Makale

İNSANI NİTELEYEN KUR’AN’IN ÜÇ KAVRAMI; HUŞÛ, HUDÛ VE İHBÂT

İNSANI NİTELEYEN KUR’AN’IN ÜÇ KAVRAMI; HUŞÛ, HUDÛ VE İHBÂT

İsmail KARAGÖZ*

Özet:

İnsanın; Allah’a, kendisine, aile fertlerine, hem cinslerine, diğer canlılara ve çevreye karşı görevlerine rehber olması için gönderilen Kur’an, bu amacı gerçekleştirecek gerekli emir ve ya­sakları, helal ve haramlan, hüküm ve tavsiyeleri içermektedir.

İman ve itaatle sorumlu tutulan insanlar, Kur’an’da bu görevlerini yapıp yapmamalarına, inanç, söz, fiil ve davranışlarına göre çeşitli kavramlarla nitelenmiş, övülmüş veya yerilmişler- dir. insanlar bu övgüye göre değer kazanmakta veya yerilmektedirler.

Bu makalede, Allah’ın insanlarda olmasını istediği vasıfları ifade eden; ‘Huşû, Hudû ve lh- bât’ kavramları Kur’an perspektifiyle ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Huşû, Hudû ve İhbât.

The Three Conc epts of Qu’ran Which Characterize Human Being

Abstract:

The Qur’an which has been sent to human beings as a guide for their duties towards Allah, themselves, family members, other men or women, other livings and environment, and in order to realize this aim the Qur’an includes orders and prohibitions.

Human beings, who are responsible for religious belief and obedience, are characterized with different concepts, are praised or criticized according to their behaviors, operations, remarks, be­lieves and doing or not their duties. *

In this article, the concepts of “Huşu (deep reverence forbod), Hudu and Ihbat”, which are the qualities that Allah wants human beings to have, have been discussed by the Qur’anic point of view.

Key Words: Huşu, Hudu, Ihbat.

Giriş: ’

İnsanın; Allah’a, kendisine, aile fertlerine, hem cinslerine, diğer canlılara ve çevre­ye karşı görevlerinde rehber olması için gönderilen Kur’an; bu amacı gerçekleştirecek gerekli emir ve yasakları, helal ve haramları, hüküm ve tavsiyeleri içermektedir.

iman ve itaatle sorumlu tutulan insanlar, Kur’an’da bu görevlerini yapıp yapmama­larına, inanç, söz, fiil ve davranışlarına göre çeşitli kavramlarla nitelenmiş, övülmüş ve­ya yerilmişlerdir. insanlar bu övgü veya yergiye göre değer kazanmakta veya kaybet­mektedirler. ’

İnsanları öven, başka bir ifade ile Allah’ın insanlarda olmasını istediği vasıfları ifa­de eden kavramlardan üçü de yazımıza başlık yaptığımız kavramlardır. Bu kavramların isim şekli olan “hâşi”’, “hâdi”’ ve “muhbit” mü’minlere özgü üç vasıftır. Bu vasıflara sahip olabilmek için bu kavramların ne anlama geldiğini bilmek, bunları kabullenmek ve hayata geçirmek gerekmektedir. Peygamber (s.a.s.), “İnsanlardan ilk kaldırılacak olan ilim, huşûduf’ buyurmuştur.1

Bu çalışmamızda bu üç kavramın sözlük ve Kur’an’daki anlamını tahlil etmeye ça­lışacağız.

I. Sözlük Anlamı

Huşû kavramı:

Bu kavramın asıl anlamı; sakin olmak, boyun eğmek ve tevazu’ göstermektir. Hu­şu’; kalpte, gözde ve seste olur. “Haşe’a bi besâirihî” gözünü eğdi, yere baktı; haşe’a’s- savtu” sesini kıstı demektir, insanın gözünü ve boynunu eğmesi ve sesini kısması ya saygıdan ya da suçluluktan olur.

Bu kelime ‘yaklaşmaya başladı’ anlamına da gelir. Güneş yaklaşmaya başladığı za­man “haşe’ati’ş-şemsü” tabiri kullanılır.

Hudû’ kavramı:

Bu kavram, sözlükte eğilmek (meyi, inhinâ), mütevâzî olmak, sükûn ve inkıyâd an­lamlarına gelir.

