Makale

YABANCI

YABANCI

İbrahim Ulvi Yavuz

Orta Anadolu’nun köylerinden biri... Bir yamaçta birbiri üzerine dayalı, yıkılacakmış gibi duran kerpiç evler, dar sokaklar ve başıboş hayvanlar... Yılanvari kıvrılan yollarla birlikte, uzayan ekin tarlaları... Sararan başaklar arasında gece gündüz çalışan elleri nasırlaşmış kadınlar ve erkekler...
Her yaz bu köyde hadiseler olur; bir avuç toprak ve bir yudum su için kavgalar; hatta cinayetler bile işlenir.
Aslında iyi niyetli, beş vakit namazını kılan, hayırsever insanlar olmalarına rağmen, İslam’ın gerçek mânâsına inemeyip, günlük dedikoduların içinde, geceleri kahvelerde zaman tükettiklerinden, köy büyüklerinin bu husustaki nasihatleri boşa gidiyor, verilen adlî cezalar da fayda vermiyordu.
Yine böyle hadiseli bir gündü... Öğle sıcağında genç bir delikanlı, elinde bavul ile köyün tozlu yollarından ilerlemekte... Başında binbir düşünce... Cebinde tayin emri, kafasında hizmet gayesi ile gidiyordu.
Köye yaklaşırken birden kaynaşan kalabalıklar gözüne ilişti. Merakla adımlarını hızlandırdı. Tam kalabalığa yaklaşmıştı ki, 1015 kişinin toprak yüzünden münakaşa ettiklerini ve her an kavgaya hazır olduklarını anladı. Bir an tereddüt geçirdi. Sonra büyük bir iman, cesaret içerisinde sopaların ve taşların harekete geçeceği bir anda ortaya atıldı ve iki tarafa şöyle hitap etmeye başladı.
- "Allah aşkına durun, nedir bu hâl! Bu kin neden, bu mücadeleniz kiminle? Ey Müslümanlar sizin Rabbiniz bir, Kitabınız bir, Peygamberiniz bir, memleketiniz bir iken, bu ayrılık gayrılığın sebebi nedir? Peygamberimiz (s.a.s.) düşman kabilelerini bile bir birine dost etti. Biz onun ümmeti olduğumuza göre niçin dost olmayalım?"
Herkes şaşkın! Hayretle konuşan yabancıya bakıyorlardı. O konuşmalarına aynı heyecanla devam etti.
- "Birimizin derdi, hepimizin derdi demektir, mümin olarak birbirimizi sevelim, dostça geçinelim. Gelin kardeşlerim barışalım, aramızdan kini kaldıralım, Allah ve Resulü bizden bunu istiyor..."
Beş dakika evvel gözlerini kin bürümüş olan bu grup, delikanlının bu ihlâslı konuşmasından sonra birden nedâmet hisleri içerisinde ellerinden sopaları atarak kucaklat- maya başladılar... Seyirci duran köyün yaşlı kadınlarından birisi bu manzara karşısında ağlayarak, yabancıya: ’Hızır gibi yetiştin, Allah senden razı olsun!..." diye dualar ediyordu.
Kudsî bir görevi yerine getirmenin mutluluğu içerisinde, eline çantasını alıp, kan-ter içerisinde yoluna devam ederken önüne geçip; "kimsin? Nereye gidiyorsun?" Diyenlere genç delikanlı kendisini şöyle takdim ediyordu:
"İmam-Hatip Okulu mezunuyum. Köyünüze imam olarak tayin edildim. Cenab-ı Hakk’ın izniyle bundan sonra sizlerle beraber olacağız. Şimdilik Allaha emanet olunuz."
Nihayet genç ve idealist bir imam-Hatiplinin, ihlâslı çalışmaları sayesinde köy kahvehanesi kütüphane hâline gelmiş, senelerdir sürüp giden kin ve dargınlıklar sona ermişti...