Makale

Dünyada Müslüman azınlıklar üzerine

SÖYLEŞİ

Dünyada Müslüman azınlıklar üzerine
Söyleşi: Dr. Yüksel Salman
Prof. Dr. Mehmet Görmez:
Bir kimliği, bir aidiyeti
hiçbir zaman sayılarla ifade
edemezsiniz.
Sayın hocam, isterseniz sohbetimize azınlık kavramından başlayalım.

Tarih boyunca bütün coğrafyalarda bir egemen kültür olmuş, bir de daha küçük ve başka bölgelere, kültürlere aidiyeti olan topluluklar, çeşitli nedenlerle hicret ederek başka topraklarda, başka kültürlerde önce misafir olarak kalan, sonra da oranın bir parçası haline gelen topluluklar olmuştur. Bu aslında insanlık tarihi boyunca süregelen bir konudur. Yani herhangi bir ülkeden, farklı bir dinin mensupları zaman zaman siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel sebeplerle, kendi topraklarını, kendi kültürlerini terk ederek, tabiri caizse hicret ederek başka topraklara gitmiş ve orada yerleşmişlerdir. Bu şekilde oluşan toplumların, yerleştiği dünya ile olan ilişkisi tarih boyunca sorun olmuştur.

İnsanlık tarihi boyunca var olan bu hakikat, modern zamanlara kadar sayılar üzerinden hiç ifade edilmemişti. Yani bunu azınlık-çoğunluk şeklinde sayılarla ifade etmek mantığı, modern zamanlara aittir. Modern zamanlardan önce o topluluklar kendi kimlikleri ile tanınıyorlardı. Kendi aidiyetleri ile kendilerini ifade edebiliyorlardı. Ama modern zamanlarda bir çoğunluk ve azınlık kavramı ihdas edildi. Herhangi bir ulus devlette yahut farklı uluslardan müteşekkil bir toplulukta egemen olan topluluğa çoğunluk deniyor. Başka bir yerden, aidiyeti başka bir kültüre ait olup da gelip orada yaşamaya karar vermiş topluluğa da azınlık deniyor. Aslında bu, insan ve insanın değeri açısından, hatta insan hakları açısından değerlendirildiğinde çok yerinde bir isimlendirme değildir. Çünkü bir kimliği, bir aidiyeti hiçbir zaman sayılarla ifade edemezsiniz. Sayısı az olanı azınlık, çok olanı ise çoğunluk şeklinde tanımlamanın doğru olmadığını düşünüyorum.

Son asırda Müslümanlar çeşitli sebeplerle, batıya doğru göç ettiler. Ülkemizden de batıya doğru böyle bir göç yaşandı. Aynı şekilde Orta Doğu’dan Batı’ya giden azımsanamayacak kadar bir nüfus var. Batı’da “Müslüman azınlık” kavramı nasıl oluştu?

Doğrusu bu konuda elimizde ince hesaplanmış bilimsel veriler yok. Ama kabaca bakıldığında bundan elli yıl önce, hatta bazı ülkeler için yirmi otuz yıl önce bir araştırma yapılsaydı, dünyada var olan ülkelerin belki üçte ikisinde Müslüman azınlıkların olmadığı görülürdü. Ancak bugün tespit edebiliyoruz ki, dünyada sayıları az da olsa bir Müslüman azınlığın olmadığı hiçbir ülke yoktur. Tabii bunun çeşitli sebepleri var. Neden bu hareketlilik yaşandı? Bir defa batı dünyası ve Amerika kıtası için düşündüğümüzde, Afrika’dan yapılan köle ticareti bu hareketin öncü sebeplerindendir. Daha sonra Batı’daki endüstri devrimi ile oluşan iş imkânları da göçlerin sebeplerinden biridir. Dünya savaşları insanları yerinden yurdundan etti. Daha sonra Orta Doğu’da İsrail’in toprak işgal etmeye başlamasından itibaren, insanlar yerinden yurdundan edildi. Bugün dünyanın her bir tarafında bir Filistinli ile karşılaşabiliyorsunuz. Balkanlarda yaşanan savaşlarla bağlantılı olarak dünyanın her tarafında küçük bir Boşnak grupla karşılaşabiliyorsunuz. Bugün dünyanın sürgün milletleri oluşmuştur. Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri, Irak Türkmenleri, Filistinliler ve Boşnaklar bulundukları bölgelerin zulmünden kaçan sürgün milletlerdir. Asya’dan Avrupa’ya, Amerika’dan Avustralya’ya kadar sürgün milletlerle karşılaşabiliyorsunuz. Tabii “dünyanın her tarafında” derken Batı dünyasını kastediyorum. Siz göçler hep doğudan batıya yapılmıştır dediniz. Aslında bir tespite göre de tarih boyunca ilim ve hikmet için göçler batıdan doğuya doğru olmuştur.

Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi’nde yüz bin kişiye hitap etti, bu yüz bin kişinin içerisinde sadece on bin kişinin mezarı Arabistan yarımadasındadır. Diğer doksan bin kişi nerededir diye sorsak cevabını bulamayız. Ama büyük bir kısmının doğuya doğru gitmiş olduğunu biliyoruz. Ama özellikle endüstri döneminden sonra modern zamanlarda doğudan batıya doğru bir hareketin olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bütün bu sebeplerden dolayı bugün dünyada Müslüman bir topluluğun, Müslüman bir azınlığın olmadığı hiçbir ülke kalmadı. Yakında İstanbul’da Ekvator Ginesi diye bir ülkenin temsilcisi ile görüştüm. Burada üç bin beş yüz kişiden oluşan Müslüman bir azınlığın olduğunu öğrendim. Burada nasıl oluştunuz diye sordum. Orada doğup büyüyen yüz, iki yüz kadar Müslüman varmış. Köle ticaretiyle buraya getirilen Müslüman bir anne babadan, bir ecdattan dünyaya gelen, Müslüman bir temele dayandığını öğrenen ve sonradan Müslüman olanlar varmış. Geçen sene Dominik Cumhuriyeti’nden bir heyetle görüşmüştüm. Haiti’deki depremden sonra orada Müslüman bir topluluk olduğunun farkında olduk. Dolayısıyla dünyanın her tarafında bugün Müslüman azınlık diyebileceğimiz bir azınlık var. Ancak Müslümanların bunların tespitini yapan bir müesseseleri bile yok. Ancak bireysel yollarla haberdar olabiliyoruz.

Kur’an-ı Kerim’de anne babaya iyilik yapılmasını isteyen ayetin akabinde komşuya da iyilik yapılması ifade edilir ve “uzak komşu” tabiri kullanılır. Yani bir “yakın komşumuz” var, bir de “uzak komşumuz” var. Bu “uzaktaki kardeşlerimiz”in ne türlü sorunları var?

Aslında problemlerin temelinde dünyanın küçük bir köye dönüşmesi yatıyor. Köyün içerisinde sadece bir egemen güç ve egemen kültür görünür kılınıyor ve o köyde azınlık dediğimiz küçük toplulukların inançları, kültürleri, düşünceleri, hayatları görünmez oluyor. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Bir tek insanın kimliği dahi bizim açımızdan önemlidir. Eğer farklı ise, farklılık arz ediyorsa onu korumak, onu muhafaza etmek gerekiyor. Dünyanın her tarafına yayılan Müslüman azınlıkların birinci sorunu, kendi inançlarıyla, kendi kültürleriyle, kendi aidiyetleriyle görünür olma imkânına kavuşamamalarıdır. Yani görünür olma derken toplumda özgürce kendi kıyafetleri ile dolaşabilmeleri gibi konuları kastetmiyorum. Kendi değerleri ve kültürleriyle, o toplumun değerlerini ve kültürlerini buluşturarak, birleştirerek sizin dediğiniz uzak-yakın komşu ilişkisine geçerek bir özne haline gelebilme imkânlarını kastediyorum.

