Makale

KUR’AN’DA ÖLÜMDEN SONRA DİRÎLÎŞÎN AKLÎ TEMELLERİ

KUR’AN’DA ÖLÜMDEN SONRA DİRÎLÎŞÎN AKLÎ TEMELLERİ*

Muhammed ÇELİK**

Özet

Kur’an’ın üzerinde en çok durduğu konulardan biri, ölümden sonra diriliştir. Bir çok âyette, ölüm­den sonra dirilişe iman, Allah’a iman ile birlikte anılmaktadır. Kur’an, yeniden diriliş konusunda insan­dan, taklit etmek değil, düşünüp aklını kullanmak suretiyle gerçeği bulmasını ister. Bunun için muhata­bına somut deliller sunar. Bu deliller hemen herkese hitap etmektedir. By inancın, fert ve toplum açı­sından önemi büyüktür. Öldükten sonra hesaba çekileceğini bilen insan, kendisini kontro l eder, hatalı davranmaktan sakınır.

Anahtar Kelimeler :

Ölüm, Diriliş, Ahiret.

Abstract :

The Logical Basis of the Resurrection in the Qur’an

One of the most emphasized subjects in the Qur’an is the resurrection after death. In many ver­ses, believing in the resurrection after death is mentioned together with believing in Allah. The Qur’an demands that man should reach the truth about the resurrection using his mind instead of imitating what are said. To achieve this purpose, it presents them strong proofs. These proofs speak to everyone. This belief has a very importance for individuals and the society. Those who know that they will be exami­ned in the hereafter control themselves and abstain from bad actions.

Key Words:

Resurrection, Hereafter, Death, Heaven.

Giriş

Kur’an-i Kerim, Allah’ın birliğine imandan sonra en çok Ahiret’e iman meselesi üzerinde durmaktadır. Kur’an’m üçte biri Ahiret ile ilgilidir. Bir çok âyette, Ahiret’e iman, Allah’a iman ile birlikte anıldığı gibi, Ahiret’i inkar eden­lerin Allah’ı da tanımadıkları bildirilir’. Çünkü sorguya çekileceği ve dünyada yaptıklarının karşılığını göreceği ikinci bir hayata inanmayan kimsenin Tanrı’mn varlığını kabul edişi, çoğu zaman felsefî bir kanaatten öteye geçemez. Felsefî kanaatler kalbin değil fikrin ürünleridir ve kişinin davranışlarına yön verme gücünden genellikle yoksundur2.

Ahiret düşüncesi, insan rûhunda derin bir yer tutar. Hatta bu düşünce, insanın-rûhî ve fikrî uyanıklığının ölçüsü sayılacak kadar derin olup, kökü hayli geçmişe dayanmaktadır. M.Ö. 2600 yıllarında Mısır’da, bir Ahiret inancı vardı ve bu inanç, yalnız kâhinlere ve din adamlarına münhasır değildi; halk arasında da yaygındı3. Bu yaygınlık, Ahiret inancının köklerinin, bu tarihten daha önceki zamanlara kadar uzandığım gösterir. Hatta Dinler Tarihi araştırmacıları, şu gerçeğin üzerinde ittifak etmektedirler: “insanlığın nereden geldiğini, nereye gideceğini, evrenin gerçeklerini ve olayların sebep ve sonuçlarını irdelemeden yeryüzünde ortaya çıkmış ve yaşamış hiçbir insan toplumu yoktur”4. Kezâ, geçmişte ve şu anda hemen her yerde yaşayan, bedevî-medenî, âlim-cahil bütün insanlarda, dünyada gerçekleşmeyen bir adaletin gerçekleşeceği; iyilik yapanın mükâfat, kötülük yapanın ise ceza göreceği; bu hayatın ardından başka bir hayatın geleceği konusunda ilhama benzer gizli bir şuûr vardır5.

İkinci hayat inancı -farklı olmakla beraber- bir çok dinde yer almaktadır6. Tevrat ve Incil’de bu hayatın varlığına dair bilgiler mevcuttur7. Kur’an, Kitap Ehli’nin hepsinin aynı olmadığını, onlardan bazılarının Ahiret’e inandıklarını bildirir8. Zerdüşt dininde eski Mısır inancına yakın bir fikir bulunmaktadır. Kitaplı dinlerden önceki ve sonraki bir çok filozof Ahiret hayatına inanmıştır9.

Kur’an, Ahiret’ten, kıyametin meydana gelme şeklinden, cennet ve cehen­nem tablolarından sıklıkla bahseder. Bir çok sûrede, öldükten sonra diriliş bahis konusu edilmiş, bunun imkânına somut deliller getirilmiştir.

Öldükten sonra diriliş inancı, bu dünya hayatmda insanlığın huzuru için önemlidir. İnsanların çoğunda bu inanç kökleştiği takdirde iyilik ve güzelliklerin artacağı, kötülük ve fenalıkların ise eksileceği muhakkaktır. Denebilir ki, “her iki dünya mutluluğu” Ahiret inancı ile doğrudan irtibatlıdır.

A. Ölümden Sonra Dirili; İnancının Psiko-Sosyal Fonksiyonları

Ahiret inancı, insanın sırât-ı müstakimde kararlı olmasına vesile olur. Allah’a ve O’nun hesap gününe kuvvetli bir inanış insanı, Kur’an’ın belirttiği ve hedef olarak gösterdiği Allah’ın dostu mertebesine ulaştırır. Böylece o kork­madığı gibi, mahzun da olmayacaktır.

Kur’an’da, kıyamet günü insanın yaptıklarının ve iç yapısının nasıl gözler önüne serileceğinin gayet canlı tasviri, insanın kendine bir çekidüzen vermesi, hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmesi gayesine yöneliktir. Kendi muhasebesini yapan insan, eksiklerini görür ve gidermeye çalışır. Çünkü orası ekim yeri değil harman yeridir; olumlu veya olumsuz “ürünlerini” devşirme yeridir.

Ahiret inancının, fert için olduğu kadar, sosyal hayat için de son derecede lüzumlu olduğunun bir çok gerekçesi vardır. Öldükten sonra dirilme ve yaptıklarının hesabını verme inancı, başlı başına bir disiplindir. Melek tabiatına bürünmüş, herhangi bir ödül beklemeyen insanların sayısı pek azdır. Karşı tarafta ise şeytana uyan insanlar yer almaktadır. Bunlar, üzerlerindeki tüm baskı ve gözetime rağmen cemiyete zarar veren davranışlarda bulunurlar. Bunların da sayıları pek azdır. Geriye kalan geniş halk yığınları, ancak bir kontrol mekaniz­masının olduğunu düşündüklerinde doğru, düzgün hareket edip vicdanlı bir davranış sergilemeye güç yetirebilir. Bu sonuncu büyük kitleye ödül ve cezayı hatırlatmak, az veya çok bunların davranışlarında etkili olmaktadır. Öldükten sonra bir hesap gününe inanma, en kuvvetli idareciyi bile ürkütüp yıldırabilir.10

Ölümden sonra diriliş inancının psiko-sosyal faydalan:

1. Toplumun önemli bir kesimini oluşturan çocuklar, kaybettikleri yakınlarından ötürü üzüntüye boğulurlar. Ancak, cennet fikri ile şöyle düşünebilirler: Hayatını kaybeden kardeşimden, akrabamdan, arkadaşımdan veya tanıdığımdan ‘şimdilik’ ayrı düştüm. Yakında onunla cennette tekrar bir araya gelip, özlem gidereceğiz“. Dolayısıyla nazik, zayıf vücutlarında ve rûh hallerinde ancak bu şekilde manevi bir destek bulabilir, cennet ümidiyle hayatlarını huzur içinde sürdürebilirler. Konunun bu yönünü, Müslüman olmayan toplumlar da fark ettiklerinden, buna büyük önem vermektedirler. Meselâ, 1999 yılında mey­dana gelen Marmara Depremi’nde yakınlarını kaybeden çocuklara psikolojik destek vermek üzere Japonya’dan gelen heyetin sözcüsü basına şu açıklamayı yapmıştır: “Çocukları, cennetteki yakınları ile görüştürmek üzere geldik.”

2. Çocuklarım kaybeden ana-babalar, cennette çocuklarına kavuşma inancıyla bu acıya dayanabilirler. On yaşındaki kızım kaybeden bir anne şöyle te­selli bulduğunu açıklamıştır: “Çocuğum bir yolculukta, önden gitti ve beni bek­liyor”. Yine aynı anne, “kızıma mektuplar” adı altında cennetteki kızma söyleye­mediklerini yazıya dökebilmektedir.

3. Toplumun en önemli unsuru asayiş ve güvendir. Her toplumun fertleri ve idarecileri buna büyük önem verirler. Sosyal hayatın en önemli dayanaklarından olan gençlerin, delikanlıların aşırılığa yatkın hislerini, istek ve arzularını frenle­yen, onları kırıp dökmekten alıkoyan cehennem düşüncesidir. Cehennem endişe­si olmazsa, “hak galibindir” yaklaşımıyla gençler, delikanlılar heveslerinin peşin­den giderek, zayıflara, âcizlere dünyayı dar edip, yüksek insanlığı aşağılık bir hayvanlığa dönüştürebilirler.

