Makale

AHMET HAMDİ AKSEKİ’YE GÖRE CAMİ HİZMETLERİ

AHMET HAMDİ AKSEKİ’YE GÖRE CAMİ HİZMETLERİ

İlhan YILDIZ*

Özet:

Osmanlı Devleti’nin son dönemine gelindiğinde çağdaş yaşamın dinsel ihtiyaçlarını karşıla­ma konusunda din görevlisi ve vaizlerin eleştiri konusu olduğu görülmektedir. Ahmet Hamdi Akseki de, “Şeriatı Menfaat ve Keyiflerine Alet Eden Vaizler” adlı makalesiyle dönemin din gö­revlileri ve vaizleri hakkında önemli eleştiriler yapmaktadır. Akseki’ye göre vaizler, İslâm’ı ba­zı kişilerin geleneksel hikâye ve hurafelerden oluşan açıklamalarıyla değil de bizzat Kur’an, sa­hih hadisler ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatı ile anlatmalıdır. O’na göre, Kur’an, sahih hadis­ler ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatı hutbe ve vaazlar vasıtasıyla hepimizin korumayı ve pay­laşmayı ihmal etmememiz gereken bir hazinedir. Ahmet Hamdi Akseki tarafından bu ilkeler bağ­lamında yazılan kitap ve makaleler, çağdaş yöntemlerle din hizmetini yerine getirme konusunda çok önemli açıklamalar içermektedir.

Anahtar Kelimeler Din Görevlisi, Vaiz, Vaaz, Hutbe, Hurafe, Din Hizmeti, Çağdaş Yöntemler.

The Religius Services According to Ahmet Akseki

Abstract:

The cleric and preachers were criticized by many people in the late period of Ottoman Em­pire in order to meet the religious requirements for the contemporary life. One of the significant critics about cleric and preachers of the time was Ahmet Hamdi Akseki with his article: “The Preachers who Exploit Islam for Their Own Benefit and Pleasures.” According to Akseki, cleric and preachers should speak about Islam with Quran, the correct Hadith, and the Prophet Muham­mad’s Life (peace be upon him) by term not the explanation of some people who mixed the tra­ditional stories and superstitions. By means of preaching and religious sermon, Quran, the cor­rect Hadith, and the Prophet Muhammad’s Life (peace be upon him) are a treasure is to be sha­red by all of us and should be protected against negligent handling. The book and articles, was written by Akseki in terms of these principles, contain very important explanations about religi­ous services that follow the contemporary method.

Key Words: Cleric, Preacher, Preaching, Religious Sermon, Superstition, Religious Services, Contemporary Methods.

Giriş:

Eğitim, dar anlamda, insanın davranışlarında istenilen bir değişiklik meydana getir­mektir.1 İnsanı belli amaçlara göre yetiştirme sürecidir. Bu süreçten geçen insanın kişi­liği farklılaşmaktadır. Bu farklılaşma eğitim sürecinde kazanılan bilgi, beceri, tutum ve değerler yoluyla gerçekleşmektedir. Eğitimi; örgün ve yaygın eğitim olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Örgün eğitim; belli yaş grubundaki bireylere, amaçlı bir şekilde hazırlan­mış eğitim programlarıyla, okul çatısı altında düzenli olarak uygulanan eğitimdir.2 Yay­gın eğitim ise; örgün eğitimin yanında veya dışında düzenlenen eğitim faaliyetlerinin bütününü içine almaktadır.3

Yaygın eğitim, insanlıkla yaşıttır, insanoğlu, sürekli bir öğrenme ve öğretme süreci içinde yaşayagelmektedir. Başlangıçta belli kümelere, belli sınıflara yönelmiş olan eği­tim, zamanla toplumun bütün katmanlarını içermeğe başlamıştır. Özellikle Hz. Adem’den Hz. Peygamber’e kadar bütün peygamberler bu görevi büyük bir şevkle yap­mışlardır. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı toplumu eğitime tabi tutmaktan başka yapacağı ilahi bir vazife yoktur.4

Günümüzde bilim ve teknoloji hızla ilerlemekte, toplumların yapısı hızla değişmek­tedir, Buna bağlı olarak birey değişen ortama uyum sağlayabilmek için zorlanmakta, sü­rekli olarak yeni ve farklı davranışlara ihtiyaç duymaktadır. Sürekli ve hızlı değişimle­rin gerektirdiği eğitim ihtiyaçlarının, sadece örgün eğitim kurumlan yoluyla karşılana­mayacağını, başta kalkınmış ülkeler olmak üzere tüm dünya ülkeleri kabul etmekte ve bu boşluğu doldurmak için yaygın eğitim çalışmalarına ağırlık vermektedirler.5

Bu hızlı değişme ve gelişme, beraberinde birçok problemi getirmiştir. Bugün toplu- mumuzda sık sık yaşanan bunalımlardan söz edilmektedir. Bunlardan bazıları; ailede çö­küntü, yalnızlık, kargaşa, yabancılaşma, kuşaklararası kopukluk, kuşak çatışması, sosyal ilişkilerin zayıflaması, zararlı madde kullanma alışkanlığının artması, geleneklere karşı çıkma vb. Burada sorun, fırtınalı bir dönem yaşayan günümüz insanına, kutsal değerle­rin nasıl yardım edeceğidir? Geçmişten devralınan kültürel mirasın muhafaza edilerek, üzerinde hiçbir yorum yapılmaksızın hazır bir formül gibi sunulması, problemlerin çö­zümüne yetmemektedir. Islâm inancının hayatı yorumlayışı ve yaşayış biçimleri ile ilgi­li tavsiyeleri, günümüz dünyasının gerçekleri ve ihtiyaçları ile birlikte ele alınmalıdır. Burada cemaati yönlendiren bir kurum olarak camiye de sorumluluk düşmektedir. Eği- tim-öğretimin her alanında olduğu gibi, cami eğitiminde de alışılagelmiş yöntemlerin dı­şına çıkmak ve yenileştirme çalışmaları içine girmek bir ihtiyaç haline gelmiştir.6

A. H. Akseki, camideki yaygın eğitim faaliyetinin çağdaş psikoloji, sosyoloji ve pe­dagoji biliminden yararlanması gerektiğini savunmuştur. Ona göre camide irad edilen vaaz ve hutbe, hem metodik hem de sistematik olmalıdır. Bu bağlamda Akseki, bir yan­dan din görevlisi, hatip ve vaizde bulunması gereken nitelikleri açıklamakta, öte yandan da vaaz ve hutbenin özelliklerini belirtmektedir.