Ihbât kavramı:

Bu kavramın kökü olan “h.b.t.” yer; düz, geniş ve oturaklı olmak demektir. Düz ve oturaklı yere “el-habt” denir. Bu kökten gelen “ahbete” fiili; ‘düz ve sakin yere gitti, ko­nakladı ve doğru yolda yürüdü’ demektir. Daha sonra bu kelime kalbin yumuşaklığı, mutmain, huzurlu, sakin ve mütevâzî olması anlamında kullanılmıştır.

Her üç kelime; “mütevâzî, mütmain, sakin, saygılı, uysal, itaatkâr, alçak gönüllü ve ihlaslı olmak, boyun eğmek ve söz dinlemek, korkmak, çekinmek, ibadet etmek ve Al­lah’a yönelmek, Allah’a yalvarmak ve teslim olmak” anlamlarını ifade eder.

Bu kelimeler sözlük ve tefsir kitaplarında; ’

“îstikân” (boyun eğmek ve mütevâzî olmak),

“Tevâzu” (alçak gönüllü olmak),

“Turna’nîne ve itmi’nan” (sakin ve huzurlu olmak),

“Darâ’a” (boyun eğmek), ,

“Tazarru” (yalvarmak),

“Tezellül” (itaat etmek, boyun eğmek),

“tnâbe” (tevbe edip, Allah’a yönelmek),

“thlas” (samimi olmak),

“İtaat” (söz dinlemek, emre uymak),

“İbadet” (itaat etmek, boyun eğmek, Allah’a kulluk etmek),

“Havf, haşye ve rehbe” (korkmak),

“Leyyin” (yumuşak olmak),

“Sükûn” (sakin ve sessiz olmak kelimeleriyle açıklanmıştır.)2

H. KUR’AN’DAKİ ANLAMI

I. Huşû kelimesi

Bu kelime Kur’an’da; “huşu”’ “hâşi’- hâşi’a “haşe’at” ve “tahşe’a” şeklinde mas­tar, fiil ve isim şeklinde 16 yerde mü’minleri, dağlan ve yer yüzünü övme ve ahirette kafirlerin durumlarını beyan etme sadedinde kullanılmıştır.

a) Mü’minlerin Huşûu

Bu kavram, Kur’an’da bir ayette Zekeriya ve Yahya peygamberlerin,3 altı ayette de mü’minlerin sıfatı olarak kullanılmıştır. Yüce Allah Zekeriya ve Yahya (a.s.)’ı Kur’an’da şöyle tanıtmıştır:

“Gerçekten onlar, hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve on­lar bize derin bir saygı gösterirlerdi (kânû lenâ hâşi’în).”4

Ehl-i kitaptan Allah’a, Kur’an’a ve önceki kitaplara iman eden, Allah’ın ayetlerini az bir pahaya satmayan kimseler, “hâşi’îne lillâh” olarak tanıtılmışlar,5 Kur’an’ın, ön­ceden kendilerine ilim verilenlerin huşûunu artırdığı (yezîdühum huşû’an) bildirilmiş ve bu ilim sahipleri; kendilerine Kur’an okunduğu zaman derhal çeneleri üzerine sec­deye kapanan, “Rabb’imizin şanı yücedir, gerçekten Rabb’imizin va’di mutlaka yerine getirilmiştir” diyen kimseler olarak tanıtılmışlardır.6

Ahzab suresinde Allah’ın kendileri için mağfiret ve büyük mükâfat hazırladığı kim­seler, on vasıfla nitelenmiş ve bu on vasıftan altıncısı olarak “hâşi’îne ve hâşi’ât” zik­redilmiştir. _

Bakara suresinde “hâşi’în” vasfına sahip olanlar şöyle tanıtılmışlardır:

“...Onlar, Rablerine kavuşacaklarım ve O’na döneceklerini kesin olarak bilir ve inanırlar.”7

Bu ayetlerden anlıyoruz ki “hâşi’în” vasfı; iman edip itaat eden, Allah’ın emir ve ya­saklarına karşı saygılı olan, asla kibirlenmeyen, Allah’a karşı gelmekten sakınan ve kor­kan, Allah’ın va’d ve va’îdini doğrulayan, mütevâzî mü’minler için kullanılmıştır.8

Süfyan b. Uyeyne, “insanların en faziletlisi Allah’a karşı en çok saygılı olanıdır (ah- şe’uhüm lillâhi)” demiştir.9