Kimlik sorunu ciddi bir sorundur. Hatta azınlık-çoğunluk ilişkileri Batı literatüründe sosyal bilimlerden değil, kimyadan ödünç alınan kelimelerle tanzim edilmiştir. Bu konuda dört kelime vardır: Asimilasyon, entegrasyon, izolasyon ve adaptasyon. Bu kelimeler aslında sosyal hayatla ilgili kelimeler değildir. Lisede laboratuarda bir maddeyi başka bir madde içerisine koyduğunuzda eğer onun içerisine kayboluyorsa asimilasyona uğradı derdik. İslam açısından bakıldığında bu kavramlar azınlık çoğunluk ilişkisini ifade eden birer kavram olmaktan uzaktır. Mesela entegrasyonu Türkçe’ye biz uyum diye çeviriyoruz. Yani eklemleneceksin, ona benzeyeceksin, dışarıdan bakıldığında iki farklı yapı görülmeyecek. Bir uyum gösterecek olanlar var, bir de uyulması gereken bir kitle var. Bu aslında kabul edilebilir değil. Ama maalesef Müslüman azınlıkların veya dünyadaki başka azınlıkların neredeyse hepsi buna razı olmuş durumda. Bunlardan en kötü olanı kimliği ile kültürü ile, dili ile, düşüncesi ile başka bir dil ve kültür içinde yok olma anlamına gelen asimilasyon. Yani hakim kültür birisinde yok ediyor, diğerinde sen varsın ama varlığını hissettirmeyeceksin, farklılığını göstermeyeceksin ve bana uyacaksın diyor. Bu kabul edilebilir değil. Zaten izolasyonlar oluştu ve bu azınlıkların büyük bir kısmı izole olmuş vaziyetteler.

Uyum sürecini ifade etmede adaptasyon da entegrasyonla birlikte değerlendirilmesi gereken bir kavram. Dolayısıyla modern zamanlarda bu ilişkileri ifade eden kavramlar dahi vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu açıkça gösteriyor.

Mesela Almanya’da altı milyon Müslüman vardır. Almanya’nın anayasasında din ile din eğitimi ile, inanç özgürlüğü ile ilgili çok önemli maddeler vardır. Ama İslamiyet’i resmen kabul etmediği için Müslümanların hiçbiri bu haklardan istifade edemiyor. Teşebbüsler var, çabalar var, ama neticeye baktığımızda ortada bir şey olmadığını görüyoruz. Müslüman azınlıkların kendi aralarında kurdukları dini kurumlar vardır. Bu dini kurumların o toplumda çok değeri yoktur. Hukuki tüzel kişilikleri yoktur. Muhatap olarak kabul edilmiyorlar. Çocukların eğitimi, din eğitimi ciddi bir sorundur. Dil eğitimi ciddi bir sorundur. Dünyaya dağılmış, her ülkede yetim bırakılmış, bu Müslüman topluluklarla ilgilenen maalesef çok az mekanizma var.

Müslüman azınlıkların yaşamakta olduğu sorunların düğümlendiği nokta tam olarak neresi?

