Makale

Prof. Dr. Mehmet Görmez “Bir ülkede minare olduğu zaman, Müslümanlar kendilerini oraya mensup addederler. Referandumun diğer bir anlamı İsviçre’de yaşayan Müslümanlara ‘siz buraya ait değilsiniz.’ mesajı şeklinde algılanmıştır.”

SÖYLEŞİ

Prof. Dr. Mehmet Görmez

“Bir ülkede minare olduğu zaman, Müslümanlar kendilerini oraya mensup addederler. Referandumun diğer bir anlamı İsviçre’de yaşayan Müslümanlara ‘siz buraya ait değilsiniz.’ mesajı şeklinde algılanmıştır.”

Söyleşi: Dr. Yüksel Salman


İsviçre’de yeni minare yapımının yasaklanmasına ilişkin bir referandum yapıldı. Bu referandum pek çok ülkenin, sivil toplum kuruluşlarının ve farklı din mensuplarının tepkisine yol açtı. Müslüman azınlığın ibadet etme ve inancını yaşama hakkı anlamını taşıyan cami inşası ve cami mimarisinin mütemmim cüzü olan minare yapımı hakkının bir referanduma tabi tutulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle İsviçre’deki referandum tarih boyunca devam eden bir sürecin, 11 Eylül olaylarından sonra başka bir veçheye bürünen kısmının bir parçasıdır. Yani bunu yeni çıkmış bir hadise olarak değerlendirmek eksiklik olur. Aslında bugüne kadar Avrupa’da hiçbir cami rahat yapılamamıştır. Pek çok yerde camilerle ilgili referandum yapıldığını biliyoruz. Ama o referandumlar daha çok caminin yapılacağı mahalle sakinlerine yönelik yapılmıştır. Eğer siz bir mahallede kültürel etkinlikleri de içeren bir bina yapacaksanız; kültür merkezidir, ibadet hanedir, o zaman pek çok belediye kanununda çevreye rahatsızlık verip vermeyeceğinin tespit edilmesi ve hatta bunun referanduma tabi tutularak mahalle sakinleri tarafından bu kararın verilmesi şartı aranmıştır. Çok yerde bu referandumlar menfi neticelenmiştir. Bir kısım yerde de mahallenin sakinleri, kilise mensupları referandumda o semte cami yapımına evet demeleri için özel çabalar göstermişlerdir. Tabii İsviçre’deki referandum diğerlerinden daha farklılık arz ediyor.

Sizce bu referandumu diğerlerinden farklı kılan nedir?
Çünkü ilk defa bir ülke topyekûn bu meseleyi sorun edindi. 3 Mart 2009’da bu konu meclise gelmiş. İsviçre Federal Meclisi bunu 6 saat tartışmış. Aslında o tartışmalarda minare ile ilgili menfi anlamda söz alanların minare ve cami üzerinden yaptıkları konuşmaların büyük bir kısmı sorunludur. Mesela minarenin mabedin bir parçası olamayacağı ve bunun bir güç gösterisi olduğunu ifade edecek kadar ileri giden milletvekilleri olmuştur. Ama bunun karşısında, İsviçre’nin tarih önünde suçlu duruma düşeceğini, özgürlükler noktasında Avrupa’nın çok gerisinde kalacağını ifade eden önemli konuşmalar da yapılmıştır.

Minare yapımını yasaklamak için önce Meclisten bir karar çıkarmak istediler. Meclis bunu 128’e karşı 80 oyla reddetti. Fakat hemen ardından 110 bin imza ile referandum talebi geldi. Meclis buna evet demek zorunda kaldı. Çünkü İsviçre Anayasasına göre 100 bini aşkın imza toplandığı zaman Meclis iki sene içerisinde konuyu halkın referandumuna götürmek zorundadır. Arkasından senatoya gitti. Senatonun en azından bu referandumu önleme yetkisi olduğu halde önlemedi ve referandumu kabul etti. Şimdi her ne kadar İsviçre devleti ve hükümeti bu sadece halk girişimidir, devletin, meclisin, hükümetin bunda hiçbir dahli yoktur dese de, bu kısmen doğrudur, kısmen doğru değildir. Dolayısıyla devlet ve hükümet hep birlikte bunu referanduma götürmüş oldular.

