Makale

Elmalılı Hamdi Yazır'da Evliliğe Son Veren Terimler Anlayışı

Elmalılı Hamdi Yazır’da Evliliğe Son Veren Terimler Anlayışı

Emine Gümüş Böke*

Özet:
Elmalılı Hamdi Yazır (1878-1942) , ilmi kişiliği ve fıkıh ilmindeki yeri bakımından Osmanlının son dönemde yetiştirdiği ve kendisiyle iftihar ettiğimiz ender şahsiyetlerdendir. Elmalılı’ya asıl ününü kazandıran eseri “Hak Dini Kur’an Dili” adlı meşhur tefsiridir. Onun fıkıhla ilgili çalışmaları, somut yansımalarını tefsirindeki ahkâm ayetleriyle ilgili bölümlerde görmek mümkündür. Muhammed Hamdi Yazır’ın fıkhî yönünü konu edindiğimiz bu çalışmada onun tefsirindeki evliliği sona erdiren terimlerle ilgili görüşlerine yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Talâk, Talâk yetkisi, İddet, Hulle, Liân, Îla, Zıhar
Elmalılı Hamdi Yazır’s Understanding of Talaq
Abstract:
Elmalılı Hamdi Yazır (1878-1942) is one of the unique persons who brought up at Ottoman’s latest periods and whom we are proud of by his scientific status and his place in Fiqh science. The thing which brought in Elmalılı his actual fame is his well-known commentary, called Hak Dini Kur’an Dili. It is possible to see his study and its concrete reflections in the parts related to Ahqam verses of his commentary. In this study, which matters aspects of Muhammed Hamdi Yazır in Fiqh, his ideas related to talaq in his commentary is given palace.
Key Words: Talaq (divorce), Talaq Authorization, İddah,
Giriş
Çağdaşları arasında benzerine az rastlanan geniş kültürlü mütefekkir bir din âlimi olan Elmalılı Hamdi Yazır aynı zamanda hukukçu bir kişiliğe sahiptir. Fıkıh ilmini senelerce Medresetü’l-Kudat’ta okutmuş, İslam hukukunun enginliğini, gelişip yükselmesini ve içtimai değerini büyük bir salâhiyetle izaha çalışmış ve nice hâkimlerin yetişmesinde önemli hizmetlerde bulunmuştur .

Elmalılı, Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’la birlikte yüz yüze kaldığı farklı problemlerin yaşandığı bir dönemde hayatını sürdürmüştür. Çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Elmalılı günümüzde daha çok tefsirciliği ile tanınmaktadır. Bu çalışmamız onun fıkhi yönüne bir pencere açmaktır. Zira Muhammed Hamdi Yazır, insanlığın bekası olan medeniyetin ayakta durması için İslam hukukunun üstünlüğünü gösterebilme gayreti içine girmiştir . Karşılaşılan zorluklara sahip olduğumuz zengin İslam hukuku teorilerinden yararlanılması gerektiğini vurgulamıştır. İlmi kariyerinin önemli bir bölümü fıkıh ilmine dair çalışmalarla geçmiş olmakla beraber onun fıkhî mesaisinin gereğince incelenmiş olduğu söylenemez. Bu çalışmada Merhum H. Yazır’ın bir hukukçu olarak “talâk” konusuna nasıl yaklaştığı üzerinde durulacaktır. Tefsir’indeki açıklamalarından hareketle bu konudaki tespitlerini ele almaya çalışacağız.

Kavram Olarak Talâk

Sözlük anlamı itibariyle talâk, “bağı kaldırmak, çözmek, serbest bırakmak, boşamak” anlamlarına gelmektedir. Terim olarak ise Elmalılı “nikâh ile sabit olan hukukî bağı kaldırmak” şeklinde ifade etmiştir . Fıkıh terminolojisinde talâkın özel anlamı “boşama”dır. Ancak bu kavram, tek taraflı irade beyanıyla yapılan boşamanın yanı sıra, eşlerin anlaşarak evliliğe son vermelerini ve mahkeme kararıyla boşanmayı da kapsar bir genişlikte kullanılmıştır .

