Makale

Muharrem Ayı Yeniden Birlik ve Beraberlik İçin Geliyor

Muharrem Ayı Yeniden Birlik ve Beraberlik İçin Geliyor

Selvigül Kandoğmuş Şahin

Yeni hicri yıl ile muharrem öylece geldi kuruldu başköşemize. Yeni duyuşlar, yepyeni umutlar ve sevdalarla yürüyelim mübarek ayların arıtan zamanlarına.

“Su gibi a’mar-ı âdem dem be dem çağlar gider
Kânun-ı kadim budur ağlar gelir ağlar gider”
Alvarlı Muhammed Lutfi
Akıp geçen zamana yemin olsun, akıp geçen zamana selam olsun. Zamanı değerli kılan, kullarının her anını kuşatarak onu mübarek, mebrur anların yolcusu eyleyen Rabbe dualar olsun. Âlemlerin Efendisi, merhametin, şefkatin, duanın, insanlığın, vicdanın, umudun peygamberi Efendimiz Muhammed (s.a.s.) ve izini sürdüğü tüm nebilere, rasullere selam olsun…
Mübarek zamanlar oluk oluk akıyor insanlığın üzerine. Arıtmak için, temizlemek için tüm kir ve kinlerinden öylece durmaksızın akıyor… Su azizliğiyle, gümrah pınarların coşkunluğu, deli tayların çılgınlığı, uçuşan martıların göğü yaran feryatlarını yüklenmiş bir sevdayla akıyor Rabbimin mübarek zamanları, mübarek ayları…
Aylardan muharrem, mevsimlerden aşk, yürüyüşlerden hicret, kurbanlardan Kerbela… Neler geliyor aklımıza; yüreğimizin seğirmesi hangi hız ve haz yorgunu olmuş nice durağından sonra duruyor muharrem ayının. Aşura’nın, kaybetmenin, kazanmanın, ölmenin ve dirilmenin, yok olmanın ve var olmanın, acının ve hüznün zamanlarındayız…
Ayları yaratan, zamanı öylece serip, insanlığı kutsal vakitlerle hemhal eden Rabbime hamd olsun. Zamanı akıp geçen, mübarek ve muştu olan kurtuluş olan zamanı biliriz ki kıymetlidir. Müslümanların zamanı daha bir kıymetlidir. Yılları, ayları, günleri kıymetlidir. Zaman terbiye etmek için gürül gürül yıkayıp arıtan ırmaklar coşkunluğunda akarken yaşar insan ne yaşarsa. Akan zamana inat yaşar günahlarını ve tüm inkârını. Akan zamana akıtır gözyaşlarını, günahlarının kirinden arınmak için seherlere, teheccüdlere, akşam alacalarına yükleyip gönderir dualarını. Oysa zaman hep akar kirli, kinli insanlığın damarlarından… Öylece hep arıtmak, temiz eylemek üzere… Ve zaman, insanlığın hazzını, hızını artırmak, kirletmek, örselemek, ayartmak için öylece akar…
Mübarek aylar gelir. Bir muştu gibi günahlı sabahlara recep, şaban, ramazanın yağmur serinliğinde öylece akar… Gözyaşıyla ıslanmış secdeleri hac eyleyen zilhicce gelir. Müslümanın zamanı, Müslümanın ayları kuşatır insanlığı. Namazlarla, secdelerle, dualarla, oruçlarla, zekâtlarla, fitrelerle, kurbanlarla gelen aylarımız vardır bizim…
Ey Rabbimin kutlu ayları, kurtuluşa taşıyan, insanlığa inşirah olan, dua olan, muştu olan mübarek aylar sizlere selam olsun…
Selam olsun ey muharrem… Yorgun yüreğimize öylece akıp gelen muharrem… Sevdayı, yoldaşlığı, hicreti, kuşanmayı, kuşatmayı, fethi, özlemleri sonra hakkı, adaleti, vurulmayı, ihaneti, al kanlara revan olmayı, tarifsiz acılara gark olmayı, bağrında saklayan yaslı ay… Ey kutlu ay… İman takvimimizden bir şube olan ey muharrem, en acılı zamanların konuğu olarak yine geldin ve kuruldun dünyamıza…
Mekke daralmıştır, hüzün yılının en ağır zamanları çöreklenir Nebinin üzerine… Mukaddes emaneti sahiplenecek yürekli insanları bulmaktır derdi Nebi’nin. Çalıyor kapıları, umutla, ümitle, tevazu ile ama nafile…
Mübarek başına yağan taşlar, yüreğini yakıp geçen hakaretler ve tükeniş zamanlarında, üzerine yürüyenlerin seslenişleri… Kurtuluş ve dua niyetine geldiği umut kapılarının yüzüne çarpılması sonra... Sonra hakkı ve özgürlüğü adaleti taşımak için nasırlaşan mübarek ayaklarına doğru yürüyen, bedenini ürperten kan…
