Makale

Gaybı kim bilir?

Gaybı kim bilir?
Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Halid b. Zekvân’ın naklettiğine göre hanım sahabilerden er-Rubeyyi’ binti Muavviz bin Afrâ ona şöyle dedi: “Ben gelin olduğum zaman Peygamber (s.a.s.) düğünüme geldi. İçeriye girdi ve senin benim yanıma oturduğun gibi, döşeğimin üzerine oturdu. Bu sırada kızlar bizim için def çalmaya ve babalarımızdan Bedir günü şehit olanların menkıbelerini söylemeye başladılar. Onlardan birisi, ’içimizde bir Peygamber var ki, o, yarın ne olacağını bilir’ dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.s.) kıza, ‘Sen bunu bırak da söylediğin şeyleri söylemeye devam et!" buyurdu. (Buhârî, Nikah, 49.)


Hadisin başka bir tarıkında Hz. Peygamber’in, “Bu söze gelince, bunu söylemeyiniz. Yarın ne olacağını Allah’tan başka kimse bilmez” dediği nakledilmiştir. (İbn Mâce, Nikah, 21.) Hadis, bir hanım sahabinin düğününe katılarak onun mutluluğuna ortak olan sevgili peygamberimizin, kendisiyle ilgili, belki de beklemediği bir niteleme karşısında, insanların yanlış algılamalarını önleyecek bir uyarısını içermektedir. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde insanın “gayb”ı, yani, müşahede (gözlem) alanı dışında kalan şeyleri bilemeyeceği, bu bilginin sadece Allah’a ait olduğu ifade edilmiştir. (Enam, 50; Neml, 65; Cin, 26.) Bu kapsama peygamberler de dahildir. Ancak Allah’ın elçileri olmaları sıfatıyla peygamberler için bir istisna getirilmiş ve onların gayb bilgisine ancak Allah’ın izniyle muttali kılınacakları belirtilmiştir. (Cin, 26-27.) İlgili ayetlerde, Cenab-ı Hakk’ın, seçtiği (tercih ettiği) peygamberler hariç, gaybını kimseye izhar etmediği ifade edilmiştir ki bunun da Allah’ın vahiy yoluyla elçilerine gönderdiği ve onların da insanlara tebliğ ettikleri ilahî mesajlar olduğu anlaşılmaktadır. Cenab-ı Hak sevgili elçisine geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatırken “İşte bunlar sana vahy ettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin.” buyurmuştur. (Hûd, 49.) “Gaybın anahtarlarının kendi katında olduğunu ve bunları sadece kendisinin bileceğini” bildiren Cenab-ı Hak (En’âm, 59.), kendisinden olağanüstü şeyler bekleyen kimselere karşı elçisinin, “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ‘ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana gönderilen vahye uyuyorum.” şeklinde cevap vermesini istemiştir. (En’âm, 50.) Başka bir ayette, kıyametin ne zaman kopacağını soranlara cevaben, “De ki: O’nun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vakti geldiğinde ancak o ortaya çıkaracaktır.” (A’raf, 187.) demesi istenmiş ve kendisini bir kahin gibi görenlere görevini şu şekilde hatırlatması talep edilmiştir: “De ki: Allah dilemedikçe ben kendime bir fayda sağlama ve bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana bir kötülük de dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.” (Â’raf, 188.) Bu ayetleri teyit eden bir hadisinde Hz. Peygamber, sahabi Osman b. Maz’un’un vefatında, onun Allah’ın kerem ve inayetine mazhar olduğunu kesin bir dille ifade eden Ümmü’l-Alâ’ adındaki bir hanım sahabiye uyarıda bulunmuş ve “Allah’a yemin olsunki ben Allah’ın elçisi olduğum halde bana ne yapılacağını bilmiyorum.” demiştir. (Buhârî, Cenâiz, 3.) Bu konuda yanlış kanaate sahip olduklarını düşündüğü bazı kimselere karşı bir uyarıda bulunan Hz. Aişe de, “Allah Rasulü’nün yarın ne olacağını bildiğini iddia eden kimse Allah’a büyük bir iftirada bulunmuş olur, çünkü Allah, ‘De ki, göklerde ve yerde olan gaybı Allah’tan başka kimse bilmez.’ (Neml, 65.) buyuruyor.” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’ân, 6.) demiştir.