Huşu’, iki yerde; kalpte ve uzuvlarda söz konusudur. Huşu’un aslı kalpte, tezahürü bedende olur. Kalp Allah’a boyun eğerse azalar da boyun eğer.10 Peygamber (s.a.s.), namazda sakalı ile meşgul olan birisini görmüş ve “eğer bu adamın kalbi huşû içinde olsaydı uzuvları da huşû içinde olurdu”buyurmuştur.11

Kalbin Huşûu

Kalbiyle huşûu; iman edip Allah’a son derece saygı duyması, Allah’ın büyüklüğü­nü ve gücünü, kendisinin küçüklüğünü ve aczini hissetmesi, Allah’ı övmesi ve anması ve O’na karşı gelmekten sakınması ve korkmasıdır.

Şu ayette kullanılan kalbin huşûu bu anlamdadır:

“Mü’minler için hâlâ vakit gelmedi mi ki, kalpleri Allah’m zikrine ve inen hakka huşû duysun; saygı ile boyun eğip itaat etsin ve bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış, çoğu yoldan çıkmış kim­seler gibi olmasınlar.” 12

Ayette geçen “kalbin huşûu” için iki şey zikredilmiştir: Allah’ın zikri ve inen hak. Allah’ın zikrinden maksat; “Rabbinin ismini akşam sabah zikret”13, “Ey mü’minler! Allah’ı çok zikredin”14 ayetlerinde ifade edildiği gibi Allah’ın adını çok anmaktır. Çün­kü, “Kalpler ancak Allah’ı zikir ile mutmain olur, huzur bulur.”15 Veya Allah’ın zikri ile maksat, Kur’an’dır. “Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz”16

ayetinde olduğu gibi Kur’an’ın bir adı da Zikirdir. Çünkü Kur’an, âlemler için bir öğüt­tür (zikir).17 “inen Hak” ise, Allah’ın Kur’an ile indirdiği hükümlerdir.18

Kur’an’a ve İlâhi hükümlere huşu’; önce marifet ve muhabbet ile iman etmek, son­ra İlâhî emir ve yasaklara uymak ve salih ameller işlemektir.

“Mü’minler o kimselerdir ki, Allah adı anıldığı zaman kalpleri ürperir, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman (o ayetler onların) imanlarını artırır ve onlar, Rable- rine güvenirler. Namazlarım dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz azıktan infak ederler. İşte onlar, gerçek mü’minlerdir.”19

“Allah sözün en güzelini (Kur’an ayetlerini güzellikte) birbirine benzer ikişerli bir kitap halinde indirdi. Rab’Ierinden korkanların ondan derileri ürperir, derileri ve kalp­leri Allah’ın zikrine karşı yumuşar”20 ayetleri kalbin, Allah’ın zikrine ve hükümlerine karşı huşû’unu beyan etmektedir.

Üzerinde durduğumuz ayetin başında; kalbin Allah’ın zikrine ve hükümlerine karşı yumuşak ve saygılı olmasının övülmesine karşılık ayetin sonunda; kalbi katılaşanlar ve itaati terk edenler kınanmıştır. Kalplerin Allah’ın zikrine karşı katılaşması ve Allah’a itaatin terk edilmesi huşûun zıddı olarak zikredilmiştir.

Zümer suresinin 22. ayetinde Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı kimselerin zıddı ola­rak kalbi Allah’ın zikrine karşı katılaşanlar zikredilmiş ve “Allah’ı anmaya karşı kalp­leri katılaşmış olanlara yazıklar olsun” denilmiştir.

Peygamber (s.a.s.)’in, “Allahım! Fayda vermeyen ilimden, huşu’ duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olmayan duadan sana sığınırım”21 duasında geçen “kalbin huşu” da bu anlamdadır.

Bakara suresinin 74. âyetinde, Allah’ın zikrinden uzaklaşanlar, kalpleri taş gibi hat­ta daha da kötü olmakla suçlanmışlardır.

Katı kalplilik; dinî değerler karşısında duyarsız ve dinî öğütler karşısında vurdum duymaz olmak, Îslâ.mî inanç ve düşünceyi savunmamaktır ki bu durum, kalbin saygısız­lığını ifade etmektedir.

Müslümanın her şeyi ile Allah’a teslim olması ve bütün uzuvları ile O’na huşû duy­ması gerekir. Peygamber (s.a.s.), “Allah’ım! Senin için rüku ettim, sana iman ettim, sa­na teslim oldum; kulağım, gözüm, beynim, kemiklerim ve sinirlerim senin için saygı duyar (haşe’a)”22 sözü ile bu gerçeği dile getirmiştir.

