Makale

Her Kimseye Bir Kimse(siz)!

Her Kimseye Bir Kimse(siz)!

Salih Şengezer
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzman Yardımcısı

Kimse’ bilinmeyen bir ismin, meçhul bir kimliğin, hatta bazen de sanal bir zatın yerine kaim olan bir zamirdir dilimizde. ‘Kimsesiz’ olursa bu sözcük, artık bilineni, malumu ve acı bir hakikati anlatan bir sıfat oluverir. Zımnında da bize hep yalnızlığı işar eder. Lügatlere sorarsanız ‘kimsesiz kimdir?’ diye; ya akrabası, yakını ve yareni olmayan kişileri işaret ederler ya da ıssız, tenha, insansız mekânları. (İlhan Ayverdi, M. B. Türkçe Sözlük, Kubbealtı, İst. 2005, s. 680.) Oysa bu lügavi anlam, hakikat karşısında, bir buz dağının görünen yüzü kadar sığ kalır. Çünkü hakikatte, kimsesizlik, mevsufunu ‘muhtaçlık’la niteler. İhtiyaç duyulan ise bazen samimi bir tebessüm veya sıcak bir yardım eli olur, bazen paylaşılması gereken bir hayat ya da sorulması gereken bir hatır…
Aslında kimsesizliği anlamak için, önce insanı tanımak gerekir. Zira “Ona ‘insan’ denilmesinin nedeni, birbiriyle ünsiyet kurmaksızın varlığını sürdüremeyecek bir tabiatta yaratılmış olmasındandır. Çünkü varlığını sürdürmede, biri diğerine muhtaçtır.” (İsfehani, el-Müfredat, ‘ins’ mad.) İşte kimsesizliğin, bikesliğin ardındaki temel ihtiyaç da ‘diğeri’ne olan bu gereksinimdir. ‘Diğeri’ ise bir ihtiyara göre çocuktur, torundur; bir orta yaşlıya göre ailedir, dostlardır; bir gence göre eştir, arkadaştır; bir çocuğa göre annedir, babadır… Neticede hepsi, ‘diğeri’ için bir ‘kimse’dir.
Kimsesiz dağlar olur; ama ihtiyarlar kimsesiz olmaz, olmamalı!
Gökyüzünü ayakta tutan dağlar gibidir beli bükülmüş ihtiyarlar, onlar sayesinde azap yerine rahmet iner semadan. (Taberani, el-Mu’cemü’l-kebir, XXII, 309, Hadis No: 19305.) Rasulüllah Efendimiz’in (s.a.s.) ifadesiyle, etrafındaki doksan dokuz türlü pusudan sağ çıkıp da ihtiyarlığın avucuna düşmüş âdemoğlunun (Tirmizi, Kader, 14, Hadis No: 2150.), bir de yalnızlığın pençesine atılması hiç yakışık alır mı? Onları, adında huzur olan evlerde, saadet ve sükûnet aramaya terk etmek, asıl mutluluğu idrak etmiş yürekleri dağlar. Çünkü tecrübeleriyle edindikleri birikimleri, dağlar kadar yüce, ovalar kadar engindir. Dolayısıyla bu birikimleri ‘artık devir değişti’ deyip kenara itmek yerine, gençliğin ve toyluğun karanlığına ışık tutacak bir kandil edinmek en akıllıca tutum olacaktır. Zira Efendimizin (s.a.s.) buyruğu gereğince, “büyüğümüzün saygınlığını bilmeyen bizden değildir.” (Tirmizi, Birr, 15, Hadis No: 1920.)
Şimdi, yılların yüküyle beli bükülmüş, simalarına hayatın çilesi resmedilmiş, elinde tespihiyle anılarını zikreden, nur yüzlü ihtiyarlar bir ‘kimse’ bekler; dizlerine oturup hatıralarını dinleyecek, yüzüne bakıp tebessüm edecek, hâlini hatırını soracak ya da fikrini sorup tecrübelerinden faydalanacak bir kimse…
Yollar kimsesiz olur, ancak dullar kimsesiz olmaz, olmamalı!