Talâk Yetkisi

Boşamanın hukukî bir değer taşıması için bu hakkı kullanacak kişinin yetkili olması
gerekir. Kur’an ve sünnetin, boşama hukukuyla ilgili getirmiş olduğu esas ve hükümlerden, “boşama yetkisinin” prensip olarak öncelikle erkeğe ait olduğu görülmektedir (Bakara, 2/230, 231, 232, 236; Ahzâb, 33/49,Tahrim, 66/5). Konuyla ilgili olarak Elmalılı, Bakara suresi 228. ayetini “Boşanan kadınların hamile olup olmadıklarını gizlemelerinin caiz olmayacağı” şeklinde yorumladıktan sonra, iddet süresinde erkek kavlen veya fiilen evliliğe dönmek ister de kadın razı olmazsa sözün erkeğe ait olduğunu ifade etmektedir . Konuyla ilgili bir diğer ayet ise mealen şöyledir: “ Kadınları boşadığınız da iddetlerini bitirdiler mi, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya iyilikle salın, yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak tutmayın…(Bakara, 2/231)”.

Söz konusu ayetin tefsirinde Elmalılı şöyle demektedir: Kadınları boşadığınızda iddetleri sırasında eğer ciddi olarak onlara dönmek isterseniz dönün. Eğer boşamakta kararlı iseniz güzellikle onları serbest bırakın. Onlara eziyet etmek veya muhaleaya zorlamak için işi sürüncemede bırakmayınız. Çünkü bu niyetle işi sürüncemede bırakan, kendine zulmetmiş olur . İddet bittikten sonra ise, evliliğe tekrar dönmek için hem kadının rızası hem de yeniden mehir ve nikah gerekir. Bu konuda kadına hiç kimse baskı yapmamalıdır. Ancak koca üç talak hakkını da kullandıysa kadın başka birisiyle ciddi bir evlilik yapmadan tekrar eski kocasıyla evlenemez .

Elmalılı, “Ey Peygamber, kadınları boşadığınız zaman …” (Talâk, 65/1) ayetinin tefsirinde ise şöyle açıklamada bulunmuştur:

“O kadınları boşadığınız, yani boşamak istediğiniz takdirde…” Bu şart (önce) boşamanın sadece erkeklere ait ve onların iradelerinde bulunan bir iş olduğunu gösterir. Koca hanımını boşayınca boşama sabit olur. Aksi halde olmaz. Bundan dolayıdır ki, bir hadiste “Boşama yetkisi, kadınla cimâda (cinsel ilişkide) bulunan kocaya aittir.” buyurulmuştur. O halde kadının bunda doğrudan bir tercih hakkı yoktur. Meğer ki dilediği zaman kadına kendisini boşamakta serbest olduğuna dair nikah akdi esnasında veya sonrasında erkek tarafından bir hak tanınmış (tevfîz) olsun. Bu olmadığı takdirde kadın ancak hul ile (fidye vermek suretiyle) eşiyle anlaşarak boşanabilir” . Nitekim bu husus “O zaman kadının (ayrılmak için) verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur” ayetinde de açıkça ifade edilmiştir.

Ancak uyuşmazlığın eşler arasında çözülmesi mümkün olmadığı takdirde hâkimin eşlerin ailelerinden göndereceği hakemler vasıtasıyla gerekli sulh teşebbüsünde bulunması da, boşanma öncesi Kur’an-ı Kerim’in göstermiş olduğu hususlardandır .

Kadının Boşama Yetkisi

Elmalı’ya göre Kur’an ve sünnetin, boşanma hukuku ile ilgili getirmiş olduğu esas ve hükümler incelediğinde, evliliği sona erdirme hak ve yetkisinin sadece erkeğin tekeline ve insafına bırakılmadığı bu konuda “talâk, hul’ ve tefrik” şeklinde kadına ve hâkime de yetki verildiği görülür. 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-i Aile Kararnamesinde (HAK) de boşanma hakkının esas itibariyle kocaya ait olduğu belirtildikten sonra kararnamenin 119-131. maddelerinde “hıyar-ı tefrik” ayrılmayı seçme hakkı başlığı altında kadına da bazı hallerde hâkime müracaat ederek evlenmeye son verme hakkı tanınmıştır .

