Makale

Aile: Bir İrfan Mektebi

Aile: Bir İrfan Mektebi

Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
ihilmi.karsli@diyanet.gov.tr

“O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır.”
(Rum, 30/21.)

Kur’an’ın dilinde aile âdeta okunacak bir kitaptır. Rabbimize götüren bir risale, bir mektuptur. Çünkü ailede anlamaya, tefekkür edilmeye değer o kadar çok delil vardır ki. İnsan bunları düşünmeye davet edilir. Bu açıdan, ibret almak isteyenler için ‘aile bir irfan mektebidir’ dense yerindedir. Çünkü insan Rabbiyle olan en güçlü sevgi ve saygı bağlarını burada kurar.
Aile, bir manevi yükseliş ve yüceliş ortamıdır. Anne ve baba, aile kitabının içerdiği her çeşit yaratılış ayetini okuma fırsatını burada bulur, her türlü deruni tecrübeyi burada yaşar. Bunlar tefekkürün konusu olur. Yaratıcıya olan saygı ve bağlılık duyguları güçlenir. Neticede eşler arasındaki sevgi ve şefkat bağları, Yüce Yaratıcı ile kurulan derin irfan ve muhabbet bağlarına dönüşür.
Ailede yaşanan biyolojik ve psikolojik güzellikler, Kur’an’da Allah’ın ayetleri olarak bizlere sunulur. Bunlar Allah’a götüren vesile ve sembollerdir. Bu bağlamda aile Allah’a taşıyan bir işaretler ve alametler yumağıdır. İnsan burada görerek, yaşayarak yaratılıştaki esrarı keşfeder. Biyolojik ve psikolojik huzuru, ruh dinginliğini yaşar; sevgi ve şefkat duygularını teneffüs eder.
Mesela insanın yaratılışı, Kur’an’ın ilk gündeme getirdiği, sonraları tekrar ettiği ve detaya girdiği hususlardandır. Ayetlerde konu âdeta insanın gözüne sokulur. Uyanması için geçmişini hatırlaması ve kökeniyle empati kurması ondan istenir ve şöyle denir: “İnsan neden yaratıldığına hele bir baksın.” (Tarık, 86/5.), “O vaktiyle anne rahmine akıtılan bir damlacık meniden ibaret değil miydi?” (Kıyame, 75/37.) Böylece insanın dikkati doğrudan kendi kökenine çekilir. Hangi aşamalardan geçerek bu hale geldiği sık sık ona hatırlatılır. Zaten bütün bu oluşumlar insana yabancı değildir ki. Aksine ebeveyn bunları bizzat müşahede etmekte ve yaşamaktadır. Böylece her bir tecrübe, onların dinî duyarlılıklarını, Allah’a olan muhabbet ve bağlılıklarını artırmaktadır.
Hamilelik dönemi özellikle kadınlar için kaygı ve beklentilerin arttığı bir dönemdir. Bu süreçte onlar ayrı bir psikolojiye girer ve endişe hâlini yaşarlar. Hamileliğin son döneminde ise en önemli kaygıları, çocuğun sağlıklı olup olmama durumları ile ilgilidir. Kadın bu endişeyi derinden hisseder. Koca için de elbette ki böyle bir durum söz konusudur. (http://www.kalbimecruh.com./9.5.2009)
Kur’an’ın insan psikolojisiyle ilgili bu konuya işaret ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim ayette kadının yükünün ağırlığından, karı kocanın ‘salih’bir evlat edinme arzularından, dolayısıyla Allah’a tazarru ve niyazda bulunmalarından bahsedilmektedir. Çünkü doğacak çocuğun manevi yönden olgun, sağlık bakımından gürbüz olması onların biricik temennileridir. Bunun için de Cenab-ı Hakk’a şöyle yalvarıp yakarırlar. “Rabbimiz! Bize eli ayağı düzgün, iyi ve yararlı bir çocuk ihsan edersen, mutlaka sana şükreden kullar olacağız.” (A’raf, 7/189.)
