Makale

Kur'an'a Göre Ailmenin Din Eğitimi Görevi İman ve İbadet Eğitimi

KUR’AN’A GÖRE AİLENİN DİN EĞİTİMİ GÖREVİ
İman ve İbadet Eğitimi

Abdurrahman KASAPOĞLU *

Özet:
Dinî görev, ailenin temel işlevlerinden birisidir. Çocuğun din eğitiminin önemli bir kısmı aile kurumunda gerçekleştirilir. Çocuğun inancının belirlenmesini ilk teşvik eden, din duygusunun uyanmasını ve gelişmesini destekleyen, dinî bilgilerin kazandırılmasını sağlayan kurumların başında aile gelir. Ailenin bu önemli işlevinden dolayı Yüce Allah aileyi dinî değerlerin aktarıcısı olarak seçmiştir. Mü’min aile bireylerini, yetişmekte olan nesle dinî değerleri aktarmakla sorumlu tutmuştur.

Anahtar Kelimeler: Aile, din, eğitim, iman, ibadet.

Responsibility Of Religious Education In Family Life In Kor’anic Perspective
Faith and Worship Education

Abstract:
Religious function is one of the fundamental functions of the family life. Significant part of children’s religious education is realized in family atmosphere. Family life arouses children’s first religious beliefs and supports the development of their sense of religion. Due to this significant function of family life, God declares -in the Koran - fathers and mothers responsible in the characterization of their children’s religious beliefs. Therefore, the members of family, as believers, have to transmit the religious facts to their children. Koran attributes the relevant responsibility to the members of the family on behalf of children.

