HZ. PEYGAMBER’ÎN MEDİNE DÖNEMİNDE TESİS ETTİĞİ KARDEŞLEŞTİRME (MUÂHÂT) PROJESİNİN GÜNÜMÜZ BİREYSEL VE TOPLUMSAL HAYATI AÇISINDAN ÖNEMİ VE ANALİZİ*
Saffet SANCAKLI**
Özet:
Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde ilk yaptığı işlerden birisi Mekkeli Muhacirlerle Medineli Ensar arasında kardeşleştirme (muâhât) projesini uygulamaya koymak olmuştur.
Muâhât, dünyada bir benzeri bulunmayan, din kardeşliğine dayalı özel bir kardeşleştirme olayıdır. Bu proje, Medineli Müslümanların, çeşitli zorluk ve sıkıntılara katlanarak kendi yurtlarına sığınan Muhacirlere karşı gösterdikleri fedakârlık ve feragat örneğidir. Bunun sonucunda Muhacir ve Ensar birbirleriyle öyle kaynaşmış ve bütünleşmiş ki, sanki tek vücut haline gelmişlerdir. Günümüzde de çeşitli afetlere ve sıkıntılara maruz kalan Müslümanların, bu kardeşleştirme projesinden ilkeler planında azami derecede faydalanmaları söz konusudur. Biz bu konuyu makalemizde bireysel ve toplumsal hayat açısından analiz etmeye çalıştık.
Anahtar Kelimeler: Hz. Peygamber, Ensar, Muhacir, Muâhât (kardeşleştirme).
The Analysis And the Significance of the Project of Reviving the Quality of Being Brothers Which Divine Prophet Muhammad (Pbuh) Created Among Believers During The Medina Period in the Face of Contemporary Individual and Social Life
Abstract:
One of the first activities Divine Muhammad (pbuh) did when he had migrated to Medina was to revive the sense of brotherhood among Immigrants from Makkah and the Helpers in Medina (Ensar).
Reviving the quality of being brothers (Muâhât) is a unique understanding of creating a sense of brotherhood among believers. The sense of being brothers stems from the fact that the believers in Medina were very enthusiastic in helping those believers who immigrated to their own city-Medina - after they had experienced lots of hardness and discomfort. As a consequence, Medina believers and the believers who had migrated to there integrated
To each other and created a social union. Today Muslims facing many natural catastrophes such as earthquakes, floods and starvation are not far from the capability of creating a similar sense of brotherhood in overcoming those difficulties. Therefore, this study is about a contemporary version of the quality of being brothers in the contemporary life.
Key Words: Divine Muhammad (pbuh), The Helpers ( Ensar), Immigrants, The quality of being brothers (Muahat).
* Bu çalışma Konya’da düzenlenen “Sünnetin Bireysel ve Toplumsal Değişimdeki Rolii ”(11-12 Mayıs, Konya, 2007) isimli sempozyumda sunulmuş tebliğin makale formatına getirilmiş halidir.
Giriş:
Muâhât kelimesi, Arapça’da “uhuvve” (kardeşlik) kökünden türemiş olup, “biriyle kardeş olmak, birini kardeş edinmek” gibi manalara gelmektedir. Genel olarak üç çeşit kardeşlikten söz edilir: Kan kardeşliği, din kardeşliği ve insanlık kardeşliği. Bunlardan en üstün olanı din kardeşliğidir. Islâm dini, mensuplarını din kardeşi olarak ilan etmiştir. Muâhât ise din kardeşliğine dayalı özel bir kardeşleştirme olayıdır ki, bir benzeri bulunmamaktadır.
Günümüz dünyasında yaşanılan çok değişik sıkıntılar (savaş, göç, deprem, sel, tusu- nami vb. afetler) karşısında bireysel ve toplumsal hayat açısından fedakârlık ve feragat örneği teşkil edecek olan Hz. Peygamber’in gerçekleştirdiği muâhât (kardeşlik) uygulamasını günümüz değerleri açısından ele alarak önemini ve analizini özellikle hadis, siyer, tefsir kaynaklarına ve konuyla ilgili günümüz araştırmalarına yer vererek incelemeye çalışacağız. Mezkur konu üzerinde müstakil olarak yeterince çalışılmadığı kanaatindeyim. Üstün ahlâkî niteliklere sahip bir peygamberi hayatın her safhasında örnek almak ve onun örnekliğini her yönüyle topluma anlatmak, benimsetmek dinin bir gereğidir. O, insanların kardeşlik, yardımlaşma, paylaşma, iyilik, şefkat ve merhamet gibi duygularını geliştirmiş, onlara insanlığın mana ve gayesini öğretmiştir.
ilk Islâm toplumu tesis edilirken uygulanan muâhât (kardeşlik) sözleşmesi, daha sonraki Müslümanların kıyamete kadar örnek alacağı bir projedir. Çünkü ilk Islâm toplumu, sonraki Müslümanlar için her açıdan örnek ve ideal bir toplumdur, tik İslâm top- lumunun oluşumunda kardeşleştirme projesinin ne derece rol oynadığı ve öneminin boyutları konu incelendiğinde anlaşılmaktadır.
Kardeşleştirme süreci, Müslüman topluluğun zor ve sıkıntılı anlarda dayanışma, yardımlaşma ve sosyalleşmede nasıl bir noktaya geldiğinin bir göstergesidir. Bu projeden günümüz bireysel ve toplumsal hayatta benimsenip uygulanacak birçok evrensel içerikli ilkeyi çıkarmamız mümkündür.
I- Hicret Olgusu ve Önemi
Hicret olayı, Islâm öncesi ümmetlerde de var olan bir olgudur. Kur’ân-ı Kerim ve hadislerin bildirdiğine göre önceki ümmetlerde de inançlarından ötürü kavimlerin baskısı ve zulmü neticesinde birçok peygamber, kendisine inananlarla beraber kendi yurtlarını ve yaşadıkları toprakları terk ederek hicret etmiştir. Peygamberimizle devam etmiş olan hicret olayı, şartları tahakkuk ettiğinde kıyamete kadar sürecek olan bir olgudur.
Islâm geldikten sonra 13 yıllık Mekke döneminin şartları ve toplum yapısı Medine’ye nispetle çok yönlü farklılıklar arz etmektedir. Mekke döneminde yaşanılan sıkıntı, baskı ve tahakküm, Hz. Peygamber’i ve ona inananları bunaltmış ve bundan kurtulma çareleri aranırken Medine ortamının olumlu şartlan hicret etmeye onları cezp ederek, Allah’tan gelen izin doğrultusunda hareket edilerek kutlu hicret eylemi gerçekleşmiştir. Mekke dönemindeki olumsuzluklar ve güvensizlik ortamı, Müslümanları küçük bir dinî topluluk veya azınlık denebilecek küçük bir cemaat olmaya mahkum etmişti. Hz. Peygamber de bu cemaatin lideri konumunda idi. Mekke ortamı, Müslümanların bir toplum olmalarına, kurumsallaşmalarına ve genişlemelerine engel teşkil ettiğinden zorunlu olarak bir çıkış yolu aranıyordu. Habeşistan’a yapılan kısmi hicret bu arayışın bir sonucudur. Hz. Peygamber’in Taife gitmesi de bu açıdan bir nevi zemin yoklamasıy- dı. Çünkü Islâm dininin hiçbir engel olmaksızın özgür bir ortamda tebliğ edilmesi, gelişmesi-ve genişlemesi gerekiyordu. Peş peşe yapılan Akabe biatleri neticesinde Medine ortamının buna müsait olduğu anlaşılarak akabinde hicret gerçekleşti. Müslümanlar o şartlarda ve o kaos içerisinde Mekke’de daha uzun bir süre kalamazlardı. Medine olmasaydı büyük bir ihtimalle başka bir yer olacaktı. Dolayısıyla hicret, Islâm dininin özgür bir ortamda yaşanması, kurumsallaşması ve dünyaya açılması için yapılan onurlu ve kutsal bir eylemdir. Asla bir kaçış olayı veya korkaklık değildir. Hicret, Islâm tarihinin en büyük olaylarından biridir. Buradaki olayın büyüklüğünü göçün kendisinde değil, göçü izleyen günlerde kurumsallaşma adına yapılan faaliyetlerde aramak gerekir.
Hicret, Hz. Peygamber’in risâlet görevini daha iyi şartlarda yerine getirmesini ve İslâmiyet’in yayılmasını sağlayan en önemli bir olaydır.1 Dolayısıyla hicret emri çıkınca herkes bu emre uyarak aileleri ile birlikte hicret etmiştir.2 Islâm âlimleri, o dönemde hicretin farz olduğu görüşündedirler.3 Hicret edenlerin arasında mevki sahibi ve zengin olanlar da vardı. Ancak bunlar (çoğunlukla), Mekke’den gizlice hareket ettikleri için Medine’ye bir şey getirememişlerdir.4
Hicret bir çağrıdır. Mekkeli Müslümanlar inançları uğruna her şeylerini yani vatanlarını, mallarını, ailelerini, kültürlerini geride bırakarak bu kutsal çağrıya gönülden, fe- dakârane bir şekilde icabet etmişlerdir. Müşriklerin engellemelerine rağmen ecrine ve faziletine inanılarak bu çağrı hedefine ulaşmıştır. Allah için yapılan hicretin fazileti ve ecri pek çok âyet-i kerimede zikredilir.5
Müslümanlar, Mekke’de küçük, hatta “azınlık” denebilecek bir topluluk/cemaat oluştursalar da içlerinde belli rol ve statüye sahip oldukları ve rahatça işlev görebilecekleri, teşkilatlı özgür bir toplum niteliği taşımamaktaydılar. Toplum olmanın gereği birçok şeyden mahrum küçük bir dinî topluluk olmaktan çıkıp sosyo-kültürel, siyasal, ekonomik yönlerden bir toplum formasyonu kazanmaları, baskı ve tecrit altında yaşadıkları Mekke’den hicret edip Medine’de yaşamaları ile birlikte gerçekleşmiştir. Tarihçilerin İslâm tarihini Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesiyle başlatması, yine Hz. Ömer’in resmi olarak İslâm takvimini hicretle başlatması bu sebepledir. Sonraki dönemde İslâm toplumu olarak adlandırılacak olgunun çekirdeğini oluşturduğu söylenen Muhacir ve Ensar grubu da bu dönemde ortaya çıkmıştır.6
Hicret öncesinde Akabe mevkiinde tamamen dinî etkenlerle Hz. Peygamber’e biat eden Medineli Evs ve Hazrec kabileleri mensuplarının, merkezi otoriteden mahrum olan Medine’de düzen ve barışın sağlanması için Hz. Peygamber’in hicretinden çok şey umdukları bilinmektedir.7 Hz. Peygamber’in, Medine’ye geldiğinde bireysel ve toplumsal hayat açısından gerçekleştirdiği çok önemli faaliyetler arasında aynı dine inanan insanların kardeşlik üzere hareket etmelerini sağlamış ve Muhacir ile Ensar arasında muâhât (kardeşlik) antlaşmasını gerçekleştirmiştir. Bununla beraber çeşitli dinlere mensup insanların barış içerisinde ve bir arada yaşamalarını sağlayan Medine vesikasının hazırlanması/yürürlüğe konması, Yahudilerle değişik antlaşmalar yapılması, Mescid-i Nebevî’nin inşası, ezanın belirlenmesi, sınır tesbiti, nüfus sayımı, bir pazar yerinin tesisi, Suffe okulunun tesisi, sosyal hayat açısından fevkalade önemli işlerdendir. Dolayısıyla hicretten sonra Medine’de hızlı bir değişim, dönüşüm ve toplumsallaşma süreci yaşanmıştır.