Sevgili Peygamberimiz, bir insan olarak, gündelik hayatında karşılaştığı, kendisinin bilgisi ve müşahedesi dışında cereyan eden birçok olaydan doğal olarak haberdar olmamış, ancak olayın mahiyetini öğrendikten sonra bilgi sahibi olabilmiştir. Örneğin, “ifk” (Hz. Aişe’ye atılan iftira) olayında, (Bkz. Buhârî, Megâzî, 34.) işin mahiyetini bilemediği için, Hz. Aişe’yi tezkiye eden ayetler (Nur, 11-18.) gelene kadar hem kendisi, hem de sevgili eşi bir ay boyunca üzüntü ve sıkıntı içinde kalmışlardır. Huzuruna davalı olarak gelen kimseleri kendisini etkileyecek ve yanıltacak şekilde hilâf-ı hakikat beyanda bulunmamaları konusunda uyarmıştır. (Buhâri, Şehâdât, 27.) Hudeybiye anlaşması öncesinde kendi temsilcisi olarak müşriklere gönderdiği Hz. Osman’ın dönüşünün gecikmesi ve öldürüldüğü haberlerinin gelmesi üzerine, başına ne geldiğini bilmediği için, öldürülme ihtimalini düşünerek Rıdvan bey’atini gerçekleştirmiştir. (İbn Hişam, es-Sire, 3/202.) Tebük seferine gitmemek için mazeret beyan edenlerin gerçek niyetini bilmediği için onlara izin vermiş ve bu konuda Cenab-ı Hakk’ın uyarısına muhatap olmuştur. (Tevbe, 42-43.) Çevresinde, tutum ve davranışlarından dolayı tanıdığı münafıkların yanı sıra, kendisinin bilmediği, fakat Allah’ın bildiği olan münafıkların da bulunduğu Kur’an’da açıklanmıştır. (Tevbe, 101.)

Emsali çoğaltılabilecek bu tür örnekler Allah Rasulünün, kendisine haber veren kaynaklar olmadıkça, bizzat şahit olmadığı olaylar hakkında bilgi sahibi olmadığını göstermektedir. Bu haber kaynakları çoğu zaman beşerî, bazen de ilahî menşelidir. İlahî kaynaklı olanların çoğu Kur’an’da zikredilmiştir. Kur’an dışında kalan ve sayısı fazla olmayan ilahî bildirimlerin hemen tamamının aynı zamanda beşerî yollardan da Hz. Peygamber’e ulaştırıldığını gösteren örnekler kaynaklarımızda mevcuttur. (Geniş bilgi için bkz. M. Said Hatiboğlu, Hz.Peygamber ve Kur’an Dışı Vahiy, Otto Yayınları, Ankara-2009.)

Kur’an’daki ilgili ayetler ve bunları teyit eden, burada yorumunu yaptığımız ve zikrettiğimiz hadislere rağmen, Kur’an gibi eşsiz bir ilahî mesajla gaybın kapıları kendisine açılan Hz. Peygamber’e âdeta bu yeterli görülmemiş, kendi vefatından sonraki tarihî gelişmelerin ortaya çıkardığı pek çok olay ona isnad edilerek bu konuda da istismar edilmekten çekinilmemiştir. Bu isnatta en büyük dayanak onun Allah ile iletişim halinde olan bir peygamber oluşu keyfiyetidir. Allah Rasulü, kendinden sonra ortaya çıkan birçok siyasi, sosyal ve dinî gelişmelerden haber vermiş ve bunlarla ilgili değerlendirmelerde bulunmuşsa, yani geleceğe ait gayptan konuşmuşsa, herhalde bunu Allah’dan aldığı bilgi sayesinde yapmıştır. Bu varsayımdan hareketle makulleştirilen ve hiçbiri de Hz. Peygamber’in yaşadığı döneme ait olmayan yüzlerce gaybî haber kaynaklarımıza girmiş bu ve bunları din zanneden samimi müminlerin yanılmasına, istismarı amaçlayan art niyetli insanların elinde de hem Allah Rasulü’nün hem de onun tebliğ ettiği İslam Dini’nin yanlış tanınmasına yol açmıştır. Sabahtan akşama kadar irat ettiği bir hutbeyle kıyamete kadar olmuş ve olacak herşeyi haber verdiği bildirilen bir peygambere (Müslim, Fiten, H.No: 25.) isnat edilen gaybî rivayetlerin hemen tamamının hicri 1. asra ait olması, isnat incelemesinin henüz devreye girmediği bu dönemde Allah Rasulü’nün ne büyük bir istismara maruz kaldığının göstergesidir. İslam tarihinin sonraki dönemlerinde ortaya çıkan ve Allah’la sürekli iletişim halinde oldukları için insanların kalplerinden geçeni bile okudukları varsayılan kişilerin, Cenab-ı Hakk’ın, elçilerine bile vermediği bir özelliğe sahip olma iddiasında bulunduklarına dikkat edilmelidir. Bu durum, Hz. Peygamberi ve misyonunu, onun insanlara tebliğ ettiği Kur’an çerçevesinde anlayıp değerlendirmenin ve buna ters düşen nakilleri ona isnat etmekten sakınmanın veya en azından ihtiyatla karşılamanın ne kadar önemli olduğunu açıkça göstermektedir.