Kur’an-ı Kerim’de kadının tefviz-i talak yöntemiyle evliliği sona erdirebileceğine şöyle işaret edilmiştir: “Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer siz dünya hayatını ve nimetini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi (müta) vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. Yok eğer siz Allah’ı, peygamberi ve ahiret yurdunu istiyorsanız, şüphe yok ki Allah, içinizden güzel hareket edenler için büyük bir mükafat hazırlamıştır (Ahzab, 33/28-29)”. Elmalılı tefsirinde tefviz-i talak müessesiyle ilgili olarak kadının nikah akdi esnasında veya sonrasında boşama hak ve yetkisinin kendisine verilmesini şart koşarak bu konuda hak sahibi olabileceğini ifade etmektedir . Boşanma hakkının tefvizi, aynı zamanda temliki bir tasarruf sayılır. Bu sebeple eşine boşanma hakkı veren koca bundan dönemez.

Tefviz olmadığı takdirde kadının ancak hul’ ile (fidye vermek suretiyle) kendisini kurtarmak için müracaat edebileceğini ifade eden Elmalılı bu hususta, Bakara suresinin 229.ayetini “O zaman kadının (ayrılmak için) verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur” delil getirmektedir. Bu durumda hâkim, Hanefilere göre ya iki taraftan da hakem tayin ederek, ya da doğrudan sulh girişiminde bulunarak koca tarafına fidye verme teklifini yapar. Kocanın veya vekilinin teklifi kabul etmesi de bir tür boşama kabul edilir. Elmalılı bu tür boşamanın Şafiilere göre fesih olduğunu açıklamıştır .

Nikâh akdi esnasında veya sonrasında “tefvîz-i talâk” hakkına sahip olamayan ya da muhâlea yöntemiyle boşanmayı elde edemeyen kadın, evlilik hayatı kendisi için çekilmez hale geldiğinde mahkemeye başvurarak boşanma talebinde bulunabilir . Hâkim kararıyla gerçekleşen boşanmalara “tefrik” denilmektedir . Tefrik talebi karşısında hâkimin durumu çoğu zaman tespitinden ibaret olup takdir hakkı umumiyetle sınırlıdır. Bu durumda tefrik kararı veren hâkim, kocanın eşine arzu edilmeyen fiil ve davranışlarda bulunması, nafakasını temin etmemesi, evini terk etmesi, kendisinden haber alınamaması vb. hallerde kadının lehine takdir hakkını kullanabilir. Hâkimin kararı bâin talâk kabul edilir . Kadının boşanma talebinde bulunabilme sebeplerinin naslar tarafından düzenlenmemesi, boşama sebepleri nazariyesinde değişik içtihatların olmasını gerektirmiş ve değişik ortamlarda yeni sebeplerin oluşabileceğinin kabulünü gerekli kılmıştır .

İslam hukukunda eşler arasında şiddetli geçimsizlik ve fena muamele baş gösterdiğinde, cemiyeti ve devleti temsilen hâkimin, geçimsizliğin kaynağını araştırmak ve soruşturmak üzere eşlerin ailelerinden birer hakem tayin etmesi olayına, “tahkim usulü” denilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu durumla ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır. “Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderiniz. Şayet bu hakemler eşleri uzlaştırmak isterlerse, Allah onların aralarını bulur…” . Elmalılı bu ayetin tefsirinde, ayetin hükmü gereğince geçimsizliğin kaynağını araştırmak ve soruşturmak üzere eşlerin ailelerinden birer hakem göndermesi gerektiğini söylemektedir . Zira aile anlaşmazlıklarının, tarafların ailelerinden seçilecek hakemler vasıtasıyla halledilmesi en uygun yoldur.