B. Cami Hizmetlerinde Karşılaşılan Sorunlar

Tanzimat döneminde bir taraftan mektepler açılırken diğer taraftan da medreseler ufak tefek düzenlemelerle korunmaya devam edilmiştir. Ancak II. Meşrutiyet ile birlik­te vaizlerin yaptıkları vaazlar eleştiri konusu olmuştur. Bunlar arasında Mustafa Hakkı Bey’in7 yapmış olduğu tenkitler oldukça dikkat çekicidir. Akseki de aynı yıl kaleme al­dığı “Şeriatı Menfaat ve Keyiflerine Alet Eden Vaizler” ddh makalesinde Saraygüzel Ca­miinde dinlediği bir vaizin konuşması hakkında benzeri eleştirileri dile getirmektedir.8

Akseki’nin bu konuda vekalete sunmuş olduğu bir raporda önemli bilgiler bulun­maktadır.

“...Maatteessüf bugün vaizler akıl sahiplerini ağlatacak bir duruma düşmüşlerdir. Kendi vazife ve sorumluluğunun kudsiyet ve azametini anlayacak kadar bilgili, cema­atin her saatindeki hakiki ihtiyaçlarını takdir edecek nisbette anlayışlı vaizler yetiştir­mek müslümanlar üzerine borç olduğu halde kimbilir ne gibi bir düşünce ile son zaman­larda vaizler, resmen dersiamlardan uzak bir mertebede toplanmış ve bu mühim vazife devamlı surette ruus imtihanını kazanamayanlara tahsis edilmiştir. Bunun içindir ki, ik­tidar sahiplerinden olan ulemanın büyükleri vaaza tenezzül etmemektedirler. Hakiki ulemanın bu kutsal vazifeyi ifadan kaçınmaları sebebiyle vaaz kürsüleri ne oldukları be­lirsiz bir takım cahiller tarafından gasp edilerek biçare halka dinî hükümler namına akıl ve din ölçülerine sığmayacak esassız hurafeler, israiliyattan olan hikayeler telkin edil­mekte olduğu zaman zaman görülmektedir...”9

işte bu şikayetler üzerine önemli bir gelişme olmuş ve genel medrese dışında Evka­fa bağlı olarak “Medresetü’l-Vâizin” isimli özerk bir kurum oluşturulmuştur. Nizamna­me ve programlarının muhtevasından anlaşıldığına göre, bu kurum müderris veya der­siam yetiştirmek amacıyla kurulmamış, bilakis Islâm dinini iyi bilen ve anlatan vaizler yetiştirmek için tesis edilmiştir.10

Akseki, vaizlerin eğitiminin, yapacakları iş gözönünde bulundurularak (work orien­ted education) yapılmasını istemektedir. Nitekim, bu konuya önem verdiğinden Medre­setü’l-Vâizin hakkında Şer’îye ve Evkaf Vekiline vermiş olduğu lâyihada “vâizlik mer­tebesinin ehemmiyet ve kudsiyeti nazar-ı dikkate alınarak, programında derhal ıslahat yapılmalı ve bunu yaparken daima gayeyi gözönünde bulundurmalıdır” demektedir.11

Akseki, “Medresetü’l-Irşad” adlı raporunda bu dönemdeki Medresetü’l-Vâizin’in çalışmaları hakkında bilgi vermektedir:

Medresetü’l-Vâizin açıldığında kaydolan talebe sayısı 150’yi geçtiği halde, bunlar­dan büyük bir kısmı öğrenimlerini tamamlayamadan Birinci Dünya Savaşı’nda şehit düşmüşler, bu yüzden okulun gelişmesi mümkün olmamıştır. Okul bir sene kapalı kal­mış olduğu için de iyice değer yitirmiştir. Sonuçta medreseden bugüne kadar ancak 40 kişi mezun olmuş, bunlardan sadece yedi-sekizi kürsü şeyhliğine tayin edilmiştir. Ka­lanlar ise, acınacak kadar perişan duruma düşmüşler, bu nedenle medreseye karşı ilgi azalmıştır.”12

Medresetü’l-Vâizin 1919 sonlarında Evkafa bağlı olan Medresetü’l-Eimme ve’l- Huteba ile birleşerek Medresetü’l-Irşad adı altında Daru’l-Hikmeti’l-Islâmiye’ye, dola­yısıyla Meşihat Makamına bağlanmıştır.

Yine Akseki Diyanet işleri Başkan Vekili iken, müftülüklere gönderdiği tamimde şöyle demektedir:

“...Yapılan vaazlar herşeyden önce hatırlatıcı ve öğretici bir mahiyette olmalı, hal­kın anlayacağı bir dil kullanılmalıdır. Vaazlarda hiçbir suretle esastan uzaklaşmamalı ve lüzumsuz bahislere dalınmamalıdır. Kur’an ve sahih hadisler ve Peygamberimizin o tertemiz hayatı, bir vaiz için bitmez tükenmez hazinedir.

