Makale

Kötülük Karşısında Mümin

HADİSLERİN IŞIĞINDA

Kötülük Karşısında Mümin

Elif ERDEM
Diyanet İşleri Uzmanı

“Bir kötülük gören kişi eli ile değiştirmeye gücü yetiyorsa onu eli ile değiştirsin. Buna gücü yetmez ise dili ile değiştirsin. Bunu da yapamazsa kalbi ile o kötülüğe tavır koysun (ondan nefret etsin) ki bu da iman eden kişinin en azından yapması gereken şeydir.”

(Ebu Davud, Salât, 239-242.)

HZ. ÂDEM ve sevgili eşi Havva validemiz ile başladı insanlığın dünya serüveni. O günden bugüne kimler geldi kimler geçti. Her biri kendi imtihanıyla sınandı. Nesiller boyu bu ahiret yolcuları arasından seçilen tüm elçiler, “peygamber” sıfatıyla kavimlerini tek olan Allah’a inanmaya çağırdı. O’nun koyduğu sınırları hatırlattı insanlara ve bu doğrultuda yaşamaları için kendilerine rehberlik etti. Kiminin elinde kutsal kitabı da vardı, kimisi ise kendinden önceki vahyi tekrarladı. Onlara uyanlar olduğu gibi sözlerini yalanlayanlar, türlü oyun ve iftiralarla kutsal davalarına karşı koyan isyankârlar ve azgınlıkta ileri giderek bu ilahî elçilerin canlarına kıyanlar da oldu. Hakk’a iman ve iyiliğin tarafında yer almak yerine dalaleti ve dolayısıyla zulmü tercih eden bu kavimlerin kimisi suda boğularak (Nuh, 71/25.), kimisi dehşetli fırtınalarla savrularak (Hâkka, 69/6.), kimisi şiddetli bir gürültünün (Hud, 11/67.) kimisi de yer sarsıntılarının (Ankebut, 37-38.) etkisinde kalarak helak oldular. Yerlerine yeni topluluklar getirildi, aynı imtihanlarla onlar da karşılaştılar. Böylece yolcular değişse de yolculuk hep devam etti. Ve bir gün içlerinden son bir elçi gönderildiği bildirildi: Hz. Muhammed. Allah’ın Rasulü olan bu tertemiz güvenilir elçinin tebliği de diğer kardeşleriyle aynıydı: Bir olan Allah’a inanmak ve O’nun çizdiği sınırları koruyarak yaşamak. Evrensel bir vahiy olan Kur’an ile gönderilen Hz. Peygamber, iman esaslarının yanı sıra insanlara geçmiş kavimlerin başlarına gelenlerden ibretle bahsetti. Aynı yanlışlara düşmemek ve dünya imtihanını başarıyla tamamlamak için bu, oldukça hayati bir ödevdi. Âlemlere rahmet son elçi, kendisine inananları uyarırken çok önemli bir noktaya dikkatleri çekti: Önceki ümmetlerin helak olmalarına neden olan en önemli şeylerden biri, onların toplumda işlenen kötülüklere kayıtsız kalmalarıydı. İsrailoğulları, kötülük yapan kimseyi önce uyarıyor fakat daha sonra aynı hatayı devam ettirse de bu durum aralarındaki hiçbir ilişkiyi etkilemiyordu. Hz. Peygamber bu vurdumduymaz davranışları yüzünden Allah’ın (c.c.) onları birbirine benzettiğini ve sonuçta kötülüklerinin çoğaldığını, isyanları ve azgınlıklarından ötürü helak olduklarını bildiren ayetleri (Maide, 5/78-81.) okuduktan sonra yanındakilere şöyle seslendi: “Dikkat ediniz. Allah’a yemin olsun ki, siz (ya) iyiliği emreder kötülükten menedersiniz, zalimin elinden tutup onu hakka döndürürsünüz ve onu hak üzere tutarsınız (ya da sizin sonunuz da onlar gibi olur).” (Ebu Davud, Melahim, 17.) Böylece toplumun kendi kendisini düzeltecek, kötülüklerden arındıracak bir yapıda olmasını hedefleyen Hz. Peygamber, bunun nasıl gerçekleştirileceğini de şu tavsiyesiyle zihinlere nakşetti: “Bir kötülük gören kişi eli ile değiştirmeye gücü yetiyorsa onu eli ile değiştirsin. Buna gücü yetmez ise dili ile değiştirsin. Bunu da yapamazsa kalbi ile o kötülüğe tavır koysun (ondan nefret etsin) ki bu da iman eden kişinin en azından yapması gereken şeydir.” (Ebu Davud, Salât, 239-242.)
Kötülük, hadiste geçen ifadesiyle “münker”, salim aklın ve şeriatın çirkin gördüğü, dinin yasakladığı her şeyi ifade eden bir kavramdır. Mümin kişinin kendisini münkerden uzak tutarak “maruf”a, yani aklen ve dinen güzel, iyi kabul edilen, teşvik edilen şeylere yönelmesi gerekir. Aynı şekilde kendisini nasıl uzak tutuyorsa münkerden diğer insanların da uzak kalması için çalışmalıdır. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyeti mümin kişiliğiyle bağdaşmayan bir durumdur. Mümin, imkânı ve gücü nispetinde insanların kötülük yapmalarına engel olmalı, daima iyiliği teşvik edici olmalıdır. Dolayısıyla yeri geldiğinde beden gücüyle yeri geldiğinde diliyle ve kalemiyle, yeri geldiğinde ise söz ve eylemleriyle kötülüğü, zulüm ve haksızlığı engelleme gayretinde olmalıdır. Elbette ki bunu yaparken hak hukuk sınırlarını ihlal etmemeli, baskı ve zorlama yoluna gitmemeli, zulme zulümle karşılık vermemeli, özellikle kendi sınırını aşan hususlarda resmî yetkililere başvurmak gerektiğini unutmamalı ve ceza verme yetkisini kendisi üstlenmemelidir. Bunların hiçbirini yapamayan kişi, en azından şahit olduğu kötülüğe karşı kalbinde bir rahatsızlık duymalı, bunu asla onaylamamalıdır. Ki bu, mümin olmanın asgari göstergesidir.
Kötülüğe engel olmak kişinin imanının, hak ve adalet anlayışının gereğidir. Aynı zamanda müminlerin kardeş olmasının da bir sonucudur. Bir mümin kendisi kadar kardeşinin de içine düştüğü haksızlığa rıza göstermemeli, kendisi kadar onun kötü olmasına, “zalim” olarak anılmasına da müsaade etmemelidir. Kötülüğe karşı tavır alma, nihayetinde bütün toplumu ilgilendiren hayati bir mevzudur. Zira toplumda zuhur eden herhangi bir kötülük, önlem alınmadığı takdirde bulaşıcı bir hastalık gibi kısa sürede yaygınlaşacak ve bir süre sonra görmezden gelinen bu tehlike herkesin yaşamını tehdit eder hale gelecektir. Allah Rasulü, ahirete giden yolun son yolcuları olarak bizlere bu durumu “gemi” misaliyle çarpıcı bir şekilde açıklayarak uyarıda bulunmuştur: “Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kura çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşirler. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçmek durumundadırlar. Alt katta oturanlar, ‘Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz.’ derler. Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.” (Buhari, Şirket, 6; Şehadat, 30.)