Kalbin Allah’ın zikrine ve inen hakka huşûu, salih amellerle tezahür eder. Salih amellerin en başta geleni ise dinin direği,23 imanın alameti24 olan ve mü’minleri bütün kötülük ve haramlardan alıkoyan25 namazdır. Kur’an’da mü’minlerin namazlarını huşû içinde kıldıkları ve namazın “hâşi’în” vasfını kazananlara ağır gelmediği bildirilmiştir.

Mü’minûn suresinde kurtuluşa eren mü’minler yedi özellikle tanıtılmışlardır. Bu ye­di özellikten birincisi “namazda huşûdur”. Ayette şöyle buyrulmuştur:

“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir. O mü’minler ki namazlarında saygılıdır­lar” (ellezîne hüm fî salâtihim hâşi’ûn). Namazda huşû nedir? şimdi bunu görelim.

Namazda Huşû

Namazda huşû, namazı; Peygamberimiz (s.a.s.)’in bildirdiği şekilde, farz, vacip, sünnet, âdap ve tadil-i erkana riayet ederek, kemâl-i edep, huzuru kalp ve ihlasla kıl­mak; namazda sükûnet ve vakar içinde olmak, sağa ve sola bakmamak, gözlerini sade­ce secde mahalline çevirmek; kalbinde Allah’ın kelamı ve namazın dışındaki duygu, düşünce ve vesveseleri bırakmaya çalışmak ve riyakârlıktan sakınmaktır.

Namazda huşûun, kalbî ve bedenî olmak üzere iki boyutu vardır. Kalbî boyutu ihlastır. Bedenî boyutu ise namazın farz, vacip, sünnet ve âdabına uymaktır. Bedendeki huşû, kişinin namaz kılarken sağında ve solunda bulunanları fark etmeyecek kadar na­maza dalması, namazda uzuvları ve giysileri ile meşgul olmamasıdır.26

Namazlarını huşû ile kılan mü’minlerin yüzlerinde bu huşûun alameti olur. Kays b. Ubad, bu konuda şöyle demiştir: “Medine’de, içlerinde bir kısım sahabenin de bulun­duğu bir mecliste idim. Yüzünde huşû eseri bulunan bir adam geldi. (Bunu gören) bazı insanlar, “işte bu adam, cennet ehlindendir, işte bu adam, cennet ehlindendir” dedi­ler.”27 Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) ve sahabeyi öven Fetih suresinin 29. ayetinde, “onların nişanlan yüzlerindeki secde izidir” denilmiştir.

Farzlarına ve huşûuna riayet ederek kılınan namazın günahlara kefaret olduğunu Peygamber (s.a.s.) şöyle bildirmiştir:

“Namaz vakti gelince abdestini güzelce alan, namazın huşûunu ve rükûumı güzel yapan hiçbir müslüman yoktur ki bu namaz; büyük günahları işlemedikçe onun önceki günahlarına ke’faret olmasın. Bu husus, bütün vakitler için böyledir” 28

Namaz, “huşû” vasfına sahip olmayanlara ağır gelir. Yüce Allah, şöyle buyurmak­tadır:

“Sabır ve namazla yardım isteyin. Çünkü namaz Allah’a saygılı olanlardan başkası­na ağır gelir” (innehâ lekebîratün illâ ‘ale’l-hâşi’în). 29

b) Dağ ve arzın huşûu

Haşr suresinin 21. ayetinde dağın huşûundan, Fussılet suresinin 41. ayetinde ise ar­zın huşûundan söz edilmiştir.

Dağın huşûu ile ilgili ayet meali şöyledir:

“Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik Allah korkusundan onu, çatlayarak boyun eğ­miş görürdün.”

Yer yüzünün huşûu ile ilgili ayet meali ise şöyledir:

“O’nun ayetlerinden biri de (şudur). Sen yer yüzünü boynu bükük (kupkuru) görür­sün. O’nun üzerine su döktüğümüz zaman titreşir ve kabarır. Onu dirilten Allah, elbet­te ölüleri de diriltir” 30

Her iki ayette geçen “huşû” kelimesi; ilâhî emirler karşısmda.dağın ve toprağın say­gı gösterdiğini, itaat ettiğini ifade eder. Toprak, yağmur yağmayınca, sulanmayınca ku­rur. Bahar gelip yağmur yağınca toprak canlanır. Ürünlerini vermeye başlar. Bu ilâhî bir kanundur. Yer yüzü, Allah’ın koyduğu nizama uyar ve Allah’ın kendisine yüklediği gö­revi yapar. Bu yer yüzünün Allah’a karşı huşûu, saygısı, itaati ve boyun eğmesidir.