Key Words: Family, religion, education, faith, worship

* Yrd. Doç. Dr., İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Giriş:
Aile insanla birlikte her zaman var olagelmiş, hem tek tek bireyler için hem de içerisinde yer aldığı toplum için zorunlu bir kurum olmuştur. Bireylerin ve toplumların varlıklarını devam ettirmesinde çok önemli ve kapsamlı işlevleri yerine getirmiş ve halen de getirmektedir. Ailenin çok sayıdaki işlevlerinin başında kültürel değerlerin taşıyıcısı, koruyucusu ve aktarıcısı olması gelir. Bu kültürel değerler arasında dinî değerlerin önemli bir yeri vardır. Aile kültürel değerleri taşır ve aktarırken aynı zamanda dinî değerleri de sahiplenmekte ve nesilden nesile aktarmaktadır. Ailenin bu önemli işlevinden dolayı Yüce Allah aileyi dinî değerlerin aktarıcısı olarak seçmiştir. Mü’min aile bireylerini, yetişmekte olan nesle dinî değerleri aktarmakla sorumlu tutmuştur.
Araştırmamızda ailenin din eğitimiyle sorumlu tutulduğuna işaret eden âyetleri müfessirlerin yorumları doğrultusunda değerlendireceğiz. Dinî değerler arasında yer alan iman esaslarının ve ibadetlerin öğretilmesinde ailenin rolünü açıklayan âyetleri inceleyeceğiz. Kur’an’ın ailede din eğitimine ilişkin açıklamalarına geçmeden önce, ailenin genel işlevlerini ve din eğitimi işlevini konu edinen ilmî disiplinlerin verilerini ortaya koyacağız.
I. Ailenin Görevleri
Ailenin işlevleri değişik başlıklar altında ele alınmıştır. Ailenin görevleri ana hatlarıyla toplumsal ve psikolojik diye ikiye ayrılır. Bunları genel olarak bir araya getirdiğimizde ailenin şu işlevlerinden söz edebiliriz: Psikolojik işlevler yani, sevgi, saygı, güven, ait olma, paylaşma ve yardımlaşma gibi ihtiyaçları karşılama, cinsel işlevler, çoğaltma/üreme yani biyolojik bakımdan toplumun varlığının, neslin devamının sağlanması, çocukların duygusal ve entelektüel gereksinmelerinin karşılanması, statü elde etme ihtiyacının halledilmesi, ekonomik işlev, toplumun sağlık, dinlenme, sosyal kontrol gibi fonksiyonlarını yerine getirme, çocukların temel gereksinmelerinin karşılanması, beslenme ve barınma imkanlarının sağlanması, çocukların korunması, gelişim ve eğitimlerinin desteklenmesi, toplumsallaştırma/kültürleme işlevi.1
Aile insanın yaşamında birinci derece öneme sahiptir. Ailenin sahip olduğu birçok fonksiyon içerisinde en önemlisi, belki de ilk sırada geleni eğiticilik fonksiyonudur. Çocuğun yaşamındaki en etkili sosyalleştirme kurumu ailedir, çocuk ilk sosyal yaşantılarını bu ortamda edinir.2
Bir toplumsallaştırma aracı olarak aile yalnızca çocuğa genel kültürün parçalarını aktarmakla kalmaz, aynı zamanda toplum içerisinde kendi toplumsal konumlarına birinci derece bağlı olan özel parçaları da aktarır. Toplumun önemli bir birimi olan aile, kendi içinde özel bir kültürel içerik ve kimlik taşıyan özgün bir konuma sahiptir. Bu özgün konum değişik açılardan kendisini ortaya koyar. Örneğin, belirli bir dinsel konumda olan ailede çocuk, bazı duaları ve dinî kuralları öğrenmek durumundadır.3
Çocuğun kişilik yapısı aile içerisinde oluşmaya başlar ve gelişir. Bireylerin kültürel kişilikleri ailenin onlara sunduğu fırsatlarla doğrudan ilişkilidir. Gelişimin en önemli evresi olan çocukluk yıllarında kişiliğin temel taşlarını koyacak olanlar anne-babalardır. Şahsiyet gelişiminde anne babanın motivasyonu oldukça önemlidir. Anne-baba ile çocuk arasındaki karşılıklı etkileşim, çocuğun kişilik gelişimi üzerinde belirleyici bir rol oynar. Çocuğun kişiliğinin oluşumu, karakterinin şekillenmesi büyük ölçüde özdeşim modelleri konumunda olan anne-babanın kişilik yapısına bağlıdır. Anne babalar, kazanmış oldukları öğreti ve becerileri çocuklarına da aşılayarak sürdürürler. Aile üyeleri çocuğun hem organik hem zihinsel alışkanlıklar kazanmasını sağlar. Aile çocuğun kişilik yapısını şekillendirir ve ailenin şekillendirdiği kişilik bir ömür boyu bireyden ayrılmaz. Çocuğun ailede kazandığı eğitim yaşantıları, onu okulda, meslek yaşamında ve toplum içerisinde etkilemeye devam eder. Diğer çevre unsurlarının çocuk üzerindeki etkileri nispeten geçici olmakla birlikte, ailenin çocuklar üzerindeki etkileri hem çok yönlü hem de sürekli ve kalıcıdır.4
Dinî işlev, ailenin temel işlevlerinden birisidir. Macluer, dinî fonksiyon özellikle geleneksel ailelerde aile merkezlidir, der. Goode ve Koenig, ailenin fonksiyonlarını sayarken, onun dinî fonksiyonundan da bahsederler. Yine Ogburn’a göre dinî görev, ailenin yedi temel görevinden birisidir. Dinî inancın filizlendiği yer olan aile, din ile birey arasındaki önemli iletişim kanallarından birisi kabul edilir. Aile ve din kurumu asırlar boyu toplumsal değerlerin üretilmesi, aktarılması ve denetimi alanında birlikte hareket etmişlerdir. Ailenin din ile birey arasında iletişim kanalı görevini üstlenmesi, büyük dinî organizasyonların nesiller boyu üye teminini garanti altına almıştır. Geleneksel aileler kendi üyelerine sadece din eğitimi vermekle kalmazlar, onun pratiklerini üyelerin yerine getirip getirmediklerini denetlerler. Üyelerine belli bir dini aşılar ve o dinin törenlerine katılmalarını kontrol ederler. Dinî eğitimin alınmasında ailenin çok büyük önemi bulunmaktadır. Çocuğun din eğitiminin önemli bir kısmı aile kurumunda gerçekleştirilir. Dinî törenler, dualar aile içerisinde öğretilir, dinsel pratikler de yine aile ortamında benimsetilir.5
Dinî eğitimin her ailede aynı yoğunlukta gerçekleştiği söylenemez. Ailede çocukların dinî duygu ve düşüncelerinin erkenden veya gecikerek, sağlıklı ve sağlıksız gelişmesi ailenin dindarlığı ile doğru orantılıdır. Ailenin din karşısındaki tutumuna bağlı olarak, anne baba çocuğun Allah’a inanmasına ve bağlanmasına vasıta olabileceği gibi, inanmamasına ve inkâr etmesine de vasıta olabilir. Aile ortamında din konusunda fazla bir şey bulamayan ve göremeyen bir çocukta dinî duygu gelişmesi gecikebilir, hatta zamanla körelebilir. Anne baba dinî değerlere karşı olumsuz bir bakış açısına sahipse ya da bu konuda ihmalkâr ise, çocuğun dinî bir kişilik kazanması zor olabilir. Anne baba, dinî değerleri öğretmemek, bu alanda rehberlik etmemek ve model oluşturmamak suretiyle çocuğun dinî kimliğinin oluşmasını engelleyen, dinî kişiliğini zayıflatan etkilere ortam hazırlayabilir.6
İster dinî olsun, ister olmasın, bütün inanç şekillerinin ve davranış kalıplarının gerisinde bulunan önemli faktörlerden birisi ailedir. Anne babanın, çocuklarının dinî kimliklerini belirleme ve bu alanda yol gösterme hakkına sahip olması, birçok kültürde kabul gören bir durumdur. İslâm kültürüne göre, itikat ve ibadete dair zorunlu dinî bilgiler aile içerisinde çocuğa kazandırılması gereken temel konulardır. Her anne baba çocuğuna dini gerçekçi bir şekilde öğretmekle yükümlüdür. Aile öncelikle çocuklarına sağlam bir iman, kuvvetli bir inanç vermeli, her fırsatta bunu onlara telkin etmelidir. Din eğitimi her şeyden önce çocuğu dinî bir atmosfer içerisinde yaşatmakla mümkün olur. Bu atmosferi sağlama görevi anne babaya düşmektedir.7
II. Kur’an’a Göre Ailede Din Eğitimi
Kur’an’da ailenin din eğitiminden bahseden âyetleri üç başlık altında inceleyeceğiz. İlk olarak din eğitimini bir sorumluluk olarak başta anne baba olmak üzere ailenin yetişkin bireylerine bir görev olarak yükleyen âyetler üzerinde duracağız. Daha sonra sırasıyla iman eğitimini ve ibadet eğitimini konu alan âyetleri değerlendireceğiz.
A. Ailenin Din Eğitiminden Sorumlu Olması
Dinî açıdan bakıldığında, çocuğa din eğitimi vermek Müslüman anne babanın seçimine bırakılmamıştır. Dinî açıdan dinî otorite karşısında her anne baba çocuğuna din eğitimi vermek ya da verdirmekle yükümlüdür. Çocuğa din eğitimi vermek dinî açıdan bağlayıcılığı olan bir görevdir. Çocuğuna din eğitimi vermeyen ya da ihmal eden anne-babayı dünyada sorgulayacak bir otorite bulunmayabilir. Ama ahirette, bu görevi yerine getirmediğinden dolayı hesap verecektir. Ailede yetişkinlere yüklenen din eğitimini gerçekleştirme görev ve sorumluluğunu vurgulayan âyetlerden birisi şudur:
“Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır.”8
Yetişkin mü’minler, aile bireylerini, eşlerini, çocuklarını Allah’ın farz kıldığı şeylere uyma, yasakladığı şeylerden kaçınma konusunda kontrol ve gözetim altında tutmalıdırlar. Onların bu alandaki eğitim ve öğretimlerine önem vermelidirler. Öğüt ve benzeri yöntemlere başvurarak, aile üyelerini Allah’a itaatle yükümlü kılmalıdırlar. Ailelerine, iyiliği emretmeli, kötülüğü yasaklamalı, erdemleri öğretmeli, dinin ilkelerine bağlılığı emretmeli, onları Kur’an ahlâkıyla eğitmelidirler. Ailelerini, cehennem ateşine sürüklenmelerine sebep olacak kötülük ve isyandan korumalıdırlar. Cehenneme götüren yolu tutmuşlarsa, güçleri oranında onlara engel olmalıdırlar. Onları Allah’ın emirlerine bağlı kalmaya yönlendirmeli, hatta mecbur tutmalılar; O’nun sevdiği kullar olacak şekilde yetiştirmelidirler. Onların sadece bu dünyadaki refahlarını değil, âhiretteki durumlarını düşünmelidirler. Çünkü özellikle yetişkin aile bireyleri ailenin diğer fertlerinden sorumludurlar.9
Aile üyelerini cehennemden korumak, aile üyelerine gerekli olan din eğitimini vermekle mümkün olur. Bu âyete muhatap olan her mü’min, cehenneme karşı ailesini korumalıdır. Anne babalar, eğer çocuklarına inançsızlık unsurları bulaşmışsa bunları hemen temizlemelidirler. Çocuklarına duydukları sevginin bir eseri olarak, onlara sık sık Allah’ı hatırlatmalı, Allah’a ve Peygamber’ine bağlılıkta şüpheye düşmelerine engel olmalıdırlar.10
Bu âyette Yüce Allah, cehennemin açık bir tasvirini yaparak, aileyi cehennemden koruma emrini yerine getirmede ihmalkâr davranmaktan sakındırmayı amaçlamıştır.11
Âyetten anlaşıldığına göre, kişinin dinin temel esaslarını ailesine öğretmesi, dolayısıyla da tasviri yapılan cehennemden koruması her yetişkin birey üzerine vaciptir, dinî bir görevdir.12
Çocukların din eğitimiyle ilgili olarak her mü’min anne babanın, yerine getirmesi gereken hususlardan birisi de onlar için Allah’a dua ve niyazda bulunmasıdır. Kur’an’da bazı peygamberlerin çocukları için yapmış oldukları duaların örnekleri vardır. Bu dualardan birisi Hz. İbrahim’e aittir; O, “Rabb’imiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar.”13 diye dua etmiştir.
Âyetin açılımı yapıldığında, Hz. İbrahim’in şöyle dua etmiş olduğu söylenebilir: “Ey Rabbimiz, bizi yani beni ve oğlumu sana teslim olmuş, samimi bir şekilde emir ve yasaklarına boyun eğmiş, yüzleriyle ve özleriyle sadece sana yönelmiş olgun Müslümanlar yap. Bizim neslimizden de sana bağlanmış, itaatkâr, sağlam inanç sahibi bir toplum yarat.” Burada, Hz. İbrahim’in duasının kendi soyuna yönelik olması, her insanın öncelikli olarak kendi soyuna şefkat ve ilgi duyuyor olmasındandır.14
Bu âyette Hz. İbrahim kendi nesli, eşi ve çocukları hakkında çok önemli bir konuda dua ederek mü’minler için bir dua örneği ortaya koymaktadır.15
Âyette geçen, “vec’alnâ” ifadesi, “yetiştirmek”, anlamında kullanılmış olabilir. Buna göre âyetin anlamı, müslümanlığımızı devamlı kıl, neslimizden sana teslim olan bir topluluk yetiştir olabilir. Böylece “ceale” kelimesi, var olan bir şeyin devamlılığı, gelecek/istikbal için de yaratma ve yetiştirme anlamını içermiş olur.16
Âyetten anlaşıldığına göre, Müslüman bir nesil yetiştirmek zor bir iştir. Bir insan peygamber bile olsa, çocuklarının din eğitiminden beklediği sonucu tam anlamıyla gerçekleştirmesi mümkün olmayabilir. Bu nedenle, din eğitiminin başarılı olabilmesi için her zaman Allah’tan yardım istemek gerekir. Anne-babalar, eğitimciler, din eğimi konusunda bütün güçlerini kullandıktan sonra, bu faaliyetin olumlu sonuç verebilmesi için Yüce Allah’tan yardım istemelidirler. Buna “eğitimin duâ boyutu” denir.17
B. Ailede İman Eğitimine Vurgu Yapan Âyetler
Lokman kıssasında, şefkatli bir babanın tutumunu, dostça ve samimi tavrını, çocuğu ile olan eğitim öğretim ilişkisini görmekteyiz. Lokman (a.s.) oğluna verdiği öğütte, önce Allah’ın varlığını birliğini, ortağı ve benzeri olmadığını öğretmeyi hedeflemiştir:18 “Lokman oğluna öğüt vererek demişti ki: “Yavrum, Allah’a ortak koşma, çünkü ortak koşmak büyük bir zulümdür.”19
Lokman (a.s.)’ın, oğlunu eğitirken kullandığı yöntem, “veaza” fiilinin ifade ettiği anlamları ihtiva etmektedir. Bu fiil ile anlatılmak istenen eğitim yönteminin muhtevasını öğrenebilmek için, söz konusu fiilin Arapça’daki anlam çerçevesini ortaya koymak gerektiğini düşünüyoruz.
“el-Va’z”, korkutmaya dayalı olarak gerçekleştirilen sakındırma faaliyetidir. Bir şeyin doğurabileceği sonuçları hatırlatmak, bu konuda öğüt vermektir. Bu kelimenin anlamının, muhatap üzerinde kalp yumuşaklığı, inceliği ve hassaslığı oluşturmak suretiyle ona iyiliği, sevabı ve azabı hatırlatmak olduğu da söylenmiştir.20