Sizin sorunuza yani Müslüman azınlığın ibadet etme ve inancını yaşama hakkı meselesine dönelim. İbadet inanç özgürlüğünden, mabed de ibadet özgürlüğünden ayrılamaz. Mabedin herhangi bir parçasının görünür olması ise aynı zamanda hem inanç ve vicdan özgürlüğünün hem de ifade özgürlüğünün önemli bir parçasıdır. Bu husus temel insan haklarının ayrılmaz bir parçası olduğu halde, İsviçre medeni hukuklara kaynaklık eden bir ülke olduğu halde bunun referanduma tabi tutulması çok ciddi bir sorundur. Aslında referandumun sonuçlarını değil, referandumun kendisinin hukuki ve ahlaki meşruiyetini konuşmak lazım. Ama batılı dostlarımız bunu konuşmakta geciktiler, biz de bunu konuşmakta geciktik. Geciktik çünkü buna ihtimal vermedik. Nitekim İsviçre’nin Ankara’daki büyükelçisi iki ay önce Diyanet İşleri Başkanımızı ziyaret etti ve hiçbir endişeye mahal yok dedi. Çok kahir bir ekseriyet ile İsviçre halkı buna hayır diyecektir, asla İsviçrelilerin buna izin vermesine ihtimal vermiyoruz dedi. Buna rağmen referanduma gidildi ve referandum, % 57,5 evet, % 42.5 hayır ile neticelendi.

İsviçre’de dindar Hıristiyanları rahatsız edecek sayıda cami ve minare var mı?
İşin en trajikomik tarafı burasıdır. Kimse burayı bilmiyor. İsviçrelilerin dindar olduklarını biliyoruz. Dindar Hristiyanların kendi şehirlerinde, kendi şehirlerinin silüetlerine sinecek bir şekilde her taraftan, semadan, arzdan görünecek şekilde Sultanahmet gibi, Kocatepe gibi minareler yükselseydi, hatta bunlardan bir tanesinin yarısı yükselseydi ve bundan rahatsızlık duyarak bu referandum ihtiyacı ortaya çıksaydı, nispeten empati yaparak acaba haklı tarafları var mı diye düşünebilirdik.

Bizdeki rakamlara göre 150 cami var. İsviçre basınında ise 200 camiden söz ediliyor. Bu camilerin tamamı Türkiye’deki bir selâtin camisinin hacmi kadar değildir. Küçük mescitlerden, küçük mekânlardan ibarettir.

Bunlardan sadece dört tanesinin minaresi var. Bir tanesi Ahmediye mezhebine mensup olanların camisi, bir tanesi Arap kardeşlerimizin yaptırdıkları bir caminin minaresi, bir tanesi Arnavut kardeşlerimizin yaptırdığı bir caminin minaresi, bir tanesi de Türkiye’den giden kardeşlerimizin yaptırdığı cami minaresi.

Aslında televizyoncular, medya mensupları işlerini yeterince yapmıyorlar. Keşke bir arkadaşımız kamerasını alsa da İsviçre’de referanduma yol açan ve bütün dünyayı bir referandumu konuşmak durumunda bırakan bu dört minarenin ebatlarını tespit ederek dünyaya gösterebilseydi. Dikkat ediyorsanız medyada, basında sadece Arap kardeşlerimizin çok önceleri yaptırdıkları bir caminin üzerinde görülen iki metrelik bir minare gösteriliyor. Çünkü öbürlerini göstermekten utanıyorlar, öbürlerine minare demek için bin tane şahit gerekir. Yani sözüm ona kendi ifadeleriyle, güç gösterisinde bulunacak bir minare yok ki bu referanduma gidiliyor.

Ülkemizde de kiliseler var, İstanbul’da, Türkiye’nin pek çok yerinde kilise ve sinagog var.
Başta Edirne, Bursa, İstanbul olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerinde cami, kilise, sinagog yan yana yapılmıştır. Bu medeniyetimizin bir özelliğidir.