4. Toplumun önemli bir kesimini oluşturan ihtiyarlar, pek yakınlarında olduklarını hissettikleri kabre karşı, ancak öte hayata inanmakla tahammül ede­bilir; hayatlarının yakında sönmesine, güzel dünyalarının kapanmasına karşılık onunla bir teselli bulabilirler. Psikolojik olarak çocuklar gibi tez üzüldüklerinden, ölüm ve yok olma düşüncesinden kaynaklanan acı veren karamsarlığa, ebedî hayat ümidiyle karşı koyabilirler. Bu ümit olmazsa, o şefkate, kalb istirahatına muhtaç, “rükû halini almış” o endişeli babalara ve analara dünyayı karanlık bir zindan, hayatı kasvetli bir azap yapacak psikolojik dalgalanmalar geçirirler.

5. İnsan hayatında en toplayıcı merkez, dünya mutluluğu için bir sığmak ailedir. Gerek ekonomik seçkinlere, gerekse genel halk kitlesine göre aile, önem bakımından birinci sırada yer almaktadır12. Herkesin evi küçük bir cennetidir. O ev ve aile hayatının varlığını sürdürmesi ve mutluluğu ise samimi, ciddi, gerçek bir şefkat ve merhametle olabilir. Bu ise ebedî bir arkadaşlık, devamlı bir beraberlik, sınırsız bir zamanda ve hayatta ailece birlikte bulunma fikri ve inancına bağlıdır. Meselâ, mümin bir kişi, şu âyetleri hatırlar: “Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, işte asıl yaşanacak yer orasıdır keşke bilselerdi.”13 “ (...) Ahiret yurdu daha hayırlıdır. (...)”14 Böylece, gelecekteki devamlı bir arkadaşlığın hatırı için her türlü fedakârlığı ve merhameti gösterir.

Ölüm, aklın kavramakta güçlük çektiği bir olaydır. İnsan kendi tükenişini ve yok oluşunu düşünmek bile istemez. O, geçmişteki hatıraları ve gelecekteki ümit­leri ile yaşar. İşte dinin bu alanda yardımı büyüktür; insana bir gelecek vaat eder. Tabipler bu hususun altını çizerler. “Mûtedil, sâlih bir inanca sahip dindar her şahıs, sinirlerini metin bir zırhla korumaktadır. Din terbiyesi insanı bir çok fenalıklardan, cinnet doğuran sebeplerden korur.”15 “Müslümanlık, sinirlerin selâmetini temin eden dinlerin başındadır.”16 “Ruh ve beden işbirliğinin sağlıklı dengesinde, sağlığı koruyucu ve tamir edici olağanüstü bir kapasite mevcuttur.”17

Yeniden diriliş inancı, ölüm karşısında duyulan korku ve endişenin en et­kili ilacıdır. Özellikle İslâm dininde, “öldükten sonra dirilme, öldükten sonra hayat” gibi ifadelerle ölüm âdeta bir geçiş, bir köprü mahiyetine büründürülmüştür.

Genel anlamda, öldükten sonra hesaba çekileceğini bilen insan, kendisini kontrol eder, hatalı davranmaktan sakınır. Yalnız başına kaldığı zamanlarda bile, “bir kamera”nın kendisine dönük olduğunu düşünerek başkalarına zarar vermek­ten, haddi aşmaktan sakınır. Büyük bir meydanda, bu dünyada ilişki içinde bulun­duğu herkesle tekrar bir araya geleceğini, yüz yüze olacağım, her şeyin açık seçik ortaya konacağım bilen insan, münasebetlerini buna göre ayarlar. Aynı şekilde, haksızlığa uğrayan insan, hakkının bir gün mutlaka alınacağını bilir; onun için karamsarlığa düşmez. Böylece, dünya ona bir zindan olmaz.

B. Ahiret İnancının Aklî Delilleri

îmanın esasları, bütün delilleriyle Ahiret hayatının varlığını gösterdiği gibi, Hz. Peygamber’in nübüvvetinin delilleri, Ahiret’in varlığını ispatlar. Çünkü, Resûlullâh’m bütün gayeleri, vahdaniyyetten sonra yeniden diriliş üzerinde yoğunlaşmıştır.

Kur’an’ın Allah tarafından olduğunu ispat eden deliller yeniden dirilişi işaret eder. Yeniden dirilişin bütün delilleri, Kur’an’ın Allah tarafından olduğuna şahitlik eder. “Ahirete inananlar bu (Kur’an’a) inanırlar. (...)”18 “Müminler, Sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Ahirete de kesinlikle iman ederler.” 19

Kur’an, her şeyi Ahiret’e dayandırarak bunu, insanların rûhlarına hissettire­cek ve duyularına işleyecek çeşitli isimlerle bildirir: “Öteki dünya” veya “öteki gün” demek olan Ahiret, Ahiret günü, Kıyamet, Vâkıâ, Hesap Günü, Din Günü, Hüküm Günü, Saât, Hâkkâ, Kâriâ, Âzife gibi.20 Kur’an’da “el-Âhire” lafzı 115, “el-Yevmu’l-Âhir” 26 yerde vârid olmaktadır ki, hemen tamamı münhasıran öldükten sonraki hayatı ifade eder.

Yaşadığımız dünyada, her tarafa kök salmış iki unsur görülür: Hayır-şer, güzel-çirkin, fayda-zarar, kemâl-noksan, ışık-karanlık, hidayet-dalâlet, nûr-nâr, iman-küfür, itâat-isyan, korku-güven, sevgi-nefret gibi eserleri ve ürünleriyle kâi­natta zıtlar birbiriyle çarpışıyor. O iki unsurun birbirine zıt olan sonuçlan aynı yerde toplanıp birbirinden ayrılacaktır; cennet veya cehennem şeklinde ortaya çıkacaktır. “O gün tartı tam doğrudur. Kimin sevap tartılan ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır. Kimin sevap tartılan hafif gelirse, işte onlar da âyetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini zarara sokanlardır.”2

Öldükten sonra diriliş meselesi, bir itikat ve inanç meselesinin yanında bir araştırma ve düşünce meselesidir.22 Akıl bu meseleyi manevra alanından dışla­maz. Hatta son zamanlarda, bazı araştırmacıların laboratuar incelemeleriyle var­dıkları sonuçlar, konunun fen bilimleri yoluyla da anlaşılabileceğini göstermesi bakımından kayda değerdir.

Kur’an, diğer inanç konulannda olduğu gibi yeniden diriliş konusunda da insandan kuru bir teslimiyet istemez; düşünüp aklını kullanması sonucunda gerçeği bulmaya teşvik eder. Önce muarızların söylemlerini kaydeder. Daha sonra, bunları teker teker ele alarak delillerle çürütür. Ayrıca, insanın aklına gelebilecek muhtemel sorulan kaydedip, cevabını vermek suretiyle insanın zih­ninden bütün şüpheleri, tereddütleri ve istifhamlan giderir ve onu doygunluğa ulaştırır. Bu esnada muhatabına somut deliller ve örnekler verir. Bunlar, okumuş okumamış, köylü şehirli hemen herkese hitap etmektedir.

Kur’an, Ahiret inancı ile ilgili delilleri tasnif etmez; bunları iç içe sunar. Ancak biz, -tedâhüller dolayısıyla bir zorluk söz konusu olsa bile- bunları ayrı ayrı ele alacağız.

Kur’an, iki nevi delil göstermekten bahsetmektedir. Bunlar, âfâk, insanın dışında kalan âlemdeki deliller ile; enfüs, iç dünyadaki, insanın kendi nefsindeki, benliğindeki delillerdir. Bu deliller, inanç esaslarını temellendirmektedir. “Evet, Biz ileride onlara delillerimizi gerek dış dünyada, gerek kendi öz varlıklarında göstereceğiz; ta ki Kur’an’ın, Allah tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğu onlar tarafından da iyice anlaşılacak. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?”23

1. Âfâktaki Deliller

Kur’an, kâinata sıklıkla atıfta bulunur. Kâinatın yaratılışını, düzenli bir şekilde işleyişini ele alan 750 kadar âyet mevcuttur.24 Burada anahtar kelime âfâk’tır. Âfâk dış dünya, yani insanın dışında kalan âlemdir ve Kur’an’da başlıca gökler, güneş, gezegenler, ay, yıldızlar, öteki gök cisimleri, uzay, dünya, onun üzerindeki canlılar, bitkiler ve cansızlardan meydana gelmektedir. Bu muazzam varlıklar, öncelikle Yaratıcı ’nın varlığına ve birliğine delâlet etmektedir: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe olur mu? (...)”25

Ayrıca bütün bu varlıklar, O’nun birliğini gösterirler: “Eğer yerde, gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de gök de) bozulup gitmişti. Arşın sahibi Allah, onların nitelendirmelerinden münezzehtir.”26

Bununla beraber, Kur’an’ın doğruluğunu da bildirirler. “Göklerin ve yerin melekûtuna ve Allah’ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakıp ibret almadılar mı? Peki buna inanmadıktan sonra hangi söze inanacak­lar?”27 âyeti, bütün varlıklar üzerinde düşünmeye ve bundan lâzım gelen sonuçları elde etmeye teşvik etmektedir.

Allah’ın varlığı ve birliği ile, Kur’an’ın doğruluğu gibi inanç esaslarına dış dünyadaki varlıklar somut bir delil olarak sunulduğu gibi, ölümden sonraki dirilişe de delil olarak sunulmaktadır. Bunları sırasıyla görelim.

a. Göklerin ve yerin yaratılışı

Göklerin ve yerin yoktan var edilmeleri son derecede büyük ve ince bir düzene sahip oluşları, Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine delâlet ettiği gibi, insanların öldükten sonra tekrar diriltileceklerini de gösterir. Bu deliller, gerçeği arayan ve peşin hükümlü olmayan herkesi ikna edebilir.

