Makale

BİR DEVRİN ARKASINDAKİ ADAM: Mustafa YAZICI

PORTRE

BİR DEVRİN ARKASINDAKİ ADAM: Mustafa YAZICI

Erbay ACAR
Bursa Osmangazi Soğanlı Kur’an Kursu Öğreticisi

SIKINTILI zamanda Müslüman olmak ne kadar zor; ama buna mukabil Rabbimiz katında ne kadar değerli ise, dinî müesseselerin olmadığı veya çok az olduğu zamanlarda, yeni müesseseler tesis edip yeni şeyler söylemek de o kadar zordur. Rüzgârın hep önden esip bir türlü arkaya alınamadığı o zor zamanların dava adamlarından biri olan, Artvin’de dinî sahada ciddi bir çığır açmasına rağmen, o nispette tanınmayan güzel bir insandan bahsetmek istiyorum.
Mustafa Yazıcı Hoca, 9 Mart 1937’de Artvin Yusufeli’nin Yüksekoba köyünde dünyaya gelmişti. Çocukluk ve gençlik yılları köyünde geçti. İlerleyen yıllarda ilk ve ortaokulu dışarıdan bitirmişti. Askerlik dönüşü babası cebine az bir miktar para koyup, Erzurum Kurşunlu Medresesi muallimi, Ezher mezunu Yunus Kaya hocaefendiye tahsile gönderdi. Hocaya vasıl olup geliş sebebini söyleyince, hoca tarafından yarın gelmesi söylenmişti. O gece otelde kaldı. Ertesi gün söylenen saatte hocaya tekrar gelmiş ancak yine aynı cevabı almıştı. O gece de otelde kaldı. Artık cebinde zaten az olan parası ancak evine dönecek kadar kalmıştı. Ertesi gün söylenen saatte tekrar hocaya gidip, medreseye kabul edip etmeyeceğini, cebinde ancak eve dönecek kadar parasının kaldığını söylemişti. O anda gerçek bir cevherle karşı karşıya olduğunu anlayan Yunus hocanın bir anda yüzünde güller açar ve “Gel evladım, işte ben senden bu samimiyeti bekliyordum. Sen askerliğini yapmış 23-24 yaşında koca bir delikanlısın. İlme gerçekten meraklı mısın, yoksa öylesine mi geldin onu denemek için yaptım, gel evladım senden adam olur.” demişti.
Böylece medreseye başlayan Mustafa Yazıcı Hoca, kendinden küçüklerden ders almaya başlamış ve onlara abi demişti. Çünkü Yunus hocaları bütün talebeleri toplayıp ikiye ayırarak onlara: “Bakın büyükler, siz her ne kadar yaşta büyük olsanız da, şu küçükler derste sizden ileri olduğu için, ilmin hürmetine onlara abi diyeceksiniz.” Bu sefer de küçüklere dönüp, “Bakın küçükler, siz de her ne kadar derste onlardan ileri olsanız da, onlar yaşta sizden ileri oldukları için, onlara abi diyeceksiniz.” demişti. Erzurum’da üç yılda işte böyle tamamlamıştı tahsilini. Yunus hocası tarafından, Ezher’e gönderilmek istenmişti ama imkânları müsait değildi. Üç yıllık üstün başarıdan sonra bir üst medrese olan, İstanbul İsmailağa Medresesine göndermişti hocası onu. Gönenli Mehmet Efendi’den de okumuştu bir dönem. Pek tabii yaş ileri olunca biraz da Gönenli Hoca bekletir Sultan Ahmet Camii sütunlarının altında o adamı.
Dört yıllık üstün başarıdan sonra oradan da icazetini almış, İstanbul Fatih Camii’ne ataması yapılmış ama kader onu Artvin için uygun görmüştü. Zira orada onu bekleyen binlerce göz vardı ve Artvin’de yeni bir devrin açılması gerekiyordu. Büyük âlim, merhum Ahmet Muhtar Büyükçınar hocası ona, görev hayatını Artvin’de tamamlamasını söylemişti.