D- Muhacir ve Ensar Kavranılan
Mekke döneminde Hz. Peygamber’e ve tebliğ ettiği dine inananlara Müslüman deniliyordu. Hicretle beraber sosyal hayatta ilk defa Muhacir (göç edenler) ve Ensar (yardım edenler) tabirleri kullanılarak/bir ayırıma gidilerek gündeme gelmiş ve bu tabirler Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde övgüyle zikredilmiştir. Müslümanlar artık bu tabirler ön plana çıkarılarak zikredilmeye başlanmıştır.
Özellikle “Ensar” tabirinin ortaya çıkışı daha da dikkat çekicidir. Medine’de Arap olan ve birbirleriyle sürekli kavgalı bulunan Evs ve Hazrec kabileleri kendi aralarında bir türlü barış sağlayamamış, kan davaları o derece korkunç boyutlara ulaşmıştı ki, bu iki kabile neredeyse tarih sahnesinden silinecek duruma gelmişti. Allah Teâlâ, onların bu durumunu ateş çukuruna benzetmiştir.8 Bu iki kabile arasında meydana gelen savaşlarda birbirini öldürmek suretiyle tükenecekleri bir sırada Allah hidayetini lütfedip Islâm sayesinde onları kurtardı ve kardeş topluluklar haline getirdi. Akabe biatlerine her • iki kabileden de katılanlar olmuştur. Böylece Evs ve Hazrec, birbirleriyle kenetlenerek İslâm’a girmekte âdeta birbirleriyle yarıştılar. İslâm’ın birleştirici şemsiyesi altında “Ensar” adıyla, Islâm toplumunun şerefli bir kesimini oluşturdular.9 Yahudiler, bu iki kabilenin birleşerek kendilerinin karşısında bir güç olmasını istemediklerinden bu iki kabilenin arasını açık tutmaya çalışıyorlardı. Bu iki kabile arasında hicretten beş yıl öncesine kadar bitip tükenmek bilmeyen savaşların tam 120 yıl sürdüğü nakledilir.10 Bu iki kabile arasında en son savaş hicretten beş veya altı yıl önce Buâs denilen yerde cereyan etmiş ve pek çok kişi ölmüştü. Hazrec ve Evs, Islâm’ı tanıyınca bu yeni din sayesinde aralarındaki düşmanlığın kalkacağını ümit etmişlerdi.11 Hicretle beraber Müslümanlığın kabul edilmesi sonucunda Evs ile Hazrec arasında yıllardır devam eden savaşlar ve düşmanlıklar da böylece son bulmuştur. Ensar, Hz. Peygamber ve Muhacirlerin Medine’ye hicretlerine imkan sağlamanın bir sonucu olarak Islâm tarihinin seyrini değiştirmiş, Medine’de ilk Islâm devletinin kurulmasına da zemin hazırlamıştır.12 Ibn Hişam’ın (Ö.218/833) belirttiğine göre Bedir savaşına katılanların 83’ü Muhacir, 61’i Evsli, 170’i ise Hazredi Ensar idi.13 Bu rakamlar incelendiğinde bizlere bazı mesajlar vermektedir.
Bir rivayete göre Ensar adının kendilerine ilk defa kim tarafından verildiği sorulunca Enes b. Mâlik “Bu ismi bize Allah koydu.” demiştir.14 Bu,iki kabile İslâm’la müşerref olduktan sonra “Ensar” adıyla övülmüş ve saygın bir konuma yükselmiştir. Kur’ân’ın muhtelif yerlerinde övülen Ensar bundan sonra da tüm İslâm tarihi boyunca bu tabirle anılmıştır. Günümüzde de bu tabirleri hâlâ kullanıyoruz.
Muhacirun denince Allah ve Rasûlüne iman eden ve inançları sebebiyle Mekkeli müşrikler tarafından çeşitli eziyetlere uğratılan ve yurtlarından çıkmaya mecbur bırakılan kimseler akla gelmektedir.15 Özellikle ikinci hicrette Medine’ye hicret edenler kastedilmektedir. Onlar da Islâm’ın ilk dönemlerinden itibaren Hz. Peygamber’in yanından ayrılmamış, Mekke’deki tüm olumsuzlara ve sıkıntılara karşı sabırla göğüs germiş, daha sonra da Hz. Peygamber’le birlikte dinleri uğruna kendi öz vatanlarını terk etmişlerdir. Hz. Peygamber’in duâlarına mazhar olan bu iki zümrenin ortak özelliği, Allah Ra- sulüne büyük bir sadakatle bağlı olmaları ve bu samimi bağlılıklarından ne pahasına olursa olsun asla dönmemeleridir. Kur’ân’da onların faziletleri anlatılırken bazı âyetlerde yan yana zikredildikleri gibi, ayrı ayrı da zikredilmişlerdir.16 Dolayısıyla onlar, hem Kur’ân-ı Kerim’de, hem de hadislerde övülmüş, faziletleri anlatılmış ve örnek alınmaları vurgulanmıştır.17 Her iki kesim de Islâm’ın yayılması için canlarıyla, mallarıyla mücadele ederek her şeylerini ortaya koymuşlardır. Daha sonraki nesiller arasında köprü vazifesi görmüşler, Asr-ı saadetin altın nesli olarak tarihe geçmişlerdir.
m- Ensar ve Muhacir Birlikteliği Bağlamında Muâhât (kardeşlik) Projesi
Hz. Peygamber ve arkadaşları Medine’ye geldiklerinde Medine’de parçalı ve çoklu bir yapı vardı. Medine nüfusunun hemen hemen yarısını Yahudiler teşkil ediyordu.18 Hicret gerçekleştiğinde şehirde yaklaşık 6.000 müşrik Arap, 4.000 Yahudi, 50 civarında da Hristiyan Arap vardı.19 Buna göre Medine takriben 10.000 nüfusa sahip olan bir şehirdi. Müslümanların sayısı ise yapılan nüfus sayımında 1.500 civarında idi.20 Ancak hicretle beraber, Medine’ye yerleşenler çoğalmıştı. Artık Medine nüfusu, sadece Evs, Hazrec ve Yahudilerden ibaret olmayıp, Kureyş ve Arap kabilelerinden gelen Muhacirlerden oluşuyordu. Medine toplumunun temelleri, yavaş yavaş akidevî ölçülere göre şekil değiştiriyordu. Bilahare toplumu mü’minler, münafıklar ve Yahudiler oluşturmaya başlamıştı.21 Böylece Medine’de ilk defa mü’minler de var olduklarını gösteriyorlardı. Müslümanlar aynı zamanda ilk defa Mekke dışından bir toplulukla birleşerek büyük bir güç olma yoluna girmiş oluyorlardı.
Aslında kardeşleştirme her ne kadar iki kişi arasında yapılmış olsa da esas amaç, Muhacir ve Ensar arasında yani iki grup arasında gerçekleştirilmiştir. Onlar arasındaki kardeşlik İslâm kardeşliği çerçevesinde sürmüş ve Hz. Peygamber de bu kardeşliğe sürekli vurguda bulunmuş, aralarındaki dengeyi her zaman gözetmiştir. Dolayısıyla Mu- hacir-Ensar birlikteliği İslâm toplumunun temellerini oluşturmuştu.
Mekke’den Medine’ye hicret gerçekleştiğinde sosyal dayanışma adına atılan önemli adımlardan biri olan Muhacir ile Ensar arasında kardeşleştirme projesinin hayata geçirilmiş olması o zaman için fevkalade önemli bir olaydır.22
Kardeşleştirmenin rastgele seçilen iki kişinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmadığını; bilakis hicretten sonra bir süre zarfında Hz. Peygamber’in Müslümanları iyice tanıyarak, durumlarını inceleyerek ve onlar arasında ortak vasıflar bularak bunu gerçekleştirdiğini belirtmek gerekir.23 Bu kardeşlik, kan kardeşliğinin ötesinde sevgi, saygı ve fedakârlığa dayalı bir din kardeşliğidir. Bu aynı zamanda sosyal ağırlıklı olan bir harekettir. Dolayısıyla insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir sosyal dayanışma örneğidir. Medine toplumunda bunun izleri o kadar derindi ki, İslâm’ın yayılması çalışmasında Müslümanlara son derece yardımcı olmuştur.24 Muhacir ve Ensar birbirleriyle öyle kaynaşmış ve bütünleşmiş ki, sanki tek vücut haline gelmiştir. Bunun yanında Muhacirler Islâm’ı daha iyi bildiklerinden Ensar’a bildiklerini öğreterek aralarında hoca-talebe ilişkisi de cereyan ettiği gibi, her türlü maddi-manevi yardımlaşma olayı da gerçekleşmiştir.
