Makale

Tevarik Şeyhinden II. Abdülhamid’e Mektup Var!

GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

Tevarik Şeyhinden
II. Abdülhamid’e Mektup Var!

Yrd. Doç. Dr. Muhammed TANDOĞAN
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

TÜRKİYE’DE genel olarak Afrika denince bilhassa Kuzey Afrika ve son zamanlarda ise Sahraaltı Afrika bölgesi ve toplulukları öne çıkmaktadır. Bu yazıda esas konumuzu, Afrika’nın kuzeyinden güneyine uzanan ticaret yollarına hükmeden Tevarik kabilesi teşkil etmektedir. Bu kabile, her iki bölge arasında yüzyıllardır köprü vazifesi gören en eski topluluklardan birisidir. Günümüzde Sahra’nın güneyinde Fizan ile Mali Cumhuriyeti sınırları arasında kalan tarihî Timbüktü şehri arasındaki topraklarda yaşamaktadırlar. (Ahmet Kavas, “Tevârik”, DİA, C. 40, s. 581.)
Lisanları Temaşekçede kendilerine “hür insanlar” manasına gelen “imohag” demektedirler.
Tevariklerde asalet (hasep), soy (nesep) ve miras keyfiyetleri babadan oğula değil, anadandır. Tevarikler, annelik sistemi diye adlandırdıkları bir sistem içerisinde bulunuyorlardı. Hatta günümüze kadar kabile içerisinde “annelere nispet edilme geleneği” hâlen sürdürülmektedir. Tevarik kadınları müzik ve yazıyı kendilerine bir ziynet kabul etmektedirler. Halk arasında Tevarik kadınlarına, diğer Berberi kadınlardan daha fazla saygı gösteriliyordu ve bunların yüzleri diğerlerinden farklı olarak açıktı. Bunlar pazarlık yapabiliyor, alıp satabiliyor, koyun otlatabiliyor ve diğer tüm işleri yapabiliyorlardı. Bundan dolayı Tevarik kadınları, toplumdaki yerlerini muhafaza etmiş ve Tifinağ hattını erkeklerden çok daha iyi öğrenmiş ve korumaya devam etmişlerdir. (el-Gaşşât, age. s. 12.) Günümüz Türkiye’sinde fazla bilinmemekle birlikte bu topluluklardan özellikle Tevariklerin (Konuyla ilgili kapsamlı bilgi için bkz. Muhammed Tandoğan, “Afrika’nın Kuzeyini Güneyinden Ayıran Toplum Tevârikler ve Stratejik Konumları”, Basılmamış Doktora Tezi, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2005.) 19. yüzyılda Büyük Sahra’da Osmanlı-Fransız rekabeti sırasında Osmanlı Devleti ile Afrika’nın iç bölgelerindeki Müslümanlar ile Akdeniz sahilindeki Osmanlı eyalet merkezleri arasında ulaşımın sağlandığı Sahra’nın kuzeyindeki geçit bölgelerindeki stratejik mevkilerde yaşamaları, tarihî olarak onları Türklere yakınlaştırmıştır. Nitekim 1900’lü yılların başında Trablusgarp, Cezayir ve Nijer üçlü sacayağında Osmanlı Devleti, Gat ve Ezgar Tevarik isimli iki kaza kurarak onları kendi idaresi altına aldı.
2011 yılında Libya’da yaşanan son gelişmeler Büyük Sahra bölgesini yeniden hareketlendirdi ve hâlâ mahiyetini dünya kamuoyunun anlamadığı bir tarzda Mali ve Nijer’de Tevarik direnişleri boy göstermeye başladı. Bu da göstermektedir ki dünya gündemindeki Afrika’nın en önemli aktörlerinden birisi olan Tevarik toplulukları tarih sahnesindeki yerini yeniden aldı. İşte tam bu noktadan hareketle bölgenin Osmanlı hâkimiyetinde bulunduğu süreçte buranın gerçek sahiplerinden ve dönemin uluslararası siyasetinde aktif rol oynayanlardan Tevarik Şeyh-i Ekberi Yunus Heytağıl (Ahitağıl) Muhammed Biska’nın II. Abdülhamid’e yazdığı mektubu ele almak istiyoruz. Zira yaşamış olduğu coğrafyada Fransızların siyasi hamlelerini ve menfur saldırılarını bin bir zorluğa rağmen an be an Osmanlı merkezi idaresine karşılıklı mektuplaşmak suretiyle haber vermesiyle hilafetin merkezi olan İstanbul’a bağlılığını ve sadakatini de ortaya koymasıyla güzel bir örnek teşkil etmiştir.
Osmanlı idaresini seven, Trablusgarp vilayeti ahalisince sevilen bir şahsiyet: Şeyh-i
Ekber Yunus Heytağıl’ın bölgedeki faaliyetleri
