Makale

Yabancılaşmanın ABC’si

GÜNDEM

Yabancılaşmanın ABC’si


Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU
DİB Başkanlık Müşaviri

Yabancılaşma kavramını modern hayatla birlikte sıkça duyar olduk. Pek çok düşünür bu olguyu sosyolojik, psikolojik, felsefi, hukuki ve edebî açılardan incelemeye çalışmış, buna sebep olan unsurları araştırmış ve çeşitleri üzerinde durmuştur. Yabancılaşmanın ne olduğunu tek bir cümle ile izah etmek kolay olmasa da, güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, sosyal soyutlanma, dışlanma, kimlik ve benlik kaybı gibi durumları içerdiği hususunda genel bir kanaat hâkimdir. Daha ziyade kişi veya süje ile çevresi arasındaki bir ilişki biçimi olarak anlaşılır yabancılaşma. Kişinin, çevresiyle girdiği ilişkide davranış ve kültür kalıplarının, değer yargılarının, alışkanlıklarının, inançlarının, düşüncelerinin, dünya görüşünün içinde yaşadığı toplumun kabulleri ile çelişmesi hâlidir. Buna göre kişide, zihinsel yabancılaşma, siyasi yabancılaşma, beşeri yabancılaşma, ideolojik yabancılaşma, kültürel yabancılaşma vb. gibi pek çok yabancılaşma çeşitlerinden biri veya bir kaçı aynı anda görülebilir.
Yabancılaşma ile birlikte, sosyal ilişkiler zayıflar, bireyler arasındaki mesafe artar, toplumun ortak değerleri anlam ve önemini kaybetmeye başlar. Tek tek bireyler, bütün bir toplum, hatta koca bir ülke yabancılaşabilir. Aile bireyleri bile birbirine yabancılaşabilir; akrabalar, arkadaşlar, velhasıl toplumun tüm katmanları giderek birbirinden kopabilir. İlişkiler yavanlaştıkça, fikirler gerçeklerden uzaklaştıkça, değerler aşındıkça yabancılaşma kaçınılmaz olur. Çek asıllı Amerikalı öğretmen-yazar Erich Kahler “İnsanın tarihi, pekâlâ insanın yabancılaşma tarihi olarak da yazılabilir.” der.
Eski Romalılar bu kavramı, bir malın mülkiyeti başkasına geçtiğinde kullanmışlar (alienato). Bir başkasının kölesinden bahsederken “öteki” veya “başkası” anlamında alienus demişler. Eski Greko-Romen dönemlerinde doktorlar, zihnin anormal, dengesiz hâllerini zihnin yabancılaşması olarak algılamışlar.
Yahudi-Hristiyan geleneği, insanı “asli günah” ile birlikte düşmüş, masumiyetini yitirmiş, “Tanrı’nın yollarından” ayrılmış, kendi benliğine yabancılaşmış bir varlık olarak kabul etmiştir. Bu bakımdan Hristiyanlığın tarihî misyonu, kendi eliyle kendini yabancılaştıran insanı bu yabancılaşma hâlinden kurtarmak olmuştur.
Karl Marks, yabancılaşmayı iktisadi açıdan ele almış, ekonomik ilişkiler çerçevesinde tanımlamıştır. Yabancılaşmanın ruhsal bir hastalık olduğuna kanaat getirmiş ve kapitalist sistemdeki gelir dağılımı adaletsizliğinin insanları ruhen hasta yaptığını söylemiştir. Emeğinin karşılığını alamayan işçinin önce kendi ürününe, sonra bizzat kendisine ve daha sonra da içinde yaşadığı topluma yabancılaşacağını ileri sürmüştür.