Böylece Muhacirlerin de Medine’de bir evleri oldu, aynı ailenin bir ferdi olmuşlardı. Kardeşleştirmenin sağladığı psikolojik rahatlık sadece bununla kalmıyor, gariplik ve hasret duyguları da asgariye indiriliyordu.25 Ensar’dan biriyle kardeşleştirilmeyen hiçbir Muhacirin kalmadığı rivayet edilir.26 Daha sonra Muhacirler, kardeşleştirme yoluyla elde ettikleri bütün mallan ellerinde imkan olduğu zaman manevi kardeşlerine iade etmişlerdir.27 İade işi Hayber fethini müteakip günlerde gerçekleşmiştir.28 Bu da onların ne kadar vefalı olduklarını göstermektedir. ,
IV- Konunun Kaynaklar Bağlamında Analizi
Konuyu kaynaklarda incelediğimizde kardeşlik projesiyle ilgili bazı konularda ihtilafların söz konusu olduğunu görmekteyiz. Örneğin, kardeşleştirme olayının nerede, ne zaman, kaç kişiyle gerçekleştiği ve nasıllığı konusunda bazı farklı görüşler ve farklı rivayetler söz konusudur. Biz, yazımızda bu tür teknik ayrıntılara ve ihtilaflara girmeden daha çok konunun bireysel ve toplumsal bazda analizini ve önemini gündeme taşımayı ve bu bağlamda konu üzerinde durmayı yeğliyoruz.
Muhacirler, her şeylerini geride bırakarak Medine’ye geldiklerinde bir süre evlerde misafir olarak kalmışlar, ancak bu misafirliğin uzun sürmesi, onların onurlarına dokunmuştu. Bu durumdan bir an önce kurtulmak istiyorlardı. Çünkü onlar çalışarak, emek sarf ederek hayatlarını kazanmaya alışmışlardı. İşte bu süreçte Hz. Peygamber devreye girerek Mekkeli ve Medineli bütün aile reislerini bir araya getirerek büyük çaplı bir toplantı yaptı. Muhacirlerin bu durumu bir çözüm olarak Muhacirlerle Ensar arasında kardeşlik (muâhât) sözleşmesini hayata geçirdi. Buna göre Ensar’dan olanlar, Muhacirlerden bir aileyi yanlarına alarak iki kardeş gibi birlikte çalışıp kazançlarını bölüşeceklerdi. Bu manevi kardeşlik tarafların birbirlerine varis olmasına kadar gidiyordu.29 Buna “özel kardeşlik akdi” de denebilir.30 Yukarıda sözünü ettiğimiz ihtilaflardan birisi kardeşliğin hangi tarihte yapıldığıyla ilgilidir. Medine vesikasından önce mi, sonra mı yapıldığı konusunda ittifak sağlanamamıştır.31 Ancak hicri birinci asırda yapıldığı kabul görülen genel bir görüştür. Hicretten yaklaşık olarak da beş ay kadar sonra gerçekleştiği ifade edilmektedir.32
Böylece Ensar’dan Enes b. Mâlik’in evinde gerçekleşen bu kardeşleştirme ile kişilerin kendileri belirlenerek birbirleriyle kardeş oldukları ilan edilmiştir.33 Esas kardeş- leştirmenin bu olduğu kabul edilmekle birlikte, daha önce bazı Mekkeli sahabîlerin kendi aralarında kardeş yapıldığı görüşü de nakledilmektedir. Dolayısıyla ilk kardeşliğin hicretten önce veya sonra tesis edildiğine dair farklı rivayetler vardır. Ve bunun ne zaman gerçekleştiği de kesin olarak belli değildir.34 Kardeşleştirme olayında kaç kişi olduğu konusunda da kaynaklar farklı rakamlar vermektedir. İbn Sa’d (ö.230/844), kırk beşerden 90 rakamını verirken, ellişerden 100 olduğu bilgisini de aktarmakta35, Markî- zî de (ö.845/1444) bunların toplam 186 kişi olduğunu ifade etmektedir.36 Sayı konusunda yaygın kanaat ise 90-100 kişiye ulaştığı şeklindedir.37 Kaynaklarda aralarında kardeşlik yapılanların isimleri uzun uzadıya verilmektedir.38 Biz burada isimler üzerinde durmayacağız. Dolayısıyla yukarıda geçtiği gibi hicretten yaklaşık beş ay sonra Mes- cid-i Nebevî’nin inşaat günlerinde Hz. Peygamber, Muhacirlerle Ensar’ı Enes b. Mâlik’in evine çağırdı ve “Islâm dininde hilf yoktur, din kardeşliği vardır. ” diyerek bunlar arasında ikişer ikişer kardeşlik akdetti; diyet ve fidye meseleleri dahil olmak üzere karşılıklı sorumluluk ve yükümlülüklerini açıkladı.39 Böylece kardeşlik antlaşması ile ca- hiliye dönemindeki hilfın yerini Islâm kardeşliği almıştır.
Ancak Hz. Peygamber, cahiliye dönemindeki haksızlığı önlemek ve yardımlaşmak amacıyla gerçekleştirilen hilfleri de doğru kabul etmiştir. Şu kadar var ki, Islâm döneminde ve özellikle hicretten sonra Müslümanlar arasında dayanışma temin edildiği ve kardeşlik kurulduğu için ayrı bir hilfe gerek kalmadığı açıklanmıştır.40 Çünkü hilfte kan bağı, kabilecilik, çıkarcılık gibi hususlar olmasına karşı muâhâtta din kardeşliği ve isar söz konusudur.
Ensar’ın, hicret etmiş olan ve zor durumda kalan Mekkeli kardeşleriyle sahip oldukları hurma arazilerini paylaşma teklifi yaptıkları rivayetlerde geçmektedir. Çünkü onların malları, vahalardaki arazilerden ibaretti. Ancak Hz. Muhammed bu teklifi reddetmiş, mülkiyetin kendilerine ait olması gerektiğini söyleyerek, birlikte çalışıp üründe, kazançta ortaklık yapmalarını salık vermiştir. Muhacirler de, bunun üzerine “Sizler ve bizler beraber çalışalım” başka bir tabirle “Bizden iş, sizden toprak, mahsûl ortak olsun.” şeklinde mukabelede bulundular.41
Sonuçta Hz. Peygamber, mülkiyeti Ensar’da kalmak üzere Muhacirlerin emekleri karşılığında ürüne ortak olabileceklerini bildirmiş, böylece birlikte çalışılıp elde edilen kazanç paylaşılmıştır.42 Yine meşhur bir rivayette Ensar’dan zengin olan Sa’d b. Ebî
Reb’i’nin, kardeşliği Abdurrahman b. Avf’a malının yarısını önermesi ve iki eşinden hoşuna giden birini boşayıp kendisine nikahlamak istemesini Abdurrahman b. Avf, başkasının sırtından geçinmeyi hoş karşılamadığı için onun bu teklifini kabul etmeyip “Allah sana ehlini ve malını bereketli kılıp mübârek eylesin.” diyerek çarşının nerede olduğunu sormuş ve hemen ticarete başlamıştı. Kısa zamanda maddi durumunu düzeltmiş ve evlenmişti.43 Abdurrahman b. Avf, insanın el emeği ile kazancının başkasından bir şeyler beklemekten daha faziletli olduğunu biliyordu.
Bu uygulamada kardeşler mirasa ortak oluyordu. Ancak, kısa süre sonra bunun Kur’ân-ı Kerim’in emri ile kaldırıldığını görüyoruz. Bedir savaşından sonra Muhacirler kendilerini toparladığından Ensar’a ihtiyaçları kalmadığı için Enfâl 8/75. âyet-i kerime nâzil olmuş ve miras sadece nesep yönünden yakınlığı olanlara hasredilmiştir.44 Anlaşılan o ki, miras olayı çok kısa sürmüştür. Çünkü Ensar, kısa zamanda ticari alanda başarısını göstermeye başlamıştı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf gibi sahabiler iş güç sahibi olmuş, ticaretleri olumlu gitmiştir.45 Hadis talebesi olan Ebu Hureyre bu durumu bir sözünde şöyle dile getirmektedir: “Muhacir kardeşlerimiz çarşıda ticaretle, Ensar kardeşlerimiz kendi bağ ve bahçeleriyle meşgul olurken ben karın tokluğuna Hz. Peygamber’e hizmet ediyor, onların görmediklerini görüyor bilmediklerine şahit oluyordum.” 46
Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde Ebû Eyyub el-Ensârî’nin evinde yedi ay kadar kaldıktan sonra mescidin bitişiğinde inşa edilen odalarına taşındı.47 Sa’d b. Heyse- me isimli bekar bir zat ailesi olmayan Muhacirlerden büyük bir kısmına evinin kapıla
rını açtı, onların kalmalarını sağladı.48 Evli Muhacirler daha kolay yerleştirilirken, bekar ve kimsesiz olan Muhacirlerin yerleştirilmesi pek kolay değildi. Bunlar daha çok Mescid-i Nebevi’nin arka tarafında inşa edilen Suffe denilen yerde ikamet ediyorlardı.49 Suffe ashabının ihtiyaçlarını Hz. Peygamber ve Ensar karşılıyordu. Hayber, Fe- dek ve benzeri yerler fethedildikten sonra ganimetler çoğaldıkça Suffe ashabının durumu da iyileşmeye doğru gitmiştir.
Ensar’ın Muhacirlere karşı göstermiş olduğu feragat örnekleri takdire şayandır.50 Onlar, Hz. Peygamber’e “istersen evlerimizi de al” demişlerdi de Hz. Peygamber bunu reddetmişti. Ancak Hz. Peygamber, Ensar’ın hibe ettiği ve sahipsiz araziler üzerine bilahare Muhacirler için evler yapmıştır.51
Başkalarını hak rızası için kendisine tercih etmek anlamında olan “îsâr” Ensar’da doruk noktasına ulaşmıştır.52 Böylece Ensar, Allah Teâlâ’nın övgüsüne mazhar olmuştur. “(Islâm Dinine girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. işte bu büyük kurtuluştur.”53 “inanıp hicret eden ve canlarıyla, mallarıyla Allah yolunda cihad edenlerle (onları) barındırıp yardım edenler; işte bunlar birbirlerinin velisidirler.”54 “Ve onlardan önce o yurda (Medine’ye) yerleşen, imana sanlanlar (daha önce Medine’yi yurt edinen Ensar) kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen (ganimetlerden) ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilimi) duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başanya erenlerdir.”55 Böylece Hz. Pey- gamber’in “karizmatik otoritesi yeni bir sosyal dayanışma düzeni tesis etmiş, gelenek
sel Arap pratiklerine ters düşecek biçimde kan kardeşliği yerine din kardeşliğini ikâme etmiştir.”56
Ensar’ın bu desteği sayesinde zaman içerisinde Muhacirlerin Medine’nin iktisadi hayatında söz sahibi olmasına yol açmıştır. Muhacirler tarafından kurulan Müslüman çarşı-pazarında İslâm’ın ekonomik ve ticari hayata getirdiği değerler uygulanmış, bunun sonucunda Yahudilerin Ensar üzerindeki iktisadi tesirleri azalmaya başlamıştı.57 Aslında Ensar, zirai işletmelerinin herhangi bir alanında eleman sıkıntısı çekmiyordu. Bu bakımdan yeni bir kazanç yolu bulunmalıydı. İşte bu bağlamda Hz. Peygamber, Muhacirlerin ticarete yatkınlığını ve tecrübesini bildiği için onları ticaret yapmaya teşvik etmiştir. Onlar da böylelikle ticarete başlamış oldular. Kaynaklar onların ticari faaliyetlerinden bahsederler.58 .