Kur’an, önce haşirden şüphe duyanların hareket noktalarını tespit eden söz­lerini nakleder. Bu, onlar hakkında bilgi vermek maksadı ile değil, kafa yapılarını, söylemlerinde dayandıkları noktayı ortaya koymak içindir. O çağda yaşayan münkirin bahanesi ne ise, bugünkünün söylediği veya düşündüğü de aynıdır. Kur’an, bu gibi tasavvur sahiplerine cevap vermekle, nazil olduğu çağdakilerle beraber, her zaman ve asırdaki bütün şüphecilere ve inkarcılara cevap vermiş olmaktadır.

“(...) Biz, kemikler ve ufalanmış toprak hâline geldikten sonra, biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz? dediler.”28 “O kimse ki anasına babasına: ‘Öf size, benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken benim (öldükten sonra diriltilip) çıkartılacağımı mı bana vaadediyorsunuz ?’ dedi. Onlar Allah’a sığınarak: ‘Yazık sana, inan iman et; Allah’ın sözü gerçektir’ derken o: ‘Bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir’ der.”29

Bu düşüncede olanlara şu şekilde cevap verilmiştir: “Görmediler mi, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya da kadirdir. Kendileri için bir süre koymuştur, onda hiç şüphe yoktur (...).”30 “Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın ölüleri diriltmeğe kadir olduğunu görmediler mi ? Evet o her şeye kadirdir.”31 Tabiatın kendi kendine değil, mut­lak kudret sahibi bir Hâlık tarafından yaratılıp idare edildiğini kabul edenler, O’nun ikinci hayatı da inşa edeceğine inanmakta güçlük çekmezler.

Gökleri ve yeri, yoktan var eden, kudretiyle düzenleyen Allah, onları tekrar yaratır.32 Burada daha az ve daha küçük olanın (insanın öldükten sonraki dirilişi) varlığına ait imkân, ondan daha büyük ve daha muazzam olanın (göklerin ve ye­rin yaratılışı) gerçekleşmesine kıyaslanmaktadır. Zor bir şeyi yapan, aynı cinsten daha kolay bir şeyi elbette yapar. Bu, meseleyi insanların idrakine yaklaştırmak, onların kavramasını temin etmek içindir, yoksa Allah için zor diye bir şey söz konusu değildir.

Göklerin ve yerin yaratılışıyla birlikte güneş ve aya da dikkat çekilmektedir. “Görmediniz mi Allah nasıl yedi göğü birbiri üstünde tabaka tabaka yarattı, ayı bunların içinde bir nûr, güneşi de bir lamba yaptı? Allah sizi yerden bir bitki (bitirir gibi) bitirdi. Sonra yine oraya geri çevirecek ve tekrar çıkaracaktır.”33 Yedi

kat göğü, yeri, ay ve güneşi, bütün bunların boyun eğdiği düzeni yaratan Allah, bunların yanında çok küçük bir iş olarak kalan insanın tekrar yaratılmasına elbette kadirdir. Son derecede büyük ve çetin bir işi yapanın, bunlara göre son derecede küçük ve kolay bir işi yapabileceğinden şüphe edilir mi? Nitekim, Kur’an, bu mukayeseyi gözler önüne sermektedir: “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü?”14 “Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları yarat­maktan daha büyük bir şeydir.”35

Göklerin ve yerin yaratılışı, insanların yaratılışından daha büyüktür. İnsan, onlara göre bir zerre gibi kalır, hatta insan, arzın üzerinde bir zerre, arz ise âlemin içinde bir zerre kadardır. Buradan hareketle şöyle diyebiliriz:

Gayet büyük varlıklar olan gökleri, yeri ve içindekileri yaratan Allah’tır.

Bununla kıyaslandığında insanın tekrar yaratılması, küçük bir olaydır.

O halde, insan öldükten sonra tekrar diriltilecektir.

Haşir gerçeğini anlamayanlara Kur’an’da uyaran ve kınayan bir üslupla hitap olunmaktadır: “tik yaratma ile yorulup âciz mi kaldık ki, yeniden yarata- mayalım? Doğrusu onlar yeni bir yaratmadan şüphe içindedirler.”36

Acaba Allah, ölüleri nasıl diriltir? şeklinde, zihinlerinde bir istifham oluşan kimselerin bu merakları şu şekilde giderilir: “Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı ? Elbette yaratır. O çok bilen yaratıcıdır. O’nun işi bir şeyin olmasını istedi mi ona sadece ‘ol’ demektir, hemen oluverir. Yücedir o ki, her şeyin hükümranlığı O’nun elindedir ve siz O’na döndürüleceksiniz.”37

Haşri anlamanın bir başka vasıtası da yeryüzüdür. “De ki: Yeryüzünde gezin, bakın ilkin nasıl yarattı, sonra Allah, son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allah her şeye kadirdir.”38 “Onları ilkin yaratan, tekrar diriltir.”39

b. Yeryüzünün yağmurla dirilişi

İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilmesine daha hususi bir örnek, kışın ölü gibi olan yeryüzünün ilkbaharda tekrar diriltilmesidir. “Allah’ın rah­metinin eserlerine bak; nasıl yeri ölümünden sonra diriltiyor? Kesinlikle O, ölüleri de diriltecektir. O her şeye kadirdir.”40 “Onun âyetlerinden biri de şudur: Sen, toprağı boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titreşir ve kabarır. Onu dirilten Allah, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir.”41 “Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneli ekinler bitirdik. Birbirine girmiş kat kat tomur­cuklar, yüksek hurma ağaçlan yetiştirdik. Kullara nzık olması için. Ve o su ile ölü bir memlekete can verdik. îşte çıkış da böyledir.”42 “Gökten bir ölçüye göre su indiren O’dur. Biz onunla ölü bir beldeye hayat verdik, işte siz de böyle tekrar çıkartılacaksınız.”43

İnsanın ölümden sonra dirilişini, yeryüzünün ihyasına benzeten başka âyetler de vardır.44 Kur’an’da bu konuyu en etraflı bir şekilde işleyen Kâf sûresinde de yeryüzünün öldükten sonra dirilişine dikkat çekilmekte ve bu, aklını kullananlara ikinci dirilişin bir delili olarak sunulmaktadır.

Yeryüzünün her sene biteviye, yağmurla dirilişi, öldükten sonraki dirilişin örneklerinden biridir. Her sene gözümüzün önünde yüz binlerce tür bitki ve ağaç yeniden dirilişi yaşamaktadır. Kışın ölmüş, kemikler gibi sayısız ağaçları bahar­ da yeşertmek sûretiyle dirilten, hatta her ağaçta yaprak, çiçek ve meyve açısından üç haşrin örneklerini gösteren bir Zât’a karşı, yeniden dirilişi inkârla veya bunu uzak bir ihtimal olarak görmekle kudretine meydan okumak, düpedüz haddi aşmaktır.

Baharda bir damla su, zaman olur yerin yeşermesi için yeterli gelir. Birbi­rine aykırı, son derecede karışık türleri en güzel bir tarzda ve karışıklığa meydan vermeden öldürüp tekrar dirilten Allah, onlar gibi bir tür canlı olan insanı da öl­dükten sonra tekrar diriltir.

Bilhassa hayvanlarda ve bitkilerde süregelen dirilişlere dikkat edip düşünen kimse, elde edeceği çeşit çeşit ipuçlanyla, haşrin gerçekleşeceğine seri olarak intikal edecektir. Bunda, hem aklî hem naklî deliller vardır.

insan ile bitki ve ağaçlar (nebatât) arasında ortak noktalar çoktur. Şöyle: Her iki tür, soğuğa ve sıcağa karşı duyarlıdır; ne çok sıcağa, ne de fazla soğu­ğa dayanırlar. Her ikisinin varlığı güneşe, havaya, suya ve toprağa bağlıdır. Aralarında oksijen, karbondioksit alış verişi sürmektedir. İnsan, oksijen alıp, karbondioksit vermekte; ağaçlar da bunun aksini yapmaktadır. Kur’an bu nok­taya dikkat çekmektedir.45 Bu, yaratılışın birliğini göstermesi bakımından önemlidir. Allah, bir kuşun tüylü elbisesini hangi kanunla değiştiriyorsa, her sene yeryüzünün giysisini aynı kanunla yeniliyor. Dünyanın şeklini hangi ka­nunla değiştiriyorsa, kıyamet gününde kâinatın şeklini aynı kanunla değiştiri­yor. İnsan vücudundaki hücreleri hangi kanunla yeniliyorsa, baharda yeryüzü­nü hangi kanunla ihya.edip, çınar ağacını hangi kanunla diriltiyorsa, bir sineği hangi kanunla canlandırıyorsa, öldükten sonra insanları da aynı kanunuyla ih­ya eder, diriltir. Atomu yaratan güneşi de yaratmıştır. Sivrisineğin gözünü ya­ratan, pirenin midesini düzenleyen, güneş sistemini de düzenlemiştir. O’na gö­re bunlar arasında hiç bir fark yoktur.