Evvel be evvel dinimizin itikadi ve ameli esasları, bu kaynaklardan açıkça nakledil- meli, itikada, ibadete ait mühim meseleler arasıra hatırlatılmalı, fakat ihtilafa, ikiliğe yol açacak hadislere asla yanaşmamalı ve Islâm büyüklerinden bahis edilirken daima hür­metle anılmalıdır. Sahabeden her hangi birine ve Islâm ulularına bilir bilmez dil uzata­cak ve böylece cemaat arasına ayrılık sokacak vaiz görülürse, derhal kendisine lazım gelen ihtarat yapılmalı ve Başkanlığımıza bildirilmelidir.

Müslümanlık vahdet esasına dayanan bir dindir. Daima vahdet ve tesanüdü emreder. Her ne suretle olursa olsun vahdeti, birliği bozacak olan fikirler bozgunculuktur ve müs­lümanlığa aykırı harekettir. Vaizin hiç kimsenin kalbini rencide ve zihnini teşviş edecek sözlerde bulunmaması gerektir. Namaz ve oruca teşvik ederken bile bunların mahiyetle­rini ve insan ruhu üzerinde yapacakları inkılapları güzel, nezih ve cazip bir dil ile anla­tarak kalplerinde bir sevgi husule getirmeye çalışmalıdır. Allah’ı bilmeye, Allah korku­sunu, Allah ve peygamber sevgisini gönüllere iyice yerleştirmeye gayret etmelidir...”13

Akseki, Diyanet işleri Başkanlığı vazifesine başlaması sebebiyle bütün teşkilata gönderdiği bir tamimde yine “yapılacak vaazlarda, zaman ve mekânın icapları ve bu­lunduğu memleketin ahlâki durumu daima gözönünde tutulmalıdır”14 diyerek, vaizle­rin vaaz konularını güncelleştirmelerini istemektedir. Konunun güncel olması, mutlaka günümüzden bir konu olması demek değildir. Burada kastedilen, anlatılan konunun ce­maate yaklaştırılmasıdır. Anlatılanların cemaatin yaşadığı çevre şartları, onların seviye­si, ilgi ve istekleri ile yakınlaştırılmasıdır.

Böylece Akseki, gerek Kur’an ve sünnetten ve gerekse öğretim ilke ve yöntemlerin­deki gelişmelerden faydalanarak bir vaaz konusunun nasıl hazırlanması gerektiği ile il­gili rehber ilkeleri belirtmektedir.

C. Cami Hizmetlerinin Temel Unsurları

Islâm dünyasında mabede verilen ilk isim olan “mescid” kelimesi, secde edilen, baş eğilen yer anlamına gelmektedir. Mescid sözcüğü hicri VI. asırdan sonra “parçaları bi- raraya toplayan, bir şeyin bir kısmını diğer kısmına katan, uzlaştıran, barıştıran” mana­sına gelen “cami” kelimesi ile eşanlamlı olarak kullanılmıştır.

Hz. Peygamber, Mekke’de iken Mescid-i Haram’da eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulunduğu gibi, ondan önce hicret eden müslümanlar da Kuba mescidini aynı amaçla kullanmışlardır.15 Hz. Peygamber, hicretten sonra Medine’de bir mescit inşa ederek, bunun bir bölümünü eğitim-öğretim merkezi haline getirmiştir. Bu bölüme “Suffe”, bu­rada bulunan öğrencilere de “Ashab-ı Suffe” denmiştir. Nitekim Hz. Peygamber, mes- cidde sahabilere hem namaz kıldırmış, hem de dersler vermiştir.16

Camiler, ortaya çıkışından günümüze değin toplayıcılık bakımından dinî ve dünye­vi birçok işlere sahne olmuştur. Bu bakımdan camileri yalnız dinî bir müessese olarak görmek doğru değildir. Camiler ibadet yeri olmanın yanında eğitim-öğretim dahil bir­çok işlevi yerine getirmiştir.

Ancak günümüzde cami ortamında vaaz yoluyla yaygın din eğitimi ve öğretimi fa­aliyeti neredeyse ortadan kalkmak üzeredir. Artık camiye sadece dinî ibadetleri yerine getirmek amacıyla giden Müslümanların sayısı hızla artmaktadır. Kaldı ki yapılan bir araştırmada; mevcut din görevlilerinin, cemaatin eğitim ve öğretim ile ilgili beklentile­rini büyük ölçüde karşılayamadığı ortaya çıkmıştır.17

Akseki, cami ortamında din eğitim-öğretiminin vaaz ve hutbe yoluyla gerçekleştiril­diğini vurgulayarak, konuyu üç başlık etrafında işlemektedir. Bunlar; din görevlisi, va­az ve vaiz, hutbe ve hatip.

  1. Din görevlisi

Camilerde görev yapan din görevlisinin karşısında çeşitli insanlardan oluşan toplu­mun mozayiği durmaktadır. Bunlar arasında psikolojik, sosyolojik, kültürel ve ekono­mik bakımdan ferdî farklılıklar (individual diferences) içeren bir insan kitlesi bulun­maktadır. Bu yüzden din görevlisinin cemaati ile ilgili ön araştırma yapması gerekmek­tedir. Din görevlisi geniş kültüre sahip olmalı, cömert ve diğerkâm olmalı, söz ve dav­ranışlarıyla örnek teşkil etmelidir. Aynı zamanda, cemaate karşı yumuşak davranmalı, onlara iyi muamele göstermeli, hitabet kurallarına uygun hareket etmeli, devamlı dik­katli, sabırlı ve ümit dolu olmalıdır. ’ Ancak günümüzde din görevlilerinin yeterli miktarda din eğitimi, psikoloji ve sos­yoloji bilmesi gerektiği konusu temenniden öteye geçememiştir. Nitekim 2006 yılında yapılan bir araştırma sonucuna göre, Diyanet işleri Başkanlığı’nda çalışan personelin yaklaşık %2.44’ü ilkokul ve ortaokul mezunu, %55.57’si lise mezunu, %41,95’i üniver­site mezunudur. Bunların sadece % 13.31’i dinî bir yüksek öğrenim görmüştür.18