Âyette geçen “yâ büneyye” yani ey benim küçük oğlum ifadesi, çocuğun küçüklüğünü anlatmak için değil, bir incelik, sevgi, şefkat ifadesi olarak kullanılmıştır. Lokman (a.s.), oğluna öğüt verirken insanların en şefkatlisi, en seveceni olarak yaklaşmıştır. Lokman (a.s.), oğluna, nasihat eden bir insan edasıyla hitap etmiştir. Kalbî bir duyarlılık yaratacak üslupla doğruyu hatırlatmış, teşvik edip özendirmiş, kötülükten sakındırmıştır. Lokman (a.s.), bir dizi öğüdünü sıraladığı âyetlerde sözlerine en önemli konuyla başlamıştır. Oğluna, her şeyden önce, asla hiçbir şeyi Allah’a şirk koşmaması gerektiğini, O’nun vahdâniyetini, ortak ve benzerinin olmadığını bilip tasdik etmesini söylemiştir. Bunu söylerken, gerekçesini de açıkça belirtmiş, şirkin büyük bir zulüm21 olduğunu ifade etmiştir. İşte baba ile oğul arasındaki böyle sağlıklı bir iletişim zemini, çocukları doğruya ulaştırır, kötü sondan kurtarır.22
Lokman (a.s.), oğluna Allah’a şirk koşmamasını öğütlemiştir. Buna göre, bütün mü’miminler de her zaman ve koşulda çocuklarına Allah’a ortak koşmamayı, O’ndan başkalarının yolundan gitmemeyi öğütlemelidirler. Bu tavsiyelere dayalı bir eğitimin çocuğu inançlı bir insan olarak yetiştirmeyi gaye edindiği açıktır. Âyetten anlaşıldığına göre çocuğa ilk kazandırılması gereken şey sağlam bir imandır.23
Bu âyet iman eğitimi konusunda bazı önemli ipuçları vermektedir. Buna göre iman eğitiminde sözlü iletişim önemli bir eğitim yoludur. Âyette “veaza” fiiliyle dile getirilen iman eğitimi etkinliği sözlü iletişime dayanmaktadır. Bu sözlü iletişim imandan yoksun olmanın doğurabileceği olumsuz sonuçlara dikkat çekerek sakındırmayı, çekindirmeyi, açıkçası bir tür korkutmayı ihtiva etmektedir. Bununla birlikte imanın sağlayacağı maddi ve manevi iyiliği, sevabı öne çıkararak, sevinç ve müjde duyguları ile korku ve sakınma duyguları arasında bir denge oluşturmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte iman eğitiminin verildiği bu diyalogda kalp yumuşaklığı, sevecenlik ve yakınlık hissi elden bırakılmamaktadır. Nitekim “yâ büneyye” ifadesiyle kurulan cümlelerde şefkat ve sevgi duyguları iletişimin genel havasını şekillendirmektedir. Lokman (a.s.)’ın, oğluna iman eğitimi verirken kullandığı eğitim yöntemi, daha çok “takrir yani anlatma yöntemi”ni çağrıştırmaktadır.
Lokman (a.s.) iman eğitiminde anlatma yöntemini kullanarak, oğluna Allah’a iman konusunda açıklayıcı, aydınlatıcı bilgiler vermiştir. Kullandığı yöntemle oğlunu inanç açısından etkilemeyi, ona bir tür telkinde bulunmayı hedeflemiştir. Allah’a iman konusu hem soyut hem de metafizik bir mesele olduğu için, anlatım yöntemi bu konunun aktarımına uygun düşmektedir.
Lokman (a.s.) oğluna iman eğitimi verirken, “bu işin aslı budur, böyle inanmalısın” diyerek kestirip atmamıştır. Aksine Allah’a şirk koşmaması gerektiğini belirttikten sonra, neden böyle yapması lazım geldiğinin gerekçesini de açıklamıştır. Yani şirkin büyük bir zulüm olduğunu, bu yüzden şirk koşmaması gerektiğini belirtmiştir. Bunun amacı şudur: Lokman (a.s.), oğlunun, “babam böyle istiyor” ya da “bu işin böyle olduğu söyleniyor” diye değil, gerçekten Allah’a şirk koşmanın yanlışlığını bilerek, gereğine inanarak, benimseyerek, içselleştirerek, kendi iradesi ve tercihiyle belli bir kanaat ve inanca ulaşmasını sağlamaya çalışmıştır.
Lokman (a.s.), birinci aşamada şirk koşulmamasını öğütledikten sonra, ikinci aşamada Yüce Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu, insanın davranışıyla ilişkili olarak açıklamıştır. Allah’ı oğluna “Latîf” ve “Habîr” sıfatları çerçevesinde tanıtmıştır: “(Lokman öğütlerine devam ederek dedi ki): “Yavrum, yaptığın iyilik veya kötülük, hardal tanesi ağırlığınca bir şey de olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerde bulunsa Allah mutlaka onu getirir. Çünkü Allah lâtîftir, O her şeyi haber alır.”24
Lokman (a.s.), bu sözlerle oğlunu Allah’ın kudreti konusunda bilgilendirmek istemiştir.25
İyilik ya da kötülük/günah cinsinden yapılan her şeyi, çok küçük ve önemsiz bir miktarda bile olsa, çok gizli bir yerde saklı bile olsa, Allah onu meydana çıkarır. Kayanın içindeki bir tohum insan için gizli olabilir, ama Allah için malumdur; göklerdeki bir zerre insana uzak olabilir ama Allah’a yakındır; toprağın derinliklerindeki bir şey insan için karanlıkta kalmış olabilir, fakat Allah için aydınlıktadır. İnsanın Allah’a gizli kalabilecek bir iş yapması mümkün değildir. Allah, insanı yaptığı bu davranışlara göre hesaba tabi tutar, iyiliklerin ödülünü ya da kötülüklerin cezasını verir. Kuşkusuz Allah’ın ilmi her gizli şeyi kuşatır, O, her şeyin mahiyetini, içyüzünü bilir, bilgisinin gereği olan şeyleri gerçekleştirir, O’nun her şeyden haberi olur. Hiçbir şey Allah’ın bilgisi dışında kalamaz.26
Kur’an burada, ailede iman öğretimi faaliyetinde, Allah’ın sıfatları konusunu örnek olarak seçmiştir. Buna göre, ailede Allah’ın sıfatları öğretilirken dikkat edilecek husus, çocuğa sadece Allah’ın sıfatları hakkında bilgi kazandırmanın yeterli olmadığıdır. Kur’an, Allah’ın sıfatlarını kişinin günlük yaşantısında, iman hayatında etkinliği olan bir bilgi olarak sunar. Allah’ın sıfatlarını didaktik bir anlayışla değil, dinamik bir bakış açısıyla çocuğa kazandırmayı amaçlar. Lokman (a.s.) oğluna Allah’ın sıfatlarını öğretirken, bu sıfatların bilgisinin, kişinin davranışlarına nasıl etkide bulunduğuna ya da bulunması gerektiğine vurgu yapar. Allah’ın Lâtîf ve Habîr sıfatlarını bireyin iyi veya kötü davranışlarıyla ilişkilendirerek öğretir.
Hz. İbrahim, Kur’an’da, kendisinden sonra gelecek neslin imana ilişkin değerleri muhafaza etmesi, onlara sahip çıkması için çaba harcayan bir aile büyüğü olarak takdim edilir. Hz. İbrahim ve Hz. Yakub’un şahsında, aile inanç değerlerini aktaran bir kurum olarak tanıtılırken, ailenin bu misyonunun sadece yaşanan devirle sınırlı olmadığı anlatılır. Ailenin inanç değerlerini aktarma işlevinin zincirleme olarak nesiller boyu devam ettiğine, bu yönüyle sadece yaşanan çağa değil, toplumun gelecekteki şekillenmesine de etkide bulunduğuna işaret edilir:
“İbrahim de bunu kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da: “Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti, bundan dolayı sadece Müslümanlar olarak ölünüz.” dedi.”27
Kur’an’da, Hz. İbrahim ve Hz. Yakub’un oğullarına yaptıkları tavsiyeler bütün insanlığa örnek bir davranış olarak sunulmuştur. Hz. İbrahim gibi, torunu Hz. Yakub da tevhîd inancını, Allah’a bağlılık, teslimiyet ve kulluktan ibaret olan İslâm dinini oğullarına tavsiye etmiştir. Her iki peygamber de oğullarına Müslüman olmalarını, bu dine sarılıp onu asla terketmemelerini ve ancak Müslüman olarak can vermelerini, ölünceye kadar İslâm’a bağlı kalmakta sebat göstermelerini nasihat etmiştir.28
Ailede verilen inanç eğitimi bilişsel süreçlerle sınırlı kalmaz. Kur’an’a göre aile, mensuplarına dinî değerleri aşılar ve bunların benimsenip benimsenmediğini kontrol eder. Hz. Yakub aile bireylerine sorular yönelterek, cevaplar alarak, onlara imanlarını itiraf ettirip, söz verdirerek, iman eğitiminde kontrol mekanizmasını işleten bir peygamberdir:
“Yoksa siz, Yakub’a ölüm hali geldiği zaman orada mıydınız? O zaman Yakup, oğullarına: “Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?” demişti. “Senin Tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın Tanrısı olan tek Tanrı’ya kulluk edeceğiz, biz O’na teslim olanlarız” dediler.”29
Hz. Yakub, ölüm döşeğindeyken oğullarını başına toplamış, kendisinden sonra İslâm’dan ayrılmayacaklarına dair onlardan söz almıştır. Onlara, “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” diye sormuş, onlar da, “Senin Tanrına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın Tanrısı olan tek Allah’a ibadet edeceğiz, O’na teslim olup boyun eğeceğiz.” diyerek, babalarının duymak istediği cevabı ona vermişlerdir. Atalarının bağlı olduğu tevhîd dininden ayrılmayacaklarına, Allah’a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmayacaklarına dair söz vermişlerdir. Aslında Hz. Yakub, oğullarına söz konusu soruyu yönelterek, onların İslâm dinine bağlı kalma kararlılıklarını itiraf ettirmek ve bu konuda onlardan söz almak istemiştir. Daha henüz hayattayken çocuklarının, vasiyetine bağlı kalacaklarına dair itirafta bulunduklarını duymak istemiştir.30
Bu âyetlerde (2/132-133) ailede din eğitiminin temel ilkeleri belirtilmiştir. Ailenin bırakacağı kültür mirasının değerine ışık tutulmuştur. Hz. İbrahim sahip olduğu tevhit inancını miras bırakmakla yetinmemiş, bu inancın nesilden nesile aktarılması için mücadele etmiştir.31
Yakub (a.s.)’ın iman eğitiminde soru-cevap yönteminin kullanıldığını açıkça görüyoruz. Hz. Yakub’un iman eğitiminde kullandığı soru-cevap yönteminin birçok amacı olabilir. O, öğrettiği ve bellettiği inanç sisteminin pekiştirilmesini istemiştir. Belki hayatı boyunca vermeye çalıştığı iman eğitiminin sonuçlarını, bu konudaki gelişim ve başarıyı ölçmek, değerlendirmek istemiştir. İman konusundaki elde edilen başarının değerlendirmesini bizzat çocuklarına yaptırmıştır. Çocuklarının kazandıkları iman yaşantısını sahiplenmeleri ve sürdürmeleri konusunda onları cesaretlendirip teşvik etmeyi düşünmüştür.
Yüce Allah, çocuğu Allah’a ve âhiret gününe inanmayan bir anne-babanın çocuğuna yaptığı iman çağrısını iman eğitimine örnek verir. Verilen örnekten anlaşıldığına göre anne-baba uzun süre ve ısrarlı olarak çocuklarına imanı kazandırabilmek için çaba harcamıştır. Çocuk ise, bu ısrarlı çağrılardan usanmış, bıkmış ve tepkisini “öf!” diyerek göstermiştir; inanmamak için kendince bazı bahaneleri öne sürmüştür. Anne-baba ise çocuklarına yaptıkları iman çağrısını yine de devam ettirmiştir:
“O kimse ki, ana-babasına: “Öf size, benden önce nice nesiller gelip geçmişken benim öldükten sonra dirilip çıkarılacağımı mı bana vaat ediyorsunuz?” dedi. Onlar ise Allah’a sığınarak: “Yazık sana, (etme gel) inan; Allah’ın sözü gerçektir” derken o; “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” der.”32
Bu âyetler, dindar olan anne-babasına isyan eden, ahiret inancını reddeden, bu konuya ilişkin bilgileri “masal” olarak niteleyen bir şahsın durumunu tasvir eder. Burada sözü edilen şahıs, mümin olan anne-babası kendisini imana davet ettiği zaman, kızarak, bu davetten canı sıkıldığını, bıktığını belirterek “öf ikinize” diye karşılık verir. Ahireti inkâr eden bu şahıs, öldükten sonra bir gün kabrinden çıkarılacağını, bedeni toprak olmuşken yeniden hayat bulacağını, ahirette hesaba çekileceğini reddetmiştir. Daha önce sayısız insan topluluklarının yaşayıp tarihe karıştığını ama hiçbirinin geri gelmediğini, kendisi için de aynı şeyin geçerli olduğunu ileri sürmüştür. Bu tür bahanelerle anne-babasına karşı kendini haklı çıkarmaya çalışmıştır.33
Oğullarının inkârcı tutumundan dolayı üzülen anne-baba, Yüce Allah’tan yardım dilemiş, oğullarını imana hidayet etmesi için O’na yalvarmıştır. Oğullarına, “Veylek yani yazık sana! Kendini sonsuz bir helâke maruz bırakıyorsun, şüphesiz Allah’ın va’di gerçektir yani insanları kabirlerinden kaldırıp tekrar dirilteceği sözü mutlaka gerçekleşecektir.” diye uyarıda bulunmuştur. “Allah’a iman et, öldükten sonra dirilmeyi tasdik et” demiştir. Bu uyarılara aldırmayan ve inkârda ısrar eden oğul, ahiretle ilgili bilgilerin, öncekilerin efsaneleri ve asılsız, boş, uydurma masallar / iddialar olduğunu söylemiştir.34 Burada anne-babanın Allah’a yalvarması iman eğitiminde duanın yerini ortaya koyan etkili bir örnektir.
Âyetteki, anne-babanın oğluna hitabederken kullandığı “veylek”, sözü zâhirde “canı çıkası”, “geberesi” gibi beddua yani aleyhte yapılan bir dua olmakla birlikte, burada gerçekten o kişinin helâk olması için yapılmış değildir. Burada muhatabı azarlayarak teşvikte bulunma, korkutarak vazgeçirme, öykündürme, rağbet ettirme anlamında kullanılmıştır.35 Anne-babanın burada, korkutma, öykündürme gibi duygusal mesajlar kullanarak çocuklarını iman konusunda eğitmeyi, inkârdan sakındırmayı amaçladığını söyleyebiliriz.
İnsanın, inançlarını, değer yargılarını öğrenip benimsediği yollardan birisi de sosyal uyumdur. İnsan öncelikle içinde yaşadığı aileye uyarak / ittibâ ederek belli bir inancın sahibi olabilir. Kur’an, iman konusunda mensup olduğu önceki nesle uyan / tâbi olan insanları örnek verir. Sonradan gelen neslin önceki nesle uyarak nasıl iman sahibi olduğuna, iman bağının soy bağına, aile bağına nasıl eşlik ettiğine işaret eder:
“Kendileri inanmış, zürriyetleri de imanda kendilerine uymuş olan kimselerin zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır; kendi amellerinin sevabından da hiçbir şey eksiltmemişizdir. Herkes kendi kazandığına bağlıdır.”36
Bazı insanlar iman etmişler, nesillerinden gelen insanlar da onların ardından gitmişlerdir. Yüce Allah atalarının ardından giden, iman etmede onlara uyan kimseleri cennette atalarının derecesine çıkaracağını vaat etmiştir.37
C. Ailede İbadet Eğitimine Vurgu Yapan Âyetler
Kur’an namazın din eğitiminde ana meselelerden biri yapılmasını istemiştir:“Ailene namazı emret, kendin de onun güçlüklerine dayan. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz besliyoruz. Sonuç takva sahiplerinindir.”38
