Makale

Geçti

Halise Çiftçi

Geçti

Modernizmin en dehşetli armağanı ’ben’ evlere de uğradı. Dünya ’ben’in etrafında dönmeye başladı. Biz fena halde yalpaladı. Ben ve sen kalelerine çekildi herkes. ’Biz’in kalın ve görkemli çizgisi silindi. Ben’in eğreti ve yamuk çizgisi çekildi. Ben ve senin kalelerinde herkes gardım aldı. Günden güne artan boşanma olayları ben ve senin koluna girdi... Biz evlerden buruk, içli bir tebessümle ve ayak sürüyerek mutlulukları da yanına alarak çekip gitti...
Uzak bir hatıra...
İngiltere’den gelip yolu bizim eve uğramıştı. Adını aklımda tutamayacağım kadar kısa bir tanışıklıktı. Üzerinden de uzun zaman ve zamanın silgisi geçti. Adı kalmadı aklımda ama benim iki katım kadar olduğu hissi kaldı. Sarışın, çilli ve kalın bilekliydi. Gümüş telkâri bileziğin bileğini sarmaya yetmediğini, mesleğinin aşçılık olduğunu ve genç bir kızının İngiltere’de onu beklediğini hatırlıyorum.
Bir de o zamanın Türkiye’sinin dekorunda anlattıklarına fena halde şaşırışımı. Bu şaşkınlık ve biz öyle değiliz rahatlığını anlata anlata bitirememiş- tim...
O ’ben ve sen’in kalın çizgilerinin evlerin ortasından geçtiğini anlatıyordu, ben ’biz’ vurgusunu.
O herkesin kendi eşyaları, kendi dünyaları ve kaleleri olduğundan bahsederken, ben müşterek yaşantının kopmaz iplerini sürüyordum ortaya...
O anlatıyor, ben şaşırıyordum...
Eşine ve kendisine ait ortak bir arabaları olduğunu, haftanın tek günleri eşinin arabayı kullandığını, çift günlerdeyse arabanın ona kaldığını anlatıyor ve ekliyordu; ’Acil durumlarda bile, sözgelimi hastalıkta bile eğer haftanın çift günü değilse ben, tek günü değilse o arabayı alamaz... Kural kuraldır.’
Evdeki telefonun da eşiyle ortak kullanımda olduğunu herkesin telefonu kullanacağı zaman jeton atması gerektiğini de şaşkınlığıma tuz biber olarak döküyordu.
Bense bizdeki ’biz’ vurgusuna, saçını süpürge etmelere, helâl rızık ve evin geçimi için çalışıp, didinen, yorgun babalara vurgu yapıyordum. Fedakârlığa, başkası için yaşayabilme erdemine, incelikli duygulara, sevginin gücüne.
Elde avuçta ne varsa paylaşıldığına, hele ana babaların evlâtları için ömürlerini gözlerini kırpmadan verdiklerine...
Ekliyordum da...
Eğer aile olunacaksa ayrı eşyalar, benim senin ayırt etmeler, araya eşya ayrılığını sokmalar, ayrı hayatlar, ayrı kişisel kaleler olmamalı ki diyordum. Ailenin ben ve seni taşıyamayacak kadar narin olduğunu, elele vermiş, biz olmuş ben ve senin ancak aileye yük olmayacağını, ailenin yükünü hafifleteceğini de araya sıkıştırıyordum...
Geçti...
Geçti. Zaman... Yirmi yıla yakın bir zaman...
Geçti. Bendeki şaşkınlıklar, gönül rahatlıkları. ’Biz öyle değiliz ki’ savunmaları.
Geçti.
Biz mutlulukları da yanına alarak çekip gitti...
Modernizmin en dehşetli armağanı ’ben’ evlere de uğradı. Dünya ’ben’in etrafında dönmeye başladı. Biz fena halde yalpaladı. Ben ve sen kalelerine çekildi herkes. ’Biz’in kalın ve görkemli çizgisi silindi. Ben’in eğreti ve yamuk çizgisi çekildi. Ben ve senin kalelerinde herkes gardım aldı. Günden güne artan boşanma olayları ben ve senin koluna girdi... Biz evlerden buruk, içli bir tebessümle ve ayak sürüyerek mutlulukları da yanına alarak çekip gitti...