Makale

Sınav HAYATIN NERESİNDE?

Sınav
HAYATIN NERESİNDE?

Doç. Dr. Ahmet Nedim Serinsu
Ankara Üniv. ilahiyat Fakültesi

"Rabbim, her şeyi nasılsa öyle göster bana." Hz. Muhammed (s.a.s.)

Yeryüzü bir sahne. Çiçeklerle süslenip, döşek gibi yayılmış...
içinde yörüngeler bulunan gök, yıldızlarla donatılıp, sonsuza yükseltilmiş...
Dünyanın sobası ve lambası olan güneş... Güneşin ışığını geceye yansıtan ay...
Uzayda dünyamız gibi daha milyonlarca yıldız...
Birisi yörüngesinden çıkıp diğeriyle çarpışmaz...
Toprak bitirmeye, tohumlar bitmeye hazır...
Nehirler dolusu bulutlar gökyüzünde dolaşır...
Bulutları yürüten rüzgâr... Korku ve ümit veren şimşek...
Ciğerlerimize her an, oksijeniyle koşan hava...
Gökten su iner, ürünler meydana gelir...
Şifalı balıyla arı, arıya özsuyunu veren çiçek, ipeğiyle bir başka böcek...
Havada kanat çırpan kuşlar... Çalışalım diye gündüz...
Dinlenelim diye gece...
Evet, her şey, her zerre; gezegenlere, galaksilere kadar, bir muhteşem konserin, eşsiz notaları gibi, en hikmetli biçimde sahnede yer almış görevine koşarken, bir ses haykırıyor" insan nerede?" diye. (Kemal Ural, Küçük Şey Yoktur, s. 208)
İnsanın yaradılış hikmeti, Kur’an-ı Kerim’e göre üç farklı alanın bütünlüğü çerçevesinde gerçekleşir. Bu üç alan insanın varlık şartlarının (fıtratının/özünün) üzerinde hareket ettiği zemini oluşturur. Bu alanlar şunlardır:
- Hürriyet
- Sorumluluk
- Sınav
Hürriyet kelimesi sözlükte, "esir ve köle olmayıp kendinin efendisi ve kendi başına olma" şeklinde tanımlanmıştır. (Türkçe sözlük, s. 523) Felsefe sözlüklerinde yapılan tarifleri ise şöyle özetlemek mümkündür:
- "icrây-i fiil etmek veya etmemek iktidarı." (Lügatçe-
i Felsefe, s. 394)
- "Kişinin kendi kendisini belirlemesi, denetlemesi, yönlendirmesi ve düzenlemesi durumu."
- "Ahlâkî öznenin, kendi tercihlerine, akla dayalı kararlarına, iradesinin buyruklarına göre eyleyebilmesi durumu."
- "Varolan alternatif eylem tarzları arasında bir seçim yapabilme ve yapılan seçimin gereğini yerine getirebilme gücü."
Yine ona göre, "kişinin iyi olanı seçip yapabilmesi için hem sağlıklı düşünme kapasitesine hem de böyle bir düşüncenin gerektirdiği istikamette eylemde bulunmayı sağlayacak bir kararlılık ve irade gücüne sahip olması" gerekir. Fârâbî, büyük önem verdiği sağlıklı düşünme ve irade gücüne sahip insanı "hür", bunlardan yoksun olanı "hayvanî insan", sağlıklı düşünebildiği halde irade gücünden mahrum olanı da "köle tabiatlı" olarak nitelemektedir. İrade gücüne sahip olduğu halde sağlıklı düşünme kapasitesinden yoksun olan bir kimse eğer sağlıklı düşünebilen insanlardan gelen önerilere değer verip onlarla uyumlu biçimde yaşarsa özgür insanlar kategorisine girer, aksine davranırsa köle tabiatlılardan olur." (A. Cevizci, s. 537)
Büyük düşünür Fârâbî (v. 339/950)’nin tanımı ile hürriyet "insanın, eylemlerinin kendisine sağlayacağı peşin hazlara kapılmadan, iyi ile kötü arasında fark göstererek, iyi olanı seçip yapma yeteneği"dir." (Tarafa/; et-Tenbih, s. 16-17, (TDVİA, "Hürriyet" md. XVIII, 502’den naklen))
Bu tanımlamaların ardından şu iki ayet, Kur’an-ı Kerim’e göre, hürriyetin gittiği veya gidebileceği yönleri resmetmesi açısından anlamlıdır:
"Gerçek şu ki, Biz ona yolu-yöntemi gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör kâfir (olması artık kendisine bağlıdır)." (Dehr, (İnsan) 3)
"Bütün bunlar bir uyarıdır. Öyleyse dileyen, Rabbi’ne varan bir yol tutar." (Dehr, (insan) 29) Sorumluluk ise sözlükte, "bir kimsenin, kendi fiilleri ve üzerine aldığı işlerin neticelerini üstlenmesi hâli" olarak tanımlanmıştır. (Türkçe Sözlük, s. 1217) Sorumluluğun bir felsefe terimi olarak da tarifi şöyle yapılmaktadır: •
- "Bir işin cevabını vermekle mükellef olan bir kimsenin mevki veya sıfatı." (Lügatçe-i Felsefe, s. 60S)1
- "Ahlâkî öznenin, kendi eylemlerinin sorumluluğunu üstlenebilmesi durumu."