Keza Türk aydınının, bilhassa Tanzimat’tan itibaren Avrupa kültür ve fikriyatının çekim merkezine girerek yegâne ve gerçek çağdaşlaşmanın ancak Batılılaşma ile mümkün olabileceği şeklindeki fikri saplantısı da bir yabancılaşma olarak telakki edilmiştir. Dinden ve kültürden uzaklaşıldığı ölçüde Batılılaşmanın ve dolayısıyla gelişmenin vuku bulacağı inancı bu görüşe eşlik etmiştir. Cemil Meriç, Batılılaşma tutkusu ile kendi toplumuna yabancılaşan sözde aydınlara ağır bir suçlamada bulunur: “Türk Batıcılar, fikir hayatını geliştirmediler, öldürdüler. Hasta bir karamsarlık ve onun yarattığı bencil, aşağılık bir çıkar düşkünlüğü. Batı’yı ihya eden zihniyet, bizi çökertiyor. Çünkü Batıcılar, gerçekte Batı’yı da tanımıyorlar.” Meriç, Batı’yı tanımayan bu zihniyet sahiplerinin kendi memleketlerine de yabancı olduklarını vurgulayarak onlara bir Hintli bilgenin şu sözünü hatırlatır: “Hatadan hakikate geçilmez, bir hakikatten bir hakikate geçilir.” (Umrandan Uygarlığa, s. 63.)
Yabancılaşma olgusunun en yeni ve çarpıcı örneği bugün Ortadoğu’da bizzat gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Yüce Kur’an’ın ruh ve manasına, Hz. Peygamberin güzel sünnetine, asırlar boyu devam edegelen gelenek ve örflerine yabancılaşanlar, nihayet son perdede birbirlerine de yabancılaşmış vaziyette vahşi bir mücadelenin tarafları olarak birbirlerinin canına, malına ve ırzına kastediyorlar. Böyle yapmakla açık bir ihanet ve gafletin içinde yüzüyorlar. Hem de “Müslüman, Müslümanın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir” hadis-i şerifine inat… Hem de Hucurat suresi 10. ayetinin “Müminler ancak kardeştirler.” şeklindeki açık hükmüne inat… Birbirine yabancılaştırılan canlar, acımasızca birbirinin canına kıyıyorlar… Onları birbirine yabancılaştıran, düşman eden ve ellerine silah tutuşturan güçler ise bu insanlık dramını binlerce kilometre ötelerden izliyorlar ve muhtemelen, keyifle purolarını da tüttürmekle meşguller.
İşte tam burada, günlük hayatımız, ilişkilerimiz çerçevesinde yabancılaşmanın ne olduğuna dair ilave söyleyeceklerimiz var. Muhtemelen, hepimizin hayatında bu söyleyeceklerimizin bir kısmı şu veya bu şekilde mevcuttur. Şayet durum böyle ise, istesek de istemesek de yabancılaşma kapımızın eşiğinde demektir. O hâlde yabancılaşmaya daha geniş bir perspektiften bakmamızda yarar var. Bunun için öncelikle şu soruyu soralım: Yabancılaşma nedir?
Yabancılaşma, bir kayboluştur, yokluğa, hiçliğe sürükleniştir; bir kopuş, bir parçalanmadır; kimliksizleşmedir.
Yabancılaşma, Araf’ta gezinmektir; ne o ne bu olabilmektir; iki arada bir derede olmaktır; garipliktir; yolu şaşırmaktır; aykırı olmaktır; kendini başkalarının gözüyle görmektir; dengeyi, mizanı yitirmektir.
Yabancılaşma, bağı koparmak, uzaklaşmak, yalnızlığın girdabına düşmektir; uzlaşmaz, hırçın biri olup çıkmaktır. Varlığı ile mutlu olunan, rahat, huzur ve güven duyulan değil, bilakis yokluğu mutluluk veren olmaktır.
Yabancılaşma, iman gömleğini yırtıp atmaktır, kendi fıtri özelliklerini, inançlarını, örf ve âdetlerini ayak bağı olarak görme hâlidir. Kendi doğal/ekolojik ortamından nefret veya utanma hâlidir.