Medine’de Ensar daha çok zirai işlerle, Yahudiler ise ticaretle ilgileniyorlardı. Dolayısıyla Muhacirlerin ticaretteki başarısı Ensar’ı memnun etmiş, Yahudi tekeli ve sömürüsü kırılmıştı.59 Böylece hicretten sonra değişim burada da kendini göstererek daha çok tarıma dayalı bir ekonomik hayat söz konusu olan Medine’de Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Talha, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam gibi Müslümanlar birer tâcir olarak buranın ticari hayatına hız kazandırdılar.60
V- Kimlik Oluşturma Açısından Kardeşlik (muâhât) Olgusu
Hicretten sonra Medine’de Muhacir ve Ensar için yepyeni bir hayat başlamıştı. Muhacirlerin önemli bir kısmı Mekke’nin önde gelenlerindendi. Müslümanlar, Medine’ye geldiklerinde pek çok zorluk ve sıkıntıyla karşılaştıkları bir gerçektir. Bu süreç, Müslümanların Mekke’den hicret ettikten sonra Medine’deki birçok problemle yüz yüze kaldıkları hayati bir dönemi ifade etmektedir. Müslümanlar Mekke’deki güvensiz ortam sebebiyle ve yeni dini taşıyabilecek ortamı oluşturmak amacıyla Medine’ye gelmişlerdi. Bu da yeni bir toplumun inşası ile mümkündü.
Hz. Muhammed’in düşüncesinde teşkilatlı bir toplumsal birlik fikri öteden beri vardı. Bir tarafta geldikleri Mekke ortamına ve iklimine tamamen yabancı, ekonomik açıdan yoksun durumda ve aynı zamanda da güvensizlik duygusu içerisinde olan Muhacirler; öte tarafta işe Müslümanlara iyi gözle bakmayan Evs ve Hazrec içerisindeki putperest Araplar, Yahudiler ve Müslümanlar üzerinde tehditlerini artırarak sürdüren Kureyş- liler vardı. Medine’nin imkanları açısından bakıldığında hicret ile büyük bir nüfus hareketi oluşmuş, var olan sosyal tabakalarda değişiklikler olmuştu. Bu anlamda Medine’nin büyük bir sosyal değişim ve dönüşüm süreci ile karşı karşıya kaldığını söyleyebiliriz.61 Dolayısıyla her iki kesimin de sıkıntıları ve problemleri göz ardı edilemezdi. İçte münafık-Yahudi ittifakına, dışta da Kureyşli müşriklerin tehdidine karşı oluşturulan kardeşlik müessesesi, âdeta bir tampon olmuş ve tevhit çizgisinde birliktelik sağlamıştı.62 Bu birliktelik, Muhacir ve Ensara yeni bir kimlik kazandırıyordu.
Medine arazisi verimli ve hurmalıkların yoğun olduğu bir yer idi. Mekke’deki Muhacirler ise daha çok ticaretle meşgul idiler, tarım ile ilgileri çok azdı. Dolayısıyla Medine’deki ortama bu açıdan da ayak uydurmada zorluk çekiyorlardı, iklim açısından da Mekke’de, kuru, çok sıcak ve sert çöl iklimi vardı. Bu iklime alışan Muhacirler, Medine’nin daha ılıman, yumuşak ve sulu vahalarında yaşamak onları etkilemiş, bu iklime intibakta zorluk çekmişler ve bu hava ye iklim değişiminden dolayı hastalananlar olmuştur.63 Dolayısıyla Hz. Peygamber, bu olumsuzluklar karşısında şöyle duada bulunmuştur: “Yâ Rab! Mekke’yi bize sevdirdiğin gibi Medine’yi de sevdir, erzakımıza feyz ve bereket ihsan eyle. Ya Rab! Medine’nin havasını bizim için güzelleştir ve hastalıklardan arındır. ”64 Islâm’ın ilk yıllarında oluşturulan evrensel inanç sistemi ve buna inananlara mensubiyet duygusunun yerleştirilmesi önemli bir husustur, işte Muhacir ile Ensar arasında gerçekleştirilen kardeşlik olayı her iki tarafın yekpare bütünleşmesine, kişilik ve kimlik kazanmasına yardımcı olmuştur.
Muâhât, sadece maddi bir destekten ibaret değildir, aynı zamanda manevi yönden bir destek sağlama olayıdır, işin maddi yönü, manevi bir kardeşlikle desteklenmiş oluyordu. Ensar ile Muhacirler arasında ortak bir kimlik oluşturuluyor, zihniyet birliği sağlanıyordu. Aynı zamanda bu yeni yapılanmada içte ve dıştaki düşmana karşı anlaşmış ve kaynaşmış bir toplum oluşturuluyordu.65 Bu sebeple Hz. Muhammed’in bir yandan Muhacirlerin iskanı ve yeni toplumsal yapıya uyumları ile uğraştığını, diğer yandan da hem Yahudi, hem de putperest Medineli Arapların güvenini kazanmanın, onlarla çatışmadan anlaşmanın yollarını aramaya çalıştığını görüyoruz. Bu önemli dönemeçte En- sar ve Muhacirler arasında yapılan kardeşlik sözleşmesi (muâhât) stratejik bir adımı ifade etmektedir. Kardeşleştirme sistemi ile zor durumda olan Müslümanların toplumsal bir dayanışma içerisine girmeleri sağlanmış, Muhacirlerin Ensarın ailelerine katılmaları, mirasta ortak, mülkiyette ise çalışma karşılığı ürüne ortak olmaları gibi bir takım eylemlerle yekvücut olarak bütünleşmeleri söz konusu olmuştur.
Süreç içerisinde daha bütüncül ve yekpare bir nitelik kazanan yeni toplumun bireyleri, kardeşleştirmede olduğu gibi kabilesel nitelikli koruyucu kardeşlik ya da karşılıklı iki kişinin kardeşliği yerine, evrensel riinin temel özelliği olarak, toplumun tamamının inanç bağı etrafında toplandığı bütüncül bir kardeşlik evresine geçilmiştir.66 Kaynaklar, Hz. Muhammed’in Medine’deki ilk görevinin toplumun bütünleşmesini sağlamak olduğu konusunda hem fikirdirler.67
Medineli Müslümanlar, Muhacirleri öz kardeşleri gibi kabul edip ellerindeki imkanları onlarla paylaştılar. Kabile esasına dayalı kardeşlik anlayışının yerine din kardeşliği anlayışının geçmesini sağladılar.68 Hz. Peygamber, Medine’de sulhun hakim olmasını istiyordu. Bu sebeple Hz. Muhammed’in Akabe biatlerinden itibaren sürekli sözleşmeler yaptığını görüyoruz. Bu hem Müslümanlar arasında hem de Müslümanlarla Yahudi- ler ve Müşrik Araplar arasında olmuştur. Dolayısıyla yeni topluluğun oluşum sürecinde “sözleşmeler”in çok önemli rolü vardır. Hatta evrensel nitelikli yeni teşkilatlanmanın “sözleşmelerle” başladığı söylenebilir. Dolayısıyla Hz. Muhammed’in uğraşısını sadece “davet ve savaş” gibi iki kavram arasına sıkıştırmak yanlıştır.69
Müslümanlara, karşılaştıkları tüm zorluk ve sıkıntıları birlikte hareket ederek üstesinden gelme bilinci verilmeye, ben yerine biz olgusu yerleştirilmeye çalışılmıştır. Muhacirler, daha önce hiç tanımadıkları kişilerle evlerinde birlikte kalıyorlardı. Ensar-Muhacir kardeşliği, ilk İslâm toplumunun inşasında kalıcı ve köklü bir birlikteliktir. Medine’de yeni bir toplum inşa edilirken kabilesel bir topluluktan evrensel bir toplum haline dönüşme durumu söz konusuydu.
Muâhât, din uğruna her şeyini, tüm varlığını Mekke’de bırakıp gelen Muhacirlerin her türlü maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanması olayıdır. “Hilf’ denilen Cahiliye âdetini ortadan kaldıran Hz. Peygamber, kabile esasına dayalı kardeşlik anlayışının yerine din kardeşliği anlayışını getirmiştir. Kardeşlik psikolojisiyle birleşen Müslümanlar, bu güç birliği sayesinde Mekkeli müşriklere karşı bir gözdağı da vermekteydi.70
Hz. Ömer ile kardeşi Itbân b. Mâlik örneğinde71 olduğu gibi kardeşlerden birisi Hz. Peygamber’i nöbetleşe takip ederek, gündüz öğrendiklerini akşam işinden dönen kardeşine aktarıyordu. Böylece muâhâtın boyutları ruhi-manevi ve ilmi sahalara da uzanmıştır.72 Askeri seferler esnasında, Hz. Peygamber iki manevi kardeşten birisini ordusuna alıyor, diğeri evde kalarak iki ailenin ihtiyaçlarını karşılıyordu.73
VI- Hz. Peygamber’in Bu Uygulamasından Çıkarılacak Evrensel Düzeydeki tikeler
’ Bencil ve her şeyi kendi çıkarına göre düşünen bireylerin yoğun olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Başkalarını düşünmek bugünkü dünyanın en çok ihmal ettiği hususların başında gelmekte ve bu ihmalden kaynaklanan çözümü oldukça girift hale gelmiş olan yüzlerce sorun ortaya çıkmaktadır. Ben ve çıkar merkezli bir dünyada kan, savaş ve zulüm hiçbir zaman eksik olmayacaktır. Sevgi, barış ve haklar gibi söylemler hep göstermelik ve süslü laflar olarak raflarda kalacaktır. Başkalarının da var olduğunu, başkalarının da haklarının söz konusu olduğunu düşünmek bir gereklilik ve bir erdemliliktir. İşte Hz. Peygamber’in dünya görüşünde ben merkezli bir dünya yerine biz merkezli ve başkasının da varolduğu hesap edilen bir dünya söz konusudur. Bu noktada başkalarının hakları devreye girmektedir.
