Makale

İşi İyi Yapmak

İşi İyi Yapmak

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Hadis-i şerifin metninde geçen “itkan” fiili, bir işi sağlam ve hakkını vererek yapmak anlamına gelir. Kelime bu anlamıyla Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın sıfatı olarak kullanılmış ve bir ayette, “sun’allahillezî etkane külle şey’in” (bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır) buyrulmuştur. (Neml, 88) Sağlam ve güzel yapılması istenilen iş hiç şüphesiz, meşru, yani salih amel türünden olmalıdır. Hz. Peygamber bir hadislerinde “ihsan” fiilini kullanarak buna işaret etmişlerdir. “Allah size her şeyde “ihsan”ı emretti. (Savaşta) öldürürken (bile) güzel öldürünüz. Hayvanı keserken de güzel kesiniz.” (İbn Ebî Şeybe, Musannaf, 5/455) “İhsan”, genelde, iyi ve güzel işler yapmak, ikramda bulunmak gibi anlamlara gelse de, hadiste görüldüğü gibi, işi iyi ve güzel yapmak anlamını da taşır. Nitekim sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şerifte “ihsan”ı, “sanki görüyormuşçasına Allah’a kulluk etmek” (Buhârî, İman, 36) şeklinde tanımlayarak, her zaman ve her yerde Yaratıcısını görüyormuş gibi kulluk eden bir müminin, her işinin iyi ve güzel olacağına ve yaptığı her işi de en iyi şekilde yapmaya gayret edeceğine işaret etmiştir. Bu yüzden birçok ayeti kerimede, Cenab-ı Hakk’ın, muhsinleri sevdiği, onlarla beraber olduğu ve onları ödüllendireceği ifade edilmiştir. (Bkz. Bakara, 195; Âl-i İmran,134; Nahl, 128; Ankebut, 69; Sâffât, 80, 105)

İşini iyi yapan insan hem Allah’a, hem de diğer insanlara karşı sorumluluğunu yerine getirmiş bir kişi olarak gönül huzuru içinde olur. Kimseyi aldatmadığı için, kazancına haram katmamanın, çoluk-çocuğuna haram lokma yedirmemenin manevi zevkine erer. Siyasetten ticarete, bürokrasiden özel sektöre kadar her alanda işini iyi yapan, dünyada da ahirette de kazançlı çıkar. İşini iyi yapmayan, görevini savsaklayan kimse ise, kendi ihmalinden kaynaklanan maddi-manevi zararların vebalini üstlenmiş olacağı için aslında kendisini aldatmış olur. Yüklendiği kul haklarının hesabını verememesi Allah önünde onu müflis durumuna düşürür.

Her alanda gelişmek ve ilerlemek, işi iyi yapmakla mümkündür. İnsan ancak çalışmasının karşılığını alacağı için (Necm, 39-40), çalışan, işini sağlam yapan, üstlendiği görevin hakkını veren insanlar ve toplumlar yükselmeye layıktırlar. Başarıya ulaşacaklar, Müslümanlar veya gayrimüslimler değil, Allah’ın sünnetine uyarak çalışan ve bütün tedbirleri aldıktan sonra sonucu Allah’a havale edenlerdir. Yeterince çalışmayan ve işini hakkıyla yapmayan bireylerden oluşan bir toplumu Cenab-ı Hakk’ın, sırf Müslüman olduğu için başarıya ulaştırdığı görülmemiştir. Bugünkü İslam âleminin durumu bu gerçeğin çarpıcı bir ifadesidir.

Geçmişte, dünyaya örnek olacak parlak bir medeniyet kurdukları için övündüğümüz atalarımız bu başarıya, ihlas ve samimiyetle çalışarak, işlerini iyi yaparak ulaşmışlardır. Örneğin, asırlara meydan okuyan Mimar Sinan’ın şaheserleri, onun sanat dehasının yanı sıra, kılı kırk yaran titizliğinin ve işini en iyi şekilde yapma kaygısının bir sonucudur. Batı’nın Rönesans’ına zemin hazırlayan orta çağın İslam âlimleri de, kendilerinden önce ortaya konmuş diğer din ve kültürlerin birikimlerini hiçbir komplekse kapılmadan değerlendirdikleri için, kendi azim ve çabalarıyla yükselttikleri ilim meşalesini onun kıymetini bilenlere devretmişlerdir. Bu meşale bugün Batı Medeniyetinin elindeyse bu, bizim, işimizi asırlardan beri iyi yapmadığımızın ve görevimizi ihmal ettiğimizin bir göstergesidir.

Bir toplumun gelişmişlik düzeyi aynen, bileşik kaplardaki suyun düzeyi gibidir. Nasıl ki birbirine bağlantısı olan bileşik kaplardan birine konulan su hepsinde aynı düzeyi gösterirse, bir toplumun çeşitli katmanları ve devletin farklı kurumları da aşağı yukarı buna benzerlik gösterir. Örneğin eğitim kurumları iyi çalışmayan bir toplumda hem bireyler hem de diğer kurumlar bundan olumsuz etkilenirler. Diğer alanlardaki olumsuzluklar da böyledir. Yani aynı devlet yapısı içinde bazı kurumların çok iyi bazılarınınsa berbat olduğu söylenemez. Görüntü farklı olsa da temel işleyiş çok farklı değildir. Bir başka ifadeyle bir devletin kurumları bütün olarak ya iyidir, ya vasattır, ya da kötüdür. Bu da toplumsal düzeyle yakından ilgilidir. Çünkü bu kurumlarda çalışanlar o toplumun bireyleridir ve düzeyleri o toplumun genel düzeyinden çok farklı olamaz. Ancak, işlerin iyi gitmediği bir toplumda, her birey ya da her kurum, kendisinin iyi diğerlerinin kötü olduğunu söylemeye çok heveslidir. Bu durumda herkes başkasına akıl öğretmeye kalkışır. Kendisi başa geçtiğinde her şeyin düzeleceğini savunur. Ama hiç kimse, kendi görevini layıkıyla yapıp yapmadığını sorgulamaz. Öz eleştiri yapmak yerine kusuru başkalarında aramaya çalışır. Çünkü kötü gidişten sorumlu olanlar hep kendi dışındakilerdir. Bu kimseler için Ziya Paşa’nın,

“Anlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde”
beytini hatırlamamak imkânsızdır. Halbuki, bileşik kaplardaki su düzeyinin yükselmesi ancak ilave suyla mümkün olduğu gibi, yöneticisinden sade ferdine kadar, herkesin işini iyi yaptığı ve üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdiği, yani mevcut duruma ilave bir çabayla katkı sağladığı zaman, toplum da, devlet de hak ettiği yere kendiliğinden yükselecektir.

Yorumlamaya çalıştığımız hadis işte bu yalın gerçeği bize hatırlatmakta, işini iyi yapmayanın, insanlar nazarında olduğu kadar Allah katında da makbul olmadığını ve kusurlu işten mükemmel sonuç alınamayacağını ifade etmektedir.