Makale

Editörden

Editörden


İslam dini, insan odaklı bir medeniyeti öngörür. İnsanlık için yapılan her davranışı iyilik ve hayır kabul eder. İnsanı yaşatmayı insanlığı yaşatmaya, insanı yok etmeyi insanlığı yok etmeye denk tutar. İnsanları da Allah’ın yarattığı ve ruhundan üflediği varlıklar olması itibarıyla hilkatte, hak ve sorumlulukta eşit görür. İnsana yalnızca insan olduğu için değer verir. Bu yüzden çocuğu, yaşlıyı, engelliyi, kimsesizi, öksüzü himaye eder, haklarını teminat altına alır. Müslüman toplumlarda yoksula, yetime, kimsesize kol kanat germek, ihtiyaçlarını gidermek ve sahipsiz bırakmamak için tarihte eşi benzeri görülmemiş bir vakıf medeniyeti oluşmuştur.
Ne yazık ki günümüzde sahipsizlik ve kimsesizlik, sadece güven ve huzur veren bir aileden, aşı pişen bir evden yoksunluğu değil, aynı zamanda sıcak bir dokunuştan, bir tebessümden, bir hatır sorulmadan mahrum kalmayı da ifade ediyor. Kalabalıklar içinde kendini yalnız hisseden, evde aynı ortamı paylaşırken bile gönüller arasındaki rabıta ve ilgi eksikliği modern dünyanın yaşadığı bir sorundur. Bu dünyada dijital ortamda âlemi keşfedenler, yanı başındaki anne babasından, yakınlarından, kardeşlerinden habersiz.
Yine bugün, ihtiyaç sahibi olmak, sadece maddi yetersizlikten kaynaklı değil; nihai olarak manevi boşluk, doyumsuzluk ve hızlı tüketilen değerlerden kaynaklanan bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Bu yüzden kalabalıklar içerisinde yalnızlaşanların, kimsesizlerin kimsesi olmamız gerektiğini daha iyi anlıyoruz. İçinde bulunduğumuz ramazan ayı da, kimsesizlerin kimsesi, yoksulun kolu, kanadı olma zamanıdır. Yalnızlaşan insanın karşısında onu kucaklayan, tebessüm eden, en yalın ifade ile hâlini hatırını soran ve “nasılsın” diyen, bir toplum olmaya ihtiyacımız var.
Bu ayda rahmetini bütün kuşatıcılığı ile bizlere sunan Rabbimizin kulları olarak, infakı malımızdan, tebessümü benliğimizden, bir yetim başı okşamayı, bir yaşlının elini öpmeyi benliğimizden bir eksilme değil, bir rahmet, bereket ve bağışlanma vesilesi olarak görebilmeliyiz. Büyükler, öksüzler, yetimler, engelliler, kısacası ilgi ve desteğe muhtaç kişiler için ayırdığımız vakti, bir zaman kaybı olarak değil, vaktimizin bereketi, bize ihsan edilen nimetlerin bir zekâtı ve şükran vesilesi olarak görmeliyiz. Bu kadirşinaslığı içinde barındıran ramazanın, birbirimize sahip çıkma, ihtiyaç sahiplerine bir şefkat ve merhamet eli olma, yakın çevremizde ve dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan acıların dinmesi için bir vesile-i necat olmasını temenni ediyoruz.
Bu sayıda sizler için “Ramazan’da Şükür ve Kimsesizlerin Kimsesi Olmak” teması ile birbirinden değerli yazılar hazırladık. Diyanet İşleri Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, “Ramazan Makamında Yaşamak” başlıklı yazısında, ramazanın engin ikliminden bahisle, nasıl bir ramazan geçirmemiz gerektiği ve nelerin ramazanın manevi iklime zarar vereceği üzerinde durdu. Salih Şengezer: “Her Kimseye Bir Kimse(siz)” vurgusunu yaptı. Rukiye Aydoğdu: “Kalbiniz Ne Renk?” yazısıyla, müminin tefekkür dünyasına atıfta bulundu ve kimsesizin, yoksulun, mazlumun sahibinin Allah olduğunu ve onlara karşı vazifelerimizi bize hatırlattı. Dr. Muhlis Akar: “Mazlumun Sesi Olmak” yazısıyla, ancak takvanın bir üstünlük sebebi olabileceğini bizlere bir kez daha hatırlattı. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Popüler Kültürün Kimsesizleri” başlığıyla popüler kültürün bir sonucu olarak yalnızlaşan insan ve kimlik bunalımlarını ele aldı. Prof. Dr. Kemal Sayar, “Gelin Tanış Olalım” diyerek, toplumdaki kişilik aforizmaları üzerinden bir değerlendirmede bulundu.
Birbirinden değerli kalemlerin yazılarını ilginize sunarken, ramazanın bize kazandırdığı bütün güzelliklerin bir ömür boyu devam etmesini diliyor; ramazan ikliminin huzur, barış, esenlik ve günahlarımızdan kurtuluş vesilesi olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum.