Makale

SIĞINMA PSİKOLOJİSİ ve TÜRBECİLİK

SIĞINMA PSİKOLOJİSİ ve
TÜRBECİLİK

Dr. Mehmet Canbulat
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Genel olarak mezarlar, Allah’ın ihsan ve yardımının insanlara en yakın olduğu yerler olarak görülmüş; başı darda kalan insanlar, dertlerine deva bulmak için buralara koşmuşlardır. Bu alemde yalnız ve âciz bir halde bulunduklarına inanan kimseler, yalnızlık hissini gidermek ve manen güçlenmek için atalarının bulunduğu mezarlardan medet ummuşlardır. Bilgi seviyesi yükselen kimseler ise mezarları daha değişik amaçlarla ziyaret etmişlerdir.

Kuşkusuz, din duygusu insanın doğuştan beraberinde getirdiği bir duygudur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle dile getirilir:
"Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm, 30). Bunun içindir ki din, tarihin bütün dönemlerinde ve bütün toplumlarda daima kendisiyle karşılaşılan evrensel bir olgudur. Din, insanı hem içten hem de dıştan kuşatarak onun düşünce ve davranışlarında kendini gösterir, insanoğlu, tarih boyunca kendisinin insan üstü bağları bulunduğunu, ihtiyaçları için onu aşan yüce bir kudrete yönelmesi gerektiğini düşünmüştür.
Gerçek şu ki, insanın yüce bir kudrete gönülden bağlanması, onun gücüne güç katmakta; dua, niyaz ve iltica insanı ulvileştirmektedir. insan sosyal bir varlık olmakla birlikte onun bir de iç dünyası vardır. Bu sebeple din, yalnızlık, çaresizlik, hastalıklar, kederler, korkular, kayıplar, musibet ve felaketler karşısında insana ümit, güven ve teselli sağlayan en son sığınak olagelmiştir. Esasen dua da, Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tazim duyguları içinde lütuf ve yardımını ifade eder. Bu itibarla, dua sınırlı, sonlu ve âciz varlık olan insanın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan Allah’la kurduğu bir köprüdür.
Şüphesiz, İslâm Akaidi tevhid inancı konusunda oldukça hassastır. Bu itibarla, bir müminin gerek kabir ziyaretleri esnasında gerekse burada yapacağı duada nelere dikkat etmesi gerektiği hususunda gerekli hassasiyeti göstermiştir. Önceki Peygamberlerin mesajlarının, tarihi süreç içinde, çeşitli etkenlerin yanı sıra, vefat eden büyük zatlar hakkında gösterilen aşırı saygı ve tazim sebebiyle tevhitçi özünü yitirmiş olmaları ve gerçek özünden sapmış bulunmaları, İslâm’ın bu hassasiyeti göstermesinde ne denli haklı olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim Yahudi ve Hıristiyanların peygamberlerini putlaştırdıklarına ve mezarlarını mabet haline getirdiklerine şahit olan Hz. Peygamber, aynı hususlara kendisinin de konu olabileceğinden kaygılanmış ve bu konuda ümmetini de uyararak gereken tedbirleri alma ihtiyacını duymuştur. Genel kültürü ve dini bilgisi zayıf olan kimseler, mabetle mezarı birbirine karıştırabilmekte, mezarda yatanın insan üstü bir varlık olduğuna inanabilmektedir.
Kader inancının kökleşmediği ve cahiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde Hz. Peygamber, kabir ziyaretini yasaklamış, ancak bunu daha sonra "Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz" (Müslim, Cenâiz, - 106, Edâhi, 37; Ebû Dâvud, Cenâiz 77, Eşribe, 7; Tirmizi, Cenâiz, 7; Nesaî, Cenâiz, 1 00; Ibn Mâce, Cenâiz, 47; Ahmed b. Hanbel, I, 147, 452, III, 38, 63, 237, 250, V, 35, 355, 357) buyurarak serbest bırakmıştır. Hz. Peygamber’in kabirleri çok ziyaret eden kadınlara lânet ettiğini bildiren hadisler (Tirmizi, Salât, 21; Cenâiz, 61; Nesaî, Cenâiz, 104; Ibn Mâce, Cenâiz, 49), ziyaret yasağı olan döneme aittir. Kabir ziyaretine izin veren hadisin değişik rivayetlerinde, kabir ziyaretinin gayesi, "İlâne-i kulûb, terkîk-i kulûb, tezhîd-i ku- lûb ve tezkire", yani kalpleri yumuşatma, inceltme, dünyaya bel bağlamama ve ibret alma olarak gösterilmiştir. Bunların hepsi ölüye değil, diriye ait faydalardır. Ölen kişilerden istimdat ve istigasede (yardım talebinde) bulunmak, yani onlardan medet ummak, iman açısından tehlikeli bir davranıştır.
Tarih boyunca kabirler, değişik gayelerle ziyaret edilmiştir. Genel olarak mezarlar, Allah’ın ihsan ve yardımının insanlara en yakın olduğu yerler olarak görülmüş; başı darda kalan insanlar, dertlerine deva bulmak için buralara koşmuşlardır. Bu alemde yalnız ve âciz bir halde bulunduklarına inanan kimseler, yalnızlık hissini gidermek ve manen güçlenmek için atalarının bulunduğu mezarlardan medet ummuşlardır. Bilgi seviyesi yükselen kimseler ise mezarları daha değişik amaçlarla ziyaret etmişlerdir.
Türbe ve mezarların Allah rızası, dilek, hacet ve bereket, genç kızların çabuk evlenmesi, evlenmek isteyen ve evlenemeyenlerin nasiplerinin açılması, türbedeki zatların ruhlarına fatiha, dua okumak, sevap kazanmak ve şefaatlerine nâil olmak, bela ve musibetlerden kurtulmak, büyülerin bozulması, askere giden gençleri uğurlamak, hastalıklardan (delilik, baş ağrısı, felç, sinir, sancı, saralı, havale geçiren, ruhî bunalımlı, alerjili, ağız eğriliği vs.) şifa bulmak, maddî ve manevî sıkıntılardan kurtulmak, çocuğu olmayanların çocuğunun olması, hamile iken çocuğu düşen, çocuğu doğar doğmaz ölenlerin, çocuklarının yaşaması, yürümekte zorluk çeken bebeklerin yürümesi ve sütü olmayan annelerin sütünün çoğalması, hacca giden yakınlarının selametle dönmesi, türbede yatan ulu kişinin, keramet ehli olduğu, onun ruhaniyetinden istifade edilmesi vb. amaçlarla ziyaret edildiği görülmektedir.
İslam’da esas olan mezar ve kabirlerin sade ve mütevazı olmasıdır. Ancak, başta hükümdarlar olmak üzere, büyük bilginler, veli olarak bilinen şahsiyetler, meşhur komutanlar ve şehitlerin unutulmayıp sürekli yâd edilmeleri için kendilerine özel mimarî tekniği ile anıt-mezarlar yapılmıştır ki, biz bunlara türbe adını veriyoruz. Gerçek şu ki, Anadolu’nun Türk-İslâm yurdu olmasında, ülkemizin coğrafya parçasından vatana dönüşmesinde önemli hizmetlerde bulunmuş olan bu şahısların bilinip tanınmasında ve tarihî-millî şuurun uyanık tutulmasında söz konusu türbeler önemli bir rol oynamıştır. Bu yönüyle kabir ziyaretleri, insanın geçmişi, dinî kültürü ve tarihi ile bağlarının güçlenmesine yardımcı olur. Bu itibarla, buralarda yatan zatları daima hayırla anmalı, ruhlarına dualar okumalı, gelecek nesillerimize tanıtmalıyız.
Bununla birlikte, buralarda yatan zatları, beşer üstü niteliklere sahip varlıklar gibi görmek, bu zatların duaları kabul ettiği veya kendilerinin aracılığı olmadan duaların makbul olmayacağı, insanların geleceklerine yön verdikleri... gibi ilahî-rabbanî kudretlerinin olduğuna inanmak ve bu düşüncelerden hareketle bir kısım ihtiyaç ve dilekleri onlara arz etmek ve kendilerinden medet ummak, insanı şirke kadar götüren oldukça tehlikeli düşünce ve davranışlardır. Türbe ziyaretlerini dinî bir vecibe gibi telakki etmek, türbe ve çevresine çul-çaput bağlamak, mum yakmak, huzurlarında kurban kesmek vb. davranışlar ise, tevhid dini olan İslâm’ın ana esprisiyle kesinlikle bağdaşmayan bid’at ve hurafeler cümlesindendir. Ayrıca, kabir ziyareti sırasında mezarda namaz kılınmaz. Kabirler asla mescid edinilmez. Kabre karşı namaz kılmak da mekruhtur. (Müslim, Cenâiz, 98; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî, Salât, 236)
Cin suresinin 6. âyetinde, "Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı" buyurularak bu kimselerin yaptıkları yanlışlıklara dikkat çekilmektedir.
O alemde karşılaşacağı sıkıntılardan kurtulmak için, bu dünyadakilerin yardımına ve dualarına muhtaç olan ölünün, bu dünyadakilere ibret olmaktan başka yapacağı bir şey, temin edeceği bir fayda yoktur.