Yabancılaşma, kendi öz diyarında, kendi memleketinde, kendi ikliminde göçü yaşamaktır; kendi öz vatanında gurbetçi olmaktır; kendi kültürüne, diline, dinine, değerlerine, örf ve âdetlerine sırt dönmektir.
Yabancılaşma, kendi canından ve kanından olanlarla kardeş, dindaş, vatandaş olmaktan, aynı dili konuşmak, aynı kültürü, aynı duyguları paylaşmaktan, aynı safta durmaktan ar ve eziyet duymaktır.
Yabancılaşma, kendini “aydın” sınıfına koyup insanını küçümsemek, aşağılamak, hakaret yağdırmak, ona türlü lakaplar üretmek, yaftalar yapıştırmaktır; aynı duyguları paylaşmaktan hicap duymaktır; inançları, kılık-kıyafetleri ile alay etmektir. Halkına karşı yabanileşmek, yabanileştikçe hırçınlaşmak, saldırgan olmaktır.
Yabancılaşma, kendi kültürünün öznesi, düşüneni, üreteni, inşa edeni olmaktan çıkmak, başkasının ürettiğini tüketen, hazıra konan olmaktır. Olman gerektiğin gibi değil, olmanı istedikleri gibi olmaktır.
Yabancılaşma, kendini unutup Allah’ı unutanlardan, Allah’ın da onu unuttuklarından olmaktır. (Tevbe, 9/67; Haşr, 59/19.) Gerçekliğin dünyasından kaçarken sanallığa esir düşmektir. Hakikatin pınarından kana kana içmek yerine sahteliğin serabında susuzluk çekmektir.
Yabancılaşma, şeytanın ayartmalarına kanıp dünyanın sahte cazibesine fetiş derecesinde kapıldıkça ahireti unutmaktır; nefsani arzulara taptıkça köleleşmektir. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, helal ile haram arasındaki ince çizgiyi fark edecek basireti kaybetmektir.
Yabancılaşma, kendi kimliğini yırtıp atarak eline tutuşturulan sahte kimliklerle dolaşmaktır, bir kopya kişilik olmaktır; rüzgâra göre yön değiştirmektir.
Yabancılaşma, kendi insanı, kendi toplumu, kendi ülkesi için hayal kurmayı terk etmektir; ortak ütopyadan, hedeflerden vazgeçmektir. Kendi kabuğuna çekilmek, benliğine tapmak, esiri olmak ve akabinde bencilleşmektir.
Yabancılaşma, donuklaşmak, silikleşmek, marjinalleşmek, kimsesizleşmek ve ardında bir iz bırakmadan terk-i diyar eylemek, yokluğa karışmaktır.
Yabancılaşma, sınırsız özgürlük ve kuralsızlık yalanına inanarak hak, ödev, görev ve sorumluluk gibi ahlaki yasalardan kendini soyutlamaktır.
Yabancılaşma, cisim, suret ve beden olarak burada ve şimdiki anda ve fakat ruhen ve zihnen uzak mekân ve zamanlarda olmaktır; ayakları yere basmamaktır; gerçeklerle yüzleşmemek için kurduğu sanal dünyada beyhude gezinmektir.
Yabancılaşma, helal yoldan kazanılan parayı, alın teri ile elde edilen lokmayı, göz nuru dökülen emeği küçümsemektir.
Yabancılaşma, sabır, tevekkül, teslimiyet, rıza, kanaat, şükür gibi insani erdemleri unutmak, yerine isyan ve nankörlüğü seçmektir.
Yabancılaşma, yerdeki ekmek parçasını, Kur’an sayfasını alıp, öpüp başına götürdükten sonra yüksek bir yere koymayı unutmaktır; hasta ve kabir ziyaretini, bayramlarda el öpmeyi bırakmaktır.
Yabancılaşma, yaşamak için yemek yerine yemek için yaşamak; örtünmek için giyinmek yerine moda için giyinmek; hayatı idame için kazanmak yerine harcamak için kazanmaktır. Marka giyip marka tüketmektir.