Birinci ayette; dağın, kendisine indirilseydi Kur’an’a karşı boyun eğeceği, Allah’tan korkup, O’nun emir ve yasaklarına uyacağı bildirilmiştir. Bu; “Biz emaneti (akıl ve dü­şünce sahibi olup iman ve itaatle sorumluluğu] göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onu yüklenmekten kaçındılar, korktular...”31 ayetinde olduğu gibi “temsil” kabilindendir. Maksat, insanların kalplerinin katılığına ve Kur’an’dan etkilenmeyişlerine, Allah’ın emir ve yasaklarına boyun eğmeyişlerine karşı bir uyarıdır. Ayette Kur’an’ın azameti­ne, önemine ve insanın duyarsızlığına dikkati çekme vardır. Dağa da insanlar gibi akıl verilmiş olsaydı Ve kendisine Kur’an indirilseydi, Allah korkusundan çatlar ve Al­lah’ın emirlerine saygı ile itaat eder ve secdeye kapanırdı. “Öyle taşlar var ki Allah kor­kusundan yukarıdan (yere) düşer.”32 “Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar Al­lah’ı tespih ederler. Onu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tes­pihlerini anlamazsınız” ayetleri bizim cansız sandığımız varlıkların da Allah’tan kork­tukları ve O’nu tespih ettiklerini ifade etmektedir. İnsan ve cinlerin dışında bütün var­lıklar, Allah’a karşı saygılıdırlar ve kendilerine verilen görevleri eksiksiz yaparlar. Al­lah’a karşı saygılı olmama cüretini, ancak cin ve insanların azgınları gösterebilmekte­dir. Dünyada kibirlenip Allah’a karşı boyunlarını eğmeyen bu insanlar kıyamet günün­de boyun eğecekler ve seslerini kısacaklardır.

c) Kâfirlerin Huşûu

Dünyada kibirlenen, Allah’a boyun eğmeyen, ilâhî emir ve yasaklara uymayan, Al­lah ve Peygamberine baş kaldıran kâfirler, âhirette zilletten boyunlarını ve gözlerini ön­lerine eğecekler ve seslerini kısacaklardır. Şu ayetler bu gerçeği ifade etmektedir.

“(Kıyamet kopunca kafirler], gözleri düşkün düşkün (huşşe’an ebsâruhum) (zillet ve dehşet içinde) kabirlerinden çıkarlar. Sanki onlar, yayılan çekirgeler gibidir. Boyunları­nı eğerek çağırana doğru koşarlar. Kafirler, bu çetin bir gündür” derler.”33

“Gözleri düşük olarak (huşşe’an ebsâruhum) yüzlerini bir zillet kaplar.”34

“Kıyamet günü sesler kısılır (haşeat’i-1 esvat), fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.”35

“Zalimleri zilletten başlarını öne eğmiş (hâş’în) vaziyette ateşe sunulurlarken göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün.”36

Âhirette kafirlerin gözlerinin düşkün, seslerinin kısık ve başlarının eğik olması, zik­redilen ayetlerde “huşu” kavramı ile ifade edilmiştir. Bu durum, suçluluğun bir göster­gesidir. Dünyada Allah’a saygı duyan mü’minlerin âhirette başları dik olacaktır.

öâşiye suresinde kıyamet günü insanlar “hâşi’a” ve “nâ’ıme” olarak iki kısma ayrıl­dığı, hâşi’a vasfına sahip olanların sıkıntı ve azap, nâ’ıme vasfına sahip olanların ise hu­zur ve nimet içerisinde olacakları bildirilmiştir.

