Makale

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu: “Din Hizmetinin Birinci Ayağı İNSAN SEVGİSİ, İkinci Ayağı ise DOĞRU BİLGİDİR"

SÖYLEŞİ

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu:
“Din Hizmetinin Birinci Ayağı İNSAN SEVGİSİ, İkinci Ayağı ise DOĞRU BİLGİDİR"
Dr. Yüksel SALMAN
Kuruluşundan bu yana 84 yıllık Diyanet İşleri Başkanlığı bireysel ve toplumsal hayatımızda neleri gerçekleştirdi?

Diyanet İşleri Başkanlığı gibi köklü ve memleketin en ücra köşesinde dahi hizmet verecek şekilde örgütlenmiş bir kurumun hizmetlerini, birkaç kelime ile anlatmak elbette mümkün değildir. Diyanet, din hizmetlerinde nizamı, intizamı, istikrarı sağlayan bir kurumdur. Bunun toplumsal birliğimiz ve dirliğimiz açısından ne kadar önemli olduğunu anlamak için bazı İslâm ülkelerine göz atmak yeterlidir.

Şunu ifade edelim ki, Başkanlığımız, dinin ana kaynaklarına uygunluğu, asırların getirdiği dinî tecrübeyi, günümüzün ihtiyaç ve beklentilerini göz ardı etmeyen bir yaklaşımla hizmeti yürütmekte ve bu hizmetlerle bireysel ve toplumsal hayata gözle görülür önemli katkılar sağlamaktadır.

Kurum, gerek camilerde gerekse Kur’an kurslarında hizmetlerin aksatılmadan, düzgün bir şekilde yürütülmesi gayretindedir. Ülkemizde 80 bin civarında camimiz, 80 bin civarında kayıtlı hafızımız, 7 bin civarında Kur’an kursumuz var. Bu rakamlar dinî hayat açısından Türkiye’nin çok önemli bir özelliğini de ortaya koyuyor.

Kur’an kurslarımız sadece yetişkinlerin değil, öğrenme arzusunda olan herkesin bir bakıma mektebi konumundadır. Bunlarla insanlarımıza İslâm dininin o aydınlık, ferah, barıştırıcı, kucaklayıcı, kuşatıcı, kendisiyle ve yüce Rabbiyle barışık kılan mesajını veriyoruz.

Kur’an hizmetleriyle hafızların iyi yetişmesi, Kur’an’ın düzgün okunması sağlandığı gibi kadınlarımızın, genç kızlarımızın, din görevlilerimizin Kur’anla buluşmaları sağlanıyor. Yaz Kur’an kurslarında çocuklarımız sadece Kur’an okumayı öğrenmiyor, aynı zamanda İslâm’ın inanç, ibadet, ahlâk ilkelerini ve iyi bir vatandaş olmak için gerekli bilgileri öğreniyorlar. Bu kurslarla din eğitimi alanında da çok önemli bir boşluk dolduruluyor.

Camiye gelenler sadece namazı kılıp dağılmıyorlar, birbirlerini görüyor, tanıyorlar. Cami içi din hizmetleriyle, vaaz ve hutbelerle dini doğru tanımaya çalışıyorlar. Din dışı bidat ve hurafeleri tanıyorlar. Camilerimizde böylece yaygın din eğitimi sağlanmış oluyor.

Yürüttüğümüz hizmetler önemlidir, ancak bunları yeterli görmüyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı, İslâm dini konusunda, toplumu aydınlatma faaliyetleri çerçevesinde küçümsenmeyecek derecede birikimi olan bir kurumdur. Bu birikimle, sahih bilgi ve çağdaş dünyanın idrakini birleştirerek teknolojinin sunduğu imkânlardan da en üst düzeyde yararlanmak suretiyle daha ileri hizmetler plânlaması ve icra etmesi gerekiyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı aynı zamanda din görevlilerinin eğitilmesi ve yetişmesi açısından bir mektep görevi görmektedir. İstihdam ettiği görevlilerin kendilerini yenilemesini, geliştirmesini sağlayacak ortamlar hazırlamaktadır. Denilebilir ki Kurum, her gün, daha iyi eğitilmiş, yeterli, donanımlı din görevlisini topluma kazandırma gayreti içerisindedir.

