Makale

Kur'an hayatımızın neresinde

Kur’an hayatımızın neresinde?
Doç. Dr. Mehmet Ünal
Iğdır Üniv. İlahiyat Fak.


Kur’an Allah tarafından insanlık için gönderilmiş son uyarı ve son çağrının adıdır. Son nebi vasıtasıyla bize sunulan bu mesaj, kendisine verilen hayat nimetini kimin daha güzel amel edeceğini sınamak için yaşadığımızın hayat süresi için bir kılavuz görevini görmektedir. Bir hidayet, bir ışık, bir burhan ve bir rahmettir. O öncelikli olarak müminler ve muttakiler için; daha geniş zaviyede ise tüm insanlık için bir rahmet vesilesidir. Muhatabı ise biz insanlardır. Bu nedenle “İnsan ve Kur’an, ikizdir.” sözü söylenmiştir.

Yazımızın başlığını yaygın bir soru olan “Kur’an hayatımızın neresinde?” sorusu ile başlattık. Bu noktada hayatın manası üzerinde biraz durmakta yarar vardır.

Yüce kitabımız Kur’an, dünya hayatını tanımlarken onun bir geçimlik meta’ olduğunu (Bakara, 212; Ra’d, 26; Gâfir, 39), insana süslü gösterildiğini (Bakara, 212), onun bir aldatıcı olduğunu (Bakara, 185) ve her an bizleri aldatabileceğini, (Lokman, 33; Fâtır, 5) kimi insanların bu sınavda dünyayı ahiret karşılığında satın alarak (A’raf, 130) ve onu tercih ederek (İbrahim, 13) bu sınavda kaybedenlerden olduğunu halbuki yüce yaratıcının hayatı da ölümü de bizim hangimizin daha güzel amel edeceğini denemek için yarattığını bildirmektedir. (Mülk, 2)

Yeri göğü ve ikisi arasındakini başıboş yaratmamış olan Yüce Allah (Sa’d, 27; Enbiya, 16) insanı da başıboş yaratmamıştır. Çünkü kâinatta küreden zerreye her şey anlamlı olup bir amaç için yaratılmıştır. İnsanın da bu hayatı yaşamasının bir gayesi ve amacı vardır. O da kulluktur. Ayette bu husus, “Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) ifadesi ile yerini almıştır.

Bizlerin hiç ama hiç unutmaması gereken bir diğer gerçek, bu hayatın sonunda yine Rabbimize döneceğimiz gerçeğidir. O’na geri döndüğümüzde de, Rabbimizin bize soracağı en başta gelen sorulardan birisi de gönderdiği kitabı ile bağımızın ne olduğu sorusu olacaktır.

Ahiret gününün farklı sahnelerini bize tasvir eden Kur’an’ın değindiği konular arasında, peygamberin kavmini Allah’a şikâyet edeceğidir. Bizim için o gün lehte ya da aleyhte tanık olacak olan Sevgili Rasulün, (Nisa, 41; Kâf, 21; Hadîd, 19) bizler şefaatini beklerken karşılaşmamız muhtemel olan bu şikâyet, dünyada iken Kur’an’ı terk etmekle alakalı olacaktır. Ayette bu husus şöyle dile getirilir:

“Ve (o gün) Rasul şöyle diyecek: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terk edilmiş bir obje haline getirdi...” (Furkan, 30)

Müfessirler ayetin metninde geçen “mehcûr” ifadesini izah ederken bunun, terk etmek, iman etmemek, ondan yüz çevirmek ve onu sâhir ya da kâhin sözü gibi görmek suretiyle gerçekleşecebileceğini söylerler. (Örnekler için bkz. Taberî, İbn Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’an, Müessesetu’r-Risâle, 1420/2000, XIX/264; İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azim, Dâru Tayyibe, 1420/1999, VI/108; Reşid Rıza, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm, Hey’etü’l-Mısrıyye, XII/266;) İbn Kesir ise bu terkin içine, Kur’an’ı ezberlemeyi, içerdiği anlamları düşünmeyi ve tedebbür etmeyi ihmal etmenin, onun emir ve yasaklarına imtisal etmeyi bırakmanın da girdiğini söyler. (İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azim, VI/108)

İbn Teymiyye de bunu daha veciz bir ifade ile şöyle özetler:
“Kur’an’ı okumayan onu terk etmiştir. Kur’an’ı okuduğu halde onun anlamlarını düşünmeyen onu terk etmiştir. Kur’an’ı okuyup anlamını düşünse de muhtevası ile amel etmeyen onu (yine) terk etmiştir.” (Sâbûnî,Muhammed Ali, et-Tibyân fî Ulûmil’-Kur’an, el-Mektebu’l-Asriyye, 1430/2009, s. 10)

Böyle bir şikâyetle yüz yüze gelmemek için bize düşen, Kur’an ile olan bağımızı yeniden gözden geçirmektir. Bize verilen bu dünya hayatındaki yaşam sürecinde, neyi nerede ve niçin yapmamız gerektiğini öğrenmenin en kestirme yolu yüce kitabımız Kur’an ile olan bağımızı kurmak ve ona göre bir hayatı tanzim etmektir. Çünkü verilen hayatın tekrarı ve yenilenmesi söz konusu değildir. Ömür sermayesi de sürekli erimekte, hayat ölüme doğru hiç durmadan devam etmektedir.