Akseki’ye göre, Islâm’da ruhani bir tahakküm yoktur. Bu yüzden bir müslüman an­cak Allah huzurunda mutlak kul, Allah’tan başkasına karşı ise mutlak hürdür. Din gö­revlisinin görevi, ancak tebliğ, irşad ve öğretimdir. Din görevlisi; gerekli şartları-taşıdı­ğı sürece, Allah’ın hükmünü bulmak ve açıklamak hakkına sahip olsa da mücerred bir rehberdir. Beyanlarında, irşadlarında kitap ve sünnetten ve ümmetin icmaından dışarı çıkamaz. Kimsenin vicdanına tahakküm etmez ve günahını affetmez, Allah ile kul ara­sında vasıta olamaz.19

Akseki, camilerde görevli imam-hatiplerin herşeyden önce inanç ve ibadet konula­rında bilgili olması gerektiğini ileri sürmüştür. Ona göre, inanç ve ibadet konusunu bil­meyenlerin imamlık yapmaları caiz değildir. Bununla beraber halka dinî bakımdan çok lüzumlu olan bilgileri öğretecek olan da yine din görevlileridir.20

b) Hutbe ve hatip

Konuşmak ve düşünmek; insanları diğer canlı varlıklardan ayıran en önemli özellik­lerdir. Bu iki özellik sayesinde insan, başlı başına bir kıymet arzetmektedir.

’ Din bilginlerinin insan topluluklarına dinî konulan öğretmek, ahlâkî öğütler vermek amacıyla cami, mescit vb. gibi yerlerde yaptıkları konuşmalara dinî hitabet denmekte­dir. Hutbe ise, cuma namazından önce hatip tarafından minberde takdim edilen kısa ve veciz konuşmaya denmektedir.

Hutbeler; Islâm toplumunun kültür ve şuurunu geliştirmeyi amaçlamaktadır. Böyle- ce cami, toplumsal birlik ve bireysel inancın oluşumu konusunda büyük katkı sağla­maktadır. Ayrıca bu yolla gençlik de korunmaktadır. Hutbe; bu özellikleri sebebiyle “cuma namazının sıhhatinin şartı” olarak kabul edilmektedir.

Hz. Peygamber döneminde belirli kural ve şekillere bağlı olmaksızın hutbe okun­maktaydı. Emeviler döneminde hutbe, öteden beri cuma namazından önce okunan, an­cak sonraları dinî karektere bürünen resmi bir konuşma özelliği almıştır. Abbasiler dö­neminde, halifeler, teamüllerin aksine özel durumlar dışında hutbe okumayı ve namaz kıldırmayı bırakmışlardır. Aslında hutbe, yakın geçmişe kadar politik amaçlarla kullanılmış, genellikle devletin haberleşme kanalı olarak görülmüştür.21

Akseki’ye göre, hutbe öyle ehemmiyetsiz, yahut rastgele bir söz söylemek değildir. Cuma namazı farz olduğu gibi, namazdan önce hutbe okumak da farzdır. Kaldı ki bü­tün namazlar evde yanlız olarak da kılınabildiği halde cuma namazını evde yalnız başı­na kılmak caiz değildir. Onu cemaatle kılmak ve hutbeyi dinlemek lazımdır. Hiç olmaz­sa haftada bir gün, dinî bir öğüt ve nasihat duyacak, bu suretle bilmediklerini öğrene­cek veya unuttuklarını hatırlayacaktır. Nitekim Hz. Peygamber hutbelerinde Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve kıyamet gününe imanın rükünlerini anla­tır, cennet ve cehennemi zikrederek Allah’a ibadet ve itaat edenlerin ve günahkarların durumlarını tasvir ederdi.22

Yine Akseki’ye göre; hatip, hutbe okurken bulunduğu zaman, zemin ve şartlara gö­re, sesini yükseltip alçaltmalı, gayret ve ciddiyeti ile etrafına canlılık getirmelidir. Ha­tibin dinî konuda duyduğu her sevinç ve üzüntü, cemaate geçerek her birinin kalbinde yumuşaklık meydana gelmelidir. Hutbe dinlendikçe gönüller iman nuru ile dolmalı, dinlerine olan sevgi ve saygıları artmalıdır.23

Hz. Peygamber bazı hutbelerinde bizzat kendisi müteessir olur ve cemaati de ağla- tırdı. Asr-ı Saadet dönemindeki birçok fetih ve zaferler hep bu hutbelerin kalplere dü­şürdüğü cihat ve şehitlik arzusunun tesirleriyle meydana gelmiştir. Islâm’ın ilk zaman­larında yüksek fikirlerin neşrinde bu hutbeler en tesirli, en nüfuzlu vasıtalar olmuştur. Islâm mücahitlerini göklere yanaşmış dağların, karası görünmeyen engin denizlerin öte­lerine kadar götüren, vatanı müdafaa yolunda kendilerine her zorluğu kolaylaştıran şey, hutbelerin kalplerde bırakmış olduğu etkidir.24

Akseki, her hatibin hutbe okurken, Hz. Peygamber’in sünnetine uymasını istemek­tedir. Ona göre; hatip, söz, tutum ve davranışlarıyla cemaatin ilgi ve alakasını uyandır- malı, onların gözlerini açıp, dikkatlerini kendi tarafına çekmelidir. Uyuklar gibi veya cansız okunan hutbeler, okuyan kişiye tesir etmemiştir ki cemaat üzerinde tesirli olsun. Hutbeyi okurken önce hatip etkilenmeli, etkilendiğini cemaate hissettirmelidir. Bunun için hatip ne yapmalıdır? Öncelikle hatip, okuyacağı hutbeyi önce evinde birkaç kere tekrar etmeli, cemaat huzurunda okuyor gibi yüksek sesle uygulama yapmalıdır. Min­bere çıktığı zaman, irticalen hutbe okuyormuşcasına cemaati heyecana getirmelidir.. Hutbeyi, minberin üst basamağına bırakıp da onu ancak cumadan cumaya ve ilk defa minber üzerinde açan ve kekeleyerek okuyanlar, cemaat üzerinde arzu edilen tesiri bı­rakamazlar.