Kişinin kazandığının sahibi ve mâliki olması Islâm hukukunun tanıdığı en önemli ilkelerden birisidir, fakat servet ve maldan diğer insanların da faydalandırılması ahlâkî evrensel bir husustur. Islâm’ın bu İnsanî yaklaşımını Batı kalıplarına göre düşünenlerin anlamaları oldukça zordur.74 Başkalarını düşünme ve muhtaç olduğu halde kardeşini tercih etme düşüncesi ahlâkî meziyetlerin en üstünüdür.75 Bir gün karnı aç birisi Rasûlüllah’a gelerek, “Ey Allah’ın elçisi, açlıktan dermansız kaldım” dedi. Hz. Peygamber hanımlarına haber gönderdi, ancak onların yanında hiçbir şey bulamadı. Bunun üzerine Allah Ra- sûlü ashabına: “Bu adamı bu gece kim misafir etmek ister ki, Allah ona rahmet buyursun” dedi. Ensâr’dan biri kalkıp: “Ben ey Allah’ın elçisi” diye karşılık verdi. Ve adamı alıp evine götürdü. Sonra da hanımına “Bu, Allah Elçisi’nin misafiridir, yarına bir şey saklama, ne varsa getir buna ikram edelim” dedi. Hanımı: “Vallahi yanımda çocukların yiyeceklerinden başka bir şey yok” dedi. Kocası da ona “O halde sen çocukları oyala, akşam yemeğini istedikleri zaman onları uyut, sonra gel kandili söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım. Biz bu geceyi aç geçirelim” dedi. Kadın da öyle yaptı. Sonra bu adam, ertesi gün Hz. Peygamber’in yanına gittiğinde Rasûlüllah ona: “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu. ” dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Kendi ihtiyaçları dahi olsa kardeşlerini kendi öz canlarına tercih ederler” âyetini indirdi.76 Hz. Peygamber, Bahreyn arazisini paylaştırırken haklan olduğu halde Ensar bu hisselerinden Muhacirler adına feragat ederek şöyle diyordu: “Ey Allah’ın Rasûlu Muhacir kardeşlerimize bunun bir mislini vermedikçe bize de bir şey verme.”77 Ensar benzer tutumu Benî Nadir ganimetleri dağıtılırken de göstermiştir.78
Kardeşlik projesi, dünya sahnesine çıkan İslâm dininin mensuplarının kendi içlerinde bütünleşmelerinin, dayanışma, yardımlaşma, empati ve îsârı ön plana çıkararak toplum olarak bunları içselleştirmelerinin bir göstergesidir. Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde Mekke’deki farklı unsurlardan yeni, ideal ve örnek bir toplum oluştururken öncelikle bu tür erdemli ilkelerin benimsenmesinin/içselleştirilmesinin gerekli olduğunu biliyordu.
Akabe biatında Medineli Müslüman grupla Hz. Muhammed arasında karşılıklı sözleşme yapılmıştır. Bu’tek taraflı bir söz alma ya da bey’at olmayıp karşılıklı olarak yapılan bir sözleşmedir. Medineliler, Hz. Muhammed’e “canlarını, mallarını, çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi kendisini de koruyacaklarına, itaat edeceklerine, hiç kimseden çekinmeyeceklerine, düşmanlarını düşman bileceklerine, hak üzere olacaklarina” dair söz verirken, Hz. Muhammed’den de kendilerini hiçbir zaman bırakmayacaklarına dair söz vermişlerdir.79 Hz. Peygamber’in amcası Abbas, bu hususlarda eğer gevşeklik göstereceklerse daha işin başında iken bu işten vazgeçebilecekleri uyarısında bulunmuştur. Onlar da bu konuda çok ciddi ve samimi olduklarını ve Peygamberi kendi öz değerleri gibi koruyacaklarını ifade etmişlerdir. Aynı zamanda Akabe heyetiyle Medine’ye Mus’ab b. Umeyr gönderiliyor. O, Medine’de onlara Islâm’ı öğretiyor, hem de namaz kıldırıyordu.80 Dolayısıyla Hz. Peygamber, Akabe biatlerinden başlayan ve devam edegelen bir süreçte kendisine sadakatle bağlanan kesimden itaat edileceğine dair söz alırken, kendisi de ölene dek kendileriyle beraber olacağına dair de bir nevi söz veriyordu. Bu da bir nevi karşılıklı sözleşme hükmündeydi. Burada bağlılık, sadakat .ve samimiyetin ön planda olduğunu görüyoruz.
Muhacir ve Ensar arasında sağlanan dayanışma ve bütünleşmenin kökeninde din ve Hz. Peygamber’in karizmatik kişiliği yatmaktadır. Çünkü O, hadislerinde “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar, ’’buyurmuştur.81 inananlar, kardeşlik ve imân bağı ile kopmayacak şekilde birbirlerine bağlıdırlar.
Islâm dinine mensup olanlar arasındaki ilişkiyi ifade eden en iyi kavram kardeşliktir. Kardeşleştirme olayında da bunun canlı olarak uygulamasını görmekteyiz. Islâm kardeşliği, sözde kalan bir şey olmayıp başkalarının yardımına koşmayı gerektirmektedir. “Dul kadınların ve fakirlerin nafakalarını kazanmaya koşan Müslüman kimse, Allah yolunda harb eden mücâhid gibidir, yahud gece namazlı, gündüz oruçlu âbid kimse gibidir. ” 82 “Bir kimse kardeşinin yardımında bulunduğu sürece Allah da o kimsenin yardımında olur. ” 83Muâhât projesinin, Müslümanlar arasındaki kardeşlik ve sevginin yalın söz ve sembollerden ibaret olmadığının bir göstergesidir.
Hz. Peygamber’in, eşsiz sosyal ve ekonomik bir dayanışma ve yardımlaşma örneği olarak sergilediği bu proje, Islâm tarihinde paylaşma, bencillikten arınma, başkalarını düşünme ve gerektiğinde kendine tercih etme gibi bazı güzel huylar kazandırma açısından önemlidir. Ensar, bu konuda öylesine duyarlı davranarak bu konunun içerisinde bulunmuştur ki, evlerini, hurmalıklarım paylaşmayı, hatta birden fazla hanımı varsa boşayıp kardeşine vermeyi dahi teklif etmiştir.
Muhacirler, hiçbir zaman tufeyli bir model olmamışlar, kardeşlerinin hisselerini emek karşılığında kabul etmişler, şehrin iktisadi hayatına intibak ettikten sonra da Ensar’a olan borçlarını ödemişlerdir.84 Muhacirler tamahkârlık ve açgözlülük yaparak Ensar’ın o saf duygularını hiçbir zaman istismar etmemiş ve çalışma yolunu tercih etmişlerdir.
VII- Günümüz Bireysel ve Toplumsal Hayata Yapacağı Katkılar
Her bakımdan güçlü toplumlar şahsiyet sahibi liderlerin rehberliğinde, onların koyduğu prensipler doğrultusunda oluşmaktadır. Bu prensipler birleştirici, âdil ve sevdirici olduğu zaman toplum gelişme kaydetmektedir.85 İnsanlar arasındaki ilişkilerin/dostlukların sağlam olması aradaki güven, paylaşma, vefa, samimiyet, hoşgörü ve fedakârlık gibi duyguların var olmasıyla doğru orantılıdır. Bu tür duygular, toplum hayatında fertleri birbirine bağlayan, aralarındaki bağları güçlendiren, kısaca sosyal hayatın ahengini sağlayan, sevgi, dostluk, ülfet ve muhabbetin oluşmasına zemin hazırlayan çok güçlü unsurlardır. Başkalarının düşünülmesi ve onlara insanca muamele edilmesi aynı zamanda medeni olmanın bir ölçütüdür. İnsanların acı ve ızdıraplarını paylaşmak, dertlerine deva olmaya çalışmak ve bu yolla Allah’ın rızasını kazanmak, gerçek manada Hz. Pey- gamber’in sünnetini yerine getirmek demektir. Kısaca günümüz dünyasında Muhacirler gibi sıkıntı ve çileli hayatın zorluklarını yaşayan insan sayısı hiç de küçümsenecek bir oranda değildir. Bu gerçek karşısında insanlığa düşen görev, Ensar’ın gösterdiği öz, veri, kardeşlik ve paylaşma duygusunu yüreğinde taşıyan ve bu bilinçte olan insan sayısının çoğalması için gerekli çalışmayı yerine getirmektir.
