Makale

"Kutlu Doğum'un hakkını yememek için: Hucurât 7

“Kutlu Doğum”un hakkını yememek için: Hucurât 7
Senai Demirci


Mevlit kandillerini ve Kutlu Doğum programlarını bir tür folklöre dönüştürmemizden endişeliyim. Bu programların çoğuna hakim olan yaklaşımda, Peygamber (s.a.s.) bir “nostaljik figür” olarak anlatılıyor, anlaşılıyor. “Neredesin ey peygamber!” edası, aslında “nerede olduğumuzu” bilmememizin sancılı bir haykırışı olsa gerek. “Özledik seni!” deyişler, onun halen canlı ve güncel “gerçekliği”nin hayatımızda yer etmediğinin belirtisi olarak okunmalı. Son zamanlarda, hissesi olmayan kıssalarla anlatılan bir “Peygamber ve sahabeleri” hamaseti doğdu ki (ne yazık ki bu tür anlatımlar, reyting ve dolayısıyla para getirdiği için yaygınlaşıyor) arkasından bir de gözyaşı dökmüşsek, kendisine tâbi olunacak bir peygamber değil, kendisine acınacak, “ah vah” edilecek “zavallı” bir peygamberle baş başa bırakılıyoruz. Hele bir de, yoğun gözyaşı dökmemiz, ona ve güzel sünnetine uzaklığımızı seslendiren vicdanımızın çığlıklarını susturunca etrafta “Peygamber aşkı”ndan ağlayan ama mesela onun kıldığı, onun kıl dediği namaza bigâne, onun yaşadığı tesettür ve edebe hal diliyle dudak bükenler çıkmaya başladı. Yedeklerinde “çok sevgili” bir peygamber ama önlerinde “din”i yozlaştıran, “sünnet”i birkaç gözyaşına indirgeyen ekran müptelası kadınlar adamlar... Diyeceğim o ki bu gidiş, gidiş değil: Tuhaf ritüellerle kutsanan ama okumaya değer görülmeyen Kitab’ın yanına şimdi de pek çok sevilen ama tâbi olunmaya değer görülmeyen bir peygamber anlayışı eklendi.

Oysa peygamber, hayatlarımızın “özne”sidir. Paslı demir tozlarını uyudukları yerden kaldırıp hizaya sokan bir mıknatıs gibi varlığımızı hizaya sokmakta, hayatımızı uyuduğu/uyuştuğu yerden ayağa kaldırmaktadır. Allah’ın Rasulü (s.a.s.) tarihsel bir figür değil, nostaljik bir unsur hiç değil; canlı ve güncel bir gerçekliktir. Uzaklarda değil; yanımızdadır. Gerilerde kalmış ve bizi terk etmiş değil; bal gibi aramızdadır, sımsıcak yanı başımızdadır. Evet, evet; “İyi bil(elim) ki, aramızda Allah’ın Rasulü var.”

Hucurât suresinin yedinci ayetinin bu cümlesi diri ve diriltici Kur’an’ın içinde hâlâ daha nefes alıp veriyor, hayatlarımıza nabız pompalayan bir kalp olarak kasılıp gevşiyor. “Va’lemû enne fîkum rasulellah” Mealen: “Bilin ki, içinizde Allah Rasulü var.”

Hucurât’ın birinci ayetinden yedinci ayetine kadar okursak Rabbimizin bizi adım adım Rasulünün yanına aldığını görürüz. Birlikte yürüyelim mi “onun evi”ne doğru?

1. “Siz ey iman edenler, Allah’ın ve elçisinin önüne kendinizi koymayın, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Çünkü Allah, kuşkusuz her şeyi işiten, her şeyi bilendir.” Allah’ın elçisi, önüne geçmeyeceğimiz kadar önümüzdedir, diridir, dirilticidir. Allah’ın elçisi, Allah’ı önüne ve önümüze koyduğu için en acil önceliğimizdir.

2. “Siz ey iman edenler, sesinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla konuşmayın, yoksa bütün amelleriniz, siz farkında olmadan boşa gitmiş olur.” Nebi, sesimizi kendisine göre sürekli ayar etmemizi gerektirecek denli dudağımıza yakındır, kulağımızın dibindedir. Demek ki, sözümüze kulak kesilecek kadar sıcacık bir nebi vardır. Kulak verdiğimizi dert edinecek denli şimdi ve buradadır nebi.