Türkiye, bu tarihi ve dinî yapıların korunmasında, onarım ve bakımında zaman zaman eleştiriliyor. Bu eleştirilerin büyük bir kısmına hak vermek lazım. Ülkemizin toprakları üzerinde Selçuklu dönemi öncesinden kalma çeşitli kilise, sinagog gibi yapılarla özellikle Selçuklu ve Beylikler ile Osmanlı dönemine ait cami, medrese gibi tarihi dinî ve kültürel yapılarımızı korumada tembelliklerimizin olduğu bir gerçektir. Bu konudaki eleştiriler bizi kendimize getirmelidir. Ama bu ayrı bir konu; yani kültür varlıklarına sahip çıkmama sorunu. İsviçre’deki olay ise tamamen farklıdır; bir inancın varlık değeri olan eserleri inkâr etme, ona düşmanlık ve hayat hakkı tanımama. Aslında İsviçre’deki referandum Batı paradigmasının bir paradoksudur. Âdeta Batı zaten buydu dedirtecek çapta bir olayın somut göstergesidir.

Peki o zaman minare yapımı yasağının asıl maksadı nedir? Sizce bu tavrı nasıl yorumlamak gerekir?

Bu o kadar açık ki aslında, bugün İslam ve Batı dünyasının bu referandum sebebiyle oturup minare konusunu tartışmalarını yadırgıyorum. Artık minareyi, camiyi değil, referandumun kendisini ve referandumun arkasındaki düşünceleri konuşmak lazım. Anlaşılıyor ki, İsviçre halkının çoğunluğunda İslam’a ve Müslümanlara karşı çok ciddi bir kaygı var, bu kaygıyı konuşmak lazım. Şimdi bu kaygının en temel sebebini tarihten kalma bilinçli bir cehalet olduğunu unutmamak gerekiyor. İkinci büyük sebebi yanlış bilgiler; üçüncü sebebi ön yargılar; dördüncü sebebi de son yıllarda bazı Müslümanların yanlış hareketleridir. Şimdi bütün bunları tabii ki entelektüellerin, düşünce insanlarının oturup konuşmaları ve tartışmaları gerekir.

Minare güç gösterisi mi? Bir defa onu bir değerlendirelim. Bilakis minarenin bizim kültür medeniyet tarihimizde, sanat ve estetik tarihimizde bir tek anlamı vardır. O da Allah’ın yüceliğini, birliğini ifade etmek ve bu birliğin çağrısına mekan olmaktan başka hiçbir anlamı yoktur. “Minare güç gösterisi değil, tevazu göstergesidir” aslında. Çünkü kadim zamanlarda İslam medeniyetinde insanlar tevazu gereği evlerini, mekânlarını basit yaptılar, toprağa yakın oldular. Ancak yüce değerlerini ifade eden çağrılarını yücelttiler. Bu düşünce minareyi doğurdu. Minare Hz. Peygamber zamanında yoktu. Sahabe zamanında da Amr ibn Âs’ın ilk defa Fustat şehrinde yani Kahire’de yaptırdığını biliyoruz. Aslında bir hadis talebesi olarak söyleyecek olursak bu düşünce, kaynağını Hz. Peygamber’in sözlerinden aldı. ‘Hemmünnebî’ diye bir tabir vardır. Peygamberin arzu edip de yapamadıkları. Aslında minare için ‘Hemmünnebî’ diyebiliriz. Çünkü peygamberimiz diyor ki; “Ben Müslümanların aynı namazı aynı vakitlerde kılmalarından çok hoşlanıyorum. Keşke elimden gelse de yeryüzünün her tarafına insanlar gönderebilsem ve bütün namaz vakitlerinde ezan dediğimiz çağrıyı evlerin en yüksek damlarında, en yüksek mekanlarından ilan etmelerini sağlayabilsem.” Şimdi bu en yüksek mekan ifadesi Müslümanlarda bir irade oluşturuyor, bir düşünce oluşturuyor. Müslümanlar da bu yüksek çağrıyı ve Allah’ın birliğini, mimari diliyle ifade edebilmek için minareyi ışık saçan bir mekan olarak ilk defa Amr ibn Âs eliyle yapmışlardır. Sonra farklı kültürler, farklı coğrafyalarda her biri kendine özgü bir yorumla bunu ortaya çıkarmıştır. Aslında yeryüzünün her yerinde; Endülüs’te, İran’da, Türkistan’da, Arabistan’da, Anadolu’da, İstanbul’da, Selçuklularda, Osmanlılarda her birisinin farklı bir minare yorumu vardır. Tabii ki Mimar Sinan üç şerefe ile bunu daha da yüksek bir yoruma kavuşturmuştur. Fakat ne kadar farklı yorumlanırsa yorumlansın hepsinin ortak bir anlamı var, o da Allah yücedir, kibir insana yakışmaz, biz mütevazı olmak durumundayız, ama değerlerimizi ifade eden çağrımız daima yücelerde yankılanmak zorunda.