Hukuku aile kararnamesinin 130. maddesinde de yer aldığı üzere eşler arasında zuhur eden geçimsizlik sebebiyle eşlerden biri hâkime müracaat ederse, hâkim tarafların ailelerinden birer hakem tayin eder. Böylelikle uzlaştırma yoluna gidilir. Ancak uzlaştırma mümkün olmadığı takdirde, kusurlı taraf koca ise hakem heyeti boşanmaya karar verir. Şayet kadın kusurlu ise, kadının mehrin tamamı veya bir kısmını kocaya bırakması karşılığında boşanmaya hükmederler. Bu durumda kararname, tahkim usulüne göre meydana gelen boşanmanın bir bâin talâk sayılacağını kanunlaştırmıştır .

Netice itibariyle, İslâm hukuku boşanmada talâk, hul’ ve tefrik şeklinde bir düzenleme getirerek bu konuda erkeğe olduğu gibi, kadına ve hakime de yetki vermiştir. Prensip olarak talâk hakkı öncelikle erkeğe, hul’ ve tefrik hakkı da öncelikle kadına verilmiştir.

İddet

İddet, muayyen sayı ve bunun son haddi, topluluk anlamlarına gelmektedir. İslam hukukunda ise, evliliğin ölüm, boşanma veya fesih sebeplerinden birisiyle sona ermesi halinde yeniden evlenebilmek için kadının beklemesi zorunlu olan müddettir . İddetin gaye ve hikmeti öncelikle kadının hamile olup olmadığının anlaşılmasını sağlamaktır. Bununla beraber boşama eğer ric’î ise evlilik hayatına tekrar devam etmesi için kocaya belli bir süre düşünme fırsatı tanımak, eğer koca ölmüş ise hanımının ona olan hürmet ve vefasını göstermek için kadına belli bir süre fırsat vermek gibi noktalar da iddetin gaye ve hikmetleri arasındadır .

Konuyla ilgi dört durum vardır. Bu durumlar kadının kocasının ölümü nedeniyle iddet beklemesi , kadının hamile olmayıp boşanma nedeniyle iddet beklemesi , hayız görmeyen küçüklerin ve hayızdan kesilen yaşlıların iddet beklemesi ve hamile kadının iddet beklemesidir .

Bakara suresi 228. ayette boşanan kadınların beklemesi gereken iddet düzenlenmektedir. Bu ayetin tefsirinde Elmalılı, genel olarak boşanan kadınların üç kuru’ beklemeleri gerektiğini belirtmiştir. Elmalılı burada Hz. Aişe’nin bir ifadesini delil olarak göstermektedir . Konuyla ilgili bir başka ayet Bakara suresi 234. ayettir. Bu ayette vefat eden kişinin eşinin bekleyeceği iddet düzenlenmektedir. Ayetin tefsirinde Elmalılı, vefat iddeti bekleyen kadının dört ay on gün bekleyerek, diğerlerine nikâh edilemeyeceği, süslenemeyecekleri, görücüye çıkamayacakları, renkli elbiseler giyemeyecekleri, makyaj yapamayacakları ve güzel koku sürünemeyecekleri ifade edilmektedir . Bununla beraber Elmalılı talâkta iddetin adet görenler için kuru’ ile, ayiseler için aya göre hesaplandığını; ölüm halinde ise, iddetin herkes için aynı şekilde dört ay on gün olduğunu ifade etmektedir .

İddet ile ilgili durumlardan biri de hayızdan kesilmiş olan kadınların ve hamilelerin durumudur. Bu durum Talâk suresi 4. ayette beyan edilmiştir. Elmalılı bu ayetin tefsirinde hayız âdeti görmeyenlerde iddetin üç ay olduğunu belirtmektedir. Bunlar gerek on yedi yaşından küçük olup henüz buluğa ermemiş olduklarından dolayı hayız görmemiş olanlara ve gerek buluğ yaşının azamîsi olan on yedi yaşını geçmiş ve yaş itibariyle buluğa ermiş oldukları halde hayız âdeti görmeyenleri kapsamaktadır . Elmalılı bunun gerekçesini, “Acizane kanaatim bu gibi durumlarda hamilelik şüphesini dikkate alarak, hamilelik müddetinin en üst sınırına kadar bekletmektir” şeklinde ifade etmektedir . Hukuku aile Kararnamesi ise hiç hayız görmeyen kadınların dokuz ay iddet bekleyeceği hükmünü kanunlaştırmıştır ( md. 140).