Ey Peygamber, sana namazı emrettiğimiz gibi, sen de aile halkına ya da sana iman eden ve uyan insanlara namazı emret, namaz kılma konusunda onları teşvik et, mecbur tut, Allah’ın azabıyla uyar. Burada sözü edilen “namazı emretme”, namazla ilgili gerekli bilgileri öğretmek şeklinde de anlaşılabilir.39
Âyette geçen “ehl” kelimesi yani namaz eğitimi verilecek kimseler, peygamberin ailesi olabileceği gibi, ona iman eden diğer insanlar da olabilir. Namaz eğitimine muhatap olan “ehl”, aile bireylerinden müteşekkil bir guruptan, aynı kültürel değerleri paylaşan bir topluma doğru genişleyebilen bir toplum kesimini içermektedir. “Ehl” kelimesindeki bu özel (aile) ve genel (toplum) anlamı, aile ile toplum arasındaki ayrılmaz ilişkiyi vurguluyor olabilir. Aile, İslâm toplumunun ortak ve önemli değerlerinden biri olan namazı yeni yetişen nesile kazandırarak toplumun şekillenmesine katkıda bulunmaktadır. Aile görünüşte kendini şekillendirirken, aslında toplumu şekillendirmektedir.
Yüce Allah Hz. Peygambere, dolaylı olarak da bütün mü’minlere olan tavsiyeleri şöyle sürdürür: “Namazı hem bizzat kılma konusunda hem de onu emretme konusunda sabırlı ol. Kurallarına uygun olarak huşû içerisinde kılma noktasında sabır/çaba göster. İnsanlardan nasıl namaz kılmalarını istiyorsan, kendin de namazı sürekli kıl. Çünkü insanın davranışlarıyla verdiği öğüt40, sözleriyle verdiği öğütten daha etkilidir.”41
Yüce Allah, Hz. Peygambere, hem ailesine namazı emretmesini hem de onlarla birlikte namaza devam ederek onlara örnek olmasını istemiştir. Bu görev görünürde Hz. Peygambere verilmiş gibi anlaşılsa da, bütün mü’minleri kapsamaktadır. Her müslümanın, Hz. Peygamberin yaptığı gibi kendi çocuğunu, eşini namaza teşvik etmesi, özendirmesi gerekir.42
Yüce Allah, Hz. Peygambere “ailene namazı emret” derken, ibadet eğitiminde daha çok sözlü ilişkiye dayalı eğitim yöntemlerini kastetmiştir. Yine Allah, “kendin de onun güçlüklerine dayan” buyururken, Hz. Peygamberin namaz kılarak çevresine karşı model oluşturmasını istemektedir. Bu durum, namaz ibadetinde model olma yoluyla öğrenmenin tavsiye edildiği anlamına gelir.
Yüce Allah, namazı emretmede, kendisine namaz emredilenin kurtuluşunun ve çıkarının söz konusu olduğuna işaret etmiştir. Emredilen namazın onu kılan kimse için fayda sağlayacağına, kendisinin herhangi bir fayda beklentisinden münezzeh olduğuna vurgu yapmıştır.43
Âyet, kılınan namaz dolayısıyla Allah’ın hiçbir şey elde etmeyeceğini, zaten böyle bir şeye ihtiyacı olmadığını belirtmiştir. Yapılan ibadetin, insanın vicdanındaki takva olgusunu harekete geçirdiğini, onu dünyada ve ahirette kazançlı çıkardığını, huzurlu ve mutlu kıldığını açıklamıştır. Buna göre namaz, sadece onu kılanın yararına olan bir eylem olarak anlaşılmalıdır.44
Namaz kılma, kişinin tutumlarını ve değerler sistemini etkiler, onları günah ve israfı seçmek yerine, helâl ve temiz olanı seçme yolunda teşvik eder. İşte bu yüzden aile üyelerine namazı emretmek gerekir.45
Bu âyet ibadet eğitiminde önemli bir ilkeye vurgu yapmaktadır. Bu ilkeye göre, çocuğa ibadeti öğretirken aynı zamanda ibadetin amaçlarını, yararlarını, maddi ve manevi kazanımlarını, ibadete neden ihtiyaç duyulduğunu, ibadetin terk edilmesi durumunda yaşanması muhtemel yoksunlukları da öğretmek gerekir. Çocuğu ibadete yönlendirecek her türlü motivasyon sağlanmalıdır. Çocuğun, salt bir emri yerine getiriyormuş gibi, basit bir yaklaşımla ibadet yapmaya yönlendirilmesi eksik bir gelişme olur. Çocuğa, onu ibadet etmeye sevkedecek, aklî, duygusal, metafizik temelli motifler önermek gerekir. Nitekim âyette bu tür motiflere işaret edilmektedir.
Eğitimde başarıyı etkileyen önemli faktörlerden birisi motifdir. Motif, bireyi belli bir amaç doğrultusunda harekete geçiren güçtür. Belli amaçlara ulaşmak için güç kazanma durumuna ise motivasyon denir.46 Namaz eğitiminde söz edilen âyette, (20/132) insanları namaza motive edecek, namazı bir ihtiyaç olarak kabul etmeyi sağlayacak motivasyon sağlanmaya çalışılmıştır.
Hz. Peygamber ailesinin başına bir sıkıntı ve zorluk geldiğinde onlara namaz kılmalarını tavsiye ederdi. Hadisin râvisi olan Abdullah İbn Selâm, bu bilgiyi aktardıktan sonra Tâhâ sûresi 132. âyeti okumuştur.47
Bu âyet nâzil olduktan sonra Hz. Peygamber her sabah, Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin evine gider ve onlara, “haydin namaza!” diye çağırırmış.48 Yüce Allah Hz. Peygamberi, ailede ibadet eğitimi ile yükümlü tutmuştur. Buradaki örneklerde görüldüğü gibi, Hz. Peygamber, Allah’ın emrini bizzat yerine getirmeye çalışmıştır. O bu tutumuyla ibadet eğitimi verecek eğitimcilere, anne-babalara model olmuştur.
Hz. Ömer, gücü nisbetinde geceleyin namaz kılar, Tâhâ, sûresi, 132. âyetinin gereğini yerine getirmiş olmak için gecenin sonuna doğru ailesini namaz için uyandırır ve bu âyeti okurdu.49
Kur’an’da, Allah’a ibadeti ailesine öğretip benimsetmeye çalışan peygamberlerden birisi de Hz. İsmail’dir. Hz. İsmail’in öğrettiği söylenen ibadetlerin başında namaz kılmak ve zekât vermek yer almaktadır. Hz. İsmail öncelikle ibadetleri yerine getirmede model bir aile oluşturmuş, bu aile ile çevresindeki diğer ailelere örnek olmuştur:
“Kitab’da İsmail’i de an. Çünkü o sözünde duran, elçi bir peygamberdi. Ehline namaz kılmayı, zekât vermeyi emrederdi.”50
Âyette geçen, “ehl” kelimesinin aile anlamına geldiği kabul edilerek, Hz. İsmâil’in ailesine namaz kılmayı ve zekât vermeyi emrettiği söylenmiştir. Hz. İsmail’in, halkından önce namazı ve zekâtı emretmeye ailesinden başladığı belirtilir. Böylece o, onların ibadet konusunda başkalarına örnek olmalarını istemiştir. Ayrıca bir kimsenin ailesi, ibadetleri emretme konusunda başkalarından önce gelir. Bir kimse kendi kişiliğini olgunluğa eriştirdikten sonra başkalarını olgunlaştırmaya da yönelir. Bu konuda öncelikle kendisine en yakın olan kimseleri yani ailesini muhatap alır. Çünkü onlar buna başkalarından daha layıktır. “Ehl”51 kelimesiyle hem Hz. İsmail’in ailesinin, çocuklarının hem de Cürhüm kabilesinden meydana gelen halkının kastedildiği de ifade edilmiştir. Müfessirler, bu âyetteki “ehl” kelimesine aile anlamını verirlerken, Tâhâ, 20/132. ve Tahrîm, 66/6. âyetlerinde geçen “ehl” kelimesinin kullanılışını delil göstermişlerdir.52
Lokman (a.s.), Allah’ın seçkin ve iyi kullarından birisidir. Allah, onun oğluna olan öğüdünü mü’minlere örnek bir davranış olarak anmıştır. Onun yöntemine uymayı ve böyle bir çizgide yürümeyi tavsiye etmiştir:53 “Yavrum namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdendir.”54
Lokman (a.s.), “yâ büneyye” diye söze başlayarak, derin bir şefkat duygusuyla yaklaşarak en önemli ibadet olan namazla ilgili nasihat vermiştir. Kişiliği olgunlaştıran, kalbi aydınlatan, ruhu arındıran, dünyada ve ahirette büyük faydalar sağlayan namazı kurallarına ve şartlarına uygun olarak kılmaya devam etmesini söylemiştir. “Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdendir.” diyerek namazın, mü’minler üzerine kesin olarak farz kılındığını, onun, yerine getirilmesi gereken, kaçışı olmayan, önemli ve zorunlu, dinî bağlayıcılığı bulunan bir görev olduğunu belirtmiştir. Namazın, azim ve kararlılıkla yerine getirilecek işlerden biri olduğunu ifade etmiştir.55
Lokman (a.s.) oğluna namaz eğitimi verirken, bu tür ibadetlerin azim ve kararlılık içerisinde yerine getirilmesi gereken etkinlikler olduğunu açıklar. Namazın mü’min bireyin yaşantısında ifade ettiği mana ve öneme vurgu yapar. İnsanın Allah ile bağ kurması gerektiğine, bunun için de namaz gibi ibadetleri yerine getirmenin zorunlu olduğuna dikkat çeker. Sadece ibadeti öğretmekle kalmaz, ibadetin yapılması için motivasyon sağlayacak gerekli açıklamayı da yapar.
Etkili bir eğitimcide bulunması gereken özelliklerden birisi sevecen olmasıdır. Eğitimin istenilen sonuçları verebilmesinde sevgi önemli bir rol oynar.56 Çocuğuna ibadet eğitimi veren Lokman (a.s.)’ın oğluna sevgi ve şefkatle yaklaşmış olduğunu belirtmiştik. Bu durum, din eğitiminde sevgi ve şefkatle yaklaşımın önemine bir işarettir.
Kur’an, “eğitimin dua boyutu”nu öğretirken,57 buna ibadet eğitiminden örnek verir. Bu örnekte, Hz. İbrahim, kendi soyundan gelen kimselerin namaz kılanlardan olmaları için Allah’a dua eden bir mü’min olarak tanıtılır. Hz. İbrahim, eğitimden istenen sonucun alınmasında beşerî iradenin yanında ilâhî iradenin de etki ve gücüne inanmaktadır:
“Rabb’im, beni ve zürriyetimden gelenleri namazı kılan yap; Rabb’imiz, duamı kabul buyur!”58
Hz. İbrahim, “Yârabbi, hem beni hem de benden sonra gelecek olan neslimi namaz kılanlardan eyle, farz namazı gereğince yerine getirmeye muvaffak kıl” diye duâ etmiştir. Namazı hakkıyla kılmaya dair yapmış olduğum duamı kabul buyur, demiştir. O, özellikle kendisinden sonra gelecek olan nesli için, namaz kılmaları, Allah’tan başkalarına kulluk etmemeleri konusunda duada bulunmuştur. Âyette özellikle namaz ibadetinin öne çıkarılması, onun, mümini başkalarından ayıran bir gösterge olması, imanın belirtisi olması, olgun Müslüman kişiliğinin teşekkülüne katkıda bulunması sebebiyledir. Hz. İbrahim’in duası, bir mü’minin çocukları için yapabileceği en hayırlı duadır. Samimi bir mü’minin, çocukları hakkında en çok isteyebileceği şey, onların namaz kılanlardan olmalarıdır. Bundan da anlaşılıyor ki, her mü’min çocuklarının nasıl yetiştiğine, nasıl bir eğitim aldığına dikkat emelidir.59
Sonuç
Din eğitiminin başarılı ve etkili olabilmesi için aile ocağında anne babanın dinî bilgileri artırılmalı ve çocuğa hangi bilgilerin hangi ilke ve ölçülere uygun olarak verileceği belirlenmelidir. Nitekim Yüce Allah, din eğitimi vermek ve dini yaşama yönünde etkili olabilmek için öncelikle anne-babanın kendilerinin dini bilmeleri ve yaşamaları gerektiğine işaret etmiştir. (66/6) Peygamberler, Yüce Allah’tan dinî kişiliğe sahip nesiller vermesi için dua ederlerken, öncelikle kendilerinin iyi bir Müslüman olabilmeleri yününde duada bulunmuşlardır. (2/128) Yüce Allah Hz. Peygamberden ailesini namaz kılması konusunda eğitmesini isterken, kendisinin de namaz kılma konusunda kararlı ve bilinçli olmasını tavsiye etmiştir.
Günümüz modern eğitim biliminde eğitilenlerin eğitimi yanında, eğitimcilerin eğitimine de büyük özen gösterilir. Eğitimciler, doğru ilke ve yöntemleri kullanabilme konusunda eğitilirler. Kur’an’da ve hadislerde çocukların din eğitimine açıklık getiren pasajlar aynı zamanda din eğitimi verecek aile bireylerini de, verecekleri eğitimin ilke ve yöntemleri konusunda yönlendirip bilinçlendirirler. Din eğitiminde eğitimcinin de eğitime muhtaç olduğuna işaret ederler. Kur’an, özellikle din eğitimi konusunda anne babaya sorumluluk ve görev bilinci kazandırır. Din eğitiminde duaya başvurmayı öğretir. Din eğitiminde sevgiyi öne çıkaran bir yaklaşımı tavsiye eder. Din eğitimi veren kimsenin, öğrettiği dinî tutum ve davranışların amaçlarını, yararlarını, yerine getirilmemesi durumunda doğabilecek zararları, dinî davranışların gerekçelerini de anlatmasını ister. Din eğitimi veren bireylerin, sergileyebilecekleri en iyi yöntemin kendi davranışlarıyla model oluşturmaları olduğuna işaret eder.
İman motifleri yani kişiyi imana sevkeden faktörler arasında ailenin özel bir yeri vardır. Bilhassa dış faktörler arasında aile ilk sırayı teşkil eder. Ailenin şekillendirdiği inanç yapısı ömür boyu bireyin kişiliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelebilir.
Ailenin dindar oluşu ya da olmayışı, çocukta dindarlığın sağlıklı ya da sağlıksız gelişmesiyle yakından ilişkilidir. Çocuklarına dinin yaşandığı bir aile ortamı hazırlayan ve onların din eğitimleriyle yakından ilgilenen aileler onların dindar bir kişilik geliştirmesine aracılık etmiş olurlar. Aile ortamında herhangi bir dinî yaşantıyı gözlemleme ve tecrübe etme imkanı bulunmayan, özellikle dinî değerlere karşı olumsuz bakış açısına sahip olan ailelere mensup çocukların dinî bir kişilik kazanmaları zorlaşır. Nitekim “Fıtrat hadisi”nde Hz. Peygamber bu gerçeği açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Dindar ailelerin çocuklarının dindar olma ihtimali yüksek ise de, mutlaka böyle sonuçlanacak diye bir şart yoktur. Nitekim Nûh peygamberin aile ortamında yetişmesine rağmen oğlu, dindar bir kişilik yerine inkârcı bir kişilik ortaya koymuştur (Hûd, 11/42). Din eğitiminde duâ yönteminin Kur’an’da önerilmesinin sebeplerinden birisi de budur. Yaşanan dinî havanın, öğretilen dinî bilgilerin sonuç vermesi için Allah’a dua etmek gerekir.
Kur’an, dinî değerlerin korunmasını ve nesilden nesile aktarılmasını zorunlu görür. Dinî değerlerin aktarılmasında çeşitli dış faktörler etkili olmakla birlikte ailenin çok özel bir yeri vardır. Dinî değerlerin varlığını sürdürebilmeleri önemli ölçüde dindar ailelerin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla aile yapısının bozulmadan korunması, aileyi yıpratan yaşam biçimlerine karşı önlem alınmasına bağlıdır.