“Yüzler var ki o gün saygı gösterir, eğilir (hâşi’a), çalışır ve yorulur, kızdırılmış ate­şe atılır, kaynamış bir gözeden içilir. Onlar için kuru dikenden başka yiyecek yoktur. Kuru diken, ne besler ne de açlığı giderir. Yüzler de var ki o gün nimet içinde mutludur (nâ’ıme). (Dünyadaki) çalışmasından memnundur. Yüksek bir cennettedir. Orada boş söz işitmez. Orada akıcı bir kaynak vardır. Orada yükseltilmiş tahtlar, konulmuş kadeh­ler, dizilmiş yastıklar ve serilmiş halılar vardır.” 37

2. Hudû kavramı

“Huşû” ile anlamdaş olan “hudû” kavramı, isim şeklinde Kur’an’da bir ayette geç­miştir. Ayet meali şöyledir:

“(Ey Peygamberim! Kâfirler) mü’min olmuyorlar diye nerede ise kendini helak ede­ceksin. Dilesek onların üzerine gökten bir mucize indiririz de boyunları ona eğilir” (fezallet ağnâkuhüm lehâ hâdi’în). 38

“İnen mucizeye boyun eğilmesi” (hâdi’în), iman etmekten kinayedir.

H.d.a kökünden Ahzap suresinde bir kelime daha kullanılmıştır ki, “sözü yumuşak ve tatlı bir eda ile söylemek” anlamındadır. Yüce Allah, peygamberin hanımlarına, “...Sözünüzü yumuşak ve tatlı bir eda ile söylemeyin, yoksa kalbinde hastalık olanlar ümide kapılırlar...”39 demektedir.

3. fiıbât kavramı

Bu kavram Kur’an’da üç anlamda kullanılmıştır:

a) Allah’a yönelmek (inâbe). Şu ayette bu anlamdadır:

“îman edip salih amel işleyen ve Rabbine yönelen (ve ahbetû ilâ Rabb’ihim) kimse­ler, işte bunlar cennet halkıdır. Onlar orada ebedî kalacaklarda-.”40

b) Kalbi Allah’ın zikrine ve hükümlerine karşı yumuşamak. Şu ayette bu anlamdadır:

“(Ey peygamberim/) Kendilerine ilim verilenler, Kur’an’ın gerçekten Rabbin tara­fından gelen bir hâk olduğunu bilsinler de ona iman etsinler ve kalpleri ona karşı yumu­şasın, saygı duysun ve huzur bulsun” (fe tuhbite lehû kulûbuhum).41

c) Allah’ı anmak, iman edip salih ameller işlemek. Bu kimselere “muhbit” ismi ve­rilmiştir:

“(Ey peygamberim!) Muhbitleri müjdele. Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri titre­yen, kendilerine isabet eden musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine nzık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcayan kimselerdir.” 42

Görüldüğü gibi “ihbât” kavramı, “hudû” kavramı gibi “huşû” kavramı ile aynı anla­mı ifade etmektedir.

İbn Abbas, Peygamber (s.a.s.)’in, “Rabbim! Beni sana çok şükreden, çok zikreden, senden çok korkan, sana itaat eden, boyun eğen, mütevazı olan (muhbit), çok dua eden

ve tevbe edip sana yönelen eyle” diye dua ettiğini bildirmiştir. 43

Sonuç

Sözlükte “mütevâzî (alçak gönüllü), mutmain, sakin, saygılı, uysal, itaatkâr ve ihlas- lı olmak; boyun eğmek ve söz dinlemek; korkmak, çekinmek, ibadet etmek ve Allah’a yönelmek; Allah’a yalvarmak ve teslim olmak” anlamlarına gelen her üç kelime Kur’an’da daha çok mü’minleri övme sıfatı olarak kullanılmıştır.

iman edip salih ameller işleyen, Allah ve peygamberine itaat eden, İslâm’ı kabul edip hükümlerini fert, aile ve toplum hayatında uygulamaya çalışan, kalbi Allah’ın zik­rine ve inen hakka karşı yumuşak olan, namazı peygamberin tarif ettiği şekilde, kema­li edep, huzuru kalp ve ihlasla kılan ve İslâmî diğer görevleri yapan mü!minler, Kur’an’da “muhbit”, “hâşî” ve “hâdî” vasfı ile nitelendirilmişlerdir.

Dünyada, Allah’ın zikrine ve inen hakka boyun eğmeyen, iman edip itaat etmeyen insanlar; âhirette gözleri düşkün, sesleri kısık ve başları öne eğik olacaklar; ama bunun faydasını görmeyeceklerdir. Dünyada Allah ve peygamberine karşı saygılı ve mütevâzî olan mü’minler ise âhirette başlan dik ve güven içinde olacaklar, cennette nimetler için­de bulunacaklardır.