Kardeşlik olayından çıkaracağımız ilkeler iki yönlü olmalıdır. Hem Ensar, hem de Muhacir cihetiyle çıkarılabilecek ilkeler söz konusudur. Medine, Muhacir ve Ensar bir araya geldikten sonra önemli bir güç olma yoluna girmişti. Ensar, yaptığı işi âdeta bir ibadet vecdi ile yapmıştır. Severek, içselleştirerek bu işi yerine getirmiştir. 1
İslâm tarihinde Muhacirler, Allah ve Rasûlünün rızasına erişmek için fedakârlığı; zahmetlere, meşakkatlere tahammülü, feragati, sabır ve sebatı; büyüme, gelişme ve muvaffakiyet umudunu yitirmeden şuurlu bir şekilde çalışmayı; Ensar ise Allah ve Rasû-
lünün rızasına erişme uğrunda müşkilata sabreden, gayretli müminlere aynı maksatla gönül hoşluğu içinde yardım etmeyi, böylelerine her yönüyle destek olmayı simgeler. Muhacirun ve Ensar bütünleşmesi, birlik-beraberliğin daima kuvvet ve tekamülün sebebi olduğunu vurgular.86
Sahabe, Hz. Peygamber’i örnek aldığından onun yolunu takip etmiş, cömertlikte, in- fak ve tasaddukta âdeta birbirleriyle yarışmıştır. Örneğin zengin sahabenin infak ve ta- saddukları takdire şayandır. Islâm ordusunun teçhiz edilmesi için Hz. Ömer malının yarısını getirmişti. Hz. Ebû Bekir ise, bütün malını tasadduk edince Hz. Peygamber, “Ya Eba Bekir, ehlin ve evlatların için geride ne bıraktın, diye sordu.” O da, “onlara Allah ve Rasûlünü bıraktım” cevabını vermişti.87 Hz. Osman, hem cahiliyye, hem de Islâm döneminde tâcir idi. Malını müdârebe yoluyla çalıştırırdı.88 Rûme kuyusundan hiçbir kimsenin parasız su içemediği bir zamanda, kuyuyu satın alarak gelen geçene sebil yapmıştır.89 Hz. Osman, güçlük ordusunu (Tebük savaşındaki orduyu) teçhiz etmede de yardımcı olmuş, onun, 1000 dinar getirerek Rasûlüllah’a verdiği90 ve 300 deve bağışladığı rivayet edilmektedir.91 Hz. Osman’ın, Tebük gazvesinde orduya yüklü bir yardımda bulunması üzerine Hz. Peygamber, “Ey Allah’ım, Osman’dan razı ol, çünkü ben ondan razıyım. ”92 buyurarak bu güzel hareketinden dolayı onu övmüş ve örnek şahsiyet olarak göstermiştir. Sahabenin bu erdemli davranışları, Hz. Peygamber’in vefatından sonra da devam etmiştir. Böylece Hz. Peygamber’in sunmuş olduğu ve sahabe üzerinde etkili olan evrensel mahiyetteki bu ilkeler, günümüzün bireysel ve toplumsal hayatı açısından da fevkalade önemlidir.
Kardeşlik projesinde ortaya çıkan önemli hususlardan birisi de, Hz. Peygamber’in karşı tarafa güven vermesidir. Hz. Peygamber’in kendisine o derece inanmış ve güvenmiş bir kitlesi vardı ki, her şeylerini Mekke’de bırakmış ve Medine’de ne ile karşılaşacaklarını bilmedikleri halde bu güvenin ve imânın neticesi olarak bir ve beraber olmuşlardır. Bu konuda ufak bir güvensizlik duyulmuş olsaydı fireler kendisini gösterirdi. Hz. Peygamber, bağlılarına güvendiği gibi, onlar da Hz. Peygamber’e güveniyorlardı. Hz. Peygamber aralarında o derece bir güven ortamı tesis etmiştir ki, birbirini tanımayan iki aile aynı evde yaşamak durumunda kalıyordu. Güven duygusu çok yüksek düzeylerde idi. Dolayısıyla hicret olayını ve kardeşleştirme projesini bu açıdan da ele alıp incelemek gerekir.
Aslında Hz. Muhammed İslâmiyet gelmeden önce ve sonrasında sürekli çevresine güven telkin eden bir kişiliğe sahipti. Henüz İslâmiyet gelmeden onun çevresine karşı nasıl inanılmaz bir güven telkin ettiğine dair kaynaklarda pek çok örnekler bulmak mümkündür. Bu sebeple Mekkelilerce kendisine “el-Emîn” lakabı verilmiştir. İslâmiyet’i tebliğe başladıktan sonra da Hz. Muhammed güven konusuna önem vermiş ve iman ile güvenilir kimse olma arasında sıkı bir bağ bulunduğunu bildirmiştir.93 Bu anlayışa göre, “iman” ile “güvenilir olmak” ve “güven duymak” arasında yakın bir ilişki vardır ve güven imanın âdeta bir sosyal tezahürü olmaktadır. Genel anlamıyla da din zaten güven düzenleyici bir araçtır. Hz. Peygamber bağlılarına güvenlik hissini vererek onların kişiliklerini sağlamlaştırmış ve böylelikle karşılaştıkları zorluklara dayanmalarını sağlamıştır.94
Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde cemaat ruhunu muhafaza ederek mensuplarını bir arada tutmaya çalışmıştır. Kimsenin dışlanmasına müsaade etmemiştir. Çünkü insanoğlu toplumsal bir varlık olduğu için toplu olarak yaşamayı ister. Buna biz bütünleşme, birlik ve beraberliğin sağlanması da diyebiliriz.“Allah’ın eli birlik olan topluluğun üzerindedir.”95 “Ayrılıktan sakınınız, size cemaati tavsiye ederim.”96 “Müslüman elinden ve dilinden başkalarının emin olduğu kişidir. ”97 Gerçekleştirilen bu kardeşlik olayı, Medine Islâm toplumunda bütünleşmenin sağlanmasında ve o günkü sosyo-kültürel-eko- nomik problemlerin çözümünde kayda değer en önemli gelişmelerden biridir.98
Islâm dininde inananlar arasındaki ilişkiler din kardeşliği temeline dayanır. Din kardeşliği, kan kardeşliğinden daha bir önem arz etmektedir. “Kendileri ihtiyaç içerisinde olsalar bile diğer kardeşlerini kendilerine tercih ederler.” 99 âyeti, toplumda başkalarının da düşünülmesi gerektiği hususunu bir nevi mü’minlerin özellikleri olarak nitelemektedir.100 Bir toplumu, kardeşini tercih edebilecek seviyeye ulaşmış sağlam vicdanlar koruyabilir, ayakta tutabilir.101 Dolayısıyla aralarında hiçbir statü farkı gözetilmeksizin tüm inananların kardeş olduğu kesin bir ifade ile belirtilmiştir: “Mü’minler ancak kardeştirler.” 102 “Birbirinize kin gütmeyiniz, birbirinize haset etmeyiniz, birbirinize darılıp sırt çevirmeyiniz. (Ey) Allah’ın kulları! Kardeş olunuz, Müslümanm, kardeşine üç geceden fazla dargın durması helal olmaz. ”1’03 Böylece Medine’de gerçekleştirilen kardeşleştir- me, ilk Müslüman toplumun teşekkülünde temel taşı oluşturduğu gibi, ileride daha da genişleyerek bütün dünyaya yayılacak ve Islâm âlemindeki bütün inananları içine alacak “genel Islâm kardeşliği”nin de rüknü oldu. Islâm uygarlığının başlangıcı sayıldı.104
Kardeşlik (muâhât) olayı, Islâm toplumunda bütünleşmenin gerçekleştirilmesini ve o günkü sosyo-kültürel ve ekonomik problemlerin çözümüne büyük kolaylıklar getirmiş, Muhacirlerin maddi ve manevi sıkıntılarının azaltılmasını, onların Medine’ye ısın- dırılmasmı sağlamıştır.105
Bu proje, yeni bir toplumun İçtimaî dayanağı mevzuunda atılmış ilk kararlı adımdır. Tatbikatta aldığı şekil bir yana, bu kardeşliği, o zamana kadar görülmemiş şekilde ve alışılmış gayeler dışında Mekke ve Medine topluluklarının kendi içinde gerçekleştirdiği anlaşma saymak yerinde olur. Bununla birlikte Muhacir-Ensar kardeşliği ilk Islâm toplumunun nüvesini teşkil eder.106 Aynı zamanda bunun, pek çok açıdan olumlu neticeler verdiği tarihi bir gerçektir.107 işte dünya tarihinde benzeri görülmeyen bu kardeş- leştirme olayı, sosyal adaletin ve sosyal dayanışmanın sağlanması yolunda atılmış çok önemli bir adımdır.108
Kardeşlik sözleşmesi, aynı zamanda içte ve dıştaki düşmana karşı mukavemet gösterme güç ve kuvvetini vermiştir. Araplar arasında her zaman çıkabilecek kabilecilik gayretine dayalı tefrikaya karşı en etkili önlem de yine bu muâhât olmuştur. Muâhâtın miras hukuku dışında kalan yardımlaşma, birbirine destek olma, öğüt verme, öğüt alma tarzındaki hükümleri ise daima yürürlükte kalmıştır.109 Hz. Peygamber’in en önemli özelliklerinden birisi de verdiği sözde durmasıdır. Bu özelliğini yaptığı sözleşmelerde görüyoruz. Bir kere dahi olsa sözünde durmama, ahde vefa göstermeme gibi bir davranış sergi- lememiştir. Özellikle Yahudilerin ve Kureyşli müşriklerin defalarca sözleşme bozdukları vâkidir. Verilen sözde durma, güvenilir olma konusunda birçok hadis vardır.110
Hz. Peygamber, temelde sosyal ilişkilerin, paylaşma duyguları üzerine kurulması gerektiğini belirtir. Islâm toplumunda iş ve ticaretten siyasî ve İdarî hayata kadar her alandaki ilişkilerde Müslümanların böyle bir ahlâkî şuurla hareket etmesi gerekir.111 “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe imân etmiş olamaz. ”112 işte Hz. Peygamber’in, eşsiz bir sosyal dayanışma ve yardımlaşma örneği olarak sergilediği bu proje, Islâm tarihinde başkasını düşünme, ihlas, empati, ahde vefa, iyilikseverlik, güven duygusu, duyarlık, samimiyet, değer verme, cömertlik, sahiplenme, sev- ^i-saygı, îsâr gibi bazı güzel huylar kazandırma açısından da önemlidir. Aynı zamanda cötü huylar arasında bulunan bencillik, cimrilik ve kıskançlık gibi huylardan da mümin- eri arındırmıştır. “Bencillik, hemen her konuda ve alanda yardımlaşmaya, dayanışmaca ve işbirliğine engel olmaktadır. Kibir, cimrilik, kin gütme, aşırı hırs, açgözlülük, ta- nahkârlık gibi bazı kötü huylar, bencillik duygusundan kaynaklanabilmektedir.”113
Sonuç:
Hz. Peygamber, fedakâr, cömert, başkalarını düşünen, samimi insanlardan oluşan ;rdemli bir birey ve bu bireylerden meydana gelen toplum oluşturmayı amaçlamıştır. 3nun hedefi, iyi huylarla bezenmiş, kötü huylardan arınmış erdemli bir birey modeli/in- ;an-ı kâmil prototipini oluşturmaktır. Islâm, sürekli kendini düşünen, kendi menfaatin- len başka bir şeyi görmeyen, kısaca ben ve çıkar merkezli bir dünya anlayışını asla maylamaz. Hz. Peygamber’in teşvik ve yönlendirmesiyle Ensar, yardımlaşma, daya- ıışma ve diğerkâmlıkta zirveyi yaşamıştır. Onların bu hareketi, fevkalade önemli bir ahlâkî ve İnsanî bir davranıştır. Medeni olmak demek sadece yüksek seviyede teknolojiye hâkim olmak demek değildir. Medeni insan, ahlâkî ve İnsanî değerlere sahip, egoizmden uzak, başkalarını düşünen, başkalarının haklarına saygı gösteren ve bunun mücadelesini veren insandır.