Genelde azınlık-çoğunluk ilişkisi sorununu çözme konusunda azınlıklar daha büyük bir çaba gösteriyorlar. Çoğunluklar ise azınlıkların bir eğitim sürecinden geçirilerek entegrasyona tabi tutulmalarını istiyorlar. Nitekim entegrasyon bakanlıkları var. Burada iki şey söylemek istiyorum. Birincisi, aslında bu konuda azınlıkların değil, çoğunlukların eğitime ihtiyacı var. Bunun altını tekrar çiziyorum. Dışarıdan gelen, farklı bir dine, farklı bir inanca, farklı bir kültüre aidiyeti olan bir topluluğa nasıl muamele edileceği konusunda bir eğitime ihtiyaç var. Modern toplumların topyekün böyle bir eğitime ihtiyacı var. Çünkü bu toplumların bu konuda tarihi tecrübeleri yoktur. Yüz sene önce Batı’nın hangi başkentinde böyle bir ilişkiden söz edebilirsiniz? Ama Müslümanların böyle bir tecrübesi var. Endülüs kurulduğunda orada bir azınlık-çoğunluk ilişkisi oluşmadı. Orada farklı din mensupları birlikte yaşıyorlardı ve onlar üretmeye kaldıkları yerden, birlikte devam ettiler. Papazlar çocuklarını medreseye gönderiyorlardı. O çocuklar orada Hristiyan olmuyorlardı. Medresede matematik öğreniyorlardı. Birlikte oturup konuşuyorlardı. İstanbul fethedildikten sonra da bugün modern zamanlarda olduğu gibi bir azınlık-çoğunluk ilişkisi oluşmadı. Bir Ramazaniye’de anne çocuğuna vasiyet ediyor; “Yavrucuğum, sahura kalktığında çorbanı önce gayrimüslim komşularına dağıt, sonra Müslüman komşularına dağıt.” diyor. Böyle bir ilişki oluşmuştu ve böyle bir tecrübe vardı. Ama modern zaman, bu tecrübeden yoksun bir zamandır ve modern zamanların çoğunluklarına bu eğitimi vermek lazım. Mesela bütün okullarda, farklı coğrafyadan, farklı kültürden, farklı inançtan bir insan geldiğinde ona nasıl muamele edilmesi gerektiğine dair bir edep, bir hukuk, öğretilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.

Bu arada Müslüman bilim adamları da birtakım şeyler ürettiler. Mesela “Fıkhu’l-Ekalliyyât” veya İngilizce ifadesiyle “Minority Fiqh” diye bir kavram çıktı. Azınlık fıkhı… Hatta bazıları garip bir şekilde azınlık teolojisinden ve bir azınlık kelamından söz etmeye başladılar.

Özellikle Batı’da yaşayan Müslüman azınlıkların kendilerine mahsus birtakım durumları var. Mesela kurban kesemiyorlar. Cenazesini gömeceği kendisine ait bir mezarlık yok. Bu gibi yüzlerce mesele var. Bir helal gıda meselesi bile tam olarak halledilemedi. Hâlbuki ortada buna benzer bir tecrübe var. Dünyada yaşayan başka bir dini azınlığın bir tecrübesi var. Dünyada hangi otele giderseniz gidin onların gıdalarının saklandığı özel bir dolap vardır. Bu tecrübe ortadayken biz helal gıda meselesini, helal kesim işini bile konuşamadık, yani halledemedik doğrusu.

Peki İslam dünyası azınlık kavramıyla ne zaman tanıştı, bu konudaki tecrübesi nasıldı?

Bu aslında başlıbaşına bir konu. Ancak ben ana hatlarıyla değinmek isterim. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde orada farklı Yahudi toplulukları vardı. Bir de henüz inanmayan müşrik topluluklar vardı. Ama Medine vesikasının ilk maddesi nasıldır? “Biz Medine’de yaşayan bir ümmet olarak” diye başlar ve “ülkemizi, değerlerimizi savunmada birbirimizle yardımlaşacağız, birlikte hareket edeceğiz” denir. Peygamberimiz Medine’ye hicret etti, Medine vesikası ortaya çıktı ve ilk günden itibaren bu ilişki başlamış oldu. Bu sebeple ben sıkça tekrarlarım. Belçika’da Leuven Üniversitesi’nde bir toplantıda Hz. Peygamber’den bir hadis okudum. Herkes benden bu hadisin kaynağını vermemi istedi. Çünkü inanmadılar. “Kim zimmet ehline yani Müslümanların güvenliği altında yaşamayı kabul etmiş gayrimüslim birisine eziyet ederse Allah’a eziyet etmiş olur.” Bu hadisi okuduğumda çok şaşırmışlardı. “Ehl-i zimmet” kavramı da bu konuda çok önemli bir kavramdır. Zira “zimmet” bu konuda Müslümanlara düşen dini ahlaki ve hukuki sorumluluğu ifade etmektedir.