Ayrıca, dikkatler yağmura da çevrilmektedir. “Gökten bir ölçüye göre su indiren O’dur. Biz onunla ölü bir beldeye hayat verdik, işte siz de böyle tekrar çıkarılacaksınız.”46 “Allah, yağmurun yağışını, ölünün dirilmesi kadar önemli bir fizik olay saymaktadır. Yağmurun yağışı çok ince bir hesap meselesidir. Ölülerin dirilmesi gibi bir İlâhî ilim mu’cizesidir.”47 Yağmur nasıl ölü bir beldede genetik şifreleri faaliyete geçirip, aniden hayatı doğuruyorsa; “Dirilin, kalkın” İlâhî emri verilince, anında şifreler hızlı bir şekilde canlanacaktır. Bu itibarla denebilir ki, hayat ile ölüm birbirine ne kadar yakınsa, dünya ile Ahiret de birbirine o kadar yakındır.

c. Tanelerin ve çekirdeklerin açılması

Allah’ın vasıflarından biri, “tohumları ve çekirdekleri açan” anlamını ifade eden, “Fâliku’l-habbi ve’n-nevâ”dır.48 ‘Taneleri ve çekirdekleri açan muhakkak Allah’tır. Ölüden diriyi çıkartır, diriden ölüyü çıkartan O’dur.”49

Allah, tohum ve çekirdekleri yer altında çürümekten ve bozulmaktan korur, onları canlanıp büyümeye hazırlar, sonra da onları açar. Tohumdan ekin, çekirdekten ağaç, yumurtadan civciv (veya bunların zıtlarım) çıkartır. Ölü gibi olan tohum ve çekirdeklere nemâ kabiliyeti vererek canlandıran Allah, canlı varlıklardan sadece bir nevi olan insanı da öldükten sonra diriltir. Biz bunu şöyle açıklayabiliriz;

Ağaç, çiçek ve otların türlü türlü tohumlarından bir avuç alıp karanlıkta, basit, cansız bir toprağa gömüp serpelim. Sonra da eşyayı fark etmeyen, nereye çevrilse oraya giden bir su ile sulayalım. Daha sonra senelik dirilişin meydanı olan bahar mevsiminde gelip baktığımızda, o son derecede karışık ve birbirine benzeyen o tohumcukların, İlâhi emirleri yerine getirdiğini görürüz. Bunlar öyle uygun hareket ediyorlar ki, onların hareketlerinde şuur, basiret, irade, ilim, kemal ve hikmetin parladığını sezeriz. Çünkü o birbirine benzeyen tohumlar, bir­birinden ayrılıyorlar.50 îşte insanların yeniden dirilişi de bitkilerin yeşermesi gibidir. “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet toplarız, onun parmak uçlarım bile düzenlemeye gücümüz yet».”51

d. Yeşil ağaçtan ateş çıkması

Yeniden diriliş meselesi, esasen Allah’ın kudretiyle ilgilidir. Yeşil ağaçtan ateş çıkarması, O’nun kudreti ile ilgili olduğundan, öldükten sonraki diriliş buna benzetilir.

“İnsan, kendi yaratılışım unutarak bize bir mesel verdi: ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ dedi. De ki: ‘Onları ilk defa yaratan diriltecek; O, her yaratmayı bilir. O, size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyor­sunuz.”52 Meşhur olan bu ağaç, merh ve afâr denilen iki ağaçtır; ikisi de yemyeşil suları damlarken, merh çakmak yerine, afâra sürtülmek suretiyle ateş çıkarır. Bu, bedevilerce bilinen bir husustur. Konuyu zihinlere yaklaştırmak için bü örnek verilmektedir.

Burada bir delile daha işaret vardır: “Size ağaç gibi kesif, ağır, karanlık bir maddeden ateş gibi latif, hafif, parlak bir maddeyi çıkartan bir Zât’tan, odun gibi kemiklere, ateş gibi bir hayat ve nûr gibi bir şuûr vermeyi nasıl uzak bir ihtimal olarak görüyorsunuz?!” Sonra bir delil daha açıklanmaktadır: “Bedeviler için kibrit yerine ateş çıkartan meşhur ağacın, yeşil iken iki dalı birbirine sürüldüğü vakit, ateşi yaratan ve rutubetiyle yeşil ve hararetiyle kuru gibi iki zıt tabiatı birleştirip, onu buna kaynak etmekle her şey O’nun emrine bakar, O’nun kuvvetiyle hareket eder. Hiçbirisi başıboş olarak, tabiatıyla hareket etmediğini gösteren bir Zât’ın, topraktan gelen ve sonra toprağa dönen insanı topraktan yeniden çıkarmasını uzak bir ihtimal olarak görmemek gerekir.”

“Bu âyet, öldükten sonraki dirilişin imkânını ispat eden kıyasla beraber, ba’s ile ilk yaratılış arasında (ba’s lehine) fark bulunduğundan tutturarak, inkâr görüşüne inatla sarılanın şüphesini ve itirazda direnmesini kırmıştır. Burada, şek ve şüpheye yer bırakmayan tecrübeye dayanan pratik bir delil mevcuttur. Çünkü görünmeyen geleceğe, gözle görülen örnek olarak getirilmiştir. Demek ki, soyut nazarî akılla bilinemeyecek gerçekler, deneyle ortaya çıkabilir.”53

Allah’ın, bir şeyi onun zıddı olan diğer bir şeyden çıkardığını görmekteyiz. İnsan bile bunu hayatında tatbik etmektedir. Meselâ elektrikten istediği zaman ateş, istediği zaman buz, istediği zaman sıcak, istediği zaman soğuk elde ede­biliyor. Su ile ateş de birbirine zıttır. Suyu bol yeşil ağacın yanması, suyun ateşe döndürülmesi ile olur. Bunu en ilkel insan bile görmüş ve denemiştir. Hatta bir­birine zıt iki şey aynı anda bir arada bulunabilmektedir; sıcak suyun içinde, iki zıt cisim, yani ateş ile su, görünüşte birbirine girmiş durumdadır.

Ateşi, onun zıddı olan yeşil ağaçtan çıkartmaya kadir olan Allah, ölülere de can vermeye kadirdir. Bir şeyi zıddına çeviren, onu misline de çevirebilir.54

e. Kâinatta abese yer olmayışı

Öldükten sonraki diriliş inancının, farklı olmakla beraber hemen bütün dinlerde olduğuna işaret etmiştik. Bu meseledeki inanç, vahiydeki ittifak ile herkese göre bu konuda birleşen delillere dayanmaktadır. Bu ittifakın doğur­duğu sonuçlardan biri şudur: İnsan, varlıkların bir çoğundan daha şereflidir. Her varlığın hâlinden, onun abes olarak yaratılmadığı, sadece kendisinden beklenen bir fiil için yaratıldığı; onun var oluş gayesini ve semeresini bu fiilin teşkil ettiği açık olduğuna göre; böyle olmaya insanın her şeyden daha fazla lâyık olduğu sonucu ortaya çıkar.55 Çünkü, bütün varlıklar insanın isti­fadesine sunulmuştur. İnsan, iyi veya kötü bütün fiillerinin karşılığını bu dünyada tam olarak alamamaktadır. O halde, her şeyin hakkının tam olarak verileceği, yaratıldığı gayenin tamamlandığı bir zaman, bir zemin vardır. O da Ahiret’tir. “Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Ateşten vay hâllerine o nankörlerin!”56 “Bizim sizi boş yere bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”57 “İnsan başıboş bırakılacağım mı sanır?”58

Hikmet sahibi Yaratıcı’nın her şeyde en kısa yolu, en güzel ve en hafif şekli seçmesi, kâinatta abes bulunmayıp, ciddiyet olduğunu gösterir. Ciddiyet ise ebedî mutluluğun gelmesiyle olur, yoksa bu varlık yok sayılır ve her şey anlamsız olur. Halbuki Allah, abes ve israf gibi lüzumsuz işlerden münezzehtir. Bu husus müminlerin diliyle şöyle ifade olunmaktadır: “Onlar ayakta, oturarak ve yanlan üzere yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ‘Ya Rabbenâ derler, bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azabından kora!”59

2. Enfüsî Deliller

Kur’an bütün toplumlara ve çağlara hitap ettiğinden, onda, ölümden sonra dirilişin ispatına dair bir çok deliller zikredilmektedir. Bunlardan biri de enfüsî delillerdir. Allah’ın varlığını bilmenin bir yolu, ülfet perdesinden sıyrılıp, tabiat­taki varlıkları, özellikle de canlıları bilip tanımaktır.60 Kur’an, müteaddit âyet­lerinde, insanın dikkatini geçirdiği değişikliklere çekmiştir ki, bununla Yaratıcı’sını bulsun.61 “Size ne oluyor ki, Allah için saygı ummuyorsunuz? Oysa

O, sizi aşama aşama yarattı.”62 Aynı şekilde, yeniden dirilişi kavramanın bir yolu, insanı bilmek ve tanımaktan geçer.63

a. insanın ilk ve sonraki yaratılışı

Kur’an, âfâkî ve enfüsî64 olmak üzere iki tür delille yeniden dirilişi ispatla­maktadır. Yukarıda kaydettiklerimiz âfâkî delillere girmektedir. Bu başlık altında sunacaklarımız ise enfüsî deliller cümlesindendir.

İnsan, “emânet”i yüklendiğinden,65 sorumluluğunu bilmek durumundadır. Bunun için Kur’an’ın muhatabı insandır. İnsana hitap ederken, onun dikkatini yine kendi üzerinde; ilk yaratılışı, dünyaya gelmeden önce geçirdiği merhaleler üzerinde yoğunlaştırır. Bu delil, öteki inanç meselelerine delil olduğu gibi yeni dirilişi de ispatlar, insanın yaratılışı, yeni dirilişe iki açıdan örnek gösterilebilir:

a. İlk yaratılış, b. İkinci yaratılış.