1 T. B. Bottomore, Toplumbilim, Çev. Ünsal Oskay, Der Yayınları, İstanbul, 1998, s. 185; Sulhi Dönmezer, Toplumbilim, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1994, s. 202; Hüseyin Akyüz, Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları Üzerine Bir Araştırma, M.E.B., İstanbul, 1991, s. 237; Meral Uras, “Eğitimin Toplumsal Temelleri”, Eğitim Üzerine, Editör: Erdal Toprakçı, Ütopya Yayınları, İstanbul, 2002, s. 216-218; İbrahim Dönmezer, Ailede İletişim ve Etkileşim, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 21-27; Aysel Çağlar, Zarife Şahin Seçer, Anne-Baba Eğitimi, Eğitim Kitabevi, Konya, 2004, s. 232; İbrahim Ethem Özgüven, Ailede İletişim ve Yaşam, PDREM Yayınları, Ankara, 2001, s. 2-3; Abdurrahman Dodurgalı, Eğitim Sosyolojisi, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1995, s. 77-78; Önal Sayın, Sosyolojiye Giriş, Üniversite Kitapları, İzmir, 1994, s. 189; Mevlüt Kaya, “Anne-Baba Tutumlarının Çocuğun Kişilik ve Benlik Gelişimindeki Rolü”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 9, 1997, s. 193-194.
2 Çiğdem Kağıtçıbaşı, İnsan Aile Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991, s. 61; Remzi Y. Kıncal, “Aile ve Eğitim”, Eğitim Dergisi, sayı: 5, 1993, s. 66; Handan Asude Başal, Gelişim ve Psikoloji, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s. 145.
3 Fredrick Elkin, Çocuk ve Toplum: Çocuğun Toplumsallaşması, Çev. Nazife Güngör, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1995, s. 67.