Akseki’ye göre, hutbe şiir gibidir. Edebi bir üslupla yazılan bir hutbeyi her hatip okuyamaz. Ancak edebi ahenk vererek okuyabilen hatipler dinleyenler üzerinde isteni­len etkiyi uyandırabilir. Bu bakımdan, her paragraf bittikçe biraz durulması gerekir. Sonra her dilin kendine mahsus bir ifade şekli vardır. Meselâ, Arapça’da hareke üzeri­ne vakfedilmek kadar hatibin şuursuzluğunu gösteren, cemaatin neşesini kaçıran bir du­rum yoktur. Bir kısım hatiplerde görülen bu gafleti gidermek için kendisinde vakfedil­mek icab eden kelimelerin irabından sarf-ı nazar edilerek “sükun” ihtiyar edilmiştir. Yalnız ayet ve hadisler bundan müstesna tutulmalıdır.25

Hatip söz-amel birliğinin canlı örneği olmalıdır, işi’ sözüne uymayan hatipler için Akseki, Hz. Peygamber’in şu hadisini beyan etmektedir:

“Kıyamet gününde cehenneme atılan birinin halini, feci azabını gören cehennem eh­li onun başına toplanarak diyecekler ki: Yahu sana ne oldu? Sen dünyada iken halka da­ima iyiliği emredip, fenalıktan menetmez miydin? O da şöyle cevap verir: Evet ben si­ze hayır ve iyiliği emrederdim, lâkin kendim yapmazdım. ”26

Akseki, hutbelerin hepsi aynı olmayabilir diyerek, bu yüzden hatibin uzun bir hut­beyi “mutlaka bitireceğim” diye uğraşmamasını tavsiye etmektedir. Hutbe, münasip bir yerde bırakılabilir. Ezan okunduktan sonra derhal namaza başlayarak cemaati beklet­meden hutbe ve namaz eda edilmelidir. Kaldı ki, namazdan sonra herkesin işinin başı­na gideceği unutulmamalıdır.27

c) Vaaz ve vaiz

Vaaz yoluyla eğitim, İslâm eğitiminde önemli bir yere sahiptir. Vaaz kavramı; bir eğitim terimi ve eğitim faaliyeti olarak, iyiye ve güzele yöneltme; doğruyu gösterme açı­sından ise nasihat, öğüt ve irşad kavramlarım ve bu kavramların ifade ettikleri işlevleri kapsamaktadır. Bu ise dinin ve özel olarak İslâm dininin temel hedefidir. Din hakkında konuşmak, konunun kutsal alanla ilgili olması sebebiyle, konuşmacıyı dinleyenler için önemli ve ilgi çekici bir hale getirir. Çok kere konuşmacı karşısında saygılı ve dinleme­ye hevesli bir topluluk bulmaktadır. Bu avantaja rağmen vaiz; muhtevadan, dinleyenler­den ve bizzat kendisinden kaynaklanan bazı güçlüklerle karşı karşıyadır.

Akseki, Kur’an’daki “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et” 28 mealin­deki ayet bağlamında irşad vasıtası olan vaazın, nasıl verileceği hususunun çok önemli olduğunu iyi tesbit etmiş ve vaizlerin daha başarılı olabilmeleri için vaazın ilke ve me­totlarını belirlemiştir. Akseki, bu ilke ve metotları ortaya koyarken Kur’an ve hadis ya­nında, eğitim bilimlerinin verilerinden de yararlanmıştır.

Akseki, ilk önce vaizi şöyle tanımlar:

Vaiz, bir ruh hekimi demektir. Bir hekim nasıl önce hastalığı teşhis eder ve sonra te­davisine başlarsa, vaiz de önce hitap edeceği cemaatin ruhuna nüfuz ederek hastalığını bilmeli ve tedavisini sağlayacak konular üzerinde konuşmalıdır.29

Yine Akseki, “Medresetü’l-Irşad” isimli makalesinde bir vaizin sahip olması gere­ken vasıfları kendi ifadesiyle şöyle açıklamaktadır: .

“...Evamir ve nevahi-i ilahiyyeyi ve bunlardaki hikem-i esrarı, tekalif-i şer’iye ve mesalih-i ibâdı, sünen-i nebeviyeyi bilcümle dekayikla bilmelidir (aşina olmalıdır). Te- fasir-i şer’iye ile fevkalade teveğğul etmiş (meşgul olmuş), ehadis-i nebeviyeden bir çoklarını ezberlemiş olmalı. Bu kadar da kafi değildir. Aynı zamanda bir münkiri ilzam ve iskat edebilecek kadar ulum-i akliyeden behremend (nasipdar) olmalıdır. Bununla beraber vaiz, fasih ve beliğ bir hatib-i nutuk olmalıdır ki delail-i hitabiyesi cemaati tes­hir, ahengi elfaz yüreklere tesir etsin.”30

Akseki, bazı vaizlerin yeminler ederek, hiç bir fırkaya mensup olmadıklarını ve yal­nızca İslâm’ın tercümanı olduklarını belirttikten sonra, fırkacılık yaptıklarını ve milleti ayrılığa sevk ettiklerini anlatmakta ve bundan şikayet etmektedir. Akseki, vaaz kürsü­sünde anlatılan şeylerin doğruluğuna ikna edebilmek için “vallâhi”, “billâhi”, “tallâhi” gibi yeminler etmenin, cemaati söylenilen şeyler hakkında tatmin etmek şöyle dursun, bilakis onları şüpheye düşürdüğünü belirtmektedir.31 Akseki’ye göre, vaizler çok dü­şünmeli, bilir-bilmez konuşup insanları birbirine düşürmemeli, bilgilerini iyice kesin­leştirip öyle konuşmalıdır. Kur’an’ı kendi emellerine alet ederek yorumlamamalı, velev ki örnek bile olsa vaaz kürsüsünde küfürlü sözlerle konuşmamalıdır.32

