Makale

Mevlana’nın insana bakışı

Mevlana’nın insana bakışı

Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı

Mevlana’ya göre insan; ulvilik ve süfliliğin, akıl ve
şehvetin buluşma noktası olup, bütün problemlerine
rağmen varlıkların en değerlisidir.

İnsan sözcüğü, Arapça bir kelime olup “üns” ve “nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabaniliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alaka anlamlarına gelir. (İsfehani, Ragıb, el-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, İstanbul 1986, s. 34.) Bu duygu insanın hemcinsleriyle ve yaratıcısıyla kolayca kurabileceği ilişki ve iletişimi ifade eder. Nesy ise, hayvaniliğin aksine; gaflet, bildikten sonra unutmak, anlamamak, hata etmek (İsfehani, age. s. 748.) gibi manaları kapsamakta olup, insanın “ilk misak”ı (bkz. Kur’an-ı Kerim, el-A’raf, 7/172: “Hani rabbin Ademoğlunun sırtlarından zürriyetlerini almış ve kendilerine şahit kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) ‘Evet, (sen bizim Rabbimizsin) şahidiz’ demişlerdi. Kıyamet gününde “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye.” (Dünyaya gelen ve gelecek olan her insanda İslam’ın mührü Rabbimiz tarafından vurulmuştur.) her zaman örtebileceği, yani yaratıcısına başkaldırıp ilişkiyi koparabileceğini vurgulamakla birlikte psikolojiye konu olan hafıza kaybı, unutkanlık manasına da gelmektedir. İşte insan kelimesinin etimolojisinde her iki anlamı da içeren bu tanım, Mevlana’nın tanımıyla örtüşür. Ona göre insan; ulvilik ve süfliliğin, akıl ve şehvetin buluşma noktası (Mevlana, Mesnevi, (çev. Veled İzbudak), İstanbul 2004, IV, 128.) olup, bütün problemlerine rağmen varlıkların en değerlisidir. Mevlana, insanı tanımada Kur’an’a başvurulmasını öğütler ve şu ayete dikkatleri çeker: (Mevlana, Mesnevi, VI, 87.) “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin, 94/5.)
Yukarıdaki ayette vurgulandığı gibi, varlıklar içerisinde yaratılışı en güzel olan insandır. Ayette geçen “ahsen-i takvim” pasajı, insanın gerek boyunun posunun doğruluğu ile günden güne artan görünen şeklinin güzelliği ve gerek aklının, zihninin hak ve hayır ayetlerini ve hatırlatılan güzellik ve yücelikleri idrak edebilecek şekilde güzel kabiliyeti ve gerek ilahî ahlak ve niteliklerle ahlaklanıp derece derece gelişme ve olgunlaşmaya elverişli olan ahlak güzelliği gibi maddi ve manevi her türlü güzelliği kapsar. İnsanın güzelliği, salt duygusuz olan şekil ve suretinde değil, asıl duygu ve maneviyatında ortaya çıkar. İşte Mevlana, Tin suresinin beşinci ayetine vurgu yapmakla, insanın yaratılış bakımından hem zahiri ve hem de batıni/manevi güzelliğine dikkat çekmiş olmaktadır. Çünkü varlıklar içerisinde şekli, en güzel olan insandır. İnsan şekli, Arş’tan üstündür, düşünceye sığmaz (Mevlana, Mesnevi, VI, 87.) diyen Mevlana, insanın fizik ve metafiziği birlikte sentezleyerek ulviliği yakalayabileceğine işaret etmektedir. Çünkü arş, bir varlık mertebesidir. İnsan, bu varlık mertebelerinin içinde ulvi bir konuma sahiptir. Bu sebeple insan, varlık mertebelerini özünde taşıdığı ilahî cevherle aşabilir. Bir başka ifade ile Mevlana’nın düşünce sisteminde insan, Yüce Allah’ın nefes-i ilahîsinin bir eseridir. (bkz. Secde, 32/7-9; Hicr, 15/29.)