İlk yaratılış; yoktan var olma, Hz. Âdem’in topraktan yaratılışıdır.

İkinci yaratılış ise; her insanın doğum sonucunda dünyaya gelişidir. Kur’an, bu her iki yaratılışa da dikkat çektiği gibi, ikisini aynı anda zikrederek yeniden dirilişi bunlara kıyaslayıp, insanın aklına şöyle yaklaştırmaktadır:

“İnsan: ‘Ben öldükten sonra mı diri olarak çıkartılacağım?’ diyor. İnsan önceden hiçbir şey değilken kendisini nasıl yarattığımızı düşünmüyor mu?”66 “Dediler ki: ‘Biz kemikler, ufalanıp toprak olduktan sonra mı sahiden biz mi yeni bir yaratılış ile diriltileceğiz?’ De ki: ‘İster taş olun, ister demir, ister gön­lünüzde büyüyen herhangi bir yaratık, (ne olursanız olun, Allah sizi mutlaka diriltecektir). ‘Bizi kim tekrar hayata döndürebilir?’ diyecekler, de ki: ‘Sizi ilk defa yaratan döndürür’. Sana alay ederek başlarım sallayacaklar ve ‘Ne zaman o?’ diyecekler. ‘Pek yakın olabilir’ de. Sizi çağıracağı gün, O’na hamd edip çağrısına uyar, dirilip kalkarsınız ve kabirlerde yahut dünyada pek az kaldığınızı sanırsınız.” 67

İnançsızlar, kendilerinin toprak ve çürümüş kemik olduktan sonra dirileceklerini inkâr etmekte çelişkiye düşmüşlerdir. Zira onlar, insanların ilk defa topraktan kan, et, kemik ve sonra insan suretine konduklarını biliy­orlardı. Başlangıç maddesi toprak olan bir kimsenin, toprak olduktan sonra ikinci defa yaratılmasını inkâr etmesi mâkul değildir.68 “Sizi topraktan yarattık yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkartırız.”69 “Allah: ‘Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan dirilip çıkartılacaksınız’ dedi.”70

Bir işi ilk defa yapmak, ikinci defa yapmaktan daha zordur. Bir başka ifade ile bir işi ikinci defa yapmak, birinci defa yapmaktan kolaydır. Akıl açısından baktığımızda bu böyledir. insanın sonradan yaratıldığının delillerinden biri, onun ölümlü olmasıdır. O halde insanı yoktan yaratan bir Yaratıcı vardır, insanı ilk defa yaratan, ikinci defa da yaratır. Birinci yaratılışla kıyaslanınca, İkincisinin daha kolay olduğu anlaşılır, “tikin yaratan O’dur, sonra onu çevirip yeniden yapar. Bu, O’na daha kolaydır, göklerde ve yerde en yüce durum O’nundur. (…) 71

Şu kaydedeceğimiz âyetler de haşri, insanın ilk ve sonraki yaratılışına ben­zeterek, insanın anlayışına yaklaştırır ve bunun mümkün olduğunu açık seçik bir şekilde ortaya koyar. “Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki, biz sizi önce topraktan, sonra nutfe (sperma)den, sonra alaka (embrio)dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki size kudretimizi açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkartıyoruz, sonra güç ve kabiliyetlerinize ermeniz için sizi büyütüyoruz. İçinizden kimi henüz çocukken vefat ettiriliyor, kimi de ömrün en düşkün çağma itiliyor ki, bilirken bir şey bilmez duruma gelsin. Yeri de kurumuş ölmüş görürsün. Fakat Biz, onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir” (Hac, 22/5). Bedruddîn ez-Zerkeşî (ö: 794/1392), bu âyetler72deki öncüllerden beş sonuç çıkarır. Şöyle ki:

1. Allah Teâlâ, Kıyamet zelzelesinin çok şiddetli olduğunu haber verdi. Bu haber haktır, öaybden gerçek haber verenin hak olması da haktır. O, bu sıfatlara göre Kıyameti getirir. Bu haberin doğruluğu, ancak bunu idrâk etmeleri için ölü­lerin diriltilmesi ile bilinir.

2. Kıyameti getiren ölüleri de diriltir. Demek ki, ölüleri O diriltir.

3. Kıyamet gününde, Allah hakkında bilgisizce tartışanların cezâlarını göreceği haber verildi. Bu suçun karşılığının verilmesi elbette gereklidir.

4. Kıyamet gelmeden hesap (mücâzât) görülmez. Kabirdekiler dirilmeden de Kıyamet gelmez. Öyleyse, ölüleri O diriltir.

5. Allah, kupkuru toprağa su indirir ve her güzel çiftten bitirir. Yeri, ölümünden sonra diriltmeye kadir olan, kabirde bulunanları da diriltir.”

Burada birbirine eşit ve denk olan iki şeyden birinin varlığının imkanı öbürüne kıyas edilir. Birinin gerçekliği yaşandığına göre, İkincisinin imkânı kendiliğinden anlaşılır. “Hiçbir şey değilken” insanı yaratan, elbetteki ölümün­den sonra onu tekrar yaratmaya kadirdir.74 Zira, Allah’ın kudretini en iyi yansıtan, O’nun, cevherleri ve arazları yoktan var etmesidir. O halde ikinci yaratmanın benzeri ortadadır. Allah Teâlâ için bu her iki yaratma da aynıdır. İlk yaratma O’na zor gelmediği gibi, ikinci yaratma da zor değildir. Çünkü, tabii olarak bakıldığında, ilk yaratma tabiata aykırıdır, fakat İkincisi tabiidir.

Esasen “zorluk” ve “kolaylık” insan için söz konusudur. Muhatap insan olduğundan, mesele onun anlayabileceği tarzda sunulmuştur. Yoksa Allah için “zor” diye birşey söz konusu olamaz. Her Müslüman, varlık âlemi öncesinde mevcut olan rûhun, Allah’ın “ كون =ol!” emriyle, yaşlı olan Sâre’nin ishâk’ı (11/71-73; 14/39); Hannâ’nm Hz. Yahyâ’yı;75 bâkire olan Meryem’in Hz. îsâ’yı dünyaya getirmesine76 sebep olduğunu bilir.

Varlık âlemindeki yüzbinlerce, belki milyonlarca hayat şekilleri, sonsuz kudret ve hikmet sahibi bir Yaratıcı’ya delalet etmektedir. Eğer Allah, bu kâinatı ve içindekileri yaratmaya muktedir ise -ki muktedir olduğuna âlim-cahil, bilgili- bilgisiz, mümin-münkir herkes şahittir-, onu başka bir hayat ile değiştirip, insan­ları işledikleri amellere göre o hayatta mahkeme etmeye ve hak ettikleri karşılıkları kendilerine vermeye de muktedirdir. Zira, kudrete göre her şey aynıdır. Kâinatı elinde tutmayan zerreyi yaratamaz. Bütün insanların diriltilmesi, bir ferdin diriltilmesi gibidir. “Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, bir tek kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. Allah, işitendir, görendir.”77

Kabir safhası, bir nevi insanın dünyaya gelmeden önceki safha olan annesinin karnında geçirdiği safha gibidir. İnsan nasıl ki annesinin karnında belirli bir süre kaldı, tıpkı bunun gibi kabirde de belirli bir süre kalacaktır. Ondan sonra ilk defada olduğu gibi yeniden doğacaktır. Evlat, annesinden bir parça, insan topraktan bir cüz. Öldükten sonra yine o bütüne karışma ve tekrar o bütün­den çıkma, yeniden dirilme...

b. Uykudan sonra uyanma durumu

Kur’an’ın, haşre somut bir misal olarak, yer yüzünün kışın kuruduktan, öldükten sonra baharda kabarmasını, yeşerip, dirilmesini verdiğini gördük. Ancak, bu durumda şüpheciler bir yandan, “yeni bir bitkisel hayatın mümkün olabileceğini kabul edelim” derken, diğer yandan, “hislerin ve şuurun vücudu­muzla alâkası kesildikten sonra, İnsanî hayatımız yeniden tekrar nasıl başlaya­bilecek?” diyerek, bunun imkânsız olduğunu öne sürebilirler. Böyle düşünen birine, günlük tecrübeyi hatırlaması yetecektir; çünkü ardarda gelen uyku ve uyanıklık halleri, ölümden sonra da hayatın olacağı konusunda bize güzel bir örnek sunar, işte Kur’an’ın, haşrin gerçekleşeceğine dair delillerinden biri budur.