Haggar topraklarında giderek hissedilen Fransız işgali, Kuzey Tevariklerinin hâkimi olan ve Tamaşek dilinde “amenukal” denilen Şeyh-i Ekber Yunus Heytağıl tarafından Osmanlı Devleti’ne mektuplaşma yoluyla an be an haber verildi. Ezgar-Haggar arasındaki kardeş kavgalarının çoğunda bulundu. Cesur bir savaşçı olan şeyh aynı zamanda katıldığı çarpışmalar hakkında destansı şiirler yazan büyük bir şairdi. 23 yıllık amenukalliği döneminde Haggar bölgesinde içtimai, siyasi ve iktisadi canlanma görüldü. Kuzey Tevarikleri arasında ilk defa barış yaptı ve vefatına kadar bu ortamın korunması için elinden gelen gayreti gösterdi. 1891 tarihinde Trablusgarp Valisi Ahmed Rasim Paşa ve Fizan mutasarrıfı Mustafa Faik Paşa ile birçok defa mektuplaştı. (Mahmud Naci-Mehmed Nuri, Trablusgarb, Yay. haz. Ahmet Kavas, Abdullah Erdem Taş, Muhammed Tandoğan, Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Derneği Yayınları, Kaynak Eserler Serisi: 1, Tarihçi Kitabevi, İstanbul 2012, s. 174.) Bizzat kendi ifadeleriyle de sabit olarak Haggarlar Osmanlı hükümeti tabiiyetinde idiler.
20. yüzyıla ramak kala bugünkü Cezayir’in güneyindeki Tamanrasset şehrinin bulunduğu mevkide yaşayan Haggarlar, toprakları Fransızlar tarafından işgal edilmek istendi. Fransız Albay Flatters komutasındaki Fransız askeri birliği, sivil memurlar ve yerlilerinden oluşan 500 kişilik bir heyet, Cezayir şehrinden 1881 yılında yola çıkmışlardı. Fransızların dostane ve ilmî keşif amacıyla farklı bölgelere gerçekleştirdikleri seferlerinin menfi neticelerini bilen Şeyh, onların farklı art niyetler beslediğinin farkındaydı. Zaten Fransız heyeti, bir Sahra kabilesinin kendisini durdurabileceğine ihtimal dahi vermiyordu ve bu çölü barışla olmazsa bile savaşla mutlaka geçmek niyetindeydi. Ancak süreç bekledikleri gibi işlemedi ve güzergâhları üzerindeki Haggarların yurdunu geçme operasyonunda, Fransız misyonundaki askerlerin tamamına yakını beklenmedik bir şekilde öldürülünce Şeyh-i Ekber’in gücü ve nüfuzu, her tarafta duyuldu. (M. Gast, “Ahitarel, Aitarel, Ahitarhen (Ahitayel)”, Encylopédie Berbère, Vol. III, s. 315-319.)
Bizzat bu şeyhin imzasıyla gönderilen iki mektuptan birincisi önce Gadames kaymakamına geldi. Trablusgarp Valisi Ahmed İzzet Paşa’nın (1879-1880) bu mektubu aldığında Fransız Konsolosuna verdiği söylenmişti. Yerine gelen Vali Mehmed Nazif Paşa (1880-1882) Şeyh Heytağıl’ın II. Abdülhamid’e hitaben yazdığı ikinci mektup kendi eline geçince, ivedilikle tercümesini yaptırıp doğrudan İstanbul’a ulaştırdı. Fakat Dersaadet’e ulaşan mektup, üzerindeki damga parçalanmış vaziyette saraya getirilmiş, yani zarf açılmıştı. Padişah, mektubun neden açıldığını Trablusgarp valisine bildirirken aynı zamanda bu Sahra kavmi hakkında kendisine teferruatlı bilgi verilmesini emretti. Kendisine sunulan Tevarikler hakkındaki layihadaki (raporda) bilgilerin bir kısmı doğru olmakla birlikte bunların nüfusunun iki milyonu bulduğu ifadesi biraz mübalağalı idi. Aynı şekilde Maliki mezhebinden oldukları halde Şafii mezhebine bağlı oldukları gibi bilgiler de doğru değildi. Vali verdiği cevapta mektubun kendisine de açık geldiğini, durumu bu vilayete bağlı Tunus sınırına yakın Gadames kazası kaymakamından sorup gerçeği öğrendiğini söylüyordu. Sahra’nın o bölgesinde posta seferlerinin bir kısmı Fransızlar tarafından yapıldığı için mektubun açılmasında onların parmağı vardı. Çünkü mektubu İstanbul’a göndermesi için Gadames kaymakamına bir şartla vermişlerdi: Kaymakam mektubu yanlarında açıp okuyacaktı. Oysaki saraya bildirilen bu bilgi de eksikti. Sebebine gelince Albay Flatters’in hatıraları öldürülüşünden bir yıl sonra Paris’te yayınlanınca bu mektubun Fransızca tercümesi, kelimesi kelimesine o kitapta yer alacaktı. Yani Fransızlar mektubu valinin bildirdiği gibi sadece okutmamışlar, bir adet kopyasını da almışlardı. (BOA, A.VRK.DH.TG., 1298.7.8 (24), 9 Receb 1298/ 25 Mayıs 1297; Gouvernement Général de l’Algérie, Deuxième mission Flatters, Historique & Rapport, Alger 1882, s. 156-157.) Her şeye rağmen Büyük Sahra’daki Tevariklerin yardım taleplerini içeren bu yazışma sayesinde İstanbul, kendilerine daha fazla ilgi duymaya başladığı noktasında tarihe ışık tutan bu mektubu burada ele alacağız.