Diyanet, din adına aşırılıkların önlenmesinde, İslâm dininin doğru bilgilerinin aktarılmasında, din adına yapılan bidatların, hurafelerin, din istismarlarının önlenmesinde daima denge unsurudur. Din ile devlet ilişkilerinin iç içe geçmemesinde, lâiklik ilkesinin toplumda yerleş-mesinde önemli bir rol üstlenmektedir.

Bazı sübjektif eğilimler, kanaatler sebebiyle dinin hırpalanması ve dine karşı oluşturulan tavır nedeniyle toplumun incinmesi açısından düşünüldüğünde de Diyanet İşleri Başkanlığının durduğu yer son derece önemlidir. Bu, elbette zor bir duruştur. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığının lâiklikle çeliştiğini ifade eden görüşler hiç eksilmemiştir. Aynı şekilde Diyanet İşleri Başkanlığının, devletin dini kontrol altında tutması için kurulduğunu söyleyen görüşler ifade edile gelmiştir. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığının toplumun özgürlük alanlarına müdahale ettiği dahi dile getirilebilmektedir. Özellikle sünni bir kuruluş olduğu, sünnilik dışı görüşlere, mezheplere fazla itibar etmediği söylenmektedir. Üzülerek belirtmeliyim ki, bu ve benzeri konularda bazı belli kesimlerden dozu ağır eleştiriler almaktayız. Bütün bunlara rağmen, diğer İslâm ülkelerinde de Diyanet gibi denge unsuru olan kurumların bulunmasının daha iyi olacağı yönündeki kanaatimi tekrar izhar etmek isterim.


Ramazan, Kurban gibi dinî hayatın daha aktif olduğu dönemlerde bilgi talebi için Kurum’a başvuranların sayısal çokluğu aynı zamanda bir güven ifadesidir. Bu durumu ve sizin vurguladığınız bütün eleştirileri dikkate aldığımızda Diyanetsiz bir Türkiye tasavvur etsek nasıl bir tabloyla karşılaşılır?

Aslında daha önceden ifade edilenler niçin böyle bir kuruma ihtiyaç olduğunu da anlatıyor. Diyanet’in niçin kurulduğunu fark edersek, niçin olması gerektiğini de anlamış oluruz. Bu kurum, dine müdahale etmek için değil, din hizmetlerinin düzgün yürümesi ve insanların mutlu olması için kurulmuştur.

Meselâ, sağlıklı bir dinî hayat için derli toplu, sahih din bilgisini almak toplumun hakkıdır. Görsel, yazılı ve sesli yayınlarımızın, dergilerimizin de sahih bilgi talebinin karşılanmasında, toplumu aydınlatma görevinde önemli rolü vardır. Alanlarında uzman olanlar tarafından özenle kaleme alınan, aynı özenle satır satır tetkik edilen, yüzbinlerce adet basılan yayınlarımızı halkımızın istifadesine sunuyoruz. Yayınlarımızın toplumdaki itibarı memnuniyet vericidir. İster yayın yoluyla isterse başka yollarla olsun, din adına topluma hizmet sunmak ağır sorumluluğu olan bir konudur. Bunun farkında olarak topluma din adına sunulan bilginin ve diğer bütün hizmetlerin kalitesinin sürekli kontrol edilmesi gerekiyor. Sadece mali açıdan, insan kaynakları bakımından değil, ürettiğimiz hizmet, sunduğumuz bilgi konusunda da topluma hesap verebilir olmamız gerekiyor. Bu, güveni daha da artırır. Diyanet bu anlayışla gerçekleş-tirdiği/gerçekleştireceği hizmetleriyle toplumda kavganın, çekişmenin değil, barışın ve iç huzurun kaynağı olmaya devam etmektedir. Meselâ Diyanet’in hac organizasyonu, başarısıyla bütün İslâm dünyasının dikkatini çekmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı hizmet sunumunda hangi parametreleri dikkate alıyor?

