Makale

İmamlar güneşi'nin izinde Şemsül-eimme serahsi (483-1090)

İmamlar güneşi’nin izinde Şemsû’l-Eimme Serahsi (483-1090)

Prof. Dr. Ahmet Yaman
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Çağdaşları ona “Şemsü’l-eimme” payesini vermişler. Hem derin ilmi ve onlarca cildi bulan eserleri, hem de haksızlıklar karşısında eliyle ve diliyle yaptığı mücadelesi, kendisine “İmamlar Güneşi” anlamındaki bu rütbenin verilmesinin ne kadar yerinde olduğunun bir göstergesidir. Kimden mi bahsediyorum? Bugün Türkmenistan-İran sınırında bir yerleşim yeri olan Serahs’ta doğan, Buhara’da öğrenim gören, uzun yıllar Özkent hapishanesinde esir tutulan, hayatının sonlarını Merğinan’da (Fergana) geçiren ve 483/1090 yılında bir rivayete göre orada, bir başka rivayete göre Özkent’te vefat eden, Karahanlılar Dönemi Maveraünnehir âlim fakihlerinden Ebu Bekir Muhammed b. Ebi Sehl Ahmed es-Serahsi’den.
O, özelde Hanefi ama genelde bütün bir fıkıh geleneğinin en etkili isimlerinden biri olmuş, bu geleneğin en gözdelerinden sayılan eserleri yazmış, hem furu-ı fıkıh (doktrin) hem usul-i fıkıh (metodoloji) alanında dönüm noktalarından biri olmuştur. Üstelik eserlerinin çoğunu on beş yıl süren hapishane hayatında, kendi ifadesiyle “Ailesinden ve kitaplarından uzak; türlü zorluk ve sıkıntılara maruz bırakılmış, âdeta esir muamelesine tabi tutulmuş” bir durumdayken, ancak seslerini işitebildiği öğrencilerine not tutturarak telif edebilmiştir. Elimizdeki imkânları düşündüğümde onun bu azmi, gayreti ve cihadı karşısında derin bir mahcubiyetle başımı öne eğiyorum.
Fıkıh tarihinin en önemli eserlerinden olan otuz ciltlik el-Mebsut onun işte bu zor şartlarda yazdırdığı muhalled eseridir. Hanefi fıkıh edebiyatının ilk kapsamlı eseri olma özelliğini taşıyan el-Mebsut, mezhebin kurucu imamlarından İmam Muhammed eş-Şeybani’nin (ö. 189/804) kaleme aldığı önemli kitapları açıklayan, mezhep hükümlerini delilleri, gerekçeleri ve felsefesiyle birlikte tahlil eden, İmam Şafii (ö. 204/820) başta olmak üzere İmam Malik (ö. 179/795) ve az da olsa İmam Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) yaklaşımlarını da mukayese amacıyla değerlendiren çok kapsamlı bir eserdir. el-Mebsut bir heyet tarafından Türkçeye çevrilmiş ve yakın zamanda neşredilmiştir (İstanbul 2008).
Hanefi mezhebinin furû hükümlerini (doktrini) açıkladığı el-Mebsut’tan sonra Serahsi, bu defa söz konusu hükümlerin hangi yöntemlerle elde edildiğini göstermek amacıyla Usulü’s-Serahsi diye bilinen fıkıh usûlü kitabını yazmıştır. Bu eser, Debusi’nin (ö. 430/1038) Takvimü’l-edille’si ve Pezdevi’nin (ö. 482/1089) Kenzü’l-vusul’ü ile birlikte Hanefi mezhebinin üç temel usûl eseri (el-erkânü’s-selase) içinde sayılmıştır.
Serahsi’nin fıkıh tarihindeki yerini perçinleyen bir diğer eseri de Şerhu’s-Siyeri’l-kebir’dir. İmam Muhammed’in devletler hukuku veya uluslararası ilişkilere dair hukuki hükümleri derleyen ve bu özelliğiyle dünya hukuk tarihinde bir ilk olduğu Batılılarca da kabul edilen es-Siyeru’l-kebir isimli eserinin şerhi olan bu kitap, onun son telifidir. Devletler hukukunu günlük siyasi pragmatizme ve idarecilerin keyfî tutumlarına göre değil, objektif ilkelere ve önceden belirlenen hukuk kurallarına göre şekillendirmeyi hedefleyen bu beş ciltlik eser, alay müftüleri ve tabur imamları tarafından Osmanlı askerine okutulmak üzere Türkçeye çevrilmiş ve bu çeviri 1826 yılında İstanbul’da yayımlanmıştır. UNESCO’nun talebiyle yapılan Fransızca tercümesi de Türkiye Diyanet Vakfı tarafından neşredilmiştir (Ankara 1989-1991).
Bunların yanında daha pek çok eseri olan bu büyük imam, bugünlerde takdire şayan bir girişimle bir kere daha yad edildi. Kırgızistan’ın Özgen (Özkent) ilinde bulunan kabri, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın meşkûr himmetleriyle ortaya çıkarıldı ve üzerine yapılan türbe/kümbet 08 Kasım 2012 tarihinde açıldı. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez başkanlığında bir heyetin açılışını yaptığı türbe ile İmam Serahsi, bütün Müslümanların gündemine unutulmamak üzere tekrar girmiş oldu.
Bu vesileyle İmamlar Güneşi Serahsi’nin mezarının ortaya çıkarılıp türbenin yapılmasına zemin hazırlayan hoş hatırayı burada kaydedelim. 2003 yılında Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Kırgızistan’daki Oş İlahiyat Fakültesi’ni ziyaretinde öğrencilerle sohbet ederken Özgen ilinden geldiğini söyleyen bir kız öğrenciye “Sizin neyiniz meşhur?” diye sorar. Öğrenci “Serahsimiz” cevabını verince Bardakoğlu Hoca işin üzerine gider ve şehrin kenar mahallelerinden birinde bir evin avlusunda belli-belirsiz bir hâlde kalmış olan mezarı bulur. Araştırmalar sonucunda bu mezarın İmam Serahsi’ye ait olduğuna kanaat getirilir. Ardından etrafının açılarak mezarın ortaya çıkarılması, türbe, mescit ve kütüphaneden müteşekkil bir külliye yapılması kararlaştırılır ve ilk adımlar atılır. Bürokratik işlemler, istimlak edilecek evlerin sahiplerinin gönüllerinin yapılması işi biraz zorlaştırsa da selefe saygı ve sahih geleneğe bağlılık temeline dayalı halis niyetler neticesini verir ve türbe inşaatına başlanır.
Serahsi, İslam ilim ve medeniyetinin ivme kazanmasına büyük katkı veren bereketli Maveraünnehir bölgesinde doğan bir güneş olarak bizleri aydınlatmaya devam ediyor. Bu mübarek ilim ve medeniyetin bütün insanlığa yol gösterecek bir rehber, daha açık ifadesiyle bir hayat kaynağı olmasını istiyorsak korktuğumuz, yorulduğumuz, usandığımız veya yoksunluklara duçar olduğumuzda Serahsi’nin azmini, çabasını, cihadını hatırlayalım. İşte o zaman korkumuz mücadele azmine, hapishanemiz mektebe, yoksunluklarımız bizden sonrasını aydınlatacak kandillere dönüşecektir.