- "Yaptığı, gerçekleştirdiği şeyi tam bir bilinçle ve özgürlükle yapabilecek olan kişinin durumu."
Sorumluluk kelimesinin bir dinî terim olarak Kur’an-ı Kerim’deki karşılığı, "emanet" sözcüğüdür ve yüklenilmiş sorumluluk anlamındadır:
"Gerçek şu ki, Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar; ondan korktular da o (emanet)nu insan yüklendi. Zaten o, her zaman zulmetmeye ve cehalete yatkın biridir." (Ahzab, 72)
Ayetteki "emanet" kelimesi, "muhakeme" yahut "akıl" ve "irade" anlamındadır. Bu ise iki veya daha fazla hareket tarzı ve eylem biçimi arasında, dolayısıyla iyi ve kötü arasında seçim yapabilme yeteneğidir. (M. Esed, II, 868)
Zemahşerî, ayetteki "insan üstlendi" ibaresini şöyle yorumlamıştır:
"Ama sonra, sahip olduğu akıldan ve nisbî serbest iradeden kaynaklanan ahlâkî sorumluluğa lâyık olduğunu gösteremedi." "Bu, elbette genel insan türüne özgü olup onun bütün fertlerinin mutlaka böyle olduğu anlamına gelmez." (M Esed, II, 868)
Buna göre emanet teriminin anlam içeriğinde iki boyut vardır:
1. boyut: Bütün varlık kategorilerinin insanda mevcut bulunması dolayısıyla insanın bizatihi kendisi kendisine emanettir.
2. boyut: Bütün varlıkların insana emanet edilmesidir, hizmetine verilmesidir.
Sınav konusuna gelince, bu kelime sözlükte "öğrencilerin veya bir işe girmek isteyenlerin bilgi derecesini anlamak için yapılan yoklama, imtihan" olarak tanımlanmıştır. (TDK Türkçe Sözlük, I, 1298) Bu kelimenin sözlükteki mecazî anlamı ise şöyledir: "Direnme, dayanışma, güç gerektiren, sonuçta bir tecrübe kazandıran zor durum." (A.y.)
Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetler, "sınav"a hem sözlük anlamı hem de mecazî anlamı çerçevesinde bir dinî terim olarak açıklık getiren bir içeriğe sahiptir:
"Muhakkak ki ölüm tehlikesiyle ve açlıkla, dünya malının, canının ve (alınteri) ürünlerinin eksikliği ile sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredenlere iyi haberler müjdele ki, onların başına bir musîbet geldiği zaman, "(İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn)/Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz!" derler." (Bakara, 155-156)
"... Ve Allah yaptığınız her şeyi bilir (ey insanlar!) ve hepinizi mutlaka sınayacağız ki, (bizim yolumuzda) üstün gayret gösterenleri ve sabredenleri/sıkıntılara göğüs gerenleri (diğerlerinden) ayırabilelim; çünkü biz, bütün iddialarınızın doğruluğunu) deneyeceğiz." (Muhammed, 30-31)
Yukarıdaki açıklamalarda Kur’an-ı Kerim’e göre yaradılış hikmetinin üzerinde cereyan ettiği üç farklı alandan söz edildi. Kısa kelime tahlillerinde görüldü ki bu üç alan, başlangıçta vurgulandığı üzere, birbirleri ile münasebet halindedirler ve bir bütünlüğe sahiptirler. Şimdi "bu alanlara hayat gerçeği açısından bakıldığında görülen nedir?" sorusuna cevap aramak anlamlı olacaktır.
Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik mânâda vücut kazanırlar. Bu sayede insanın tüm temel kabiliyetlerinin/fıtratının özellikleri, yanları ve ilişkileri organize bir yapı kazanmış olarak hayata katılır.
Bu bütünlüğü şu şekilde daha anlaşılır bir şekilde açıklamak mümkündür:
- icrây-i fiil etmek veya etmemek iktidarındaki insan hayatta karşılaştığı bir iş’in cevabını vermekle mükellef olan bir kimse konumundadır.
- Bu durum kişinin kendi kendisini belirlemesi, denetlemesi, yönlendirmesi ve düzenlemesi durumudur.
- Kişi gerçekleştirdiği bu iş’i tam bir bilinçle ve özgürlükle varolan alternatif eylem tarzları arasında yapar ve seçiminin gereğini de yerine getirir.
- Ahlâkî özne, kendi tercihlerine, akla dayalı kararlarına ve iradesinin buyruklarına göre eylediği bu "iş"in sorumluluğunu üstlenir.
- Sonuçta ahlâkî özne direnme ve güç gerektiren bir zor duruma cevap vermiş olur.
Şimdi, "bu alanlara hayat gerçeği açısından bakıldığında görülen nedir?", sorusuna cevap aramak anlamlı olacak.
Geniş ve derin açıklamalara muhtaç bu soruya kısa bir cevap şöyle olabilir. Hayat sürekli akışı ve değişmeyi bünyesinde barındırdığından insan denen varlık da bu oluşa katılmak durumundadır. Bu sebeple hayattaki her durum, insana meydan okur ve çözülecek bir sorun getirir. Doğal olarak insan bu sürece, hürriyetini, sorumluluğunu ve sınanmasını katarak cevap verir.
Yani herkes, kendi hayatını yaşarken/varoluşunu gerçekleştirirken hayata cevap vermiş olur. Bu cevap verişin temelinde "eylem" hürriyeti, sorumluluk bilinci ile sınandığını bilerek yaşama bilinci vardır. Her bilinçli eylemin temelinde ise bir "seçme" bulunur.
Bu ahlâkî sorumluluğun, anılan çerçeve içinde şu temel fikirlere dayandığı söylenebilir:
"1. Akıllı bir insan varlığının yerine getirmek zorunda olduğu ve yerine getirebileceği eylemler vardır.
2. Bu eylemleri gerçekleştirmeme, yerine getirmeme cezayı gerektirebilir.
3. Buna karşın bu eylemleri yerine getirme ise, kişiyi ödüllendirebilir, onurlandırabilir ya da övgüye değer biri yapabilir." (A Cevizci, s. 625)
Bu neden böyledir?
Çünkü insan, hayatına anlam ararken hür bir varlık olarak insanın motiflerinin davranış ya da eylemlerinin sebepleri olduğunun, bu motiflerin ödül ve ceza türünden şeylerle etkilenebileceğinin tam olarak farkına varmaya çalışmaktadır. Ayrıca "hürriyetin sınırlan"nı, "neye karşı, kime karşı, sorumlu olduğumu, "seçimlerinin sonuçlarının neler olabileceği"ni anlaması, insanı hayatın sınırlılığı ve eylemlerinin/ürettiklerinin belirleyiciliği ile karşı karşıya getirir, insan böylece hürriyet, sorumluluk ve sınanma bilincini diri tutmayı başarır, hayattan kopmadan varoluşunu gerçekleştirir.
İşte bu sebeple Yüce Allah, insanın hayat tarafından imtihan edilmesinde hürriyet-sorumluluk-sınanma bilincini diri tutan, insanın anlam arayışında fıtratının dengesini ve düzenini gözeten mesajını peygamberleri aracılığıyla insanlara göndermiş, insanın yeryüzünün halifesi olduğunu beyan etmiştir:
"Ve dünya üzerinde ne varsa sizin için yaratan, plan ve tasarımını göklere uygulayıp onları yedi gök şeklinde düzenleyen O’dur; ve yalnızca O’dur her şeyin tam bilgisine sahip olan. İşte o zaman Rabbin meleklere: "Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini (bir halife) yaratacağım!" demişti..." (Bakara, 29-30)
"Zira O, sizi dünyaya mirasçı (halife) yapmış, ve bazınızı diğerlerinize derecelerle üstün kılmıştır ki, bahşettiği şeyler aracılığıyla sizi sınayabilsin..." . (En’am, 165; Ayrıca bkz. Nemi, 62 ve Fâtır, 39)
Bu sebeple Kur’an-ı Kerim, insanın fıtratını oluşturan unsurların vahiyle anlam kazanmasını dileyen bir içeriğe sahiptir.