“O’dur ki, geceleyin sizi öldürür gibi uyutur, gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş bir süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O’nadır; sonra O, dünyada yaptıklarınızı size haber verecektir.”78

Yine, Zümer Sûresi 42. âyeti de aynı noktaya dikkat çeker. “Bir yaprağın, bir tanenin, bir taşın düşmesiyle, yıldızların hareketlerindeki düşme ve yer çekim kuvvetiyle aynı anlamda nasıl birleşiyorsa, uyuyup uyanmaktan öldükten sonra dirilişi anlamak, ondan daha açık bir gerçektir. Normal bir durum gibi görünen uyuyup uyanma meselesi, hem biyolojik, hem de psikolojik açıdan son derecede dikkat çekicidir. Her gün yıpranıp ölen insan vücudundaki hücrelerin, her gece kesintiye uğrayan duyuların ayniyle iâde olunup hayatlarını sürdürmesi, ruhun birliğine ve bekasına delaletten evvel Allah’ın varlığına, bekasına, vahdaniyetine ve insanın ruhanî ve cismanî olarak tam mânasıyla öldükten sonra dirilişine kadir olduğuna delâlet eden şahitler ve kesin delillerdir. Bu delillerle öldükten sonra dirilişin yalnız mümkin olduğu değil, aynı zamanda fiilen vukûu da görülmekte­dir.”79

Her şeyin, birbirini mütenâkız bir tarzda çift yaratılması ve bunların bir­birlerini takip etmesi, Ahiret’in varlığına delildir. Dünya hayatı kışa, geceye, uykuya, karanlığa, sıkıntıya, ölüme ve-köpüğe; Ahiret hayatı ise bahara, gündüze, uyanıklığa, rahatlığa, canlılığa ve köpüğün altındaki suya benzer. Kışı bahar, geceyi gündüz, uykuyu uyanıklık, karanlığı ışık, sıkıntıyı rahatlık, hayatı ölüm, soğuğu sıcağın izlemesi nasıl ki tabii ve zorunlu ise, dünya hayatından sonra Ahiret hayatının gelmesi de tıpkı bunun gibi tabii ve hatta zorunludur.

c. Dünyada gerçekleşen dirilişler

. Enfüs! deliller çerçevesinde zikredebileceğimiz tarihi bir delil şudur: Meydana gelmesinden önce tahmini bile mümkün olmayan, fakat gerçekleştik­ten sonra kabulünde tereddüde yer kalmayan öyle olaylar vardır ki, bunlardan her biri birer ikna aracıdır. Bu olayları haber veren kaynağın mevsukiyeti sabit olduk­tan sonra, bunlar da göz önünde cereyan etmiş gibi olur.

Öldükten sonraki dirilişin, dünyadaki fiili örneklerinin her biri, bu inancın doğruluğunu gösterir. Kur’an, haşir gerçeğini akıllara yaklaştırmak ve ispatlamak için bu olayları hatırlatır. Bunlar, gerçekleştikleri çağdakilere ışık tuttuğu gibi, her zaman ve mekândaki insanlara da mesaj iletmektedir. “Yahut şu kimse gibisi­ni görmedin mi; duvarları, çatılan üstüne yığılmış (harap olmuş) ıssız bir kasabaya uğramıştı. ‘Allah bunu böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?’ demişti. Allah da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti. ‘Ne kadar kaldın?’ dedi. ‘Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldım’ dedi. (Allah:) ‘Hayır, dedi, yüz yıl kal­dın. Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye böyle yaptık. Kemiklere bak, nasıl onları birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!’ Bu işler ona açıkça belli olunca: ‘Allah’ın her şeye kadir olduğunu biliyorum’ dedi.”80 Gelecek, geçmişin hatırasına sahiptir. Gerek uyku, gerekse ölüm, ilk uyanmada insanda bir iz bırakıp gidiyor. Öyle olmasay­dı, öldükten sonra dirilen adam, o anda kendisini maziye bağlamaz, vücudunun o anda başladığını zannederek, “kalmadım, yeni doğuyorum” derdi.81

Âyetteki, “Allah bunu öldükten sonra nasıl diriltecek?” ifadesinden kaste­dilen mânâ şu olabilir: Diriltecek ama ne zaman ve nasıl? Âyetin son cümlesi ile öncesi ve sonrası dikkate alındığı zaman bu kişinin mümin olduğu sonucunu, çıkarabiliriz. Bu tespit, öldükten sonraki dirilişe inanmanın, araştırma ve incele­meye dayanan bir konu olduğunu ortaya koyması bakımından önemlidir. Nitekim, bunu takip eden âyetten, Hz. İbrahim’in de böyle bir araştırma yaptığını öğreniyoruz.82

Diğer taraftan, kesilen bir ineğin parçasıyla vurulunca maktulün dirilip katilini söylemesi;83 Kehf ve Rakîm ashabının mağarada “üç-yüz artı dokuz yıl”84 kalmaları;85 Hz İsa’nın çamurdan yaptığı kuşa, “Allah’ın izni ile” can vermesi ve yine “Allah’ın izni ile” Ölüleri diriltmesi,86 bütün bunlar, öldükten sonraki dirilişe dair birer delildir. Bunlar, istisnâî durumlar olmakla beraber, Ahiret için birer delil olmaktadır. Bu aklî ve naklî delillerin toplamı, haşir inancını perçinlemekte ve bu konuda hiç bir şüpheye yer bırakmamaktadır. Çünkü bu deliller, her an taze ve yenidir; insan, günlük tecrübeleri ile haşir örneklerini sürekli yaşamaktadır.

Kur’an’ın yeniden diriliş için sunduğu delillerin büyük çoğunluğu uzakta değil, herkesin yanı başındadır.

C. Ahiretin Varlığının Sebepleri

Ahiret düşüncesi, fonksiyonunu bu dünyada icra etmektedir. Kur’an, bu dünyanın düzeni için gelmiştir. İnsanın yaratılışındaki gaye, onun bu dünyadaki yaşayışı, işleri ve durumudur. Bu dünyada ona irade ve güç verilerek, buna karşılık sorumlu tutulmuştur. Öteki dünyada sorumluluk yoktur. İnsan öteki dünyadaki değerini buradan götürecektir. İnsanların, bu dünyada dinin istediği en üstün mertebeye ulaşabilmelerinde, Ahiret inancının rolü büyüktür. “Allah, gök­leri ve yeri gerçek olarak yarattı, ta ki her can, kazandığının karşılığım görsün. Onlara haksızlık edilme?-”87

Öldükten sonra diriliş, bir çok sebepten dolayı önemlidir. Kur’an, hem aklî hem de naklî delillere dayanan ölümden sonraki dirilişin lüzumunu şu sebeplere bağlar:

1. Allah’ın vaadinin gerçekleşmesi

Sürekli değişen, her an yenilenen bir dünyada yaşıyoruz. Ne çocuklar hep çocuk kalıyor, ne gençler hep genç. Yapraklar hep yeşeriyor ve düşüyor; çiçekler açıyor ve soluyor; yıllar geliyor ve gidiyor. İnsan, bütün bunların bir noktaya, bir sona doğru seyrettiğini; bir vaadi, bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik olduğunu hissedebiliyor. “Onlar var güçleriyle yemin edip: ‘Allah ölen kimseyi diriltmez! ’ dediler. Hayır, diriltecektir. Bu, O’nun gerçek olarak üzerine aldığı bir vaattir. Ama insanların çoğu bilmezler.”88 “Hepinizin dönüşü, O’nadır. Bu Allah’ın gerçek olarak verdiği sözdür. O, insanı ilkin yaratır sonra inanıp iyi işler yapan­lara adaletle karşılık vermek için onu diriltir. İnkâr edenlere gelince, küfür­lerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içki ve acı bir azap vardır.”149

Ölümden sonraki diriliş, Allah’ın üzerine aldığı bir vaattir. Allah, ne vaadi­ni, ne de vaîdini ihmal eder.9*’ İnananlar, kendilerine vaat olunan mükâfatlara kavuşacakları gibi; inkâr ve inat edenler de tehdit olundukları şeylere maruz ola­caklardır. Âlemde gayesiz hiç bir şeyin olmayışı, her şeyin “bir vaad”in gerçek­leşmesine hizmet ettiği anlamına gelir.

2. Mutlak adaletin gerçekleşmesi

Ahiret olayının adaletle kuvvetli bir ilgisi vardır. İnsan bu dünyada iyilik ile kötülüğün, fazilet ile reziletin çarpıştığını görmektedir. Bir çok defa haksız haklıya baskın çıkıyor. Bunun olması gerektiği şekilde olduğunu göremediğinden üzüntüye kapılıyor. Onun vicdanı, iyinin kötüye karşı gelmesini istiyor. İyiliğe karşı ödül, kötülüğe karşı ceza verilecek bir günün varlığını zorunlu buluyor. Eğer hayır ve şerrin karşılığı burada tam verilmiyorsa, elbette Ahiret âleminde verilecektir. “Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler gibi yapacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri onlarla bir olacak değil mi? Ne kötü hüküm veriyorlar!”91

Uhrevî hayat gerçeği, dünyadaki tüm oluşlara yansımış, ona derinlik ve an­lam kazandıran yegâne boyutunu teşkil etmiştir. Ahiret hayatı, İlâhi adaletin tam- lığı ve gerçekleşmesi bakımından merkezi bir konuma sahiptir. Hatta adaletin anlamı, insana Ahiret’in varlığını hissettiriyor.

Allah, böyle mükemmel işleyen bu kâinatı, yüce gayelerle yaratmıştır. O’nun, bu gayelere iman ve ubûdiyetle karşılık veren müminlere ödülünün bulunmaması, o maksatları reddederek tahkir eden dalalet ehline de cezasının olmaması mümkün değildir. İnsanlara saçları adedince vazifeler yükleyip, buna karşılık olarak da yalnız bir saç teli hükmünde olan dünyevî bir ücret verilmesi­ni akıl kabul etmez. Bu kadar yıl hayat sürmüş bir varlığın, işe yaramaz bir eşya gibi bir yana atılması mümkün değildir.

