Makale

Kur'an bugün de insanı en doğru yola çağırmıyor mu?

Kur’an bugün de insanı en doğru yola çağırmıyor mu?
Doç. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

"Gerçekten bu Kur’an en doğru yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler." (İsra, 9)

Kur’an dün olduğu gibi bugün de en doğruya ve insan için en faydalı olana götürür. Asrısaadette nasıl bedevi bir topluluğu medeni bir ümmete, barbar bir güruhu örnek bir cemaate dönüştürdüyse bugün de aynı potansiyele sahiptir. Yarın da benzer imkân ve fırsatı insanlığa sunmaya hazırdır. Çünkü dün insana doğru yolu gösteren Kur’an, bugün zamanın ilerlemesi ile demode olmamış; öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. O, tutarlı ve insanın fıtratıyla uyuşan değerleri sunduğu için hiçbir zaman medeniyetin gerisinde kalmamıştır. Hep insanlığın önünden gitmiş; yolunu ve ufkunu aydınlatmıştır. Zamanla mukayyet olmayan çağlar üstü niteliği dolayısıyla hep güncel kalmış; aktüelliğini ve haklılığını daima sürdürmüştür. Hatta mesajı ve çağrısı gün geçtikçe daha iyi anlaşılmıştır.

Onun doğruya götürmesi, hakikate rehberlik etmesi belirli bir milletle de sınırlı değildir. Hangi ırktan olursa olsun, hangi coğrafyada bulunursa bulunsun, sesine kulak veren, çağrısına yönelen herkes için bu fırsat söz konusudur. Çünkü belirli bir milletin ihtiyaçlarından doğmuş, onun sorunlarına cevap vermek için konulmuş bir değerler sistemi değildir. Yine o, insanın muayyen faaliyet alanlarında ilke ve prensipler koyup diğerlerini ihmal etmemektedir. Aksine inançtan ibadete, ahlaktan insanlar arası ilişkilere kadar her alanda en doğru ve en faydalı olana götürmektedir.

Onun emirlerinden hangisi dün insanlığa faydalı idi de bugün lüzumsuz hale gelmiştir? Mesela namaz için böyle bir şey söyleyebilir miyiz? Dün insanı kötülük ve çirkinliklerden arındıran ve onu yücelten özellikleri ile faydalı ve gerekliydi de bugün böyle bir ibadet çeşidinden insan müstağni midir? Dün âdeta bir mektep gibi insanı insanlığı ile buluşturan, aşama aşama olgunlaştırıp melekvari özellikleri ona kazandıran bu ibadet tarzına, günümüz insanının ihtiyacı kalmadığını kim söyleyebilir? Öyle ise, insanın ruh dünyasına değerler katan, ahlakına güzellikler kazandıran bu ibadeti sürekli vurgulayan Kur’an, dün olduğu gibi bugün de insanı en doğru ve en faydalı olana götürmüyor mu?

Dün toplumda sosyal adaleti temin eden, fakirle zengin arasında ülfet ve kardeşlik köprülerini tesis eden, böylece kıskançlık, husumet ve kamplaşmayı ortadan kaldıran zekât bugün lüzumsuz hale mi gelmiştir? Varlıklı insana hayır yapma, paylaşma ve yardımlaşma şevkini yaşatan, bunu yaparken de fakiri incitmeme duyarlılığını ona kazandıran bu ibadet tarzı bugün anlamını mı kaybetmiştir? Bencilliğin, dünyevileşmenin, mal ve materyal sevdasının sürekli tahrik edildiği bir dünyada, ulvi duygularla karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek böyle bir ibadetin yapılmasına artık ihtiyaç mı kalmamıştır? Bu anlamda getirdiği yardımlaşma ve paylaşma ilkeleriyle Kur’an, belki de dünden daha fazla bugün, insanın ihtiyaç duyduğu evrensel bir hakikate çağırmıyor mu?

Yine Kur’an içkiyi insana yasaklamıştır. Bu, insana dün zararlı idi de bugün onun psikolojisi, bedeni ve sinirleri üzerindeki bütün zararları izale mi edildi? Medeniyetteki gelişme dolayısıyla faydalı hale mi geldi? Yoksa gün geçtikçe bu zararların neler olduğu daha iyi mi anlaşılmaktadır? Mesela içki, dün insanın akıl sağlığını tehdit eden, onu huzursuzluğa, şiddete hatta cinayete götüren kötü bir alışkanlık konumundaydı da bugün insanlık bu tür tehlike ve problemlerden kurtuldu mu? Yahut ta alkol alanların akıl, beden ve ruh sağlıklarını temin eden bir tedavi şekli veya ilaç mı geliştirildi? Günümüzde trafik kazalarının en önemli nedenlerinden biri alkol değil midir? Yine ailede huzursuzluk, şiddet ve boşanmalarda alkol ve uyuşturucu etkili olmuyor mu? Dolayısıyla dün olduğu gibi bugün de içki yasağıyla Kur’an insanlık için en faydalı ve en doğru olana çağırmıyor mu?