Sultan II. Abdülhamid’e yazılan ve bugüne kadar Tevariklerle ilgili araştırmalarda rastlayamadığımız birinci mektup içerik itibarıyla diğerlerine benzemekle birlikte yazılış gayesi Osmanlı padişahını bütün Müslümanların halifesi olarak Sahra’da cereyan eden hadiselerden doğrudan haberdar kılmaktı. Çünkü Şeyh Heytağıl, Sahra’yı ele geçirme siyasetinden vazgeçmeyi düşünmeyen Fransızların yeni saldırılarının devam edeceğini bildiğinden yaşananları mektupla Padişah’a bildirme zarureti hissetmişti. Arapça yazdığı mektubuna “asırlardır Osmanlı halifesine bağlı oldukları” ifadeleriyle başlıyordu. Sonrasında ise Allah’ın ve peygamberinin düşmanlarının ülkesini işgal etmek istediklerini, kendisinin de adamlarıyla bunu engellediğinden bahsediyordu. Tevarik şeyhinin en önemli talebi ise üzerlerine yapılması muhtemel yeni saldırıları durdurmak için kendilerine ateşli silahlar gönderilmesiydi. Fakat Osmanlı Devleti’nin uluslararası antlaşmalar gereği bu tür silah yardımında bulunmasının sakıncalı olabileceğini de tahmin etmekteydi. Bu durum İstanbul’dan hem maddi hem de manevi yardım bekleyen Şeyh Heytağıl’ın dönemin şartlarına vâkıf birisi olarak maddi yardım konusunda fazla ısrarcı olmadığı ifadelerinden anlaşılmaktaydı. Ancak manevi yönden mutlaka kendileriyle ilgilenilmesi gerektiğini, zira yurdunu Allah’ın ve peygamberinin düşmanlarına karşı çiğnetmediğinin üzerinde ısrarla durmaktaydı. (BOA, A.VRK.DH.TG., nu. 2, 8/7/1298.)
Bu mektup, kuvvetli kaldıkları sürece Fransızların bölgeden geçemeyeceklerini, Albay Flatters ve adamlarının başına gelen hadisenin İstanbul’a çok yanlış aktarılabileceği endişesini ifade etmekteydi. Tevariklerin vahşi bir kabile olduklarından kesinlikle cezalandırılmaları gerektiği şeklinde Fransız sefaretinin mutlaka girişimde bulunacağını tahmin eden Şeyh Heytağıl buna inanılmamasını istiyordu. Mektuptaki ifadelerinden anlaşılan bir diğer nokta da Fransızlarla anlaşmaları yolunda yapılacak herhangi bir tavsiyeye ise Tevarikler nezdinde sıcak bakılmayacağıydı.
Bu mektubun dikkate değer bir yanı da Padişah ve çevresindekilerin Haggarlar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarının açığa çıkmasıydı. Zira Trablusgarp Valiliği’nden bütün Tevarikler hakkında bilgi istenmişti. Fransız sömürgeciliğinin kıtanın bu bölgesinde yayılmaya başladığı 1880’li yıllarda, Osmanlıların Sahra’da tarih boyunca nüfuz edilemez bölgeleri ele geçirmesinde Senusiyye tarikatı şeyhi Seyyid Mehdi es-Senusi’nin müritlerinin gayretleri çok fazlaydı. (Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti, TTK Basımevi, Ankara 1995, s. 33, 92.) Onun teşvikleri sonucu Ezgar Tevârikleri’nin Gat’tan sonra kalabalık olarak yaşadıkları Canet ve el-Bereket bölgesinin şeyhleri, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp (bugünkü Libya) vilayetinin Fizan Mutasarrıflığı’na müracaat ederek topraklarının Osmanlı himayesine alınmasını istemişlerdi.
Bu talepler karşısında Cezayir’in güneydoğu ucundaki Canet köyünde Ezgar Tevarik kazası kurularak Şeyh Nahnuhen 600 kuruşla kaymakam tayin edildi. Şeyh, kendisine ismen de olsa tevdi edilen bu kaymakamlık otoritesini 1876-1885 yılları arasında kullandı ve geçen bu süre boyunca Osmanlılar adına Tevariklerin Ezgar ve Haggar kollarına kaymakamlık yaptı. Böylece Tubular ve Kuzey Tevarikleri sömürgeciliğe karşı Osmanlı Devleti’nin tebaalığını kabul edip, kendilerini korumaya aldılar ve yaklaşık 50 yıl Avrupalıların bölgelerine girişini büyük bir cesaretle engellediler. Sonuç olarak Osmanlı Devleti, Afrika’daki toprakları hâkimiyeti altında tuttuğu dönemde Afrika’nın asil göçerlerinin en büyük güvencesi oldu.