Ayrıca kötülerin terbiye edileceği bir vakit gerekir ki, bu Ahiret yurdundan başkası değildir. “İnkâr edenler ateşe sunulduktan gün (kendilerine denir ki): Dünya hayatınızda bütün güzel şeyleri zayi ettiniz, orada bunlarla safâ sürüp bun­ları tükettiniz. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.”92 “Artık, kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.”93 “Allah’ın Kitâb’ını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendi­lerine verdiğimiz rızıktan hayır için gizli ve açık sarfedenler, asla batmayacak bir ticaret umarlar. Çünkü Allah onlara ücretlerini tam ödeyecek ve lütfundan onlara fazlasını da verecektir. Çünkü O, bağışlayan, çok karşılık verendir.”94

İnananlar ve sâlih amel işleyenler, yaptıklarının karşılığını fazlasıyla görecek­ler. İnanmayıp kötü davranışlarda bulunanlar ise bunun cezasmı görecekler. İyiliğe karşılık fazlasıyla iyilik, lütuf; kötülüğe ise misli ile mukâbele95 mahza adalettir.

Ahiret hayatı olmasa, dünyada insanların yaptığı işlerin hesabı nerede görüle­cek? Bir an için Kur’an hükmünü düşünmeden akla baş vurursak akıl, “eğer bir he­sap görülmeyecekse, dinî tekliflerin bir mânâsı kalmadığına” hükmeder. Cennetin ve cehennemin niçin yaratıldığı anlaşılmaz. O halde, sorguya çekilecek bir hesap gü­nünün olması tabiidir. “Klyamet saati mutlaka gelecektir. Heıkes peşinde koştuğu hayır ve şerrin karşılığını görsün diye (...)”%Bu gün her can, kazandığının karşılı­ğını görür. Bugün zulüm yoktur. Allah hesabı çabuk görendir.”97 “Biz, güzel davra­nanları böyle mükâfatlandırırız. Hakk’ı yalan sayanların vay haline o gün!”98

3. Yaratılış gayelerinin tahakkuku

İnsanın yaratılışının önemli gayeleri vardır. Göklerin, yerin ve bu ikisinde bulunan canlı cansız varlıkların, özellikle de insanın yaratılmasının beyhûde ol­ması düşünülemez. Bütün bunların, sadece dünya hayatıyla sınırlı bir amaca hizmet etmesi, mümkün değildir. “Bizim sizi ‘boş yere, gayesiz’ yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”99 âyeti bu gerçeği ifade eder. Dünyada birçok şeyin insanın kullanımına sunulduğunu, emrine ve­rildiğini, her şeyin onun hayatını sürdürmesine elverişli olacak şekilde yaratıl­dığını görüyoruz. İnsan hayatının olmazsa olmaz şartı olan yiyecekler, çeşit çe­şit giyecekler vardır. İnsanın istifadesine sunulmuş her şey, görevine dikkat ediyor; sınırı aşmıyor. O halde, insanın sorumluluğu oldukça büyüktür; çünkü, günlük hayatta yetkiler arttıkça, sorumlulukların da ona paralel olarak artacağı bilinmektedir.

İnsanın yaratılışının gayeleri vardır.100 Bu yaratılışta, Allah’ın da bir hikme­ti vardır.101 İnsan, yaratılışın gayelerinin gerçekleşmesi için yaratılmıştır. Bu ga­yeler şunlardır:

a. Ubûdiyyet

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin gayesi, Kâinatın Yaratıcı’sım tanı­mak ve O’na iman ve ibadet etmektir. İnsanın fıtrî görevi Allah’ı bilmek, O’na iman etmek, yakîn ile varlığını ve birliğini tasdik etmektir. Allah’a kulluk, dün­ya ve Ahiret mutluluğuna vesile olduğu gibi, aynı zamanda şahsî olgunlaşma vasıtasıdır. İbadet, Yaratıcı ile kul arasında kutlu bir bağdır; fikirleri O’na çe­virir. Yerde ve göklerde ne varsa hepsi; şimşekler, melekler, gruplar halinde uçan kuşlar, dağlar vs. her şey ister istemez, sabah akşam Allah’a secde etmek­te, O’nu teşbih etmektedir.102 Fakat beşer onların teşbihini anlamaz.’01 İnsan, an­cak yaptığı ibadetle değer kazanır; ibadeti olmazsa önemini kaybeder.104 Çün­kü, yaratılışının gayesi şudur: “Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk et­sinler diye yarattım.”15 İbadet emrine verilen cevabın karşılığının görülmesi için Ahiret gereklidir.

b. Amellerin karşılığının eksiksiz olarak verilmesi

Dünyada güzel değer ortaya koyanlara mükâfat, âsi olanlara ise cezanın olmaması mümkün değildir. “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayati yarattı. O, mutlak galip’tir, bağışlayandır.”106

“Amellerin tartılması”, Kur’an’ın haşir düşüncesinde önemli bir yer tutar.101 Ana konusu haşir olan Kıyâmet sûresindeki, “Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabbine bakar. Yüzler de var ki o gün asıktır.”108 âyeti de yaratılışın gayesine bir başka yönden ışık tutar.

c. Görüş ayrılıklarının çözümü

Ahiret’in varlığını zorunlu kılan bir çok sebep vardır. Hakikat ve kemal ara­yışlarını bunlar arasında sayabiliriz. İnsanların, çoğu konuda farklı görüşlere sa­hip oldukları ve herkesin kendi görüşünün doğruluğuna inandığı bir realitedir. Çelişen görüşlerin hepsini doğru kabul etmek de mümkün değildir. O halde haki­katin bütün çıplaklığı ile ortaya çıkacağı ve herkes tarafından anlaşılıp benimse­neceği bir gün olmalıdır. Böylece, dünyada görüş ayrılığına sebep olmuş konula­rın gerçek durumu ortaya çıkıp, doğru ile yanlış, hak ile bâtıl, haklı ile haksız, açık seçik bir şekilde ortaya çıkacaktır. Bu arada, Ahiret’in varlığından şüphe edenlerin pişmanlıkları da ortaya çıkan en önemli hususlardan biri olacaktır. “On­lar var güçleriyle: ‘Allah ölen kimseyi diriltmez! ’ diye, Allah’a yemin ettiler. Ha­yır, diriltecektir, bu, O’nun kesin olarak yerine getireceği bir vaattir. Ama insan­ların çoğu bilmezler. Diriltecektir ki, hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği onlara açıklasın ve inkâr edeni» de yalancı olduklarım bilsinler.”109 Allah’ın ölüleri di­riltmeyeceğini zannedenler, mahlukatm yok olduktan sonra yeniden yaratılmaya­cağım iddia edenler; bütün bunların yalan söylediklerinin ortaya çıkması ve Al­lah’ın vaadinin gerçekleşmesi için haşir ve neşir gerçekleşecektir.110 Bununla be­raber dünyada, insanların görüş ayrılığına düştükleri her konuda, Ahiret’te işin aslı açık seçik olarak herkese ilan edilecektir.

* Bu makalemizde, çoğunlukla Kur’an’ın Iknâ Hususiyeti (İzmir, 1996) adlı çalışmamızdan yararlandık.

" Doç. Dr., Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

1 Bkz. Nisa, 4/38; Ra’d, 13/5.

2 Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, DİA, İstanbul, 1988, ÂHİRET md., I, 546.

3 Seyyid Kutub, Meşâhidu’l-Kıyâme fi’l-Kur’an, Tehrân, Dâru’l-Kitâbi’l-lslâmî, ts., 12 (Prof. Dr. Abdulkadir Hamza, ’Alâ Hâmiş Târihi’l-Mısriyyi’l-Kadîm’den naklen).

4 Prof. Dr. Muhammed Abdullah Drâz, ed-Dîn (Buhûs Mumehhede II Dirâseti’t-Târîhi’l-Edyân), el- Kuveyt, Dâru’l-Kalem, 1410/1990, 38.

5 Tabbâra, Rûhu’d-Dini’l-lslâmî, 20. tab’, Beyrût, Dâru’l-llm li’l-Melâyîn, 1980, 116.

6 Ebu’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed, Ibn Rüşd, el-Keşf ‘an Menâhici’l- Edille fî ‘Akâidi’l-Mille, Thk. Mustafâ Abdulcevad Imrân, 3. tab’, Mısr, 1388/1968,118 ( Faslu’l-Makâl fî mâ beyne’l-Hikme ve’ş-Şerî’a mine’l-lttisâl ¡le bir ciltte); Muhammed b. ’Ali eş-Şevkânî’nin, hşâdu’s- Sikât alâ’t-Tevhid ve’-Meâd ve’n-Nübüvvât, Thk. Dr. I.İbrahim Hilâl, el-Kâhire, Mektebetu’n- Nahda’l-Mısrıyye, 1390/1975, 20; Drâz, ed-Dîn, 38-39; Abbâs Mahmûd el-Akkâd, Felsefetu’l- Kur’aniyye, Beyrût, el-Mektebetu’l-’Asrlyye, 1366/1947, 180; ‘Afîf Abdulfettâh Tabbâra, Rûhu’d- Dini’l-lslâmi, 20. tab’, Beyrût, Dâru’l-llm l’l-Melâyîn,116; Bekir Topaloğlu, DİA, ÂHİRET md., I, 543- 544; krş. Seyyid Kutub, Meşâhidu’l-Kiyâme fi’l-Kur’an, Tehrân, ts., 10; Dr. Faracallah Abdubârî Ebû Atallah, el-Yevmu’l-Âhir Beyne Yehudiyye ve’l-Mesihiyye ve’l-lslâm, Dâru’l-Vefâ, el-Mansüra, 2. baskı, 1412-1992, 27; Dr. Yener Öztürk, Kur’an’da Âhiret, Işık Yay., İstanbul, 2001.