Yüce Allah, kendisinde bulunan birtakım sıfatları mahiyet farkını dikkate almak şartıyla, mecazi manada insana da vermiştir. Mevlana, bu hususu şu şekilde dile getirir: “Allah, bizim huyumuzu/ahlakımızı da kendi huyuna/ahlakına, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da O’nun vasfından bir örnektir.” (Mevlana, Mesnevi, IV, 106.) Mevlana bu düşüncesiyle İmam-ı Gazali’nin (ö. 505/1111) “Kitabü’l-Esna fi Şerhi Esmaillahi’l-Husna” adlı eserine de isim olan: “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanınız” (bkz. Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Maksadu’l-Esna fi Şerhi Esmaillahi’l-Husna, Mısır, ts., s.110.) rivayetine vurgu yapmıştır. İşte Allah’ın en güzel isimleri manasına gelen el-esmaü’l-husnayı böyle anlayacağız. Bir nevi bu isimler, davranış planında bizde hayat bulacaktır. Örneğin; Allah kerimdir, cömerttir, biz de cömert olacağız. O, affedicidir, biz de affedici olacağız. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Mevlana bu hususu açıklarken yaratıcı der, nasıl ki kendisinin övülmesini ve teşekkür edilmesini istiyorsa, aynı şekilde insan da kendisinin övülmesini ve takdir edilmesini ister. (Mevlana, Mesnevi, IV, 106.)
İnsanı diğer varlıklardan ayıran özellikler
Öte yandan, insan; “küçük bir âlem, ama hakikatte en büyük âlemdir.” (Mevlana, age. IV, 57.) diyen Mevlana, onu, diğer varlıklardan üstün kılan vasıflarla mukayeseler yaparak anlatır. Amaç, insanın, ulvilik ve süflilik nitelikleri arasındaki temel ayıraç noktalarını ortaya koymaktır. Bu bağlamda Mevlana’ya göre varlıklar yaratılış mahiyetleri bakımından üç kategoriye ayrılır:
1) Melekler: Nurdan yaratılmışlardır. Onlar, akıl, bilgi ve cömertlikle donatılmışlardır. Secdeden başka bir şey bilmezler. Yaratılışlarında hırs ve heva yoktur. Mutlak nurdan olup, Allah aşkıyla yaşamaktadırlar.
2) Hayvanlar: Bilgisizdirler, içgüdüleriyle hareket ederler. Ottan başka bir şey görmezler. Kötülük, yücelik ve iyilikten gafildirler. Hayvanlar; yer, içer ve arzularını tatbik etmekle uğraşırlar.
3) Âdemoğulları/insanlar: Bunlar yarı yaratılışları bakımından melek, yarı yaratılışları bakımından hayvan gibidirler. Behimi olan yarıları, aşağılığa meyleder, öbür yarıları da akla meyleder. (Mevlana, Mesnevi, IV, 124.) Mevlana’nın da vurguladığı gibi, insanda akıl/bilgi kuvvetinin yanında öfke ve şehvet kuvveti de vardır. Eğer insanda şehvet kuvveti akıl kuvvetine hâkim olursa, böyle bir insandan haksızlık gibi kötülükler; eğer akıl, şehvet ve öfke kuvvetlerine hâkim olursa böyle bir insandan da iffet, şecaat ve adalet gibi erdemli davranışlar meydana gelir. (Mevlana, age. IV, 128.)
Mevlana’ya göre melekler ve hayvanlar; savaştan, kavgadan anlamaz; istirahat ve huzur içindedirler. İnsan ise, melek ve hayvanlardan irade yönüyle ayrılmıştır diyen Mevlana, insanları kendi içinde şu şekilde sınıflandırır: (bkz. Mevlana, Mesnevi, IV, 128–129.)