Akseki’ye göre, vaiz ve müftü, halkımıza her yönden örnek olmalıdır. Sadece söz söylemek yeterli değildir. Bir din adamı, bir vâiz kendi söylediklerini önce kendi üze­rinde uygulamalı, özü, sözü ve işleri birbirini tutmalıdır. Bir vaiz, bir din alimi gerekti­ğinde cesaretle “ey cemaat benim gibi olun, beni örnek alın” diyebilmelidir. Çünkü halk, sözleri işlerini tekzib eden vâizlerin nasihatlarına kıymet vermez.

Daha sonra Akseki, vaizlerin vaazlarında dikkat edeceği hususları şöyle anlatır:

“En iyi ve en müessir vaaz, ya bir ayetin beyanı, yahut bir hadisin şerh ve tafsili ve- yahutta Peygamberimizin ameli sünnetlerinden birinin izah edilmesidir.” Mesela, ab- dest ve namazdan bahsedilirken bu konudaki ayetler beyan edilmeli ve “Peygamberi­miz abdesti şöyle alırdı, namazı böyle kılardı” diyerek onun ameli sünnetleri de izah edilmelidir.

Vaazda uzun ve soğuk mukaddime ve hikayelerle mevzudan uzaklaşmamak ve ay­rılmamak lazımdır. Vaaz esnasında söylenecek her mevzuun iyi anlaşılmasına, dinleyi­ciler üzerinde istenilen tesiri yapmasına ve böylece gayeye, vusüle hizmet etmesine ça­lışmalıdır. Mevzu daima göz önünde tutulmalı, dönüp dolaşıp yine aynı mevzuya gelin- melidir.

Vaaz arasında bazen mevzu ile ilgili zarif nükteler, güzel ve manalı hikayeler ve ata- sözleriyle mevzuyu tenvir ve dinleyicilerin zihinleri tenşit edilebilir (neşelendirilebilir). Fakat bunlar, damdan düşer gibi münasebetsiz ve hele israiliyat ve hurafe kabilinden ol­maması gerekir. Gerek vaaz ve gerekse dua ederken çok samimi olmak, yapmacık söz­ler söylememek lazımdır.

Bir vaizin kürsüde vermiş olduğu samimi öğütler; onu dinleyenlerde bir inşirah (fe­rahlama), heyecana getireceği kalp ve dimağlarda temiz ve asil bir intibah (uyanıklık) ve bütün azalarında kuvvetli bir tesir hasıl ederek onu harekete getirecek kadar yüksek, her türlü garazdan hâli, şahsilikten ve dedikodulardan son derece uzak olmak lazımdır.

Vaazların, dinleyiciler üzerinde istenilen tesiri gösterebilmesi için evvela vaiz, kenr di kendisine tesir etmeli; söylerken mevzuun, kalbine yaptığı tesir vaizin yüzünde gö­rünmelidir. Bunun için usul-ü hitabete çok dikkat etmek lazımdır. Vaiz, söylediklerini zevkle dinletebilmek için buna çok dikkat etmelidir.

Kur’an’ın her ayeti, hiç şüphe yoktur ki Allah kelamıdır ve insanların saadeti için­dir. Peygamberimizin bütün hadisleri de hikmetle doludur. Fakat bunlar yerinde ve za­manında söylenmezse beklenilen gayeye erişilemez.

Binaenaleyh vaiz, vaaz mevzularına ve bunlar için seçeceği ayetlere ve hadislere çok dikkat edecektir. Gerek bunları seçerken ve gerekse vaaz esnasında söz söylerken daima:

a) Asrın icaplarını,

b) Zaman ve mekânın iktizasını,

c) Milletin ve dinleyicilerin ihtiyaçlarını,

d) Memleketin ahlâkî durumunu gözönünde tutmak mecburiyetindedir.Yani vaazın muktezayı hale (günün şartlarına) mutabakatı (uyması) şarttır. Binaenaleyh intihap edi­lecek mevzu, ya halk arasında şayi olmuş bir hâdise hakkında hükmü ilahinin beyanını tazammun eder (içerir), yahut halkın bilmedikleri ve fakat öğrenmek ihtiyacında olduk­ları bir şeye cevap teşkil eder; veyahut da halk arasında yerleşmiş olan ruhi ve ahlâkî hastalıklara ve hurafelere bir ilaç olur.

Mesela; yalancılık, yalan şahitliği, müzevvirlik (dolandırıcılık), içkiye düşkünlüğün çok olduğu bir yerde sık sık bunların ferdî, ailevî ve İçtimaî zararlarından ve getirecek­leri felaketlerden bahsedilmelidir. Ayrıca bu konudaki ayet ve hadisler güzelce izah olunmalıdır. Tarlalarda sınır, bahçelerde su kavgası olan ve bu yüzden birbirlerini öl­dürmek derecelerine varan yerlerde de ona göre idare-i kelam edilmelidir. Herhangi bir sebeple gayri ahlâkî bir hal vukua gelir ve mesela bir sirkat, bir sarhoşluk, bir fuhuş, bir yalan şahitliği yüzünden beklenilmeyen bir hâdise çıkarsa hemen onu fırsat bilerek o haftaki vaazları ona göre yapmalı; meşru ticaret haricine çıkarak ihtikar yapmanın kö­tülüğünü izah etmelidir. Fakat bunların hiç birisinde şahıslara bir îma da bile bulunul- mamalıdır. Yalnız dinleyicilerin akıllarının alacağı, duygularına yakın ve içinde bulun­dukları, gördükleri veya duydukları hâdiseler ve güzel misallerle zihinlerine bunların kötülüklerini tatlı ve yumuşak bir dil ile yerleştirmelidir. O derece ki onu dinleyenlerin içinde o kötülüğü yapanlar da bulunursa kendi kendine utanmalı, nedamet duymalıdır.