3. “Bakın, Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte onlar kalpleri, kendisine karşı sorumluluk bilinci ile (doldurularak) Allah tarafından sınananlardır; onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.” Nebi, hatırına susulacak kadar huzurumuzdadır. Sesimizi yanında kısacak kadar yakınımızdadır. Nefesimizin hemen yanı başında; hecelerimizin hemen arasında durur nebinin hatırı.

4. “Gerçek şu ki (ey peygamber,) seni evinin dışından çağıranlar var ya, işte onların çoğu akıllarını kullanmazlar.” “Onun evi”ne doğru yürüyecek olan biziz; onu evinden çıkartıp bize doğru yürümesini beklemek edepsizliktir. “Onun evi” ise onun sünnetidir. Burada olan herkes için “Orada mıyım, yoksa burada mıyım?” sorusunu sorduracak kadar “burada”dır Allah’ın elçisi.

5. “Çünkü, sen (kendi isteğinle) onların yanına gelinceye kadar sabred(ip bekle)selerdi, kendi lehlerine olurdu. Ama Allah yine de çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.” Tüm hatalarımıza rağmen, “Yanımıza gelir mi acaba?” deme hakkımızı yitirmeyeceğimiz kadar re’fetiyle ve merhametiyle şimdi ve burada beklentimiz ve ümidimizdir nebi. Ümit hep tazedir, hep yenidir, hep canlıdır. Başımıza konmuş kuş gibi kaçmasın diyecek kadar ürkektir ümit… Ya kaçarsa diye titreyeceğimiz kadar başımızın üstünde durup durmamak arasında çırpınmaktadır.

6. “Siz ey iman edenler, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse muhakemenizi kullanın; yoksa istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.” İnsanları istemeden incitmek ve sonra yüzleşmeye cesaret edemeden, özür bile dileyemeden içimizde sıcacık bir köz gibi yanıp duran bir pişmanlık üretip üretmemek kadar “şimdiki ve buradaki” meselemizdir nebinin bu “haberi”. Üstelik bunu doğru bildiğimiz haberi dinleyerek, dikkate alarak ve bir de aktararak yapmış olabiliriz. “Doğruya doğru!” demenin bile bizi kurtaramadığı tanımsız bir boşlukta elimizden/dilimizden tutuyor nebi. Kendi haklılığımızda bile kendimizi hesaba çekecek kadar ince ve keskin bir duyarlılık yükler bize Allah’ın elçisi. O kadar yakınımızda…

Hucurât, 7: “Öyleyse, bilin ki, Allah’ın elçisi aranızdadır. O, her işinizde ve her zaman sizin temayülünüze uysaydı, bundan zarar görürdünüz. Ama, görüldüğü gibi, Allah imanı(nızı) size sevdirdi, onu kalplerinizde güzelleştirdi ve hakikati inkâr etmeyi, günah işlemeyi ve (güzel olan şeylere) karşı çıkmayı size çirkin gösterdi. İşte bunlar, doğru yönü izleyenlerdir.”

İmanın bize sevimliliği kadar elle dokunulur bir gerçektir Allah’ın elçisinin aramızda oluşu. Kalplerimizin imanla güzelleşmesi kadar gözle görülür, kalple hissedilir bir gerçektir Allah’ın elçisinin aramızda oluşu. Gerçeği inkâr etmek, günah işlemek, hayra karşı çıkmak ne kadar açıkça nefret edilesi, ne denli kesin biçimde iğrenilesi ise, o kadar içimizde yerleşiktir Allah’ın elçisinin hatırı. Fıtratımızın yatağında sessiz bir nehir gibi akar Allah’ın elçisinin haberi. Bizi bizimle tanıştırır aslında Allah’ın elçisi. Yüzümüze ayna tutar ve içimize içimizi gösterir. Kendimizi kendimize yanaştırır. Gerçekle bizim aramızdadır Allah’ın elçisi; gerçeği gerçek eyleyen onun hatırıdır. Yüzümüzle yüzleştirir bizi Allah’ın elçisi; güzeli güzel eyleyen onun hatırıdır.

Bu yazıyı da okunulur eyleyen, bu yazıyı okuyanı da uzun ve zahmetli bir yazıyla söz söylemeye değer kılan da Allah’ın elçisinin hatırıdır. Aramızda olmasa o, ne bu yazı yazılırdı ne -yazılsa bile- okunmaya değer olurdu.