Hülle

Fıkhî bir terim olarak hülle, “üçüncü boşamadan sonra eski kocasıyla tekrar evlenebilmesinin şer’an caiz (helal) olabilmesi için, kadının ikinci eşle sahih olarak yapmış olduğu evliliği” ifade etmektedir . İslâm hukuku ailenin sağlam esaslara oturması, boşama hakkının kötüye kullanılmaması, çocuklara ve çevreye kötü örnek olup aile hayatının hafife alınmasının önlenmesi gibi hikmetlere bağlı olarak boşayıp tekrar evlenme sayısını sınırlamış, üçüncü boşamadan sonraki birlikteliği ağır şartlara bağlamıştır .

Konu, Bakara suresinin 230. ayetinde mealen şöyle geçmektedir: “Eğer erkek kadını bir daha boşarsa (üçüncü defa), bundan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah’ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.” .

Elmalılı ayeti tefsir ederken sözü edilen iki boşamadan sonra kocanın, o boşadığı
kadını ona döndükten sonra veya iddet içinde iken bir daha boşaması durumunda, bir başka deyişle bu üç boşamadan sonra o kadının, erkeğe hiçbir şekilde helal olmayacağını ve bu açık hükme karşılık ona helal demenin küfür olacağını belirtmiştir. Bu haramlığın, o kadın kendini diğer bir kocaya tam anlamı ile nikâh edinceye kadar devam edeceğini söyleyen Elmalılı tefsirin devamında Cenab-ı Allah’ın üçe kadar boşamaya müsaade ettiğini ve bunların da kadının temiz bulunduğu “tuhur” zamanlarında yapılmasının sünnet olduğunu ifade etmiştir. Ancak birinci ve ikinci boşamanın birer deneme dersi olduğunu ifade eden Elmalılı, bu denemelerden sonra üçüncü kez boşamayı gerek gören ve Hakk’ın bahşettiği bu tecrübe dersinden yararlanmayı hiç de takdir etmeyen bir erkekle o kadın arasında ciddi bir aile hayatı olacağına ihtimal verilemeyeceğini belirtmiştir. İslam âlimlerinin çoğunluğu hülleyi kesin olarak haram görürken, Elmalılı, açıkça uygun bulmamakla beraber hüllenin bir ders olduğunu belirterek buna açık kapı bırakmıştır .

Kanaatimizce de hülle amacıyla yapılan evlilik geçici bir evliliktir. İslam’ın ruhuna aykırı olduğu gibi insanlığa da sığmayan bir fiildir. Ancak ayete göre, hülle niyeti olmaksızın bir başkasıyla evlenen ancak o erkekle de anlaşamayan bir kadının iddetini bekledikten sonra yeniden ilk kocasına dönmesinde herhangi bir sakınca yoktur . Şunu belirtmek gerekir ki, İslam hukukçuları, üçüncü boşanmadan sonra kadını eski kocasına helal kılmak için anlaşmalı hülle evliliğinin de, şer’an caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Böyle bir evlilik cumhura göre haram sayılırken, Hanefiler tahrimen mekruh olacağını söylemişlerdir . Bu açıdan olsa gerek ki, hukuku aile kararnamesi de anlaşmalı hülle evliliğini, eski eşlerin yeniden bir araya gelebilmeleri için muteber görmemiştir (md. 118).

Liân

Hâkim kararıyla boşanma sonucunu doğuran sebeplerden birisi de liândır. Kelime
anlamı itibariyle lanetleşme demek olan liân, bir hukuk terimi olarak şöyle tanımlanmaktadır. Hanımını zina yapmakla suçlayan ama bu suç isnadını dört şahitle ispatlayamayan kocanın, mahkeme huzurunda hanımıyla özel bir şekilde ve karşılıklı olarak yeminleşmeleridir . Şu ayet-i kerime, bu uygulamanın delilini teşkil etmektedir: “Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince; onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik istemesi, beşinci defa da eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Kadının da, kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah’ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, beşinci defasında da kocası doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır” .

