Makale

Bir yıldız daha kaydı Kutuz Hoca

Bir yıldız
daha kaydı

Kutuz Hoca



İlyas Dilbaz
Ankara Müftü Yardımcısı

1965 yılı sonbaharında Güneyce Büyük Camii yanında Kutuz Hoca’nın devam ettirdiği fahri Kur’an Kursunda derse başladım. İlk defa hocadan ders alacaktım. Dört sayfadan gidiyordum. Sabah erkenden hocanın huzuruna varıp dersimi okumaya başladım. Hafızlıkta dersi okurken motive olmak çok önemlidir. Bu sebeple genel olarak hocanın yüzüne bakardık. Onun jest ve mimikleri, başını sallaması, kaşlarının durumu, tespih çekiyorsa yavaş veya hızlı çekmesi hatta nefes alışı okuyanın okuyuşunu duruma göre kolaylaştırır veya zorlaştırırdı. Hocamız orta uzunlukta siyah sakallı, gür kaşlı, keskin çakır gözlü idi. Sert ve anlamlı bakışları vardı. Çoğu kez duruşuyla dinlediği hafızı yönlendirirdi. Tutukluk yapan veya yanlış okuyanı işaretle düzeltmeye çalışır, yine açılmazsa Kur’an metnini çok ciddi bir ses tonu ve mehabetli bir edayla dinlediği hafıza hatırlatırdı.
Bizi okuttuğu yıllarda kırk beş-elli yaşlarında idi. Cemaat tarafından kendisine “Hocam imamet görevini zor yapıyorsun bari şu hafızlık yaptırdığın çocukları bırak” denildiğinde kendisi “Ben bu hafızlarla ilgilenmezsem İstanbul’da okuyan oğlum Mustafa ile de onun hocaları ilgilenmez” derdi.
Hocamız köyümüzün hem başimamı hem de doktoru idi. Askerliğini sıhhiye olarak yaptığından hasta olan, yaralanan ilk önce Kutuz Hoca’ya gider, o ilk müdahaleyi yapar, gerekirse doktora gitmeyi tavsiye ederdi. İğne ve pansumanları da o yapacaktır.
Hocamız öğrenci okutmayı, hafız yetiştirmeyi çok önemserdi. 1967 yılında Rize İmam-Hatip Okulunun açılacağını öğrenince hafızlığını bitirmek üzere olanları özel takibe aldı. Mezun olanları hıfzını kuvvetlendirmeye çağırdı. Güneyce’nin resmi Kur’an Kursundaki öğrencileri de yönlendirdi. Hocamız bizleri İkizdere Müftülüğüne gönderdi. Müftülükte hafızlık diplomalarımız hazırlanıp bize verildi. Hocamız diplomaları bize verirken şu nasihatlerde bulundu:
“Hafızlarım, evlatlarım! Hafız olmakla, bir küp veya bir teneke balı sırtınıza yüklendiniz demektir. İlim ve Arapça öğrenerek taşıdığınız o baldan önce siz tadınız. Tatmazsanız ömür boyu bal küpü taşıyan ama hiç tatmayan hamal gibi olursunuz. Haydi, gidin ilim öğrenin ve taşıdığınız baldan önce siz yiyin, sonra başkalarına da yedirin.”
Kutuz Hoca beldemizin kapağı sonuna kadar açık manevi bal küpü idi. Köydeki herhangi bir cenazeye katılıp eve döndüğümde annemin “Cenazeyi kim kıldırdı?” sorusuna “Kutuz Hoca” cevabını verince annem: “Ne mutlu o kimseye ki cenazesini Kutuz Hoca kıldırdı, Allah bize de nasip etsin” diye söylerdi. 1990 yılında hocamın hasta ve yorgun halde annemin cenazesine geldiğini görünce “Allahım, cenaze namazını Kutuz Hoca’nın kıldıracağını annemin ruhuna ilham et!” diye dua ettim.
İmamet görevine engel teşkil etmediğinden sıhhati elverdiği ölçüde arıcılık yapardı. O sebeple evinden bal eksik olmaz, onu yaz kış ziyaret edenler bal şerbeti içmeden evinden ayrılmazdı. Hocamız emekli olduktan sonra bir müddet daha Güneyce Merkez Kur’an Kursunda fahri olarak görev yaptı ve bu kez kız öğrencilerin hafız olmalarını sağladı. O yıllarda (1978) hac farizasını yerine getirdi.
Kutuz Hoca züht ve takvasını, tasavvufi hayatını halktan gizlerdi. Dershanenin üstünde biraz büyükçe tek bir odada kalırdı. Dershane sabahtan öğleye kadar hafızlar için kurs, diğer zamanlarda cemaatin oturma ve sohbet yeri olarak kullanılırdı.
Merhum Hocamız ilim, hilm, züht ve takva örnekleriyle dolu halkalardan biriydi. Öyle olduğuna dair onlarca duyum ve müşahedelerimden bazılarını zikretmek istiyorum.
2002 yılı ocak ayında yıl içinde okunmasını tavsiye ettiğimiz kitaplar listesini Sungurlu Müftülüğü panosunda ilan ettik. Onlardan biri hocamın oğlu, hafızlıktan beri arkadaşım İsmail Kara tarafından hazırlanan hayatını anlatan kitap idi. (Kutuz Hoca’nın Hatıraları - Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası, İstanbul, Dergâh Yayınları.)
Kutuz Hocamız emekli ikramiyesini infak ettiği gibi emekli maaşından da son derece rahatsızdı. “Bu nasıl iş, hükûmet bize çalışmadan, görev yapmadan maaş veriyor” diye bu konuda rahat olmadığını ifade ederdi. Bir defasında kış aylarını geçirmek üzere bir oğlunun yanına gitmişti. Evinin penceresinden çarşı veya sokağa bakarken ağlamaya başladı. Yanındakiler köyden geldiğine üzüldüğünü sanarak üzülme, yazın köye gideriz inşallah diye teselli etmeye çalışırken onun cevabı şöyle olmuş: “Ben köyden geldiğime üzülmüyorum. Şu dışarıda tenekeyle kömür taşıyan işçilere imreniyorum. Allah bana sıhhat verse de ben de onlar gibi kömür taşıyarak helal para kazansam da şu emekli maaşını almasam.”
Kutuz Hocamız son aylarda iyice düşkün hale gelmişti. Kemik erimesi sonucu bir ayağı hafif bir düşmede kırıldı. Ankara’da tedavi olduğu sırada kendisini ziyarete gittiğimde, oğlu Hüseyin’e kalkabilir miyim deyip “Babacığım ayağın kırık, kalkamıyoruz” cevabını alınca “Ya! Demek günahlarım o kadar çok ki ayaklarım kırılıyor” dedikten sonra “Allahümme havvil hâlena ila ahseni’l-hâl” diyerek dua ediyordu. Hocamız şair Fuzulî’nin;
Öyle zâif kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkin ola yetürmek sabâ beni
mısraındaki gibi günahlarını eritmenin yanında zaten zayıf olan bedenini de eriterek rüzgâra gerek kalmaksızın 8 Aralık 2011 Perşembe akşamı 23.30’da 94 yaşındayken “Refik-i Alâ’sına” uçup gitti. Rahmetullahi aleyh.