4 George A. Lundberg, Sosyoloji, Çev. Özer Ozankaya, Ülker Gürkan, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, Ankara, 1970, II/118; Haluk Yavuzer, Ana-Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1997, s. 39; Cavit Binbaşıoğlu, Ailede ve Okulda Eğitim Sorunları, M.E.B., İstanbul, 2000, s. 37; Remzi Öncül, Eğitim ve Eğitim Bilimleri Sözlüğü, M.E.B., İstanbul, 2000, s. 17; M. Nail Karakuşçu, Genel Psikoloji ve Normal Davranışlar, Pelin Ofset, Ankara, 1999, s. 148-149; Davut İbrahimoğlu, Evlilikte Doğru Seçim Ailede Mutluluk, Hayat Yayınları, İstanbul, 2004, s. 71; Nephan Saran, “Aile Hayatı ve Toplum”, Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Dergisi, sayı: 3, 1979, s. 17.
5 Harville Hendrix, Helen Hunt, Ailede İyileştirici Sevgi, Çev. Ayda Çayır, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001, s. 329; Samuel Koenig, Sosyoloji, Çev. S. Sucu, O. Aykaç, Ütopya Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 135; Günter Kehrer, “Din Sosyolojisi”, (Din Sosyolojisi), Der. Yasin Aktay, M. Emin Köktaş, Vadi Yayınları, Ankara, 1998, s. 93; Mustafa Ergün, Eğitim ve Toplum, Ocak Yayınları, Ankara, 1992, s. 41; Mahmut Tezcan, Eğitim Sosyolojisi, Ankara, 1997, s. 142; Mahmut Tezcan, Sosyolojiye Giriş, Feryal Matbaası, Ankara, 1995, s. 121; İsmail Doğan, Sosyoloji: Kuramlar ve Sorunlar, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1996, s. 199; Mustafa Aydın, Kurumlar Sosyolojisi, Vadi Yayınları, Ankara, 2000, s. 39; Zeki Aslantürk, M. Tayfun Amman, Sosyoloji, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1999, s. 271.