Bireyselleşmenin, aşkın değerlerden uzaklaşmanın bir neticesi olarak insanın gittikçe aileden, onun sıcak ortamından uzaklaşması, daha mutlu bir hale mi getirmiştir onu? Yoksa aileye ihtiyaç bırakmayacak şekilde insana sevgi ve şefkat hislerini aşılayacak yeni, fıtrî bir donanım mı geliştirildi? Kur’an’ın getirdiği değerlerin ihmal edilmesi neticesinde zayıflayan aile bağlarının sebep olduğu boşanmaların gittikçe artması hayırlı bir gelişme mi olmuştur? Öyle ise boşanan eşleri karamsarlığa, strese hatta biyolojik rahatsızlıklara; çocukları ise içe kapanmaya, güvensizliğe ve anormal davranışlara götüren boşanmaların insana fayda getirdiğini kim söyleyebilir? Şu halde "En sevilmeyen helalin boşanma olduğu" konusundaki İslamî gerçek bugün daha iyi anlaşılmıyor mu?

Dün Kur’an, anne-babaya merhameti, şefkati emrediyordu da bugünkü medeniyet geliştirdiği yeni sistemlerle bunu başka yollarla mı telafi etmektedir? Anne-babanın böyle bir ilgiye mi ihtiyaçları kalmamıştır? Ferdileşme ve ahlakî değerlerden uzaklaşmanın bir neticesi olarak bakım evlerine terk edilen anne-babalar, evlatlarının kendilerine reva gördükleri bu ilgisizlik ve sevgisizlikten çok mu memnunlar? Karşılıksız ve koşulsuz seven anne ve babaların, şefkat ve merhamete en fazla ihtiyaç duydukları bir dönemde yalnızlığa terk edilmeleri iyi mi olmuştur? Huzur evlerinin(!) sayılarının gittikçe artması toplum açısından sevindirici bir gelişme midir? Öyle ise Kur’an "Anne-babaya alçakgönüllü olarak acıyıp kol kanat ger." (İsra, 24) derken evrensel bir gerçekliği belirtmemiş midir?

Dün Kur’an, adalete, iyilik yapmaya, yakınlara vermeye çağırırken, kötülük ve çirkinlikten yasaklarken insanlığa iyilik etmişti. Peki, bugün insan adaleti tesis etti, iyiliği en ideal manada yaygınlaştırdı, kötülük ve çirkinliğin kökünü kazıdı da Kur’an’ın bu yöndeki irşatlarına ihtiyaç mı kalmadı? Aksine Kur’an, manevi olanla ilişiklerin zayıflamaya yüz tuttuğu bir dünyada bugün bile milyonlarca insanın elinden tutmakta; şiddet, haksızlık, hayâsızlık ve çirkefliğin bin bir çeşidinden onları uzaklaştırmakta, hayır, cömertlik, fedakârlık, diğerkâmlık konularında âdeta onları yarıştırmaktadır. Yine Kur’an dün olduğu gibi bugün de yeryüzünde mazlumların, mağdurların, ezilmişlerin umut kapısı, yaşama sevinci, hayatın anlamı olmaya devam etmektedir. Yollarına ışık tutmakta, gönüllerine güven ve huzur serpmektedir. İnsanların "ben" "ben" dedikleri bir dünyada paylaşmayı, özveriyi, merhameti öğretmektedir. Yine gittikçe yaygınlaşan şiddet, hoyratlık ve acımasızlığa karşılık kendisine gönül verenleri şefkate, inceliğe ve nezakete davet etmektedir. Bu tür prensipleriyle de Kur’an insanı en doğru ve en tutarlı olana götürmüyor mu?

Yine bugün Kur’an, ırk ve cinsiyet ayrımcılığının, adaletsizliğin, adam kayırmanın, ötekileştirmenin yaygınlaştığı bir dünyada, "...Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun..." (Nisa, 135) diyerek en doğru olana çağırmıyor mu? Ayrıca Kur’an, insanı ne bu dünyanın nimet ve güzelliklerinden mahrum etmekte ne de onu dünya metaının tutsağı haline getirmektedir. Asıl olanın ebedi nimetler ve sonsuz güzellikler olduğunu bildirerek burada yaşadığı hayatın geçici ve fani olduğunu ona ihtar etmektedir. Dolayısıyla ne Yahudilikte olduğu şekliyle dünyayı öne çıkarmakta ne de Hristiyanlıkta olduğu gibi dünyayı dışlamaktadır. Aksine getirmiş olduğu dünya ve ahiret dengesiyle yine insanı en doğru olana götürmektedir.