1964 yılında, Artvin merkez Çayağzı (Korzul) mahallesinde tarihî Salih bey Camii’nde imam-hatip olarak göreve başlamıştı. Toprak tamamen çoraktı din namına, ama dava adamı için bu bir bahane olamazdı. Başını ellerinin arasına alıp neyi nasıl yapacağını günler, hatta haftalarca çok düşünmüştü. Bir gün aniden aklına bir Kur’an kursu yaptırmak geldi ve hemen yola koyuldu.
Görev yaptığı caminin yanına briketten basit bir Kur’an kursu yaptırdı. Köyleri gezerek talebe aradı ama iş hayli zordu, çünkü henüz imam-hatip yoktu Artvin’de. Çaldığı bazı kapılar yüzüne kapanıyor, bazıları da ne diploması vereceğini ve sonrasının ne olacağını soruyordu. Köylerden getirdiği talebelere kursta bir taraftan Kur’an, Tefsir, Hadis, Arapça, Fıkıh, Kelam, İtikat, İbadet, Siyer, Ahlak… vb. dersleri okutmuş, bir taraftan da orta ve liseye göndermişti.
1975’de imam-hatip açılınca talebe bulmak kolaylaşmıştı. Fakir de imam-hatipte okurken 1978-1985 yılları arasında yedi yıl kalmış ve o ilimlerden müstefit olmuştu. Bu fakirin talebeliği yıllarında hocaefendi, iki hafta da bir hafta sonları, yarıyıl tatillerinde bazen bir hafta geç göndermek, bazen de bir hafta önce çağırmak ve yaz tatillerinde bir hafta geç göndermek sureti ile ders yaptırırdı. Ve derdi ki, “Çocuklar ben medreselerin kuyruğuna, siz de bu kursun kuyruğuna ancak ulaştınız. Siz ilmi Allah için tahsil edin, Allah size dünyalığınızı verecektir.” Belki kapı kadar diploması yoktu ama ilim ve şuurla doluydu beyni. Sadece kurs talebelerine ders vermekle kalmayıp İHL öğretmenlerine de ders veriyordu. Bu gayretinin mükâfatı (!) olarak dört ay kadar da açığa alınmıştı.
Gece gündüz, hafta içi hafta sonu, yaz kış demeden geçen dolu ve yorucu yıllardan sonra, 23 Mayıs 1988’de emekli olmuştu ama üstlendiği vazife icabı, 2001 yılına kadar Çayağzı Kur’an kursundaki görevine fahri olarak yine devam etmişti. Zaman bir hayli yormuştu kendisini. Artık yaş ilerlemiş, hem kendisinin hem de muhtereme eşinin bazı rahatsızlıkları nüksetmişti. Çocuklarının yaşadığı Üsküdar’a istemeyerek de olsa hicret etme zamanının geldiğini anlamıştı. Üsküdar’da, Aziz Mahmut Hüdai Camisi’nin önünden, boynunda asılı çantasıyla geçtiğini görünce, hayretle nereye gittiğini sordum, ilerlemiş yaşına rağmen verilen cevap harikaydı, “Biraz eksiklerim var, onları tamamlamaya gidiyorum.” İki yıl kadar daha devam etmişti o dersine. Sadece ders almakla kalmayıp bir taraftan da ilahiyat talebelerine ders veriyordu.
Derken, emr-i Hak vaki olmuş, arkasında hemen her kademede yüzlerce talebe bırakmış ve 1 Ağustos 2011 tarihinde, Yalova Çınarcık Esenköy’de Ramazan’ın birinci günü öğle namazına gitmek için asansöre binerken, asansör boşluğuna düşmüş ve vefat etmişti. Çok sayıda talebesinin de katıldığı cenaze namazından sonra Karacaahmet Mezarlığına defnedilen o kişi, Artvin’de bir devre damgasını vuran, benim hocam Mustafa Yazıcı idi. Makamı cennet olsun.