Vaiz, sözlerini her seviye ve tabakadaki insanın anlayabileceği bir dil ile ve pürüz­süz söylemeye çalışacaktır. Hangi mevzu ele alınmış ise o, açık bir ifade ile ve her ba­kımdan izah edilecek ve dinleyicilerin zihinlerinde hiç bir şüphe ve tereddüt kalmaya­cak ve (bu suretle) böyle bir şey uyanmasına meydan verilmeyecektir.

Vaiz, fırsatları ganimet bilerek güzel sözler ve misallerle, isim söylemeden, kalp kır­madan günahlarla mücadele etmeli ve halkımızı bu gibi hastalıklardan korumalıdır. Bi­lirsiniz ki Peygamberimiz birinin kötülük yaptığını haber aldığı zaman hemen hutbeye çıkar, o kötülüğü yapanın adını hiç anmadan umumi sözlerle o işin kötülüğünü teşrih eder ve onu yapanı kalben pişman ve halkı da o işten nefret ettirirlerdi ki işte asıl vaaz da böyle olanıdır... Bu sebeple vaazlarda hiç bir kimsenin kalbi rencide edilmeyeceği gibi hiç bir kimsenin zihnini de teşviş etmeyerek daima müsbet fikirler üzerinde yürümelidir. Mesela, bir vaizin bayram vaazında “oruç tutmayanlar bayram namazına gelmesinler” demesi ve camide onları tahkir etmesi hikmet ve maslahata uygun düşmemektedir...”33 Akseki’ye göre yapılacak vaazlarda, salgın hastalıklarla mücadele ediyormuş gibi, ahlâksızlıklarla da mücadele edilmelidir. Telkin edilecek konular güler yüzle, tatlı söz­le ve müjde eder gibi söylenmelidir.34 Vaaz esnasında soru-cevap veya tartışma yönte­mi kullanılmaz, çünkü bu, cemaatin huzurunun bozulmasına, kafalarının dağılmasına, vaizin cemaat üzerinde yaptığı tesirin azalmasına sebep olur. Böylece vaazdan bekle­nen verim de alınamaz.35

Akseki, vaizin vaazlarının öğretici mahiyette olması gerektiğini belirtmektedir. Ona göre, vaaz meclisine giden birey, orada bulunduğu müddetçe dinî bir heyecan duymalı, unuttuklarını hatırlamalı ve dışarı çıktığı zaman iyilik ve kötülüğün karşılığı hep hatı­rında olmalı ve böylece vaaz günlerini sabırsızlıkla beklemelidir.

Akseki’ye göre, başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere Peygamberimizin hadis ve sünne­ti vaizlerimiz için bitmek tükenmek bilmeyen bir feyiz kaynağıdır. İnanç, ibadet, ilim, ahlâk, ticaret ve ziraat, iktisat ve tasarruf, birey ve toplumun refahı ile ilgili yüzlerce ayet ve binlerce hadis vardır. Vaizler bunlardan dinin esası, salih amel ve güzel ahlâka, kısa­ca dünya ve ahiretle ilgili her konu hakkında hiç durmadan, yıllarca vaaz edebilirler.36

Akseki, vaizin anlattığı konular hakkında geniş ve detaylı bilgiye sahip olmasını şart koşmaktadır. Bununla beraber çok iyi hazırlanmış olması da lazımdır. Bunun için sade­ce eskiden yazılmış mev’ize kitapları yeterli değildir. Bunlar bir dereceye kadar vaazın hedefini gösteriyorsa da, hedefe ulaştıracak yol ve yöntemlerin zamanla değiştiğini unutmamak gerekir. Dün söylenen sözle bugünkü söz, bir metropol ile bir taşrada seçi­len vaaz konusu, hatta bir şehir merkezindeki cami ile varoşlardaki camide verilecek va­az aynı olamaz. Bunu vaizin takdir etmesi gerekir. Bunu belirlemekten aciz olan bir va­iz; sadece kendisine değil, aynı zamanda dine ve mesleğe de zarar verebilir.

Akseki’ye göre vaiz, vaaz için en uygun gün ve saatleri seçmelidir. Burada öncelik­le inanç ve ibadet ile ilgili konular anlatılmalıdır. Cemaatin çok olması şart değildir. Bir tek insan da olsa yine ders yapılmalı ve bir kaç mesele öğretilmelidir, itikat, temizlik, abdest, namaz, oruç ve zekat gibi Islâm’ın usûl ve furuuna taalluk eden meseleler, kar­şılarında oturan çocukların ve en cahil insanların dahi anlayacağı bir şekilde anlatılma­lı ve tekrar edilmelidir. 37

Akseki’nin vaaz ve hutbeye bu kadar önem vermesinin başlıca iki sebebi vardır:

Birincisi, Kur’an’ın tavsiye ettiği ve Hz. Peygamber’in vaaz yoluyla gerçekleştirdiği eğitim metodu ile eğitim ve öğretim alanında yapılan son gelişmeleri uzlaştırarak, genel­likle homojen olmayan halk kitlelerine hitap edebilmenin lüzumunu hissetmiş olması.

İkincisi ise, dinî hayatın inkişafının bu yolla sağlanacağını incelemeleriyle tesbit et­miş olması. .

