Makale

KADIN, İLİM VE İRADE

KADIN, İLİM
VE İRADE

Fatma Koksal
İstanbul Merkez Vaizesi

Şimdiye kadar kadının rolünün neliği üzerine ve ne yapılması gerektiği üzerine gidilmemesinin en büyük nedeni kadının geri planda kalmasıdır. Kadının geri kalmasının ise temel üç nedeni; eğitim, ekonomi ve kültürdür.
Toplum içinde, gelenek ve görenekler sebebiyle hak ettiği yeri alamayan ve kendisine haklar yönüyle genellikle toplum hayatında fiiliyatta ikinci sınıf muamelesi yapılan kadının Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i seniyye’de varlığı görülen saygınlığını kazanması ve belirli haklarının savunulabilmesi için gereken ilmi gayretlerin esirgenmemesi gerektiği görüşündeyiz. Bunun en güzel misâlini efendimiz döneminde görüyoruz. Sahâbiye kadınlar bilgi ve görgülerini geliştirmek için ona baş vuruyor ve şöyle diyorlardı:
"...’Ya Rasülallah erkekler seni dinlemede bizden daha fazla yararlanıyorlar onlara tahsis ettiğin gibi bize de ayrı bir gün tahsis et.’ Rasûlullah da onlara bir gün tahsis etti." (Sahih-i Buhârî, ilim 32, Cenâiz 6; Ebû Davut, Salât 242; Ibn Mâce, İkâme 155)
Günümüz ilim adamlarından Muhammed Hamidul- lah kadınların Peygamber (s.a.s.) döneminde sosyal hayatın gereği kültür düzeylerini yükseltmek ve ilmi seviyelerini artırmak için göstermiş oldukları bu gayreti yayınladığı kitabında şöyle ifâde ediyor:
"Kadınlar Rasûlüllah (s.a.s.) tarafından özel bir ihtimam ve yetiştirilmeye tâbi tutulmuşlardır. Buhârî’nin belirttiğine göre haftanın bir gününü tamamen onlara tahsis etmiş, bu günde sâdece onlara hitâp etme ve onların suallerine cevap vermeye çalışmıştır. Muhammed (s.a.s.)’in zevceleri de bu gayret ve çalışmada vazife alıyorlardı. Bilindiği gibi zevcesi Hafsa okuma ve yazma bilmekteydi. Onun zevcelerinden bir diğeri olan Ayşe hukuk alanında yüksek bilgiye sahip olmuş ve daha sonraki devrelerde, hattâ en âlim erkek hukukçular tarafından bile, hukuki bilgisinden istifâde edilmek üzere devamlı ziyaret edilip istişârî mütâlâalarına müracaat olunmuştur. Aynı şekilde Ayşe "şiir", "tıp", "Arap tarihi" ve Arabistan kabîlelerinin "ensâb" şecereleri vs. üzerinde de üstünlük sağlamıştır." (Muhammed Hamidullah, Islâm Peygamberi, tere. Salih Tuğ, İstanbul 1990, c.ll, s.772-773)
Hz. Âişe kadınların her alanda bilgilenmelerini teşvik etmiş ve "Ensar kadınları ne güzel kadınlardır. Utangaçlık, onların dini doğru öğrenmelerine engel olmadı." demiştir. (Ibn Mâce, Tohâre 124)
Kur’ân-ı Kerîm’in Mücâdele sûresi, adından da anlaşılacağı üzere, örnek müslüman bir kadının siyasi otorite nezdinde hakkını elde edebilmek için gösterdiği çabaları anlatan bir sûredir. Siyâsi otoritenin itirazına rağmen kadın haklı davasında ısrar etmiş, uğradığı zulmü Allah’a şikâyet etmiştir. Bu kadının haklarını elde edebilmek için gösterdiği örnek gayret ve çaba Allah’ın takdirine mazhar olmuştur. (Salih Akdemir, Islâm’da Kadın Hakları, "Tarih boyunca ve Kur’ân-ı Kerîm’de Kadın", c.l, s.137. Bu kadın aklının gücü ile Allah’a giden yolu görmüş, kocasının azgınlığına tâbi olmamış, hattâ kavminin geleneklerinden kendini sıyırarak kavminin benimsemiş olduğu alışkanlığa Önem vermemiştir. (Muhammed Alî Ğırâ, dâdü’l-Mer’e, s. 10)
"Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir. İçinizden zi- hâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları yalnızca kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah affedici ve bağışlayıcıdır." (Mücâdele, 1-2)
Konumuzla ilgili olarak verilecek bir başka misal ise Hz. Ömer’in halîfe sıfatıyla kadınların mehirlerine kısıtlama getiren bir hutbe iradı sırasında bir kadının Nisa sûresinin yirminci âyetini okuyarak, Hz. Ömer’e itiraz etmiş olmasıdır. Bunun üzerine Halîfe Ömer (r.a.), verdiği hüküm ve görüşten dönerek, hakkını arayan kadını doğrulamıştır. (Nejla Akkaya, "Islâm Hukukunda Kadının Siyasi Haklan", İslâmî Araştırmalar, c.V, say. 4, s.247 (Süleymân Muhammed et-Tamâvî, Ömer b. el-Hattâb ve
Usulu’s-Siyâsiyye, s.455’ten alıntılamıştır.))
Bu ve diğer misallerde de açıkça görüleceği üzere kadınlar ancak aradıkları ve çabaladıkları müddetçe örf ve âdetten sıyrılarak birtakım haklara sahip olabilmekte, aksi durumda toplumda oluşan örf ve âdetin getirdiği hak sınırlamalarına maruz kalabilmektedirler. Tanıklıkta da örf, âdet ve toplum içinde zamanla ortaya çıkan temâyüller sebebiyle kadınların bazı haklarının sımrlandırılabildiği göz önüne alınırsa bu hakkın kadınlar yönüyle tam olarak kazanılması için cesaretle davranıp İlmî bir arayış içerisinde olunması gerekmektedir. Oysa İslâmî toplumlarda genellikle kadınların böyle bir ilmi mücadele içinde olduklarını görmemekteyiz. M. Emin Yurdakul bir şiirinde şöyle diyor: Hayır, hayır bu nasibi almak için doğmadın, Onun için doğdun ki, sen kadınlığın hakkı ile,
Ocağının karşısında saadete eresin, Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkı ile Evladına südün gibi pak duygular veresin, Lâkin bizler bu hakları unuttuk,
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk,
Ninen gibi sana dahi hor baktık,
Seni dahi yoksul, garip bıraktık.
Ziya Gökalp kadınların kendi onurlarını kendilerin yüceltmesi gerektiğini şöyle ifade ediyor:
Bilmem niçin, kadınlığa ait işten kaçmışız Ya onun bir emeği yok mu bu Türk ilinde, Yoksa o mu iğnesinden kanlı süngü yaparak Haklarını pençemizden ihtilalle alacak,
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de Adem oğullarını mükerrem kıldığını (Isrâ, 70) beyân etmek suretiyle kadın ve erkeğin arasında fark olmaksızın her iki cinse de şamil ve eşit kılmakla da yetinmemiş ve kadınlara hayırla muâmeleyi de tavsiye etmiştir; hattâ bundan daha fazlasını emir buyurmuştur; meselâ Peygamber (s.a.s.), kadınlara karşı pek yumuşak ve nâzik davranmış aynı iyi muâmeleyi tavsiye etmiş, kadına hürmeti kuvvetlendirmek için, Cenneti onun ayağı altında (Adûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. I, s. 401) gösteren beyânda bulunmuştur. Yine Rasûlulah (s.a.s.)’a bir adam gelerek kiminle güzel sohbette bulunmasının daha gerekli olduğunu üç ayrı defa sorduğunda efendimiz, üç soruya da "annene" buyurduktan sonra dördüncüde "babana ve sırasıyla yakın akrabalarına" (Sahîh-i Buhâ- rî, Edep 2; Müslim, Birr 1-2) buyurmuştur.