6 Kerim Yavuz, Günümüzde Din Eğitimi, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Adana, 1998, s. 288; Mustafa Öcal, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1990, s. 74-75; Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Sönmez Yayınevi, Samsun, 1993, s. 105; Ali Rıza Aydın, “Çocuğun Dinî Kişiliğinin Gelişmesinde Aile Faktörü”, EKEV Akademi Dergisi, sayı: 15, 2003, s. 109.
7 Osman Pazarlı, İslâm’da Ahlâk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1980, s. 299; Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1993, s. 118; Yurdagül Mehmedoğlu, Ahlâkî ve Dinî Gelişim, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s. 135; Mustafa Çağrıcı, Anahatlarıyla İslâm Ahlâkı, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1991, s. 226; Hüseyin Atay, Kur’an’a Göre İslâm’ın Temel Kuralları, M.E.B., İstanbul, 1994, s. 69.

8 Tahrîm, 66/6.
9 Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1997, X/572; İmâduddîn Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1997, IV/417; Ahmed Mustafâ el-Merâğî, Tefsîru’l-Merâğî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, X/137; Muhammed Mahmûd Hicâzî, et-Tefsîru’l-Vâzıh, Dâru’l-Ceyl, Beyrut, 1991, III/705; Abdurrahman İbn Nâsır es-Sa’dî, Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîri Kelâmi’l-Mennân, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1996, s. 809; İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, Çev. Mustafa Altınkalya ve Diğerleri, Ekin Yayınları, İstanbul, 1998, VI/451; Ebu’l-A’lâ el-Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, Çev. Muhammed Han Kayani ve Diğerleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 1989, VI/364; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, tsz., VII/5122; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1991, IX/513.
10 M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Ana Konuları, Beyan Yayınları, İstanbul, 1999, s. 212; Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları, İstanbul, 1993, VII/538.
11 es-Sa’dî, a.g.e, s. 809.
12 el-Merâğî, a.g.e, X/137; Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, Dâru’ş-Şurûk, Kahire, 1997, VI/3618.
13 Bakara, 2/128.
14 Ebû Abdullah Muhammed İbn Ahmed el-Kurtûbî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, II/86; Abdullah İbn Ahmed en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, 1996, I/126; el-Kâdi Nâsiruddîn el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, I/87; Muhammed Cemâluddîn el-Kâsimî, Tefsîru’l-Kâsimî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1994, I/365; Yazır, I/495-496; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1985, I/124.
15 Bilmen, a.g.e, I/124.
16 Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları, İstanbul, 2001, II/229.
17 Bayraklı, a.g.e, II/229-230.
18 Celal Kırca, Kur’an ve İnsan, Marifet Yayınları, İstanbul, 1996, s. 351; M. Zeki Duman, Kur’an-ı Kerîm’de Adâb-ı Muaşeret: Görgü Kuralları, Tuğra Neşriyat, İstanbul, 1992, s. 163.
19 Lokman, 31/13.
20 Ebu’l-Kâsım el-Hüseyn İbn Muhammed er-Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, tsz., s. 528; Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed İbn Mükrem İbn Manzûr, Lîsânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1997, VII/466; Mecdüddîn Muhammed İbn Yakûb el-Fîrûzâbâdî, Besâiru Zevi’t-Temyîz, el-Mektebetü’l-ilmî, Beyrut, tsz., V/240; Ahmed İbn Yusuf es-Semîn el-Halebî, Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfâz, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut, 1993, IV/374.

21 Şirkin zulüm olması şöyle izah edilmiştir: Zulüm bir kimseyi hakkından yoksun bırakmak, adil davranmamaktır. Müşrik kimse, yaratıcı, rızık ve nimet veren mutlak varlığa, yaratma, rızık ve nimet verme konusunda hiçbir katkısı olmayan varlıkları ortak koşmaktadır. Allah’ın hakkını O’ndan başkasına vermektedir. Bu büyük adaletsizlik, aynı zamanda en büyük zulümdür. Yalnızca Allah’a tapmak, O’nun kulları üzerindeki bir hakkıdır. Çünkü onları yaratan, rızık veren, koruyan O’dur. Adalet de bunu gerektirir. Müşrik, aynı zamanda Allah’ın değer verdiği insan benliğini, yaratılmışlara kulluk ettirerek aşağılamaktadır. Şirk ayrıca bu yönüyle de bir zulümdür. (er-Râzî, a.g.e, IX/119-120; el-Beyzâvî, a.g.e, II/228; el-Merâğî, a.g.e, VII/305; Ebû Bekr Câbir el-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, IV/204-205; el-Mevdudî, a.g.e, IV/295; Yazır, a.g.e, VI/3844)
22 er-Râzî, a.g.e, IX/119; el-Kurtubî, a.g.e, XIV/43; el-Merâğî, a.g.e, VII/305; Hicâzî, a.g.e, III/48; el-Cezâirî, a.g.e, IV/204; Derveze, a.g.e, III/165; Yazır, a.g.e, VI/3844; Bilmen, a.g.e, VI/2740; Ateş, a.g.e, VII/65.
23 Toptaş, a.g.e, VI/179; Ali Turgut, Kur’an-ı Kerîm’e Göre Ahlâk Esasları, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1980, s. 143; M. Faruk Bayraktar, “Ailenin Eğitim Görevi”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, sayı: 2, 1995, s. 139.

24 Lokman, 31/16.
25 Ebû Muhammed Abdulhak İbn Ğâlib İbn Atıyye el-Endelûsî, el-Muharreru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, IV/350.