1) İnsanlardan bir kısmı, hayatlarının tümünü Allah’a adamışlardır. Bunlar, bir çeşit, pratik iman ve Müslümanlığı gündelik hayatlarında davranış kalıplarına dökmek suretiyle Hz. İsa gibi irfani ve ruhani bir sürece katılanlardır. Mevlana’nın tabiriyle yine bunlar, surette insan, hakikatte Cebrail gibidirler. Öfke, dedikodu, heva ve hevesten kurtulmuşlardır. Oruç, bunu çok güzel sembolize eder. Çünkü oruç tutan bir Müslüman, gün boyunca yemeden, içmeden ve nefsanî arzulardan uzak durmakla melekleşme yanını öne çıkarır. Elbette, diğer ibadetler de manevi açıdan insanı yüceltir, iradesini kuvvetlendirir, duygularını inceltir, meleki niteliklere bürünmeye ve hatta onları aşmaya sebep olur. Mevlana’nın tabiriyle, Miraç Gecesi’nde Hz. Peygamberle birlikte yaptıkları manevi yolculukta melek Cebrail’in belli bir noktadan sonra öteye geçememesi buna çok güzel örnektir.
2) İnsanların bir kısmı da Mevlana’nın ifadesiyle eşeklere katılmış olanlardır. Bunlar; kızgınlığın ta kendisi olmuşlar, tepeden tırnağa kadar şehvet kesilmişlerdir. İnsanın dışındaki diğer mahlukat gibi, sırf bedenî ihtiyaçlarını karşılamak için yerler, içerler ve behimi arzularını tatmin ederler. Allah’la ilişkileri kopuk olduğu için, bunlarda meleklik/ruhanilik sıfatı yoktur. Mevlana’nın bakış açısında canı/imanı olmayan adam manen ölüdür. Bu gerçeği Mevlana şu ayetle temellendirir: (bkz. Mevlana, Mesnevi, IV, 124–125.) “Ey inananlar! (Allah rasulü) hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın çağrısına uyun!” (Enfal, 8/34.) Dolayısıyla insan, kendisine hayat verecek olan vahiyden kopmamalıdır. İnsan vahiyle irtibatını kopardığı zaman, bunalıma düşer. Bu sebeple Mevlana, bütün zamanların yolunu şaşırmışlarına “kendine aklı ve dini kılavuz et” (Mevlana, age. IV, 53.) demek suretiyle izleyecekleri yöntemi göstermiştir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Mevlana’ya göre her insan büyük bir âlemdir. İnsan, düşünceden ibarettir, geri kalan et ve sinirdir. Her şey insandadır. Varlıklar içerisinde, Allah’ın bütün sıfatlarına mazhar olan yegâne varlık insandır. İnsan hem iyiliğe ve hem de kötülüğe karşı kabiliyetli yaratılmıştır. Dolayısıyla insan, sahip olduğu özgür iradesiyle yeteneklerini iyinin ve doğrunun mücadelesi yönünde kullanabilir. İnsanın genetik şifresi olan DNA’sına bu duygu yerleştirilmiştir. Bu bağlamda Mevlana’ya göre insanı insan yapan salt, fiziki güzellik ya da varlıklı olmak değil, manevi güzelliktir. O, “Eğer insan, suretle insan olsaydı Ahmet’le Ebu Cehil eşit olurdu.” görüşüyle, materyalist insan telakkisinin tutarsızlığına karşı koymuştur. Mevlana’nın dediği gibi, insanda o kadar büyük bir aşk, hırs, arzu ve üzüntü vardır ki, yüz binlerce âlem kendisinin olsa, yine huzur bulmaz. Bu zevklerin, arzuların hepsi bir merdivene benzer. Merdiven basamakları oturup kalmak için elverişli değildir; üzerine basıp geçmek için yapılmıştır. O halde insan huzur ve sükûneti merdiven basamakları durumunda olan salt arzu ve isteklerde değil, Allah’a imanda aramalıdır.