Kimisine uzun yol denir, kimisine kısa, ama hepsi bir adımla başlar yolculukların. İnsanlar da mutlu bir yuvaya adım atmak için çıktıkları yollarda, bazen kimsesiz kalırlar. Kader yollarını ayırmıştır ve artık seferinde tek başınadır. Hâlbuki kadınlar ve erkekler bir bütünün iki yarısıdırlar. (Ebu Davud, Taharet, 94, Hadis No: 236.) Diğer yarı olmadan, hayatta, hep bir şeyler eksiktir. Hele bir de miras kalan öksüzler, yetimler varsa işte o zaman tek başına yol almak çok daha meşakkatli olur. Bazen yollar kesişir de insan yeni yoldaşlar edinir, ama çoğu zaman kalan mesafeyi yalnız kat etmek zorundadır ve artık her adımında bir desteğe ihtiyacı vardır. İşte bunun bilincinde olan Nebi (s.a.s.) de, kimsesiz dulların ihtiyaçlarını karşılamak için, onlarla beraber yürümekten hiçbir zaman geri durmamıştır. (Darimi, Mukaddime, 13, Hadis No:75.)
Şimdi de kimsesiz yollarda yalnız yürüyen, daha önceden başkasıyla paylaştığı hayat yükünü tek başına omuzlamak zorunda kalan dullar bir ‘kimse’ bekler; bu zorlu seferde yanlarında yürüyecek, ihtiyaçlarını karşılamak için koşuşturacak, yetimlerine, öksüzlerine kucak açacak, yükünün bir ucundan tutup kaldıracak bir kimse…
Sokaklar kimsesiz olur, fakat gençler kimsesiz olmaz, olmamalı!
Sokakları bilirsiniz, bazısı aydınlık olur bazısı karanlık, kimisi meydana açılır kimisi çıkmazdır. Gençlik de böyledir. Ömrün baharı olan bu mevsimi uzun uzun yaşayan da vardır, kısadan hayata atılan da, ilerlediğinde meydana erişen de vardır, çıkmaza düşen de. Gençliğinde kimsesizliği tadanlar, ıssız sokaklar gibi, güneşin doğmasını isterler. Belki doğan güneş sokakları şenlendirdiği gibi, onların yalnızlığını dağıtır ve yeni dostluklar getirir.
Şimdi çıkmaz sokaklar gibi bunalımlar içinde kalmış, ışıksız caddeler gibi karanlıklara gömülmüş gençler bir ‘kimse’ bekler; bunalımlarının kapısını aralayacak, etrafındaki karanlıkları aydınlatacak, onları kuytu çıkmazlardan alıp ferah meydanlara götürecek bir kimse…
Evler kimsesiz olur, ama çocuklar kimsesiz olmaz, olmamalı!
Çocuklar evler gibidir, üzerine nice güzel hayaller kurulur. Bütün ev hayallerinin de baş aktörü çocuklar olur. Onlar gülüştükçe evlere sükûnet dolar, onlar koşuştukça evler dinlenir, onlar gürültü yaptıkça evler durulur. Kısaca çocuk cıvıltıları varsa, evler birer rahmet yuvası olur. Çocuk seslerinden mahrum olan evler yetimdir, öksüzdür tıpkı anne-baba şefkatinden yoksun kalan yavrular gibi. Annesini, babasını yitirmiş yavrular ise haraptır, virandır tıpkı kimsesiz evler gibi…
Allah Rasulü (s.a.s.) kişinin bahtiyarlığını evinin güzelliğine (İbn Hanbel, I, 169, Hadis No:1445.), evin hayrını da içinde gözetilen yetimlerin olmasına bağlamıştır. Şöyle buyurur: “Müslüman evlerinin en hayırlıları, içinde kendisine iyi bakılan bir yetimin bulunduğu evdir. En kötüleri ise kendisine iyi davranılmayan bir yetimin bulunduğu evdir. (İbn Mace, Edeb, 6, Hadis No: 3679.)