26 Ebu’l-Kâsım Cârullah Muhammed İbn Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâikı Ğavâmizı’t-Tenzîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, III/480; el-Beyzâvî, a.g.e, II/228-229; el-Kâsimî, a.g.e, V/477; el-Merâğî, a.g.e, VII/308; Hicâzî, a.g.e, III/49; el-Mevdudî, a.g.e, IV/297; Yazır, a.g.e, VI/3846; Bilmen, a.g.e, VI/2742; Ateş, a.g.e, VII/67.
27 Bakara, 2/132.

28 en-Nesefî, a.g.e, I/127; Vehbe ez-Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1991, I/318; Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, tsz., I/97; Bilmen, a.g.e, I/127; Ateş, a.g.e, I/242.
29 Bakara, 2/133.
30 en-Nesefî, a.g.e, I/128; Muhammed İbn Ali İbn Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1995, I/185; ez-Zuhaylî, a.g.e, I/323, es-Sâbûnî, a.g.e, I/97; es-Sa’dî, a.g.e, s. 49; Bilmen, a.g.e, I/127; Ateş, a.g.e, I/242-143.
31 Bayraklı, a.g.e, II/243.
32 Ahkâf, 46/17.
33 en-Nesefî, a.g.e, IV/212; ez-Zuhaylî, a.g.e, XXVI/43; es-Sâbûnî, a.g.e, III/196; Bilmen, a.g.e, VII/3366.
34 el-Beyzâvî, a.g.e, II/395; ez-Zuhaylî, a.g.e, XXVI/43-44; es-Sâbûnî, a.g.e, III/196; Yazır, a.g.e, VI/4350; Bilmen, a.g.e, VII/3366.
35 el-Beyzâvî, a.g.e, II/395; en-Nesefî, a.g.e, IV/212; Yazır, a.g.e, VI/4350.
36 Tûr, 52/21.
37 el-Merâğî, a.g.e, IX/310; Yazır, a.g.e, VII/4553.
38 Tâhâ, 20/132.

39 Ebu’l-Hasen Ali İbn Muhammed İbn Habîb el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz, III/434; İbn Kesîr, III/179; el-Kâsimî, a.g.e, V/134; İsmâil Hakkı el-Bursevî, Tefsîru Rûhu’l-Beyân, Mektebetü Eser, İstanbul, 1389 h., V/448; ez-Zuhaylî, a.g.e, XVI/307; es-Sa’dî, a.g.e, s. 466; es-Sâbûnî, a.g.e, II/252.
40 Bilindiği gibi çocuklar erken yaşlarda anne-baba ve büyükleri taklit etmeye başlarlar. Namaz kılınan bir evde büyükler namaz kılarken çocuklar da kılmaya çalışırlar. Bu taklit eğiliminin bir sonucudur. İşte bu yüzden çocuk, namaz kılınan odaya rahatlıkla girebilmeli, büyüklerin nasıl ibadet ettiklerini görebilmelidir. Mümkün olduğunca evde cemaatle namaz kılınmalı, çocukların bu namazlara katılması özendirilmeli, böylece bir namaz bilinci oluşturulmalıdır. (Halis Ayhan, Din Eğitimi ve Öğretimi, D.İ.B. Yayınları, Ankara, 1985, s. 166; Musa Bilgiz, Hayırlı Çocuk Yetiştirmenin Temel İlkeleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2006, s. 106.
41 er-Râzî, a.g.e, VII/115; el-Mâverdî, a.g.e, III/434; el-Merâğî, a.g.e, VI/139; es-Sa’dî, a.g.e, s. 466; es-Sâbûnî, a.g.e, II/252.
42 el-Kurtubî, a.g.e, XI/174; Bilmen, a.g.e, IV/2120.
43 er-Râzî, a.g.e, VII/115; el-Kâsimî, a.g.e, V/134; Bilmen, a.g.e, IV/2120.
44 Kutub, a.g.e, IV/2357; el-Mevdudî, a.g.e, III/261; Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997, s. 644.
45 el-Mevdudî, a.g.e, III/261.
46 Özcan Demirel, Esed Yağcı, Öğretim İlke ve Yöntemleri, M.E.B., Ankara, 2002, s. 21.
47 İbn Kesîr, a.g.e, III/179; en-Nesefî, a.g.e, III/108; el-Bursevî, a.g.e, V/448; el-Merâğî, a.g.e, VI/139; ez-Zuhaylî, a.g.e, XVI/307.
48 er-Râzî, a.g.e, VII/115; el-Kurtubî, a.g.e, XI/174; el-Bursevî, a.g.e, V/448;
49 el-Kurtubî, a.g.e, XI/174; el-Merâğî, a.g.e, VI/139; ez-Zuhaylî, a.g.e, XVI/307.
50 Meryem, 19/54-55.
51 Arapça’da “ehl” kelimesi, soy, din, belli bir iş alanı, ev / aile, ülke gibi farklı sosyal olgulara nispet edilerek kullanılabilmektedir. Buna göre bu kelime, belli soydan gelen insanları, belli dine inanan kimseleri, aynı işte çalışan kimseleri, aynı evin fertlerini, aynı ülkenin insanlarını anlatabilmektedir. “Ehlü’r-racul”, kelimesi, asıl anlamıyla, aynı evde oturan aile üyelerini ifade eder. Yine bu kelimeyle kişinin eşi de kastedilir. Bir mezhebe mensup olan kimseye, “ehlü’l-mezheb”, İslâm’ı din olarak kabul eden kimseye, “ehlü’l-İslâm”, her peygamberin ümmetine, “ehlü’n-nebî” denir. Bir kimseyle yakınlık ve dostluk kurulması halinde “ehile bihî” denir. Arapça’da, bir kimse evlendiği zaman “teehhele” denilir (el-İsfehânî, a.g.e, s. 29; İbn Manzûr, a.g.e, XI/29-30; el-Halebî, a.g.e, I/152-153).

52 el-Mâverdî, a.g.e, III/377; İbn Kesîr, a.g.e, III/132; el-Beyzâvî, a.g.e, II/34; el-Kâsimî, a.g.e, V/84; Hicâzî, a.g.e, II/460; el-Cezâirî, a.g.e, III/317; es-Sa’dî, a.g.e, s. 445; ez-Zuhaylî, a.g.e, XVI/123; Ateş, a.g.e, V/386-387; M. Zeki Duman, Beyânu’l-Hak, Fecr Yayınları, Ankara, 2006, I/365.
53 Celâlüddin el-Umerî, Emr-i Ma’ruf Nehy-i Münker, Çev. Mehmet Karabulut, İnsan Yayınları, İstanbul, 1997, s. 36.
54 Lokman, 31/17.
55 el-Kurtubî, a.g.e, XIV/46-47; el-Beyzâvî, a.g.e, II/229; el-Kâsimî, a.g.e, V/478; el-Merâğî, a.g.e, VII/309; el-Cezâirî, a.g.e, IV/208; Yazır, a.g.e, VI/3846-3847; Bilmen, a.g.e, VI/2742-2743; Ateş, a.g.e, VII/68.
56 Münire Erden, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Alkım Yayınları, İstanbul, 1998, s. 40-41.
57 Kur’an, gelecek neslin ıslahı için dua etmeyi, bir başka deyişle, dua aracılığıyla neslin ıslahını istemeyi müminlere öğretmeyi amaçlamıştır: “Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Ana karnında taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürdü. Nihayet insan güçlü çağına erip kırk yaşına varınca: “Yâ Rabb’i, dedi, beni, bana ve anama, babama verdiğin nimete şükretmeye razı olacağın yararlı işler yapmaya sevket. Benim için de, zürriyetim için de salâhı devam ettir. (Benden gelecek olanları da iyi insanlar yap)” (Ahkâf, 46/15). Burada kendi soyundan gelecekler için dua eden kişi, Allah’tan neslinin “ıslah”ını, soyundan gelenlerin “sâlihlerden” / iyilerden olmasını dilemektedir. “Islah”ın onların benliğine nüfûz etmesini ve sürekli orada bir alışkanlık ve kişilik özelliği olarak sabit kalmasını, yerleşmesini istemektedir (el-Beyzâvî, a.g.e, II/395; Yazır, a.g.e, VI/4347; ez-Zuhaylî, a.g.e, XXVI/35; es-Sâbûnî, a.g.e, III/196).
58 İbrâhîm, 14/40.
59 İbn Kesîr, a.g.e, II/561; el-Merâğî, a.g.e, V/135; Hicâzî, a.g.e, II/266; ez-Zuhaylî, a.g.e, XIII/265; es-Sâbûnî, a.g.e, II/100; Bilmen, a.g.e, IV/1702; Toptaş, a.g.e, IV/265.