Yabancılaşma, tek tipleşmeye, monotonlaşmaya, kalıplaşmaya, hissizleşmeye, maneviyatsızlığa kapı aralamaktır.
Yabancılaşma, aynaya baktığında kendini tanımamaktır.
Yabancılaşma, pusulayı şaşırmak, kıbleyi kaybetmektir; rahmani olanla şeytani olan arasında bocalamaktır.
Yabancılaşma, düşünce, eylem, davranış ve ahlakta nezih, kibar, müstesna bir beyefendi olmak yerine, sıradan, âdi, kaba, haşin ve maganda biri olmaktır.
Yabancılaşma, kendi askerine, polisine, memuruna, öğretmenine kurşun sıkan vatan hainlerine cesaret vermektir.
Yabancılaşma, ilim, irfan, bilgi ve medeniyete sırt dönmektir.
Yabancılaşma, savaşlara, katliamlara, ölen, boğulan, enkaz altında kalan zavallı bebek ve çocuklara duyarsız kalmaktır; kalbi taşlaşmak, vicdanı katılaşmaktır.
Yabancılaşma, namaz, ibadet, dua, tövbe ve istiğfarı terk etmek, yerine yoga, meditasyon ve tantrayı ikame etmektir; cennete kavuşmak yerine nirvanaya varmayı hedeflemektir.
Yabancılaşma, özneliği, özgünlüğü bırakıp taklitçilik kolaycılığına saplanmaktır; sabit fikirlerin, inatçı saplantıların kucağına düşmek, patolojik ruh hâllerine maruz kalmaktır.
Yabancılaşma, şuurun bulanması, hafızanın zayıflaması, kafanın karışmasıdır; bilincin melezleşmesi, yaralanmasıdır.
Yabancılaşma, zaman kavramını unutarak gününü vur patlasın çal oynasın misali gün etmektir.
Yabancılaşma, çaylı, mısır patlaklı, kestaneli, kavurgalı ev sohbetlerinin yerini, cipsli, kolalı, televizyonlu sessizliğin almasıdır.
Yabancılaşma, sahte iltifatlara kanıp kendini adam sanmaktır.
Yabancılaşma, adaletsizliğe, haksızlığa, zulme, vahşete karşı duyarsızlaşmaktır; bilinci yitirmek, kendi gölgesinden korkar hâle gelmektir.
Yabancılaşma, millî duyguların körelmesidir; bayrak, vatan, toprak, İstiklal Marşı gibi değerlerin önemini yitirmesidir.
Yabancılaşma, kendi varlığını meşru kılmak için kötülüğü ve günahı egemen kılmaktır.
Yabancılaşma, bütün dünyanın kendisi etrafında döndüğünü sanmaktır; bireyselleşmedir, bencilleşmedir.
Yabancılaşma, rahmet, şefkat, bereket, kısmet gibi kavramların günlük hayattan silinip atılmasıdır.
Yabancılaşma, kendi insanını hor görmek, dışlamak ve onun kötülüğünü istemektir.
Yabancılaşma, nesneleşmek, sıradanlaşmaktır; doğadan, fıtrattan uzaklaşmaktır; tarihe, coğrafyaya, dine ve kültüre şaşı bakmaktır; sanatta, bilimde, siyasette, sporda yozlaşmaktır.
Yabancılaşma, İslam kültür ve medeniyetinin yapı taşları olan İslami ilimleri bir bütünün asli unsurları olarak görmek yerine, aralarında dini olan ve olmayan diye suni bir tasnif yapmak ve böylece felsefe, mantık ve kelamı dışlamaktır.
Velhasıl yabancılaşma, yitirilen tarihî, sosyal, kültürel, geleneksel ve ahlaki değerlere üzülmemek, hayıflanmamak, bunların yeniden tesisi için kılını kıpırdatmamak, ilişkilerimizde unuttuğumuz güzel davranış ve hasletleri yeniden hayata aktarmak için çaba sarf etmemektir.