Nitekim Akseki, Amerika’da kilisenin ve dinî hayatın bu kadar süratle gelişmesini şu sebeplere dayandırmaktadır:

1. Vaaz ve nasihate önem verilmesi,

2. Din derslerine önem verilmesi ve bu derslerdeki gelişmeler,

3. Kilisenin iyilik ve yardım işlerinde başarı kazanması.38

Bu sebeplerle Akseki’nin bizzat kendisi vaaz ve hutbe vermek suretiyle, Türk halkı­nın dinî gelişimine katkıda bulunmaya çalışmıştır. O, “vaiz, yalnız kürsüye çıkarak nasi­hat etmek değil, aynı zamanda her gittiği yerde Islâmi teşkilat kurmak, dinî, ahlâkî, İda­rî, İktisadî ve ziraî bakımdan memleketin her türlü refahını temin edecek ameli vasıtalar­la çalışmakla mükellef olmalıdır.”39 diyerek vaaz ve irşadın sadece cami ile sınırlı kal­mayacağını belirtmektedir.

* Doç. Dr, Yüzüncü Yıl Üniversitesi ilahiyat Fakültesi

1 Parladır, Selahattin, “Din Eğitiminde Hedefler”, Dokuz Eylül Üni. İlahiyat Fak. Dergisi, sy. 9, İzmir, 1995, s.79. ’

2 Fidan, Nurettin-Erden, Münire, Eğitime Giriş, Ank., 1993, s. 12.

3 Kılıç, Eşref, Halk Eğitiminde Kuram ve Uygulama, Ank., 1981, s. 1.

4 Bakara, 2/129, 151; Ali Imran, 3/164; Cuma, 62/2; Nahl, 16/35; Hicr, 15/94.

5 McKenzie, Leon, “The Purposes and Scope of Adult Religious Education", Handbook of Adult Religi­ous Education, Brimingham, 1986, s. 8.

6 Selçuk, Mualla, “Dinî Hitabet Uygulamalarımız”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, V, sy.3, (Temmuz 1991), s.165; Şener, Samı, Türkiye’de Gençlik Olayı, Tımaş Yay., İst., 1991, s. 78.

7 Mustafa Hakkı, “Ulemayı lslâmiye ile Hasbihai”, Beyanü’l-Hak, sy. 34, (2 Recep 1909). s. 795-796; “Vâizm-i Kiram için Vazife-i Mühimme”, Beyanü’l-Hak, sy. 37, (23 Recep 1909), s. 854-857.

8 Ahmed Hamdi Akseki, “Şeriatı Menfaat ve Keyiflerine Alet Eden Vaizler’’, Sırat-ı Müstakim, VII, sy. 182, (Şubat 1909).

9 Akseki, “Medresetıi’l-Irşad", Sebilürreşad, XXI, sy. 538-539, (Haziran 1920), s. 142.

10 Akseki, agm., s. 142

11 1 Haziran 1923, Medresetü’l - Vaizin Hakkında Şer’îye ve Evkaf Vekiline Vermiş Olduğu Lâyiha, (s 2).

12 Akseki, agm., s. 143.

13 Diyanet İşleri Reis Vekili, Muavin A.H. Akseki’nin Ramazan ayı girmesi ile bütün müftülüklere yaptı­ğı tamım, Aralık, 1941.

14 Ertan, Veli, Ahmet Hamdı Akseki, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., İst., 1988, s. 30.

15 Baltacı, Cahit, “İslâm Medeniyetinde Cami”, Marmara Üni. İlahiyat Fak. Dergisi, sy. 3, İst., 1985, s. 225

16 Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), II, İst., 1993, s. 768.

17 Buyrukçu, Ramazan, Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Gıicu, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ank., 1995, s 269.

18 Diyanet işleri Başkanlığı 2005 Yılı İstatistikleri, DlBY., Ank., 2006, s. 7.

19 Akseki, “Islâm Akıl Dinidir”, Sebiliirreşad Mecmuası, II, sy.42, (Mayıs 1949), s. 262.

20 Akseki, İslâm Dim, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1963, s. 3.

21 Prötor, Sabine, “Bugünkü Türkiye’de Islâm Eğitimi ve Türkçe Cuma Hutbeleri”, (çev. Mustafa Tavuk- çuoğlu), ilim ve Sanat, sy.41, İst., (Nisan 1996), s. 86-87.

22 Akseki, Yeni Hutbelerim. Diyanet işleri Başkanlığı Yay., İst., 1936, s. 6-7.

23 Akseki, age., s. 6.

24 Akseki, age., s. 8.

25 Akseki, age., s. 8.

26 et-Tebrizi, Muhammed b. Abdullah el-Hatip, Mişkatu’I-Mesabih, (thk. Saıd Muhammed el-Laham), III, Kitabu’l-Adab, had. no:5139, Beyrut, 1991, s. 98.

27 Akseki, age., s. 9.

28 Nahl, 16/125.

29 Akseki, Müftü ve Vaizlerin Ödevleri Hakkında Gerekli Açıklama,- Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., An­kara, 1945, s. 5. ,

30 Akseki, “Medresetü’l-Irşad”, Sebilürreşad, XXI, sy. 538-589 (Cemaziyel-ahir 1339), s. 142.

31 Akseki, “Şeriati Menfaat ve Keyiflerine Alet Eden Vaizler”, Sebilürreşad, VII, sy. 182, (9 Şubat 1327), s. 408.

32 Akseki, agm., s. 409.

33 Akseki, Müftü ve Vaizlerin Ödevleri Hakkında Gerekli Açıklama, s. 5-8.

34 Ertan, age., s. 30.

35 Akseki, age , s 15.

36 Akseki, age., s. 17.

37 Akseki, age., s. 20.

38 Akseki, ’Din Tedrisatı ve Dinî Müesseseler Hakkında Bir Rapor”, Sebüürreşud, IV, sy. 103, (Muhar­rem 1339), s. 37.

39 Akseki, “Medresetü’l-lrşad”, Sebilürreşad, XXI, sy. 538-539, (Cemaziyel-evvel 1339), s.142-144.