7 Kitâb-ı Mukaddes, Malaki 3,1 -5; 4,1 -5; Matta 6,19-20; 11,20-24 gibi. Ayrıca bkz. Carlos Madrigal, Incil’in Vahiy Bölümünün Yorumu: Kıyamet Günü, Yeni Yaşam Yay., İstanbul, 2000; Dr. Mehmet Paçacı, Kur’an’da ve Kitâb-ı Mukaddes’te Ahiret İnancı, Nün Yay., İstanbul, 1994. Bu son eserin İkinci Bölüm’ü, Kitâb-ı Mukaddes’te Ahiret İnancı hakkındadır.

8 Âl-i Imrân, 3/113-114.

9 Akkâd, el-Felsefetu’l-Kur’aniyye, 180.

10 Geniş bilgi için bkz. Prof. Dr. Muhammed Hamidullâh, flesûlullâh Muhammed, çev. Prof. Dr. Salih Tuğ, İrfan Yay., İstanbul, 1973, 72.

11 Krş. Seyyid Kutub, Meşâhidu’l-Kıyâme fi’l-Kur’an, 11.

12 Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in 1990’dan beri sürdürdüğü Türkiye Değerler Araştırması’na göre, hem ekonomik seçkinlerin, hem de genel halk kitlesinin aileye verdiği önem yüzde 97-98’dir.

13 Ankebût, 29/64.

14 Nahl, 16/30, 41; Şûra, 42/20.

15 Doç. Dr. Sefa Saygılı, Mazhar Osman, Türdav Yay., İstanbul, 1998,109 (Mazhar Osman’dan naklen).

16 Mazhar Osman, 110.

17 Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Yaşasın Hayat, 7. baskı, Doğan Yay., İstanbul, 2003, 26.

18 Enâm, 6/92.

19 Bakara, 2/4.

20 Bkz. Âl-i Imrân, 3/148; A’râf, 7/32.

21 A’râf, 7/8-9.

22 Abbâs Mahmûd el-Akkâd, Allah (KitâbfîNeş’eti’l-’Akîdeti’l-llâhiyye), 2. tab\ Mısr, Dâru’l-Maârif, 1949,181.

23 Fussilet, 41/53.

24 Dr. Abdullah Şehâte, Tefsiru’l-Âyâti’l-Kevniyye, el-Kâhire, Daru’l-I’tisam, 1980, 53.

25 İbrahim, 14/10

26 Enbiyâ, 21/22.

27 A’râf, 7/185.

28 Isrâ, 17/98.

29 Ahkâf, 46/17.

30 Isrâ, 17/99.

31 Ahkâf, 46/33.

32 Taberî, 17/99 hk., VIII, 154; Zerkeşî, II, 26; Âlûsî, 17/99 hk., XV, 177.

33 Nûh, 71/15-18.

34 Nâziât, 79/27.

35 Mümin, 40/57.

36 Kâf, 50/15.

37 Yâsîn, 36/81-83.

38 Ankebût, 29/20.

39 Yâsîn, 36/79.

40 Rûm, 30/50.

41 Fussilet, 41/39.

42 Kâf, 50/9-11.

43 Zuhruf, 43/11.

44 Meselâ, Tâhâ, 20/55; Nûh, 71/14-18; Mu’minûn, 23/12-16; Rûm, 30/24-27.

45 Enâm, 6/38.

46 Zuhruf, 43/11.

47 Dr. Halûk Nurbaki, Kur’an-ı Kerim’den Âyetler ve İlmi Gerçekler, TDV. Yay., 5. baskı, Ankara, 1993,

48 Taberî, Enam, 6/95 hk., V, 275; Ebu’l-Fidâ Ismâîl b. ‘Umer Ibn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 1. tab’, Ürdün, Mektebetu’l-Menâr, 1410/1990. (Tefsir), Enâm, 6/95 hk., II, 147.

49 Enâm, 6/95.

50 Krş. “Yeryüzünde, hepsi de aynı su ile sulanan birbirine komşu toprak parçaları, tek ve çok köklü üzüm bağları, ekinler, hurma ağaçları vardır. Fakat onları lezzet açısından birbirinden farklı kılmışızdır. Düşünen kimseler için bunda ibretler vardır" (Ra’d, 13/4).

51 Kıyamet, 75/3-4.

52 Yasin 36/78-80.

53 M. Hamdi Yazır, Yâsîn, 36/80 hk.,VI, 4042 (sadeleştirerek).

54 Zerkeşî, II, 26-270, krş. Ibn Teymiyye, Tefsîru Sûreti’l-lhlâs, 72-73.

55 Krş. Seyyid Kutub, Meşâhidu’l-Kıyâme, 12.

56 Sâd, 38/27.

57 Mu’minûn, 23/115.

68 Kıyamet, 75/36.

59 Âl-i Imrân, 3/191.

60 Krş. Ibn Rüşd, Faslu’l-Mekâl, 2.

61 Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn el-Beyhakî, el-l’tikâd ve’l-Hidâye ilâ Sebîli’r-Reşâd, Thk. Dr. es-Seyyid el-Cümeylî, 1. tab’, Beyrût, Dâru’l-Kitâbi’l-’Arâbî, 1408/1988, 27.

62 Nûh, 71/13-14.

63 Bkz. Fussilet, 41/53.

64 Fussilet, 41/35.

65 Ahzâb, 33/73.

66 Meryem, 19/66-67.

67 Isrâ, 17/49-52.

68 Krş. Takiyüddîn Ahmed b. ‘Abdulhalîm Ibn Teymiyye, Tefsir Sûreti’l-lhlâs, Thk. Abdulâlî A. Hâmid, Bombay, ed-Dâru’s-Selefiyye, 1406/1986, 77.

69 Tâhâ, 20/55.

70 A’râf, 7/25.

71 Rûm, 30/27.

72 Keza, K.K. 23/12-16; 40/67; 75/36-40; 19/66-67; 71/14; 86/5-8; 21/104; 36/78-79; 7/29; 20/55 vb. âyetlerde, insanın ilk ve sonraki yaratılışları anlatıldıktan sonra, öldükten sonraki diriliş buna benzetilmektedir.

73 Zerkeşî, III, 469-470.

74 Taberî, 19/66 hk., VIII, 362; Krş. Cârullâh Muhammed b. ‘Umer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an Hakâiki’t-Tenzîl, Thk. M. Mursî ‘Amir, tab’, el-Kâhire, 1397/1977, 19/66 hk., IV, 26.

75 “(Allah buyurdu): Ey Zekeriyyâ, Biz sana bir oğul müjdeleriz, adı Yahyâ’dır. Daha önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık. (Zekeriyyâ): ‘Rabb’im, dedi benim nasıl oğlum olur ? Karım da kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son sınırına vardım; Evet öyledir, dedi, fakat Rabb’in: ‘O bana kolaydır, daha önce sen de hiç bir şey değilken seni de yaratmıştım’ dedi” (K.K., 19/7-9).

76 Meryem, 19/20-21.

77 Lokman, 31/28.

78 Enâm, 6/60.

79 M. Hamdi Vazır, 6/60 hk., III, 1949-1950 (özetle).

80 Bakara, 2/259.

81 M. Hamdi Yazır, 2/259 hk., II, 885.

82 Bakara, 2/260.

83 Bakara, 2/68-73.

84 Âyette geçen, “üçyüz artı dokuz yıl" ibaresi, güneş yılına göre üçyüz yıl, ay yılına göre ise, üçyüz dokuz yılı ifâde etmektedir. Bunu Zeccâc (ö: 311/923) gibi çok önceleri yaşamış bir âlim belirtmiştir. Prof. Dr. Muhammed A. Drâz, en-Nebeu’l-Azîm (Nazarât Cedide fi’l-Kur’an), 7. tab’, el-Kuveyt, Dâru’l-Kalem, 1413/1993, 38.

85 Kehf, 18/25.

86 Âl-i Imrân, 3/49; 5/110.

87 Câsiye, 45/22.

88 Nahl, 16/38.

89 Yûnus, 10/4.

90 Bakara, 2/80; Âl-i Imran, 3/9.

91 Câsiye, 45/21.

92 Ahkâf, 46/20.

93 Zilzâl, 99/7-8.

94Fâtır, 35/29-30.

95 Bkz. Kasas, 28/84; Mu’min, 40/46; Enâm, 6/160.

96 Tâhâ, 20/15.

97 Mu’min, 40/17.

98 Müddessir, 74/44-45.

99 Mü’minun, 23/115.

100 Krş. Ahzâb, 33/72.

101 Ibn Kesir, 23/115 hk., III, 244.

102 Ra’d, 13/13, 15; Nahl, 16/49; Isrâ, 17/44 gibi.

103 Isrâ, 17/44.

104 Furkân, 25/77.

105 Zâriyât, 51/56.

106 Mülk, 67/2.

107 Yine Enbiyâ, 21/47; A’râf, 7/8-9; Yûnus, 101/6-9 âyetleri kıyamet gününde, hiç bir haksızlığa uğratılmaksızın, herkesin yaptıklarının karşılığını göreceğini bildirmektedir.

108 Kıyâmet, 75/22-24.

109 Nahl, 16/38-39.

110Taberî, Nahl, 16/39 hk., VII, 584.

111 B. Said Nursî, Sözler, 9. baskı, Sözler Yay., İstanbul, 1989, 498.

Kur’an’da Ölümden Sonra Dirilişin Akli Temelleri