* Doç. Dr., DİB İç Denetçisi

1 Tirmizi, İlim, V, 32; bkz. Ahmed, VI, 27; Darimî, Mukaddime, 57.

2 Rağıb el-tsfehâni, el-Müfcedat fî Garibi’l-Kur’an, h.ş.’a., h.d.’a. ve h.b.t. maddeleri, Mısır, 1961; lbn Manzur, Lısanü’l-Arab, Beyrut, 1956; Asım Efendi, Kamus Tercemesi, İstanbul, 1886; Levis Me’lûf, el-Mıincid, Beyrut, 1986; eş-Şertûnî, Akrabu’l-Mevârid, aynı maddeler; et-Taberî, Câmi’u’l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur’an, I, 1/261; VII, 12/24, Beyrut, 1988, 15. cilt, 30. cüz; el-Kurtubî, el-Câmı’lı Ahkâ- mi’l-Kur’an, I, 374-375; X, 21; XII, 105-106, Kahire, 1935; el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t- Te’vîl, I, 191, Beyrut, tarihsiz (Mecmûutün mine’t Tefâsîr); el-Hazin, Lubâbü’t-Te’vîl fî Meânî’t-Ten- zîl, I, 119;VI, 180, Beyrut, tarihsiz (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr); en-Nesefî, Medârikut- Tenzil ve Hakâku’t-Tevîl, IV, 33, Beyrut tarihsiz (Mecmüatün mine’t Tefâsîr); el-Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-Mikbâs mın tefsîri Ibn Abbas, IV, 233 (Mecmüatün mıne’t Tefâsîr); Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, V, 3428. İstanbul, 1971. Eser Kitabevi.

3 Enbiya, 21/90. ’

4 Enbiya, 21/90.

5 Al-i tmran, 3/99. .

6 İsra, 17/107-109.

7 Bakara, 2/45-46.

8 Bkz. et-Taberî, a.g.e., I, 1/261; el-Kurtubî, a.g.e., I, 374-375; el-Beydâvî, a.g.e., 1,191; el-Hazin, a.g.e., 1,191.

9 Dârimî, Mukaddime, 32. s. 96.

10 el-Kurtubî a.g.e. XII, 103-104.

11 el-Kurtubî a.g.e. XII, 103.

12 Hadid, 57/16.

13 İnsan 76/25

14 Ahzab, 33/41.

15 Rad, 13/28

16 Hier, 15/9

17 Tekvir, 81/27.

18 Hamdi Yazır, a.g.e., VII, 4744.

19 Enfal, 8/2-4.

20 Zümer, 39/23.

21 Müslim, Zikir, 73. III, 2088; bkz, Ebu Davud. Vitir, 32; Tirmizi, Deavat, 79; Nesâî, Istiaze, 2, 13, 18, 21, 64; lbn Mace, Mukaddime, 23; Dua, 2 (11,1261).

22 Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 201, 1, 535; bkz. Ebu Davud, Salat, 119. Tirmızî, Deavat, 32. Ahmed, I, 95.

23 Beyhakî, Teberânî ve Deylemî, bkz. el-Aclûnî, Keşfü’I-Hafa, II, 39-40, Beyrut, 1985.

24 Deylemî, bkz. el-Aclûnî, a.g.e., II, 40.

25 Ankebut, 29/45.

26 Bkz.Taberî, a.g.e,,X, 18/3; Kurtubî, a.g.e., XII, 103-104; Nesefı, a.g.e., IV, 333; Hazin., a.g.e., IV, 333.

27 Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 148, II, 1930; Ahmed, V, 452; Buharî, Menakıbü’l-lnsar, 19.

28 Müslim, Tahare, 7, 1, 206; bkz. Ebu Davud, Salat, 9; Ahmed, V, 247.

29 Bakara, 2/45.

30 Fussilet, 41/39

31 Ahzab, 33/72.

32 Bakara, 2/74.

33 Kamer, 54/7-8. -

34 Kalem, 68/43, Mearic, 70/44.

35 Taha, 20/108.

36 Şûra, 42/45.

37 Gaşiye, 88/2-16.

38 Şuarâ, 26/2-3.

39 Ahzab, 33/32.

40 Hud, 11/23.

41 Hac, 22/54.

42 Hac, 23/34-35 ’

43 İbn Mace, Dua, 2. II, 1259; bkz. Ahmed, I, 227.