Şimdi hiç sakini kalmamış ıssız evler misali mahzun bakışlı yetimler, kapısına kilit vurulmuş konaklar misali utangaç duruşlu öksüzler bir ‘kimse’ bekler; bir baba edasıyla başını okşayacak, bir anne sıcaklığıyla kendisini kucaklayacak, onu sofrasına alıp ekmeğini bölüşecek, yumuşak bir yatak verip üzerini örtecek bir kimse…
Gerçek kimsesizliğin yanında bir de ‘Sanal Kimsesizlik’ olmamalı!
Bu gün yollar, sokaklar, evler kalabalık. Fakat bu kalabalıklar arasındaki insanlar derin bir yalnızlık içindeler. Somut beraberliklerin kıyısında, sanal kimsesizlikler yaşıyorlar. Akrabaları, yakınları olduğu hâlde, onlarla yetinmeyip, farazi ortamlarda sıkı dostluklar kurma peşinde olanların yaşadığı buhrandır, sanal kimsesizlik. Sorun genellikle ya anlaşılmamaktır ya da anlaşamamak. Çözüm ise sanal mekânlarda e-yarenler edinmek oluverir. Annesinin yaptığı yemeği beğenmeyenler, arkadaşının paylaştığı yemek fotoğrafını “beğen”irler, babasının öğütlerine aldırmayanlar, başkasının “twit”lerine sarılırlar… Bunlar kendini yalnız vehmeden, sanal kimsesizlerin bilinçsiz çırpınışlarıdır.
Şimdi hayata kablosuz bağlanan, odasından çıkmadan dünya çapında gezinti yapan sanal kimsesizler bir ‘kimse’ bekler; mesajlaşmayla değil, konuşarak iletişim kuracak, iki nokta ve parantezle değil, gözlerinin içine bakarak gülümseyecek, ekranında değil, yanında olacak bir kimse…
Haydi! Oruç bizi tutarken, biz de bir kimsesiz eli tutalım!
Bu ramazan farklı bir güzellik olsun masamızda; yüzünde güller açan bir yetim, bir öksüz bereketlendirsin soframızı. Çünkü yeryüzünde bir yetimin oturduğu sofradan daha bereketli bir sofra yoktur.(Deylemi, el-Firdevs, IV, 46.) Çünkü yetimi gözetip kollayan cennette, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) iki parmağın birbirine uzaklığı kadar yakın olacaktır. (Buhari, Talak, 25, Hadis No: 5304.) Bu ay evimize aldığımız ramazan paketlerinden birini de, kimsesiz bir dulun, kimsesiz bir fakirin kapısına bırakalım. Çünkü dul kadınların ve hiç malı olmayan fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamaya koşan kimse, Allah (c.c.) yolunda savaşan, ara vermeden gece namazı kılan ve iftar etmeden oruç tutan kimse gibidir. (Buhari, Edeb, 26, Hadis No: 6007.) Orucumuzu kimsesiz bir ihtiyarla beraber açalım. Eski ramazanları, eski bayramları onlardan dinleyelim yeniden. Saygıyla elini öpüp, muhabbetle duasını alalım. Çünkü kim ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı tazim ederse, Allah da, o yaşlandığında kendisine hürmet edecek birisini gönderir. (Tirmizi, Birr, 75, Hadis No: 2022.) En önemlisi de, bu ramazan, akıllı olduğunu sandığımız telefonumuzu, bir ilaç gibi taşıdığımız tabletimizi, el üstünde tuttuğumuz dizüstümüzü bir kenara bırakalım ve kısa bir süre de olsa sanal kimsesizlik oturumunu kapatalım.
Aslında, Müslüman kimsesiz olmaz. Allah Teala bizi kardeş ilan etmişken (Hucurat, 49/10.) ve Rasulüllah (s.a.s.) bizi her hücresi birbiriyle bütünleşmiş bir bedene benzetmişken (Buhari, Edeb, 27, Hadis No: 6011.), gerçek anlamda kimsesizlikten nasıl söz edilebilir? O hâlde gereken şey, sadece yanı başımızdaki yalnız kardeşlerimize elimizi uzatmaktır. Böylece biz onlara, onlar da bize ‘kimse’ olur ve umulur ki kimsesizlikten kurtuluruz.