İnsanın kendisine şahitliği kabul edilmemesine rağmen, liânda caiz görülmesi, gizli mekânda işlenen zina suçunun dört şahitle ispatının zor olmasından dolayıdır. Dinin hükümlerine göre, yalan söyleme ortadan kalkacağından yeminle şehadet teyit edilmektedir. Zina fiili dört şahitle ispat edileceği için de yemin dört defa tekrar edilmektedir. Beşincisinde ise, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.

Liânın asıl amacı, hanımının zinasını tespit etmek ve zina mahsulü çocuğun kocaya nispet edilmesini önlemektir. Evlenmenin sona ermesi bu amacın zorunlu bir sonucudur. Zira koca hanımını zina halinde suçüstü yakaladığı zaman veya kadının evlilik esnasında ortaya çıkan gebeliğinin kendinden olmadığı kanaatinde ise liândan başka bir yol yoktur. Yeminleşmeye önce erkeğin başladığı mülâane işlemi tamamlanınca hâkim, eşleri ayırır ve bu ayırma Hanefilere göre bir bâin talâk sayılır . Elmalılı ayetin tefsirinde konuyla ilgili olarak mülâanenin hâkim huzurunda yapılması neticesinde eşler arasında ayrılığın meydana geldiğini ifade etmektedir . Bununla beraber liân yapmaktan kaçınan bir taraf açısından kazif cezası, diğer taraf açısından da zina cezası yerine geçecek olan liânın her iki taraf için bir kurtuluş çaresi olduğunu belirten Elmalılı, bunun Allah’ın insanlara merhametinin bir göstergesi olduğunu açıklamıştır .


Îlâ

Bir kimsenin dört ay ve daha fazla bir zaman için karısına yaklaşmayacağına, Allah üzerine yemin etmesi veya yaklaşmayı ağır bir ibadete bağlamasına îlâ denir. Cahiliye devrinde kötüye kullanılan ve kadınlara bir zulüm aracı olarak kullanılan bu boşanma türünü Kur’an-ı Kerim kayıt ve şartlara bağlamıştır: “ Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Eğer (bu müddet içinde) kadınlarına dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir” .

Söz konusu ayetten anlaşıldığı üzere İslam öncesi dönemde, kadınlara zarar vermek amacıyla yapılan bu uygulamanın sınırı İslam tarafından dört aya çekilmiş ve bu müddet sonuna kadar, kocanın bu tavrından vazgeçmemesi halinde, evliliğin sona ereceğine hükmedilmiştir.

Hanefilere göre, îlânın hem dünyevi, hem de uhrevi hükmü vardır. Îlâda ilk olarak yeminini bozma durumu vardır ki, koca yemininden dönerse, yemin kefaretini yerine getirmesi gerekmektedir. İkinci olarak ise yeminini tutma durumu vardır ki bu, hâkime müracaata gerek olmadan evliliğin bâin talâkla son bulması demektir . Elmalılı söz konusu ayetin tefsirinde îlâ ile dönmeyip, boşamaya karar vermek konusunda selef bilginlerinin görüş ayrılığına düştüklerini belirterek İbn Abbas, İbn Mesud, Hz. Osman, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit ve Osman b. Affan’ın görüşlerine yer vermiştir. Elmalılı bu konuda dört ayın sonunda bâin bir talâk meydana geldiğini belirterek Hanefîlerin görüşünü benimsemiştir . Zira îlâ yapılarak kadına yüklenen zulmü, ancak bâin talâkla kaldırmak mümkün olmaktadır. Ancak koca bu süre içinde hanımıyla beraber olacak olursa yemin kefareti verir ya da îlâyı bir ibadete bağlamışsa onunla mükellef olur .