Gönderdiği nebi ile bize tenezzülde bulunan Yüce Rabbimizin bu son mesajı, bizim için kendisine tutunacağımız bir kulp, bir ip ve bir kılavuzdur. Tamamen bir hayırdan ibaret olan bu Kur’an-ı mecîdin (Bakara, 105) bir nimet ve rızık olduğu da ayette şöyle vurgulanmıştır: “Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz ve Allah’ın verdiği rızka O’nu yalanlayarak mı şükrediyorsunuz.” (Vakıa, 81-82)

Ayrıca bu kitap, bize bir güçlük ve sıkıntı olsun diye de indirilmemiştir. (Taha, 2-3) Sadece bize ait problemlere bir çözüm ve hakem olma amacıyla inzal buyrulmuştur. (Nisa, 59-60; Ahzab, 36) Bu da, öncelikle ona iman etmek ve akabinde de kendisine ittiba etmekle gerçekleşebilecek bir husustur.

Peki, yaşadığımız hayata baktığımızda Kur’an’ın yeri neresidir? Onu hangi amaçla okumaktayız? Aileden eğitime, toplumsal olaylara kadar bizim gündelik tüm eylemlerimizde Kur’an’ın konumu nerdedir? İşlerimizde “Allah bu hususta ne der?” ifadesinin karşılığı olarak “Kur’an bu konuda bizden ne ister?” sorusunu kendimize sorabiliyor muyuz? Buna sağlıklı cevap verebilmek için de Kur’an ile aramızdaki bağın çok iyi olması tabii ki kaçınılmazdır. Sahi onu niçin okuruz? Ne kadar okuruz? Nerede ve hangi zamanlarda ve kimler için okuruz? Hiç onu kendimiz için okumayı deneyebildik mi? Günün ve ayın belirli zamanlarından, dinî gün ve gecelere ait özel ibadetlerimizin arasına sıkıştırdığımız birtakım okumalar dışında bir program çerçevesinde Allah’tan bizzat kendimize iniyormuş gibi bu ilahî vahiyle yüzleşmeyi hiç denedik mi?

Onu ne kadar tanıyoruz? Tanınmayan bir şey ne kadar anlaşılır ve ne kadar sevilir? Eğer Kur’an tanınmazsa, neye inanılacağı, nasıl yaşanılacağı bilinmez. Bu durum kişiyi çözemeyeceği, altından kalkamayacağı bir sürü problemle karşı karşıya bırakacaktır. Bizleri yaratan Yüce Rabbimiz, bu Kur’an’ın bir dağa indirilmiş olması durumunda onun Allah’a olan saygısından paramparça olacağını söyler (Haşr, 21) ve iman edenlerin kendilerine inen bu vahiy ile kalplerinin ürpereceği vaktin ne zaman geleceğini sorar. (Hadid, 16)

Günümüz Müslümanının bu çağrıya kulak vermesi her zamankinden daha elzem gözükmektedir. Bizler, ondan uzaklaştıkça gün yüzü görmedik aslında. Başımıza ne geldi ise Kur’an’a karşı duyarsızlaşıp onu mehcûr/metrûk bırakmamız sebebiyle geldi. Hâlbuki biz ona yaklaştıkça hakikate yaklaşmanın büyük mutluluğunu, huzurunu ve heyecanını, aşk ve coşkusunu bulur; ondan uzaklaştıkça, zanların, vehimlerin, erdemsizliklerin, büyüklenmenin bataklığına saplanırız.

Bunun sağlanabilmesi için yapılması gereken husus, kendimizi Kur’an’a açmak ve vahye koşup Kur’an’ın önünde diz çökmektir. Her türlü şeytani ve nefsani niyet ve düşüncelerden, hem aklımızı hem de kalbimizi arındırarak yeniden euzü besmele çekmektir. Kendimizi vahyin karşısında bir öğrencisi gibi telakki ederek ondan mezun oluncaya kadar sürecek olan bir eğitime katılmaktır. Vahyi her okuyuşumuzda ilk defa okuyormuş gibi bir hassasiyet göstermek, günün en bereketli zaman dilimi olan geceyi ya da seheri ona ayırmak; vahiy, tarihsel bir zaman dilimi içerisinde belirli bir topluma ve onların ihtiyaçlarına göre nazil olmuş olsa da Kur’an’ı okuduğumuzda sanki bize o an iniyormuş gibi bir eda ile okumak bizi farklı bir zamana ve duyguya götürecektir. Kuşkusuz Kur’an’ı okurken kişi bütün varlığıyla vahye kulak vermeli, şahsî görüş ya da kanaatlerini geri plana çekmelidir. Kur’an’ın belirli periyotlarla kendimiz için en uygun birimler/bölümler halinde az da olsa devamlı bir şekilde okunması, hem onun anlaşılmasında, hem de anlaşılanın zihin ve kalpte pekiştirilmesinde önemli yararlar sağlayacaktır. Ayrıca vahye bütüncül bir bakış açısıyla bakarak okumak; onun iç bütünlüğe ve tutarlılığa sahip olduğunun farkında olmak, vahyin indiriliş sürecinde var olan tedriciliği dikkate alarak kendimiz de benzer bir eğitim sürecini tatbik etmeye çalışmak, nihayet onu bir yaşam kitabı haline getiren bir anlayışla okumak, ondan feyz olmak için önemli ilkelerdendir. Tüm bunlar anlama ve yaşama geçirme merkezli okumanın olmasa olmazlarıdır.

Burada sözlerimize nokta koyarken Diyanet İşleri Başkanlığının vahyin 1400. yılı olan 2010’u “Kur’an Yılı” ilan etmesinin insanımızın Kur’an’la buluşması açısından çok anlamlı bir çıkış olduğunu belirtmek isteriz. Bu vesile ile camianın yetkililerini tebrik eder, inananlar ve tüm insanlık için bir hidayet kaynağı olan Kur’an’la buluşmaya bir vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ederiz.