Topluma din hizmetini sunarken, çok konuştuğumuz ve yaygınlaştırdığımız bir prensip, öncelikle muhatabımızın şartlarını, ihtiyaçlarını, beklentilerini, eğitimini, kültürünü hep göz önünde bulundurmaktır. İnsanları yargılayarak, küçümseyerek, hor görerek, derecelendirerek değil, insan olarak bağrımıza basmaktır. Anlamak için empati geliştirmektir. İsteklere ve eksikliklere göre bir din hizmeti politikası izlemektir.

Din hizmetinin birinci ayağı insan sevgisi, ikinci ayağı ise doğru bilgidir. İnsan sevgisiyle doğru bilgiyi dengelemek zorundayız. Din hizmeti insanın dünyasında, örneğin ailesi ve çocuklarıyla sorunu varsa sorunun çözümünde yardımcı olmalı. Temizlik, dürüstlük, güzel ahlâk konusunda eksiklikler varsa onları fark ettirmeli, düzeltilmesi için motivasyon sağlamalı. Beşerî münasebetlerde daha sağlıklı, daha insanî ilişkiler kurabilme çabasına sevk etmeli. İş hayatında daha üretken daha verimli hizmet üretmeye yöneltmeli. Bu sağlandığı takdirde din hizmeti insan ve toplum için artı değer olur.

Ülkemizde farklı din mensuplarının da bulunduğu bir gerçek. Hizmetlerini yürütürken Diyanet İşleri Başkanlığının bu çeşitliliğe yönelik tutumu nedir? Bir başka ifadeyle Başkanlığın toplumda bireylerin bütününü kucaklayan bir hizmet yürüttüğünü söyleyebilir miyiz?

Kuşatıcılık konusu din hizmetinde önem verdiğimiz bir konu. Ayırt edici değil; birleştirici, kuşatıcı, kavga ettirici değil; barıştırıcı bir din hizmeti. Bu ise din hizmetinin hiç vazgeçemeyeceği bir çizgidir.

Bazı ülkelerde din işleri komitesi, din kurulu veya din bakanlığı gibi kurullar vardır. Türkiye’de öyle değil, Türkiye’de İslâm dini ile ilgili bütün işler Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesine verilmiştir. Diğer dinler de, Lozan’la verilen imtiyazlar sonucu daha bağımsız şekilde örgütlenmiştir. Ülkemizde hangi dinî cemaat, örgüt varsa biz onlarla iyi ilişkiler kurmayı önemsiyoruz. Biz sadece kendi din özgürlüğümüzü, kendi din hürriyetimizi değil, herkesin de din özgürlüğünü ve hürriyetini önemsiyoruz. Kur’an-ı Kerim’de: “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf, 29), “Biz, dileseydik sizi tek bir inanç üzere yaratırdık” (Maide, 48; Nahl, 93) buyurulmaktadır. Şüphesiz diğer din mensupları ile münasebetlerimizde bu mesajı gözetiriz.

Kurulduğu yıllarda, görevleri ve hizmetleri açısından daha yerel bir görünümü olan Diyanet İşleri Başkanlığının bugün kurum olarak temsil ettiği değerler ve hizmetlerinin gücü uluslar arası boyutlara ulaştı. Bugün Almanya, Japonya, ABD, KKTC, Kırgızistan, Kazakistan’a varıncaya kadar pek çok ülkede din hizmeti sunulmaktadır. Başkanlığımızın bu yelpazede yurt dışı hizmetlerindeki amacı ve hedefleri nelerdir?

Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Türk Cumhuriyetler’den Rusya Federasyonu’na özel ve özerk cumhuriyetler ve kardeş topluluklara gittiğimizde Diyanet’in âdeta, dinî bilgide, din hizmetlerinde bir rehber olarak görüldüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. Bizi de aynı şekilde bir ağabey, bir örnek ve kendi ellerinden tutacak bir din büyüğü olarak görüyorlar. Bunda elbette Osmanlı’dan bu yana devam edegelen çoğulcu ilişkilerin, oralarda bırakılan olumlu hatıraların çok büyük payı vardır. Bizim, tarihten aldığımız bir misyonumuz var. Balkanlar’da kendini Türkiye’nin bir parçası olarak gören insanlara karşı duyarsız olamayız. Onlar talep ediyor, biz de onların talepleri doğrultusunda hizmet sunuyoruz.