Olumsuzluklarla dolu güvensizlik ortamı, Hz. Peygamber ve arkadaşlarını hicret etmeye mecbur kılmıştır. Müslümanlar, Medine’ye hicret ettikten sonra Hz. Peygamber, ilk önce Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik sözleşmesi yapmış, daha sonra Yahudile- ri de içine alan tüm Medineli gruplarla sözleşmeler icra etmiştir. Bütün bunlar, Medine ortamında barış ve sükunetin sağlanması için gerekliydi.
Ülkemizde ve dünyada sık sık doğal afetler yaşanmaktadır. Deprem, sel gibi afetlere maruz kalmış kişilere yardım eli uzatılacağı zaman Ensar anlayışım ve fedakârlığını düşünerek hareket etmek gerekecektir. Bu düşünce, kişiyi hayra motive edeceği gibi ikinci derecede hayrın daha fazla yapılmasına da katkı sağlayacaktır. Cömertlik ve hayır yapma faaliyeti, sadece afetler geldiği zaman düşünülmemelidir. Normal zamanlarda da ihtiyaç sahibi kişiler araştırılıp bulunmalı ve onlar sahiplenilmelidir. Engelliler, fakirler, yetimler, sokak çocukları velhasıl her türlü mağdur ve muhtaçlar gözetilmelidir. Muâhât- ta gözetmek, sahiplenmek ve bunu bir kardeşlik ruhu içerisinde sevgi ile yapmak söz konusudur. Çeşitli hayır kuruluşlarına yardımcı olmak, mümkünse oralarda çalışmak, katkıda bulunmak, gerekiyorsa yenilerini faaliyete sokmak dinî bir vecibedir.
Yardım için elini uzatan birine şefkat elinin uzatılmaması bir insanlık dramı ve ayıbıdır. Bugün medeni olarak geçinen dünya, bu açıdan maalesef sınavı geçememiştir. Haksız yere çoluk-çocuk, genç-yaşlı demeden milyonların kanı akıtılıyorsa, yılda milyonlarca insan açlıktan ölüyorsa, çocuklar su ve ilaç bulamadıkları için can çekişerek ölüyorlarsa burada medeniyetten, insanlıktan, ahlâktan ve haklardan bahsedilemez. İnsanların acı ve ızdıraplarım görmemezlikten gelmek sadistçe bir yaklaşımdır. İşte bu noktada insanın yardım eli mağdurlara ve muhtaçlara uzanmalıdır. Islâm ahlâkı, mağdurlara, mazlumlara ve muhtaçlara yardım etmeyi gerektirir.
** Doç. Dr, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
1 Muslafa Fayda, “Muhammed”, DİA, İst., 2005, XXX, 415.
2 lbn Hişâm, Abdıilmelik b. Hışâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk., Süheyl Zekâr, Beyrut, 1992,1, 321, 348.
3 Ahmet Önkal, “Hicret”, DİA, İst., 1998, XVII, 462.
4 Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, tec.. Rıza Doğrul, sad., O. Zeki Mollamehmetoğlu, Eser Neşr.. 1977.1, 207.
5 Bk„ Nisa, 4/97-100; Hac, 22/58.
6 Mustafa Arslan, "İslâm ’ın İlk Döneminde Toplumsallaşma Olgusuna Sosyolojik Bir Bakış: Kardeşleş- tirme Örnek Olayı", İslâmî Araştırmalar, c. 18, sayı: 3, Ank., 2005, sh., 252. Ayrıca bk., Ekrem Zıya Umerî, Medine Toplumu, tere., Nureddin Yıldız, Risale Yay., İst., 1992, sh., 22.
7 Fayda, “Muhammed”, DİA, XXX, 433.
8 Âl-i lmrân, 3/103. Konuyla ilgili geniş bilgi için bk„ lbn Hişam, age., 1, 385, 398.
9 İbrahim Sarıçam, Hz.Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB., Y., Ank., 2003, sh., 140; Umerî, age., sh„ 20.
10 Asri Çubukçu, “Bu’as”, DİA, İst., 1992, VI, 340; Ahmet Önkal, "Hazrec", DİA, İst., 1998, XVIII, 144; Umerî, a.g.e., sh., 20.
11 Ahmet Önkal, "Hicret", DlA, İst., 1998, XVII, 459-460.
12 Hüseyin Algül, “Ensar", DİA, İst., 1995, XI, 252.
13 Ibn Hişâm, age., II, 464. Krş. Ahmet Önkal, “Hazrec", XVIII, 144.
14 Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 1.
15 Hüseyin Algül, “Muhâcirûn-Ensâr Üzerine Bir Araştırma", UÜlFD., c. 5, sayı: 5, Bursa, 1993, sh., 26.
16 Bk. Hac, 22/40, 58-59; Nahl, 16/41-42, 110; Âl-i tmrân, 3/195; Nisâ, 4/100; Bakara, 2/218; Tevbe, 9/20 22, 100, 117; Haşr, 59/8.
17 Konuyla ilgili çok sayıda hadis vardır. Bunlardan bazıları için bk., Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 1-7; Müslim, Fedâılü’s-Sahabe, 172-177.
18 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, tere., M. S. Mutlu - S. Tuğ, Yağmur Yay., İst., 1965,1, 378.
19 Muhammed Hamidullah, Islâm’ın Hukuk İlmine Yardımları, derleyen: Saliğ Tuğ, İst., 1962, sh., 21; Umerî, age, sh., 18. ’
20 Muhammed Hamidullah, “İslamiyet’te tik Nüfus Sayımı”, AÜİFD., Ank., 1960, sayı: 7, sh , 11-12. Ayrıca bk., Buhârî, Cihâd, 181
21 Umerî, age., sh., 25.
22 Bk., İbn Sa’d Ebû Abdillah Muhammed, Tabâkâtü’I-Kübrâ, Beyrut, 1985,1, 238; Ibn Hişâm, age., I, 354.
23 Sarıçam, age., sh., 141. Ayrıca bk. Şiblî, age., I, 210; Kâmil Mırâs, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, DIB., Yay., Ank., 1975, VII, 73-78.
24 Muhammed Osman Necati, Hadis ve Psikoloji, tere., Mustafa Işık, Fecr Yay., Ank., 2000, sh., 90.
25 izzet Er, “Muhacirlerin Medine’ye İntibakının Psiko-Sosyo-Ekonomik Problemleri ve Çözümleri’’, Din Sosyolojisi içinde, Akçağ Yayınları, Ank., 1998, sh., 161.
26 Belâzurî, Ensâbu’i-Eşrâf, Kahire, 1959, I, 271.
27 Hamidullah, Islâm Peygamberi, I, 116.
28 Şıblî, age., I, 209.
29 lbn Sa’d, age., I, 238, III, 22, 234; Belâzurî, age., I, 270-271; tbn Kesir, ei-Bidaye ve’n-Nihâye, Beyrut,
1997, III, 228-229; Markîzî, Takıyüddin Ahmed b. Ali, Imtâu’l-Esıııâ, Beyrut, 1999, I, 69; lbn Hacer el- Askalânî, Fethu’I-Bârî, Dâru’l-M^’rife, Beyrut, trs., VI, 289, VII, 112-113; Aynî Bedreddîn Ebû Muham- med, Umdetü’l-Kâri Şerhu Sahîhi’I-Buhârî, Mısır, 1972, IX, 242, X, 114-115; Şiblî, age., I, 207; Hamidullah, age., I, 116; Sabri Hizmetli, Islâm Tarihi, Ankara Okulu Yay., Ank., 2006, sh., 290-291.
30 Hizmetli, age., sh., 291-292.
31 Bu tür tartışmalar için bk. Arslan, agm., sh., 261-262.
32 Ibn Abdilber, el-lstıâb, Kahire, trs., I, 42; Aynî, age., IX, 242; M. Asım Koksal, İslam Tarihi, Şamil Yay., trs., İst., VIII, 109.
33 Buhârî, Kefalet, 2, Edeb, 67; Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 204; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, tere., Muzaffer Can, Cantaş Yay., İst., 1990, III, 1065. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd, 54, 64; Ahmed b. Han- bel, Müsned, I, 230.
34 Hüseyin Algül, “Muâhât", DtA, İst., 2005, XXX, 308. Bazı Islâm tarihi kaynaklan, Hz. Peygamber’in birisi hicretten önce Mekke’de, diğeri Medine’de Müslümanları ıkı defa özel olarak kardeşleştirdiğini kaydederler. Ancak ilki üzerinde ittifak yoktur. Pek çok âlim bunu kabul etmez. Mekke’deki kardeşleş- tirmede Kureyş mensuplarıyla azatlı kölelerin kardeşliğinden de bahsedilir. Geniş bilgi için bk., İbn Ha- bîb, Kitâbu’l-Muhabber, Beyrut, 1941, sh , 70-71; Belâzurî, age., I, 270-271; Aynî, age., IX, 242; Miras, age., VI, 343; Koksal, age., VIII, 109; Sarıçam, age., sh., 140; Hizmetli, age., sh., 291. İbn Sa’d, Hz. Peygamber’in Medine’ye geldiğinde bazı Muhacirler arasında kardeşlik yaptığı gibi, Ensar ile Muhacirler arasında da kardeşlik yaptığım ifade eder. Ancak bu konuda detaylı bilgi vermez. Dolayısıyla bazı kaynaklarda Medine’ye geldikten sonra, Mekkeli Müslümanlardan bazılarını, hem kendi aralarında birbirleriyle, hem de Medineli Müslümanlarla ikişer ikişer kardeş yapmıştır şeklinde bilgiler mevcuttur. Bk., Ibn Sa’d, age,, I, 238; Koksal, age., VIII, 108. Muhacirler arasında yapılan kardeşlik din kardeşliğine dayalı küçük çaplı bir şey olmalı. Ancak muâhât denildiğinde Medine’de Muhacir ve Ensar arasındaki kardeşleştirme akla gelmektedir. Mekke’deki ise dar kapsamlı bir kardeşleştirme olsa gerek. Bu tartışmalar için bk., Ibn Kayyım el-Cevziyye, age., III, 1066; Umerî, age., sh., 27.