Yaratıcıya olan bu yakınlık, bazen İmran’ın eşinde olduğu gibi doruk noktasına erişir. O, hamile kaldığı çocuğunu mabet hizmetine adamaya söz verir ve şöyle niyazda bulunur: “Rabbim! Karnımdaki çocuğu başkasına değil, yalnız sana hizmet etmek üzere adadım, bu dileğimi kabul buyur. Çünkü sen bütün duaları işitirsin, insanların her türlü niyetini bilirsin.” (Âl-i İmran, 3/35.)
Kadın ve erkek biyolojik ve psikolojik olarak birbirini tamamlar. Aralarında eşsiz bir ahenk vardır. Girişte verilen ayette karı-kocanın huzur ve sükûna ermelerinden bahsedilmektedir. Çünkü her ikisi de aynı cinsten yaratılmışlardır. Dolayısıyla birbirine karşı bir uyumsuzluk ve yabancılık söz konusu değildir. Rabbimiz aralarında bir cazibe koymuş, âdeta onları birbirine bağlamıştır. Burada biyolojik ve psikolojik yönden eşsiz bir çekicilik vardır. Aile, insanın dinginleştiği, huzur ve mutluluğun yaşandığı yerdir. Burada insan zihnini yoran, psikolojisini geren arzular doyuma ulaşır, sükûn ve saadete kavuşulur.
Bakışları harama çağıran, duyguları ayartan bir atmosferde aile bir sığınaktır. Günah dalgalarına karşı âdeta insanı koruyan bir dalgakırandır. Şeytani hücumlara karşı insanı kayıran bir kalkandır. Şu ayette belirtildiği gibi “Eşleriniz sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise gibisiniz.” (Bakara, 2/187.) Aile sayesinde birbirinizi iffetsizlik ve hayâsızlıktan korursunuz. İç dünyanızdaki fırtınaları ve kasırgaları böylece dindirirsiniz.
Rum suresi 21. ayetin devamında ifade edildiği gibi aile sevgi ve merhametin ocağıdır. Karı-koca bir araya gelirler. Bunlar aslında önceleri birbirini tanımayan kimselerdi. Ama gizemli bir şey olur. Eşler birbirine bağlanır. Arada ülfet ve muhabbet çiçekleri tüllenir, iyice kaynaşırlar. Hem de öyle ki bu sevgi ve şefkat duyguları aile fertleri arasında âdeta bir mıknatıs vazifesi görür. Duygusal bağlar, eşler arasında birbirine güvenin, zorluklara karşı moral ve direnme gücünün kaynağı olur. Artık karı-koca salt bencil istekleri için değil, birbirini korumak, kayırmak ve fedakârlık için de hazırdırlar.
Ailede sevgi ve şefkat, bütün samimiyet ve güzelliği ile tecrübe edilir. Bu duyguların edebiyatı yapılmaz, aksine bunlar bizzat yaşanır, gönüllere ruh, davranışlara şekil verirler. Böylece aile âdeta bir sevgi ve şefkat yumağı hâline gelir. Nitekim Türkçemizde, “Nikâhta keramet vardır.” sözü de bizlere bunu anlatmaktadır.
Karı-koca arasında yeşeren sevgi çiçekleri, çocukların dünyaya gelmesiyle ayrı bir renk ve koku kazanır. Artık aile bağları iyice birbirine perçinlenir. Karı-koca birbirine kenetlenir, çocukları için âdeta seferber olurlar. Onların geleceği uğruna her türlü zorluk ve sıkıntıya karşılık beklemeden göğüs gererler. Çünkü Yaratıcı bu duyarlılığı onların gönlüne kazımıştır. Dolayısıyla fıtratın bu kanununa itiraz etmelerimümkün değildir.
Evet, bütün bu duygular, ailenin ve insanlığın teminatıdır. Eğer bunlar olmasa idi aile yuvasının kurulması mümkün olmayacaktı. Bu durumda kimse aile külfetinin altına girmeyecekti. Dolayısıyla insan neslinin devam etmesi de mümkün olmayacaktı. Ailede bunun gibi daha okunacak, ders alınacak nice ibretlik oluşumlar vardır. Cinsel hayat, insanın yaratıldığı üreme hücresi, hamilelik dönemi, çocuğun anne rahmindeki gelişimi, dünyaya gelişi, büyümesi, bir sevgi odağı hâline gelmesi. Evet, bütün bunlar, sayısız sır ve güzelliklerle doludur. Tabiiki düşünen ve ibret alanlar için.