Makale

EDİTÖRDEN

EDİTÖRDEN

Bu ayki gündem konumuz, farklı yönleriyle öteden beri çok tartışılan konulardan biri olan “gelenek”. Gelenek, toplumda saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane olarak tarif edilmektedir.

Gelenek, yılların deneyim ve tecrübe birikimini, vicdani ve toplumsal kabulü, ortak hafızayı ifade eder. Gelenek, daha önceden yaşanmış ve kabullenilmiş olması itibarıyla güven verir. Bir binanın temeli, bir ağacın kökü gibi, üzerine yükselecek yapının sağlam ve güvenli olmasını sağlar. Bu yüzden baskın olan toplumsal kabul, geleneğin korunmasından ve yaşatılmasından yanadır. Geçmişte oluşan dinî, kültürel, bilimsel ve sanatsal birikimi bir tarafa bırakıp hiçe sayan toplumlar ayakta kalamazlar.

Geleceğe yönelik bir sıçrama taşıdır gelenek. Gelenek aynı zamanda geleceğe ilham verir, yeni ufuklar açar. Geleneği dikkate almamak; özünden kopmak, tekrara düşmek, mevcudu yeniden keşfetmeye çalışmak ve sıfır noktasından başlamak olur. Çünkü gelenek bir köktür, dallar bunun üzerinde yükselir, gelecek bunun üzerine inşa edilir. Gelenek, geçmişi geleceğe, bugünü yarına taşıyan güçlü bir köprüdür.

Peki, gelenek gelişmeye, ilerlemeye, yeni düşünceler, yeni fikirler üretmeye engel midir? Gelenek diriltici bir soluk mu, içinde yaşadığımız şartlara uyum sağlamamızı imkânsız kılan bir ölü toprağı mıdır? Yolumuzu doğru çizebilmemiz için bir sınır çizgisi mi, dinin sahih yorumuyla aramızdaki uçurum mudur? Kökün ağacı hayata bağladığı gibi gelenek de dini hayatla buluşturup, canlı tutar mı, yoksa hayat damarlarını tıkayan, canlı bir sosyal organizma olarak kalmasını engelleyen bir pranga mıdır? Gelenekle ilgili tartışmaların odağını oluşturan bu sorular, konunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Sadece şunu ifade edelim ki, iyi tahlil etmeden, özünü ve ruhunu alıp bugüne taşımadan, yaşanan hayatı dikkate almadan körü körüne bağlanılan bir gelenek, toplumları açmazlara ve tıkanıklığa götürebilir. İslam fıkhı içtihat mekanizmasıyla geleneği olması gerektiği şekilde her zaman canlı tutabilmeyi ve bugüne sağlıklı bir şekilde taşıyabilmeyi başarabilmiştir.

2010 yılının bu son sayısında, “geleceğe bakan yüzü ile gelenek” konusunda birbirinden değerli kalemlerin yazılarını ilginize sunuyoruz. Doç. Dr. Hülya Alper “Atalar Geleneğine Karşı Tevhid Geleneği”, Doç. Dr. Aliye Çınar “Gelenek: Pranga mı Sınır mı?”, Doç. Dr. Ahmet Albayrak “Geleneğin Diriltici Soluğu”, Dr. M. Selim Arık, “Örf ve Âdet Olarak Gelenekler ve Din” başlıklı yazılarıyla konuya ışık tutuyorlar. Bu ışığın gönüllerimizde de parlamasını ve geleneğin güven veren sağlam yapısının bizi sağlıklı ve aydınlık bir geleceğe taşımasını diliyorum.
Bu vesileyle hicri yılbaşınızı tebrik ediyor, 2011 yılının bereketli, barış ve huzur dolu bir yıl olmasını temenni ediyorum.
Dr. Yüksel Salman