Makale

ANOMİ VE Yabancılaşma

GÜNDEM

ANOMİ VE Yabancılaşma

Prof. Dr. Ali KÖSE
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı

Modern yaşantı şekli, çeşitli kolaylıklar yanında manevi buhranları da beraberinde getirdi. Bunu en iyi anlatan iki kavram “anomi” ve “yabancılaşma”. Bu iki kavram bireyin içinde yaşadığı toplumda kendisini konumlandıramaması ve sonuçta tekleşmesini anlatıyor. Teknolojiye ayak uyduran yaşam biçimimiz bazı duygularımızı da aldı götürdü. Mesela “özlem” veya “gurbet” kelimeleri 20 yıl önceki anlamlarını çoktan kaybettiler. Belki 20 yıl sonra kelime dağarcığımızdan da silinecekler. “Selam göndermek” diye bir şey artık anlamsızlaştı. Selam göndermenin yerini telefon etmek veya mesaj yazmak aldı. “Selam göndereceğine telefon et” diyebilir selam için aracı kıldığınız kişi. Oysa telefonla konuşmak yerine, yıllar önce mektebi birlikte okuduğunuz bir arkadaşınızdan mektup almak ne kadar güzel.
Yabancılaşmayı doğuran süreç, anneyle çocuk arasındaki ilişkiyi bile olumsuz etkiledi. “Fiziksel temas” dediğimiz hissiyat bile yok oldu artık. Avrupa’ya ilk gittiğimde insanların otobüste, trende birbirlerine yanlışlıkla dokunduklarında bile özür dilemeleri çok hoşuma gitmişti. “Ne kadar kibar insanlar” demiştim kendi kendime. Avrupa’da üniversiteye başlayınca kantinde Türk arkadaşlarla karşılaşınca tokalaşır, öpüşürdük. Tecrübeli arkadaşlarımız bizi uyarırdı, “öpüşmeyin, yanlış anlaşılır” diye. “Peki, öyle olsun” der öpüşmezdik biz de. Ama orada uzun yıllar kalınca bambaşka bir şeyi fark ettim. Bunun aslında insanların birbirlerine dokunma hissini kaybetmelerinden kaynaklandığını gördüm. Dokunma hissinin, fiziksel temasın aslında aynı zamanda manevi temasın basamakları olduğunu hissettim. Bunu da bana bir Batılı söyledi. “Size imreniyorum” dedi, “ne güzel tokalaşıyorsunuz, öpüşüyorsunuz, birbirinizin evine gidip yemek yiyorsunuz, birbirinizin evinde yatıyorsunuz” diye devam etti.
İngiliz Oryantalist Michael Cook’un, İslam’da İyiliği Önermek, Kötülükten Vazgeçirmek (Commanding Right and Forbidding Wrong in Islamic Thought) başlıklı bir eseri var. Michael Cook eserin önsözünde, İslam dünyası ile Batı dünyasının toplumsal ahlak konusunda ne denli ayrıştığını bir örnek olay bağlamında anlatır. Olay, 22 Eylül 1988 tarihinde Chicago’da yaşanır. Bir akşam vakti, Metro çıkışında, bir kadın tecavüze uğrar. Etraf kalabalıktır, ama kimse müdahale etmez. Olay günlerce medyaya konu olur. Polis, zanlının robot resmini çizer. Birkaç zanlı yakalanır. Polis bu defa gazeteye ilan vererek tecavüzcünün teşhisi için görgü tanığı arar. Olayı gören birkaç kişi polise gelir ve zanlılardan birisini teşhis ederler. Birkaç gün sonra Chicago Emniyet Müdürlüğü’nde bir ödül töreni vardır. Görgü tanıkları failin yakalanmasına yardımcı oldukları için üstün vatandaşlık ödülüne layık görülmüşlerdir. Michael Cook bu olayı naklederek şu imada bulunur: “Batı bu görgü tanıklarını ödüllendirir, ama İslam dünyası kınar. Çünkü kadını kurtarma teşebbüsünde bulunarak bir kötülüğe engel olmamışlardır.”