Bütün bunlar gösteriyor ki minarenin sembolik ve simgesel bir anlamı olduğu açıktır. Ancak minare sadece caminin mütemmim bir cüzü olmaktan çıkmış, bütün bir İslam medeniyetinin çok önemli bir sembolüne dönüşmüştür. Nitekim oryantalist Jonathan Bloom’un ‘Minaret’ adlı kitabı ‘Symbol of Islam’ alt başlığını taşımaktadır. Bir ülkede minare olduğu zaman, Müslümanlar kendilerini oraya mensup addederler. Referandumun diğer bir anlamı İsviçre’de yaşayan Müslümanlara ‘siz buraya ait değilsiniz.’ mesajı şeklinde algılanmıştır.

Minare; sadece caminin mütemmim bir parçası değil, minare aynı zamanda bir alem olmuştur, bir sembol olmuştur, İslam’ın çağrısının yüceliğini ve Yaratıcının birliğini mimarinin diliyle bütün dünyaya haykıran bir sembol olmuştur. Bunu referanduma tabi tuttuğunuz zaman elbette bütün Müslümanlar bundan rencide olur.

Bir de işin başka bir cephesi var. Bu referandumdan beklenen asıl sonuç belki de siyasidir: Biliyorsunuz Avrupa Birliğinin anayasası olması hedeflenen Lizbon Anlaşması 1 Aralıkta yürürlüğe girdi. Bu anlaşma, üye 27 ülkede zorlu mücadelelerle kabul edildi. Bazı ülkelerde referandumlar tekrarlandı. Avrupa Birliği kendi içinde küreselleşme karşısında yekvücut olmayı halkları nezdinde hazmetmişe benzemiyor. Dolayısıyla Lizbon Anlaşması ile başlayan yeni sürece muhalif olan kesim, Avrupa halklarının sürece katılımını sanki sabote etmek istiyorlar. İslam ve azınlıklar üzerinden İsviçre gibi birliğin ne içinde ne dışında bir ülkede böyle bir referandum yapılması birliğe muhalefet edenlerin, yani AB içindeki şahin kanadın işini kolaylaştırıyor.

Bu referandum öncesi yine alışılagelmiş bir üslupla Müslümanlar hakkında incitici sözler sarf edildi. İslam ve Müslümanlar yine şiddet ile yan yana getirildi. Bu da Müslümanları son derece üzdü. Peki referandum öncesi tutumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben az önce Mecliste yapılan konuşmalardan söz ettim. Bu konuşmalarda az da olsa bazı sözlerin rencide edici olduğunu ifade edebilirim. Ama asıl rencide edici olan, camiye hayır sloganının bir propagandaya dönüşmesi ve bu propagandada kullanılan yazılı ve görsel malzemeler, afişler ve pankartlardır. Şimdi orada iki tane pankart çok dikkat çekici. Bir tanesi minarelerin İsviçre haritasına, İsviçre bayrağına saplanmış birer mızrak olarak gösterilmesidir. Bunu Ziya Gökalp’in bir şiiri ile benzeştirmek ise tek kelime ile başka bir cehalet göstergesi aslında. Çünkü orada kast edilen çok daha farklıdır. İstiklal savaşında yazılmış dizelerdir onlar. Birincisi bu. İkincisi; minarelerin yanına burka giymiş bir hanım koyarak özellikle İslam’ın kadınlar üzerinde bir tehdit oluşturduğu imajını uyandırmak istediler ve başarılı da oldular. Çünkü yapılan araştırmaya göre hayır oyu verenlerin büyük bir çoğunluğu kadınlardan oluşuyor. Zaten kadın konusu batı dünyasının İslamofobia’ya malzeme olarak kullandığı çok önemli bir konudur. Burada da kullanılmıştır. Bu kullanma tabirinin altını çiziyorum. Elbette bunlar son derece rencide edici olmuştur. Ama müsaade ederseniz bir hususu da söylemez isem kadirşinaslık yapmamış olurum.