Zıhâr

Kelime itibariyle sırt anlamına gelen zıhârın ıstılahi manası; “Erkeğin hanımının bir organını, aralarında ebedi evlenme engeli bulunan bir kadının bakılması ve dokunulması yasak olan organına benzetmesidir . Cahiliye döneminde böyle bir benzetiş, ayırıcı boşanma sonucunu doğuran bir yemindir. Ancak, Kur’an, zıhârın bu karakterini değiştirmiş ve böyle bir hareketin doğru olmaması nedeniyle, erkeğe kefaret cezası öngörmüştür . Konu ile ilgili ayet şöyledir: “İçinizden zıhâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhâr yaparlarken) çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

Kadınlarından zıhâr yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle temas etmeden önce, bir köle azat etmeleri gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, hanımıyla temas etmeden önce art arda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar Allah’a ve Resulüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah’ın hükümleridir. Kâfirler için elem dolu bir azap vardır” .

Elmalılı tefsirinde zıhârın İslam’dan önce Arapların âdetlerine göre haramlık ifade eden bir fiil olduğunu ve bunun helale çevrilmesine dair bir çözüm yolu olmadığını açıklamıştır. Ancak, Kur’an, zıhâr olarak söylenen sözün İslam’a yakışmayan, yadırganan ve çirkin bir yalan olduğunu beyan etmiş öncelikle ondan sakınılması lazım geldiğini, söylendiği takdirde de hiç hükümsüz kalmayıp yine haram hükmünü ifade edeceğini belirtmiştir. Ancak, münker olarak söylenen o sözün bir kefaret ile telafi edileceğini bildiren Kur’an, zikredilen âdeti kısmen ortadan kaldırarak değiştirmiştir.

Elmalılı, o çirkin sözün kadının şerefini ve varlığını yok etmek manasına gelmesi itibariyle bir insanı hata sonucu öldürmek fiili kadar büyük bir günah olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle de zıhâr ancak ona benzer bir kefaretle affedilebilir. Zıhâr, kocanın hanımına el sürmesine mani bir günah olduğundan dolayı, zıhârdan dönmek isteyen kocanın temizlenmesi için kefaret olan köle azat etme işini, hanımıyla ilişkiye girmeden önce yapması gerektiğini ifade eden Elmalıya göre, köle azadından önce bu muamele gerçekleşirse koca haram işlemiş ve günaha girmiş olur. Bununla beraber kadının zıhâr yapan kocasını kefarete ve geri dönmeye zorlayabileceği gibi kefaret yerine getirilmediği takdirde kendisiyle birlikte olamayacağı belirtilmiştir. Bu durumda kadının zararını ortadan kaldırmak için hâkim kocaya hapis ve ta’zir cezası vermek suretiyle kefarete zorlama hakkına sahiptir .

Eğer koca keffâreti ödediğini söylerse ve bu kişinin yalan söylediği bilinmiyorsa hakim onun sözüne itibar eder. Elmalılı tefsirinde bu durum ile ilgili olarak kocanın “kefaretimi yaptım” demesiyle-yalancılıkla meşhur olmadıkça- sözüne itibar edileceğini belirtmiştir . Netice itibariyle zıhâr bir boşanma türü değildir. Ancak yapıldığı andan itibaren eşler arasında bir cinsi münasebet yasağı başlamaktadır. Bu sebeple koca söz konusu ayette geçen kefareti yerine getirmedikçe eşine yaklaşamaz . Elmalılı, kocanın ağzından çıkan çirkin bir söz olan zıhârın kadının hayız zamanındaki eziyete benzer bir haramlık ifade ettiğini belirtmiştir. Bununla beraber Allah’ın affedici olduğunu açıklayan Elmalılı, günahkârlara, tövbe ve günahlarından dönmekle o sözü geri alma ve bir kefaret ile o çirkinliği örtüp temizleterek af ve mağfiretine kavuşma yolunu açmış, bunun da yolunu ayette göstermiştir .
Sonuç
Osmanlı Devleti’nin son devrinde yetişip Cumhuriyet’in ilk yıllarını idrak eden Elmalılı felsefî, itikadî, fıkhî, tasavvufî ve içtimaî meseleler üzerinde derinliğine düşünen bir din âlimidir. Elmalılı’ya asıl ününü kazandıran eseri Hak Dini Kur’an Dili adlı meşhur tefsiridir. Tefsirinde fıkhî konuları ele alırken genellikle Hanefî kaynaklar ile yetinmiştir. Kur’an’ı tefsir ederken döneminin tartışma konularına da yer verip bunlardan Kur’an’a uygun olan görüşleri belirlemeye çalışmıştır.