Aynı şekilde Avrupa’ya göç etmiş kardeşlerimizin de talepleri doğrultusunda hizmet sunuyoruz. Onlara din görevlisi gönderiyoruz. Dinlerini, kimliklerini, kişiliklerini unutmamalarında, Müslümanlıklarını bugüne kadar yaşatmalarında, din adına yalan yanlış yollara sapmamalarında kendi iç dinamikleri kadar gönderdiğimiz din görevlilerinin de katkısı var. İmkânlar ölçüsünde buralardan Türkiye’ye öğrenci getirip okutuyoruz. Onlara yayınlarımızdan gönderiyoruz. Bu konuda Türkiye Diyanet Vakfı ve Dini ve Sosyal Hizmetler Vakfına teşekkür ediyorum. Kazakistan’da, Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Bulgaristan’da, Azerbaycan’da İlahiyat Fakülteleri açtık. Almanya’da da İlahiyat Fakültesi açtık. Afrika ile de iyi ilişkilerimizi sürdürüyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığının tesis ettiği iyi ilişkiler aynı zamanda İslâm dünyasında ortak aklın oluşması ve gelişmesi açısından da faydalı. İslâm dinini anlamada, hayata aktarmada, temsil etmede üzerimize düşeni yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz.

Başkanlığımız, aile içi şiddet, terör, hak ihlalleri, çevre kirliliği gibi insanlığın ortak sorunlarına ilişkin kendi görev alanı perspektifinden katkılar yapmaya, sosyal içerikli bir din hizmeti sunmaya önem vermektedir. Bu gibi konularda diğer kurum ve kuruluşlarla ortak projeler geliştiriliyor mu?

Biz hizmetlerimizi cami içi ve cami dışı din hizmeti olmak üzere ikiye ayırıyoruz. Din, hayatımızın her alanını güzelleştiren bir ilahî rahmettir. Bu rahmetin toplumda hissedilir olması, cami içi ve cami dışı hizmetlerle mümkündür.

Din hizmeti sadece camiye hapsedilirse, bu rahmet tam anlamıyla açığa çıkamaz.

Köy ve kırsalda elli bine yakın camimiz var. Bunların her birinde, çevrenin, akarsularımızın temiz tutulması, korunması ve insanların hayrına olan her konuda yardımcı olunması için vaazlar verilmektedir.

Yine yakın zamanda ülkemizin ağaçlandırılması, ormanlarımızın korunması, daha temiz ve daha gelişmiş bir çevre için Çevre Bakanlığı ile bir protokol imzaladık. Bunlar bizim ortak görevlerimizdir. Kan bağışı, organ nakli gibi konularda toplumu bilinçlendirmek için kampanyalar yaptık, yayınlarımızda bu konulara yer verdik. Bu sayede insan sağlığına da katkılarda bulunmayı hedefledik.

Din görevlilerimiz sorunlarıyla, kederleriyle, sevinçleriyle halkla iç içedirler. Onlara ihtiyaçları olan moral desteği sağlamaktan imtina etmezler. Sorunlarına karşı duyarsız kalmazlar. Ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışırlar. Bu desteğin daha yerinde ve zamanında, daha doğru yöntemlerle verilmesi için diğer alanlardan katkı almayı önemseriz. Farklı disiplinlerle, farklı kurumlarla birlikte hizmet üretmenin yararına hep inandık. Bu çerçevede aile kurumlarıyla, ilgili Devlet Bakanlığı ile protokollerimiz var. Korunmaya muhtaç çocukları, kimsesiz ve yaşlıları, mahkumları hizmet alanımızın dışında göremeyiz. Ancak bunlara götürülecek hizmetin kurumlar arası protokollere bağlı boyutu da var. Bu konuda iyi adımlar atmaktayız.

Konuşmalarınızda sıklıkla bilginin güncellenmesi ve dindarlığımızın yenilenmesinden söz ediyorsunuz. Bunlarla neyi kastettiğinizi biraz açar mısınız?