"Sizi boş ve anlamsız bir oyun için yarattığımızı ve Bize dönmek zorunda olmadığınızı mı sanıyordunuz?" (Mü’minûn, 115)
"O, Kur’an’ı (insana) öğretti. O, insanı yarattı; ona açık ve berrak şekilde düşünmeyi ve konuşmayı öğretti." (Rahman, 14)
Buna göre Kur’an-ı Kerim’in temel konularını insan merkezli bir anlayışla şu şekilde açıklamak mümkündür:
1. Allah-Âlem münasebeti 2. Allah-insan münasebeti a. Ontolojik münasebet b. Bilgisel münasebet c. Varoluşsal münasebet
3. insan-insan münasebeti a. Ahlâkî münasebet b. Hukukî münasebet
4. İnsan-Âlem münasebeti. (Halis Albayrak, Tefsir, Usûlü, s. 71-88. Bu uygulamanın ayrıntıları için anılan esere bakınız)
Kur’an’ın bu benzersiz içeriğinin ilk inen ayeti, anılan münasebetlere dair ayetlerdeki "bilgi"yi, "nasıl ve niçin" kullanacağına dair bir ilkeyi içerir:
"Oku, yaratan Rabbin adıyla, insanı bir yumurta hücresinden yaratan! Oku, çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibi’dir, (insana) kalemi kullanmayı öğretendir, insana bilmediğini belleten!" (Alâk, 1-5)
Bir diğer ayette ise, bu ayetteki insanın biyolojik kökeninin basitliği ile zihnî ve ruhî potansiyelinin zıtlığının gerisinde bulunan bilinçli bir planın ve amacın varlığına işaret edilmektedir:
"Hükümranlığın sahibi olan Allah kutludur, yücedir; O, her dilediğini yapmaya kadirdir. O, hem ölümü hem de hayatı yaratmıştır ki, sizi sınamaya tâbi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin) ve yalnız O’(nun) kudret sahibi ve çok bağışlayıcı (olduğuna sizi inandırsın)." (Mülk, 1-2; Ayrıca bkz. Hûd, 7; Kehf, 7)
Ayetteki "ahsenu amelen/davranış yönünden en iyi olan" ibaresi, ism-i tafdîl (en üstünlük ismi) olarak kullanılmıştır. Bunun anlamı, her insanın ilim ve amel/eylem aşamalarında çaba göstermesi gerektiğine dikkat çekmek ve uyarmaktır. (M. Vehbi, Hulesâ- tü’l Beyân, V-VI, 2291)
Hz. Peygamber bu ayetteki "ahsenu amelen"in birinci şartı olarak "en güzel akıl" ilkesini söylemiştir:
"Hanginiz akılca en güzel ve Allah’ın mehâri- minden (yapılmasına izin vermediği şeylerden) en çok sakınan ve Allah’a ibadette en çabuk hareket eden olacak?" (Taberî, Tefsir, XV, 250)
Ibn Kesîr bu çerçevede şu yorumu yapmıştır:
"Allah Teâlâ, hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için buyurmuş, hanginizin daha çok ameli olduğunu denemek için buyurmamıştır." (ibn- i Kesîr, (ö. 1372) Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsîri, Çağrı Yay., İstanbul, 1986, XIV, 7984)
Elmalılı M. Hamdi Yazır ise ayette en güzel davranış/eylemin tarif edildiğini ve bunun birinci şartının da en güzel akıl olduğunu belirtmektedir. Ona göre en güzel akıl, "iyi ve kötüyü ayırt etme, idrak güzelliği ve güzelce kendini bilip, kendi istek ve arzularına göre hareket etme (ihtiyar)"dir. Bu sebeple akıl, yiyeceği rızkı değil, yaratılış hikmeti olan en güzel davranış/eylem (ahsen-i amel)’i düşünmeli ve Allah’ın rızasına lâyık en güzel ameli/eylemi seçmelidir ki sınav sonunda kendini kurtarabilsin. (Elmalılı, Tefsir, IV, 2761)
Netice itibariyle, "sınav hayatın neresinde?" sorusunun cevabını, "sınav, hayatın her yerinde ve ânında; yani sınav hayatın ta kendisidir" olarak ifade etmek mümkün görünmektedir.