Elmalılı tefsirinde talâk konusunu oldukça geniş bir şekilde ele almıştır. Ona göre boşama şer’î bir hak olmakla beraber Allah katında istenilen ve övülen bir şey değildir. Zira boşanma hakkında Peygamberimiz “Allah’ın en sevmediği helal” olarak zikretmiştir. Elmalılı, Talâk suresinin tefsirinde bu hususta birçok hadislere yer vermiş ve boşamayı teşvik eden hiçbir delilin olmadığını beyan etmiştir . Bununla beraber Elmalılı, prensip olarak boşama hak ve yetkisinin öncelikle erkeğe ait olduğunu belirterek evliliği sona erdirmede talâk, hul ve tefrik şeklinde kadına ve hâkime de yetki verildiğini açıklamıştır.

Elmalılı Hamdi Yazır’ın talâk anlayışını ancak tefsirindeki açıklamalarından tesbit edebiliyoruz. Yazır, bu konuda mezheplerin mevcut görüşlerine de yer vererek konuyu incelemiştir. Son devrin önde gelen düşünürlerinden olan Yazır’ın tefsirinde ortaya koyduğu talâkla ilgili görüşlerinin onun fıkhî yönüne bir pencere açacağını düşünüyor ve bu anlamda daha geniş çalışmalara atılacak bir adım olmasını temenni ediyoruz.
KAYNAKÇA:

Acar, H. İbrahim, “İslâm Hukukunda Evliliğin Sona Ermesi”, Ekev Yayınları, Erzurum 2000.
Acar, H. İbrahim, “Talâk” md., DİA, İstanbul 2010.
Amir, Abdulaziz, İslâm’da Aile Hukuku , Mektup Yayınları, İstanbul 1997.
Ateş, Süleyman, Kur’an’a Göre Evlenme ve Boşanma, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu”, Bilmen Basımevi, İstanbul 1985.
Cin, Halil, Eski Hukukumuzda Boşanma” Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya 1988.
Çalışkan, İbrahim, Muhammed Hamdi Yazır’ın Hukukçuluğu”, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu, Ankara 1993.
Çeker, Orhan, “Hukuk-ı Aile Kararnamesi Giriş ve Tarihçesi”, Mehir Dergisi, Konya 1999.
Dalgın, Nihat, İslâm Hukukunda Boşama Yetkisi, İfav Yay., İstanbul 2001.
Gürkan, Menderes, “Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın (1878-1942) İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine Bakış”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Konya 2005.
Heyet , (Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş) “Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir”, Ankara 2003.
Heyet (Yunus Apaydın, M. Âkif Aydın, Ali Bardakoğlu, Mustafa Çağrıcı), İlmihal II İslâm ve Toplum, TDV Yayınları, Ankara 2010.
Karaman, Hayrettin, İslâm’da Kadın ve Aile, Ensar Neşriyat, İstanbul 1995.
---------- Mukayeseli İslam Hukuku, Nesil Yayınları, İstanbul 1996.
Soysaldı, Mehmet, Kur’an ve Sünnete göre Evlenme ve Boşanma, Şule yayınları, İstanbul 1999.
Topaloğlu, Bekir, İslam’da Kadın, Yağmur yayınları, İstanbul 1988.
Yaman, Ahmet, İslam Aile Hukuku, Müifv yayınları, İstanbul 2008.
Yavuz, Yusuf Şevki, “Elmalılı Muhammed Hamdi”, DİA, c. XI, 57-62, İstanbul 1995.
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, (Sadeleştirenler, İsmail Karaçam, Emin Işık, Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel) Azim Dağıtım, İstanbul 1992.
Yılmaz, İbrahim, İslam Hukukunda Boşama Yetkisi, (Yüksek Lisans Tezi), Bursa 1996.