiyle, modern insanın bireyselliği radikal bir dönüşüm geçirdi ve monadlar gibi kapısız, penceresiz duvarların ardında izole; özgürlüğün yerine yalnızlığı, mutluluğun yerine hazzı koyan bir hayat üretti. İnsanlar kapandıkları evlerinden, özel alanlarından sadece birbirleriyle yarışmak, rekabet etmek için çıkıyorlar. Tüketim toplumunda insanların arasındaki başlıca ilişki biçimi yarışmak ve rekabettir. Herkes sadece kendini önemli görmekte ve sadece kendini mutlu etmeye çalışmaktadır. Nitekim narsisizm kültürünün belirleyici özelliklerinden biri de sağlığın ve kişisel gelişimin kolektif bir saplantı hâline gelmiş olmasıdır. Ama buradaki sağlık, geleneksel anlamda, sıhhatin karşılığı olarak değil, performansla ilgili, yaşlanma belirtilerine karşı mücadele olarak, yalnızca bedenin şekli, insanın fiziksel görünümü ve cinsel aktivitenin mekanikleşmesiyle ilgili anlaşılmalıdır.
Medyanın, magazin haberlerinin, reklamların, TV ve filmlerin retoriği narsistik fantezileri kışkırtmaktadır. Magazin haberleri, özel hayatın gösterileşmesini teşvik etmektedir. Bunun sonucunda insanlar internet üzerinden özel hayatlarıyla ilgili durumları paylaşmakta ve buna tıpkı magazin yıldızları gibi varoluşsal bir önem atfetmektedirler. Reklamlar, insanları özel ve çekici olmaya özendirmektedir. İnsanlar tüketim aracılığıyla temayüz etmeye çalışmaktadır. TV programları ve filmler sürekli yarışma ve rekabet duygusunu beslemekte, ihtiraslı mücadele ruhunu yüceltmekte, zenginliği ve lüks hayatı değer olarak göstermektedir. Bunun sonucunda, merhamet ve şefkat zaaf olarak, tevekkül ve şükür tembellik olarak, emeğiyle kazanmak ve gösterişten uzaklık zayıflık ve eksiklik olarak görülmektedir. Diziler, ürettikleri fanteziler sayesinde ortalama insanlar üzerinde mutsuz bilincin oluşmasına neden olmaktadır. Gerçeklikten kaçan insanlar, teknolojinin sağladığı imkanlarla oluşturdukları simülasyon evreninde “şöhret”miş gibi yaşamakta ve her anlarını birer görsel imaja dönüştürmektedirler.
Gösteri toplumunda görsel imajların çoğalması, modern benliğin kuruluşunu sağlayan özne-nesne diyalektiğinde olduğu gibi, başkalarıyla kurulan dolayımlı ya da araçsal ilişkiye farklı bir boyut getirdi. İnsanlar, sanki bütün yapıp ettikleri anında seyrediliyormuş ya da kaydedilip daha sonra dikkatlice inceleniyormuş gibi başkalarına yöneldiler. Böylece toplumsal bir varlık olarak insanın başkasıyla ilişkisinde yeni bir boyut ortaya çıktı. Hegel’den beri, modern birey olarak insan, varlığının bilincinde olmak için başkası tarafından tanınmaya gereksinim duyar. İnsanın bilinçli bir varlık olması, başkası ya da başkaları tarafından bilinmeye, tanınmaya ve istenmeye bağımlıdır. Narsisizme, sosyolojik anlamını veren de, “ben”in başkasının arzusuna duyduğu arzudur. Ben, başkaları tarafından tanınmak, beğenilmek ve arzulanmak ister. Tüketim toplumunda insanın ontolojik tanımı budur.
Bununla beraber ve buna karşılık, narsisist benin başkasıyla ilişkisi yüzeyseldir; çünkü çıkar temellidir, araçsaldır. Ben, başkası tarafından kabul edilip istenme ihtiyacını tatmin ettikten sonra onunla ilişkisini keser. Başkasına bağlanmadan duyulan korku, başkasına bağımlılığını yadsıma, sadakat ve şükran duymaktan kaçınma narsisizmin kişilik özelliklerindendir. Bu durum bir narsisist için bile şikâyet konusudur. Narsisistler, kendi gereksinimlerini başkalarınkinden daha öncelikli görmekle, kendilerini sevmek ve büyük görmekle güçlü ve kendine güvenli bir kişilik sahibi gibi görünebilirler. Ama klinik psikoloji kayıtlarının da gösterdiği gibi, genellikle narsisistler içsel boşluk ve sahici olamama duygularından şikâyet etmektedirler. Narsisistler toplumda samimi iletişime geçmekte zorlanırlar. En uç noktasında narsisistlerin durumu, yükselmek adına toplumsal çevreleriyle kurdukları zayıf ve faydacı ilişkileri kendilerini hayatın insafına bırakılmışlık duygusuna itmiş olan, yalnız ve acımasız karakterlere benzer.
Narsisizm kavramı maalesef, günümüzde giderek daha yaygın hâle gelen bir kişilik tipini tasvir ediyor. Lasch, bu bulaşıcı hastalığın şifası yok diyordu. Tüketim toplumlarının ortaya koyduğu insanlık durumuna bakınca gerçekten umutlanmak için pek gerekçe yok. Ama yine de tasavvuf ve felsefede şifa bulunabilir.
Kadim felsefe ve tasavvufta “kendine özen göstermek” ve “kendisi (nefsi) için kaygılanmak”, “ben’in terbiyesi” ahlaki ilkelerdir. Narsisizmin şifası, tevazuu geliştirmek ve başkasını bir dolayım olarak değil, imkân olarak görmektir. Ama içinde yaşadığımız toplumda bu pek de kolay değil.