Artık bizim yaşam biçimimiz de aynı yola koyulmuş gözüküyor. Ama direnmemiz gerek diye düşünüyorum. Ben evime ADSL almadım, çocuklarıma bilgisayar oyunları oynatmıyorum. Akşamları ev gezmelerine gittiğim zaman çocuklarımı mutlaka götürüyorum. Annesinin, babasının arkadaşlarını bilsinler, farklı insanlar tanısınlar diye. Ama bazı ailelere bakıyorum; anne baba televizyon seyrediyor, çocuklar diğer odada bilgisayarın başında. Çocuklar eve gelen misafire “hoş geldiniz” bile demiyor. Çocukların anne baba ile ilişkileri sınırlı. Birlikte bir şey yapma zevkini, birbirine ait olma hissini çoktan kaybetmişler. Aileler çocuklarını en pahalı okullarda okutmakla övünüyorlar, ama çocukları bir problem yaşadığı zaman kendilerine açılmak yerine okuldaki psikoloğa gidiyorlar ya da kendilerince bir Güzin Abla arıyorlar. Oysa o problem sadece anne babanın çözebileceği bir problem olabiliyor. Peki, neden anne babalarını tercih etmiyorlar? Çünkü anne babaları onlar için çok uzakta. “Mesafeler Var Aynı Odada” başlıklı bir kitap var. Ergenlik psikolojisini anlatıyor. Ebeveynle çocuk arasında, aynı çatı altında yaşadıkları hâlde, ne derece yabancılaşma olduğunu ele alıyor. Çünkü anne çalışıyor, eve yorgun geliyor, bir de ev işleriyle uğraşıyor. Çocukla ilgilenecek, ona sevgisini hissettirecek vakti yok. Ya da gün boyu iş hayatında duygusuzlaşıyor, hatta erkekleşiyor, kadın duygusallığını, annelik yaklaşımını kaybediyor. Avrupa’da kimi hükûmetler bu durumun farkında. Annenin çocuğuyla ilgilenmesi için yollar arıyorlar. Ev hanımlarına maddi destek imkânlarını arttırıyorlar. “Aile yardımı” adıyla fonlar tahsis ediyorlar. Fransa bu ülkelerden biri mesela. Devlet, çocuğu olan veya çocuk sayısı fazla olan ailelere o kadar yardım yapıyor ki, sırf bu nedenle çok çocuk yapan ve o parayla geçinen Türk aileleri var Fransa’da. Fransa, aileyi koruma adına bu yolu açmış, ama bu yolu daha çok bizim Türkler kullanıyor. Çünkü Fransız kadınlar artık çalışmamayı, çocuk yapmayı, çocukları varsa da onlarla ilgilenmeyi hayal bile edemiyorlar.
Bir Amerikan hikâyesi var. Baba akşam eve gelir. Çocuk sorar, “baba sen saatte kaç para kazanıyorsun?” diye. Babası “git başımdan, ne yapacaksın ne kadar kazandığımı, hem dişlerini fırçala da yat sen bakayım, vakit geç oldu!” diye çıkışır. Çocuk çaresiz boyun büker ve yatağı boylar. Biraz sonra baba pişman olur, “gidip şunun gönlünü alayım” diyerek çocuğun yanına gider. “Peki” der, “madem merak ettin bir saatte kaç para kazandığımı, o hâlde söyleyeyim: 20 dolar kazanıyorum.” Çocuk yastığının altından 10 dolar çıkarır, babasına uzatır ve “benimle yarım saat oynar mısın?” diye sorar. Yıllar önce bu hikâyeyi duyduğumda, “evet bu bir Amerikan hikâyesi” demiştim. Ama artık şimdilerde “bizim hikâyemiz” diyebiliyorum.
Artık huzurevi bizde de bir olgu hâline gelmeye başladı. Artık evlatlar anne babalarına bakma imkânları varken bile anne babalarını huzurevine yerleştirir oldular. Bir anne baba hayal ediniz. Çocukları olmuş ve onu büyütüyorlar, ama bu büyüttükleri çocuğun yaşlanınca kendilerine bakmayacağını biliyorlar. Böyle bir durumda bu anne babanın o çocuğu sahiplenme duygusu zayıflamaz mı? Oysa dinî emirler bile bu konuya özel bir önem atfediyor, “Eğer anne-baban senin yanında yaşlanacak olursa, onlara karşı öf bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle.” buyuruyor Kur’an.
Ama artık çekirdek aile favorimiz. Bireysellik hedefimiz. Belki bize avantajlar sağlıyor, belki iyi yönleri var. Ama birçok problemi de beraberinde getiriyor.