Makale

Çok Kültürlülük

BAŞYAZI
Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU
Diyanet İşleri Başkanı

Çok Kültürlülük
Günümüzde küreselleşmenin etkisiyle ortaya çıkan çok kültürlülük, çoğu ülke politikaları açısından dış dünyada olduğunda seyirlik bir alan, cazip bir ilgi odağı iken, içeride karşı karşıya kalındığında bertaraf edilmesi gereken bir sorun olarak algılanabilmektedir. Şüphesiz çok kültürlülük tartışmalarında öne çıkan asıl sorun, farklı kültürlerden ziyade, farklı dinlerin bir arada nasıl yaşatılacağı endişesi olmaktadır.
Günümüzün öncelikli bir sorunu hâline gelmiş çok kültürlülük açısından geriye baktığımızda, Anadolu’nun, binlerce yıldır bağrında yaşattığı farklı kültürel ve dinî geleneklerle çok kültürlülüğü tarih boyunca tecrübe ettiğini ve sorunsuz bir şekilde sürdürdüğünü görmekteyiz. Şüphesiz Anadolu’daki bu tablonun oluşmasında İslam dininin insana ve barış içinde birlikte yaşamaya verdiği değer, diğer din mensupları ile bir arada yaşama tecrübesine sahip Müslümanların dinleri ve kültürel kimlikleri konusunda sahip oldukları özgüven, farklılıkları zenginlik kaynağı olarak görmeleri ve diğer din mensuplarına tanınan geniş özgürlükler baskın bir paya sahip olmuştur. Ancak, Batı’da durum bundan farklı seyretmiş, Batı genellikle sömürge dönemlerinin bir uzantısı olarak son birkaç yüzyılda çok kültürlülük tecrübesi ile harici bir durum olarak belli ölçüde tanışmış olsa da, tarih boyu alışık olduğu tek çizgili hayat biçiminin yerine çok kültürlülüğün getirdiği yeni durumlara adapte olmada ciddi sorunlar yaşamıştır ve hâlâ da yaşamaktadır.

Batı’da, önceki asırlardan devralınan azınlık algısı günümüzdeki çok kültürlü ve dinli yeni durumu izaha ve çözmeye yetmediği gibi, çoğunluğun azınlıkları kendisiyle aynileştirdiği veya bütünleştirdiği oranda kabullenmesi de, çifte standart taşıyan aldatıcı ve yapay bir özgürlük uygulaması ortaya koymaktadır. Bunun için de, Avrupa’nın hâlihazır çoğulculuk ve “öteki” anlayışı, çözüm getirecek yerde sorun üretmekte, başta Islamo-fobia olmak üzere, dini şiddetle özdeşleştirme, farklı dinleri ve kültürleri sadece güvenlik ve uyum sorunu olarak ele alma, kutsala ve dinî değerlere saygısızlığı ifade özgürlüğü adına himaye gibi bir dizi yanlışa ve barışın tesisini zorlaştıran kaygı verici durumlara sebebiyet vermektedir. Halbuki, dinî özgürlükler alanında önemli bir mesafe kat etmiş, toplumsal barış ve huzuru sağlamanın ancak temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmekle mümkün olacağını keşfetmiş ve toplumsal hayatı buna göre düzenlemiş olan modern dünyada artık dinlerin kutsallarına ve insanların inanç değerlerine saygısızlığın yeri olmamalıdır ve böyle bir yaklaşım hiçbir şekilde himaye görmemelidir.

İsviçre’de yaşayan Müslüman toplumun ibadet etme ve inancını yaşama hakkı anlamını taşıyan cami inşası ve cami mimarisinin ayrılmaz parçası olan minare yapımı hakkının bir referanduma tabi tutulması, bir ülkeye has münferit bir olay olmanın ötesinde insanlığın, özellikle Batı’nın bugün ulaştığı hak ve özgürlükler düzeyinden geri gitme arzusunu içermesi sebebiyle kaygı verici bir durumdur.

Özgürlük alanında çağdaş dünyanın ulaştığı seviyeyi geriye götürecek, dinler ve kültürlerarası ilişkileri olumsuz yönde etkileyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak hepimize ait bir ödev ve sorumluluktur. Bu son olayın verdiği karamsarlık sonucu “acaba modern dünya özgürlük, barış, hoşgörü yolunda harcadığı bunca çabadan ve aldığı mesafeden vaz mı geçiyor!” dediğimiz bir anda, dünya kamuoyundan İsviçre’deki referanduma aklıselim, sağduyu ve din özgürlüğü adına yürekli itirazların ve eleştirilerin yapılıyor olması ise umutlarımızı güçlendirmektedir.