35 İbn Sa’d, age., I, 238; Belâzurî, age., I, 271.
36 Markîzî, age., I, 69.
37 Algül, “Muâhât", DİA, XXX, 308; Hizmetli, age., sh., 292. Ayrıca bk., Aynî, age., IX, 242; Ibn Kayyım el-Cevziyye, age., III, 1065; Koksal, age., VIII, 110.
38 Bk., Ibn Hişam, age., I, 354-355; Ibn Habîb, age., sh., 70-71; Belâzurî, age., I, 270-271; Ibn Abdilber Ebû Ömer Yusuf, ed-Diirer fi Ihtisâri’i-Megâzî ve’s-Siyer, Kahire, 1966, sh., 88-92; Ibn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser fi Fünûni’l-Megâzî ve’s-Siyer, Beyrut, 1992, I, 321-326; Markizi, age., I, 69; Ibn Kesir, el-Bidaye, III, 228-229; Miras, age., VII, 15-11. Koksal, age., VIII, 110-112.
39 Bk., Buhârî, Kefâlet, 2, Edeb, 67,1’tisâm, 16; Müslim, Fedailü’s-Sahabe, 204. Ayrıca bk., Ebû Davud, Ferâiz, 16-17.
40 Sarıçam, age., sh., 141-142. Cahiliye döneminde uygulanan hilflerle ilgili geniş bilgi için bk., Aynî, age., X, 114-115; Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli’l- Kur’ân , Dâru’l- Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1992, IV, 54-58; Miras, age., VII, 74; Nadir Özkuyumcu, “Hilf", DİA, İst.,
1998, XVIII, 29-30.
41 Bk. Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 3, el-Hars ve’l-Müzâraa, 5; Şiblî, age., I, 208 ; Mirâs, age., VII, 147.
42 Algül, “Muâhât", DlA, XXX, 308. Ayrıca bk., Mirâs, age., VII, 75.
43 Bk. Buhârî, Buyû, B. 1, Menâkıbü’l-Ensâr, 3; Tirmizî, Birr, 22; Nesâî, Nikâh, 84; Ahmed b. Hanbel, Miısned, III, 190, 204, 271; tbn Sa’d, age., III, 125-126; İbnu’l-Esîr, Izzüddin Ebu’l-Hasan, Üsdü’l-Gâ- be fi Ma’rifeti’s-Sahabe, 1970,111, 481.
44 Buhârî, Kefâlet, 2, Tefsir, 79, Ferâiz, 16; Ebû Davud, Ferâiz, 16; Ibn Sa’d, age., I, 238; Aynî, age., IX, 242, X, 114-115; Şiblı, age., I, 208; Miras, age., VII, 77. Nisâ 4/33. ve Enfal 8/72. âyetlerinin muâhât- ta mirasa işaret ettiği ve daha sonra neshedildıği konusunda geniş bilgi için bk., Taberî, age., IV, 55-57, 59, VI, 297; Ebu’l-Fidâ Ismâîl Ibn Kesir, Tefsîru’l-Kuc’âni’l-Azîm, Kahraman Yay., İst., 1985, IV, 3840; Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1997, IV, 66, V, 520; Nâsiruddîn el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vil, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, I, 392-393; Necatı Yeniel, SUnen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, Şamil Yay., İst., 1988, XI, 163-167; Hüseyin Algül, İslam Tarihi, Gonca Yay., İst., 1986, I, 330. ’
45 Şiblî, age., I, 209.
46 Buhârî, ilim, 42; Müslim, Fedâılu’s-Sahabe, 159-160. Hadisin yorumu içinbk., Ibn Hacer, age., IV, 289.
47 Ahmet Önkal, “Hicret", DİA, XVII, 461.
48 Hamıdullah, Islâm Peygamberi, I, 115. .
49 İbn Sa’d, age., 1,255-266; Aynî, age., IX, 241; Akif Köten, “Asr-ı Saadet’te Suffa Ashabı", Bütıin Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslâm IV, Beyan Yay., İst., 1995, sh., 386.
50 Örnekler için bk. Buhârî, Buyû, 1; Menâkıb, 3, 50; Tirmizî, Birr, 22; Ibn Sa’d, age., III, 125-126; 1b- nü’l-Esîr, age., III, 481; Mirâs, age., VI, 341-343; Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber Zamanında Medine’nin Sosyal Yapısı, sh.,72-73, Islâm Peygamberi, I, 116.
51 Belâzurî, age., I, 270-271.
52 Kerim Buladı, Kur’ân’da Sosyal Dayanışma, Kayıhan Yay., İst., 2004, sh., 145.
53 Tevbe, 9/100.
54 Enfâl, 8/72.
55 Haşr, 59/9.
56 Hamit Dabaşî, İslâm’da Otorite, tere., S.E.Gtindüz, İst., 1995, sh., 86.
57 Algül, “Muâhât", DİA, XXX, 308.
58 Bk. İbn Kesir, el- Bıdâye, III, 228; Aynî, age., IX, 240; Şiblî, age., I, 208-209.
59 Er, agm., sh., 164-165.
60 M.Ali Kapar, “Hz. Peygamber’in Gerçekleştirdiği Toplum Yapısı ve Özellikleri”, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) -Özel sayı- , Ank., 2000, sh., 86.
61 Arslan, agm., sh., 253.
62 Algül, age., I, 327.
63 Bk., İbn Hişam, age., I, 427; Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1, 115.
64 Miras, age., VI, 246.
65 Sarıçam, age., sh., 142.
66 Arslan, agm., sh., 254, 258.
67 Muhammed Hamidullah, “Hz. Muhammed Cavrı Miısümlere Nasıl Davrandı?’’. İlim ve Sanat, (tere., S. Seyfı), Ank., 1986, II, sh., 13
68 Fayda, “Muhammed’’, DİA, XXX, 415.
69 Arslan, agm., sh., 259-260.
70 Sarıçam, age., sh., 141-142.
71 tbn Hişam, age., I, 354.
72 Hamidullah, Islâm Peygamberi, I, 116; Algül, “Muâhât", DlA, XXX, 308.
73 Hamidullah, Islâm Peygamberi, I, 116.
74 Ahmet Debbağoğlu, İslâm İktisadına Giriş, Dergah Yay., İst., 1979, sh., 44.
75 tbıı Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’I-Azîm, VIII, 96.
76 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 10, Tefsîr, 59/6; Müslim, Eşrıbe, 172. Ayrıca bk. el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmiu li Ahkâmi’I-Kur’ân, Daru’l-Kütübi’l-llmiyye, Beyrut, 1993, XVIII, 17-18; İbn Hacer, age., VII, 119-120; Sühreverdî, Ebû Hafs Şihâbuddin Ömer, Tasavvufun Esasları (Avârifu’l-Meârif), haz., H.K.Yılmaz-t.Gündüz, Erkam Yay., 1st., 1989, sh., 310-311.
77 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 111; Şiblî, age., I, 211-212; Miras, age., X, 15.
78 Şiblî, age., 1, 208; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, 1st., ty., VII, 4843.
79 Bk., lbn Sa’d, age., I, 220; Ibn Hişam, age., I, 293; Belâzurî, age., I. 239, 253.
80 Bk., lbn Sa’d, age., I, 220, 222; lbn Hişam, age,, I, 293, 300-301; Belâzurî, age., I, 239.
81 Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66.
82 Buhârî, Nafakât, 1. .
83 Müslim, Zikir, 38; lbn Mâce, Mukaddime, 17.
84 Algül, age„ 1, 334. ’
85 Mucteba Uğur, Hicri Birinci Asırda Islâm Toplumu, Çağrı Yay., İst., 1980, sh„ 156.
86 Algül, agm., sh., 52.
87 Ebû Davud, Zekât. 40; Tirmizî, Menâkıb, 16.
88 Ibn Sa’d, age., III, 60, III, 107; Mâlik, Muvatta, Kiraz, 2.
89 Tirmizî, Menâkıb, 19...
90 Tirmizî, Menâkıb, 18. Ayrıca bk., Ebû Nuaym lsfehânî, Hılyetii’I-Evliya, Mısır, 1932, I, 58.
91 Tirmizî, Menâkıb, 19.
92 Ibn Hişâm, age., II, 946. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb, 19; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sa- hîhayn, Beyrut, trs., III, 102.
93 Sarıçam, age., sh„ 272-274. Konuyla ilgili bazı hadisler için bk. Ahmed b. Hanbel, Miisned, II, 349, III, 54, 135, 154.
94 Arslan, agm., sh., 263.
95 Tirmizî, Fiten, 7. .
96 Tirmizî, Fiten, 7.
97 Buhârî, imân, 4; Müslim, İmân, 65; Ebû Dâvûd, Cihâd, 2; Tirmizî, İmân, 12; Nesâî, imân, 9.
98 Algül, agm., sh., 46.
99 Haşr, 59/9.
100 Bk„ Nisâ, 4/36; insan, 76/8. ’
101 ismet Altıkardeş, Din ve Sosyal Bütünleşme, Rağbet Yay., İst., 2004. sh., 19.
102 Hucurât, 49/10. .
103 Buhârî, Edeb, 57, 62; Müslim, Birr, 23, 25, 30-31.
104 Hizmetli, age., sh., 292.
105 Algül, “Muâhât", DİA, XXX, 308.
106 Uğur, age., sh., 106. -
107 Bk., Hamıdullah, age., I, 182
108 Hizmetli, age., sh., 294.
109 Algül, "Muâhât". DİA, XXX, 308.
110 Buhârî, Şehadat, 28; Müslim, İman, 107, 164; Tirmizi, İman, 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 349; 111,54.
111 Mustafa Çağrıcı, “İslâm”, DİA, İst., 2001, XXIII, 13.
112 Buhârî, imân, 7; Müslim, İmân, 71.
113 Sarıçam, age., sh., 374-375. Ayrıca bk., lbn Kayyım el-Cevziyye. Medâricu’s-Sâlihîn (Kur’ânî Tasavvufun Esasları), tere., heyet, İnsan Yay., İst., 199