Başta bazı kiliseler olmak üzere bazı sivil toplum örgütleri de bu referanduma buna karşı bir propaganda geliştirdiler, onlar da afişler ve pankartlar hazırladılar. Bir kilise, bir sinagog ve bir camiyi yan yana koyarak, altına şu yazıyı yazdılar “İsviçre semaları bunların hepsini alacak genişliktedir”. Bu arada onlara da şükran ve takdirlerimi ifade etmeyi bir vecibe addediyorum.

Bugün çağdaş dünya dinler ve kültürler arası ilişkileri önemsiyor. Size göre bu referandum, temel hak ve hürriyetler açısından problemli olduğu kadar dinler ve kültürler arası ilişkiler açısından da problemli mi? En azından İsviçre bazında bu konuda bir geriye gidişten söz edilebilir mi?

Tabii geriye gittiğinin açık göstergesi aslında. Hemen akabinde İtalya’da ve Hollanda’da bazı aşırı sağcı partilerin de bu özlem içerisinde olduklarını açıkça beyan etmiş olmaları düşündürücüdür. Fakat ben, Batıdaki entelektüellerin ve düşünürlerin din özgürlüğü kavramını yeniden tartışarak çoğunluk azınlık ilişkilerini, yahut çok dinli ve çok kültürlü yaşamı yeniden konuşarak Kur’an’ın ifadesi ile “ hoş görmediğiniz nice işlerde hayırlar çıkabilir” bundan da hayırlar çıkacağını umut etmek istiyorum doğrusu. Tabii ki Müslümanların da bu konularda her zaman olduğu gibi daha hikmetli davranmaları gerekiyor. Bizim açıklamamızda da ifade edildiği gibi müslümanlar, İslam’ın izzetine, onuruna yaraşır bir şekilde kendi hakkını araması gerekiyor.

Avrupa’daki Müslüman toplulukların tepkilerinde makul ve meşru bir zeminde göstermesi, İslam’ın izzetine yakışır bir hak arayışı gerekiyor. Başkanlık olarak pek çok ülkede bizim teşkilatlarımız var. Yurt dışı hizmetlerinden sorumlu Başkan yardımcısı sıfatıyla konu ile ilgili verebileceğiniz bir mesajınız var mı?

İki mesaj vermek istiyorum: Birincisi, biz referandumdan önce özellikle İsviçre’de yaşayan vatandaşlarımızın din hizmetlerini yürüten sivil toplum örgütlerine ve cami derneklerine bir telkinde bulunduk. Dedik ki; siz referandum öncesinde yapılan tartışmada bir taraf olmayın. Bunu bir Hristiyan-Müslüman ayrışması olarak göstermeyin. Bilakis bunu bir özgürlükler konusu olarak ele alalım dedik. Dinleri karşı karşıya getirmeme konusunda çok büyük özen gösterdik. Ben arkadaşlarımızdan da aynı şeyi tekrar istirham ediyorum. Bunu farklı dinler arasındaki bir çatışma olarak değil, bütün din mensuplarının hakkını gasp eden bir düşüncenin uygulaması olarak görelim. Ve tabii ki tepkimizi ifade edelim. Bunu medeni ölçüler içerisinde, bilgi ve hikmete dayanarak en güzel bir şekilde yapalım. Herkesin kendi düşüncesini ifade etmesi gerekiyor, ifade edelim ki, bundan sonra başka ülkelerde yanlışlık yapılmasın ve bu sürece hep birlikte olumlu katkılarda bulunalım.