Taif çölünde, eriten sarı bir sıcakla Efendimizin mahzun ve mübarek çehresini öylece yalayıp geçen yaşlar, acının ve ihanetin gölgeliklerinde yüreğine derecesiz çöreklenen çaresizlikler sonra… Sen gelirsin aklımıza. Vurulan güvercinler gibi, aniden havalanan kuşlar gibi, göğe açılan mübarek ellerin gelir. Sonra semaya çevirdiğin çaresizliğin duraklarında kor yüreğinin yangınıyla gül yüzünü yalayıp geçen gözyaşlarıyla yalvarışların ah o içli yalvarışların… Yolumuza, insanlığın, ümmetin yoluna kurban olan o mübarek başını eğerek tarifsiz kederler içinde yorgun yüreğini Rabbine yaslayıp, gül simanı eğerek yaşlı gözlerle uzaklara durgun, hüzünlü ama hep umutlu bakışın… Ve eşsiz yalvarışın gelir aklımıza…
“Allah’ım! Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana şikâyet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına bindiği, biçarelerin Rabbi Sensin. Sensin Rabbim benim. Beni kime bıraktın! Huysuz ve yüzsüz yabancıya mı, yoksa bu işimde bana hâkim olacak düşmana mı? Allah’ım! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniş. Allah’ım, gazabına uğramaktan, rahmetinden uzak kalmaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahireti salâha kavuşturan ilahî nuruna sığınırım. Rızanı dilerim. Sana iltica ederim. Bütün kuvvet, her kudret ancak Sendendir ya Rabbi!”
Efendimiz bir bağ evine sığınmış yüreğinin derin sızısıyla böyle yakarmıştı. Ve o zaman hicretin, devlet olmanın, Medine’nin çalılıklarının yurt olmasının, hami olmasının tohumunu gözyaşları ile akıtmıştı yarınlara doğru. Hicret Müslümanları muharrem ayına, yeni başlangıçlara, yeni dünyalara taşıyan hicret Taif duasının sırlı aydınlığında gizliydi.
Ey dostlar, Mekke’miz olmadan Medine’miz olamaz. Ey dostlar, yüreğimizi dağlayan bizi insan yapan acılarımız olmazsa muştu yüklü yarınlarımız olamaz. Semereler vardır… Gözyaşı, sabır, dua yüklü bedellerle gelen...
Coğrafyamız çölleşmiş, Taif misali yakan kavuran acılara boğulmuş, Orta Doğu’nun öksüzleri, Arakan’ın yetimleri, Sudan’ın aç iskelet gibi incecik esmer çocukları yollarımızı gözler oldular. Bir Medine özlemi ile ümmet yanıp tutuşuyor. Ve muharrem gelmiş bir aşk gibi akıyor damarlarımıza. Hicri yılbaşımız mübarek olsun, kurtuluş olsun. Yeni zamanlara yürümek için muharremin mübarek günlerini, Aşura’yı derin bir tefekkürle modern zaman sancılarımıza merhem eyleyelim. Aşura orucu bizi kardeş kılsın, yaren kılsın tüm ayrılık düşmüş zamanlarda. Yaşadığımız coğrafyada hami olarak, dirilten bir nefes gibi, aydınlık ısıtan sıcacık bir güneş gibi doğalım mazlum coğrafyaya… Muharrem bir muştu serinliğinde yeni yılın heyecanı ile karaya vuran çılgın dalgalarla boğuşan Nuh Peygamber’in gemisinin yorgunluğunda konuk olsun günlerimize… Musa Peygamber’in Kızıl denizdeki eşsiz mücadelesi, Firavun’un çaresiz çırpınışlarına öylece yürüyen dalgalar gibi akıp gelsin kurtuluş ırmakları… Yusuf Peygamber kıssası Efendimizin dizine derman, yüreğine inşirah, olmuştu da bitmeyen bir umut sarmalıyla yürümüştü yarınlara. Yürümüştü mazlumların yanına, kavuran sıcaklarda, derin vadileri aşarak Nur Dağı’nın zirvelerine, Hira’sına yürümüştü. Hira’sı onun kuyusu gibiydi nerdeyse. Kuyusunda Rabbe yürüyüşü vardı sonra; teslimiyeti, doruklarda yüreğinin titreyişlerine sırdaş eylediği duaları, dostları, Ebubekir’i, Ali’si, Hatice’si vardı.
Yeni hicri yıl ile muharrem öylece geldi kuruldu başköşemize. Yeni duyuşlar, yepyeni umutlar ve sevdalarla yürüyelim mübarek ayların arıtan zamanlarına.