İslâm dini son ilâhî dindir, kâmil bir dindir, kıyamete kadar da bakî kalacak olan dindir. Bize düşen bu dini doğru ve iyi anlamak, günümüzün ihtiyaçları, şartları içerisinde iyi yorumlamak ve onu ferdî ve toplumsal hayatımızda rahmet olacak şekilde hayatımıza indirmektir. İki inzal söz konusu: Birincisi, Cebrail (a.s.) tarafından Peygamberimize Allah’ın o yüce kelamının inzali, ikincisi de o ilahî kelamın, o ilahî hitabın günümüze indirilmesi, günümüze aktarılması. Bunu nasıl aktaracağız? Onu iyi anlayacağız, şartlarının arasında boğulmadan, dinimizi daha geniş perspektiften okuyacağız. Her dönemde dinî bilgiyi yenilemek zorundayız. Onun içindir ki, okumak, okunanı anlamak ve hayatımıza uyarlamak, çok önemli üç unsurdur. Bu söylediklerimin de dinde reformla alakası yoktur, aynı anlama gelmez. Biz dine yeniden bir şekil veremeyiz.

Din, kültürümüzün önemli bir parçası ve millî birliğimizin güçlü bir yapı taşı. Dinin ve dinî değerlerin yıpratılması sadece dinî hassasiyetleri olanları değil, bütün toplumu da olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu konuda kamuoyunda ortak bir bilinç oluşması için neler yapılabilir?

Geçen yıllara oranla din konusunun daha hassasiyetle ele alındığını görmekten mutluluk duyuyorum. Ama gerek siyasi ve gerekse sosyal/kültürel alanlarda karşılaştığımız problemleri tartışırken bunun hemen bir din tartışmasına dönüştürülmesini doğru bulmuyorum. İki yanlıştan çekinmemiz gerekiyor:

Birincisi, alanın uzmanı olmayanların veya ehil olmayanların sadece ekrana çıkmak ve meşhur olmak için fırsat gözlemelerini, din konusunda henüz olgunlaşmamış bilgilerini dile getirerek toplumda huzursuzluğa vesile olmalarını doğru bulmuyorum. Çünkü bu din hepimizin dini, hepimizin ortak değeridir. Konuların yapıcı bir üslupla ve bu alanın uzmanlarınca ele alınmasının gerekliliğine inanıyorum.

İkinci olarak, hangi konu tartışılırsa tartışılsın, bunun hemen bir din tartışmasına dönüştürülmesidir. Her sorunu o sorunun mantığı içerisinde ele almak gerekir. Dinin o alanda bir katkısı olacaksa, bu elbette olabilir. Ama her bir konuyu ele alırken bunu bir din konusu, bir din tartışması hâline dönüştürmek doğru değildir.

Çalışmaları tamamlanan teşkilat kanunumuzun yasalaşması, hizmetlerin verimliliği ve personelin özlük haklarının iyileştirilmesi açısından ne gibi katkılar sağlayacaktır?

Birincisi, teşkilat kanunu sadece özlük haklarında değil, birçok açıdan önemli açılımlar ve imkânlar getiriyor. Öncelikle 633 sayılı Kanunda bulunan yasal mevzuat boşluğunu dolduracak.

İkincisi, din hizmetlerinin omurgasını oluşturan imam-hatip ve vaizlerimizde vaiz, baş vaiz, uzman vaiz; imam, baş imam, uzman imam gibi kariyer sistemi getiriyoruz. Bir üst göreve gelebilmek için din görevlisi performans gösterecek, daha verimli, daha etkili olarak bilgisini geliştirecektir. Objektif sınavlara tabi tutulacaklardır. Kariyer sistemi aynı zamanda teşkilatın hem bilgi hem de eğitim yönüyle gelişmesi için bir imkân olacaktır. Yeni yapılacak camilerin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından denetlenebilmesi için imkânlar getirilmektedir. Özlük haklarında da bazı imkânlar getirecek. Ayrıca birimler, genel müdürlük; Başkanlık da Müsteşarlık düzeyinde oluşturulacaktır. Bu sayede hem kurum çatısı hem de kurum personeli hak ettiği yere ulaşacaktır.