Makale

Bireysel ve Toplumsal ŞİDDET

Bireysel ve Toplumsal
ŞİDDET

Abdurrahman Akbaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Kavram olarak şiddet
Şiddet kelimesini işitince ilk anda aklımıza, bireye veya topluma zarar veren saldırgan davranışlar, yakma yıkma, taşlı sopalı, silâhlı saldırılar gelmektedir. Şiddet, Arapça bir kelime olup, tahammül edilmesi, katlanılması güç bir İŞ anlamındadır. (Mu’cemu’l-Vasît, Şiddet Md., İstanbul, 1989, s. 476) Türkçemizde ise; bir hareketin derecesi, sertliği, duygu ve davranışlarda aşırılılık, karşıt görüşte olanları ikna, inandırma veya uzlaştırma metotları yerine, kaba kuvvet kullanma anlamlarında kullanılmaktadır. (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Şiddet Md., Ankara, 1988, 11,1385) Etimolojik açıdan, şiddet her ne kadar yakın tarih kavramı gibi görünüyor ve kabul ediliyor olsa da; anlam ve içerik yönüyle varlığı ilk insana kadar gitmektedir.
Şiddet ve saldırgan davranışların kaynağına ilişkin olarak, modern psikologlar çeşitli varsayımlar ileri sürmüşlerdir. Kimi saldırganlığın canlıların temel içgüdülerinden dürtülerinden biri olduğunu, kiminin ise toplumsal kaynaklı olduğunu, bir başka ifadeyle şiddetin doğuştan gelen ya da sonradan kazanılan bir duygu olduğunu, iki farklı yaklaşımla ele almışlardır. Kur’an-ı Kerim açısından şiddetin kaynağına baktığımızda, şiddet duygusunun doğuştan olduğunu söylemek mümkündür. Dünyada ilk şiddet, Hz. Adem’in oğulları Hâbil ile Kâbil arasında gerçekleşmiştir. Kâbil’in kardeşine: "...Seni mutlaka öldüreceğim..." cümlesinin ardından, "Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu." (Mâide, 27-30) Bu tavrıyla şeytana uyan Kâbil, yeryüzünde ilk sözlü ve fiilî olarak şiddetin temsilcisi olmuştur.
Şiddetin çeşitleri
Şiddet, kişiler arası ilişkilerde sözlü veya fiziksel olarak açığa vuran bir olgudur. Şiddeti birey veya bir grup insan da yapabilir. Tek bir fertten meydana gelen şiddete bireysel şiddet; belirli bir alt kültüre bağlı bir grup insanın oluşturduğu denetimsiz ilkesiz, hukuksuz saldırı ve şiddet eylemlerine ise toplumsal şiddet eylemleri denmektedir. Genelde bire bir fertler arasında olan fiilî şiddet, ağız dalaşı, sövme, sivri dillilik, incitme kastıyla konuşma diye tanımlanabilecek sözlü şiddetten sonra meydana gelmektedir. Toplumsal şiddet eylemleri daha ziyade sözlü şiddet olmadan da ortaya çıkabilmektedir.
Toplumsal şiddet eylemlerinin bir diğer adı da terör (tedhiş) ve dehşet eylemleridir. Belirli bir alt kültüre mensup dinî, ahlâkî, demokratik kültür ve değerleri önemsemeyen görüş mensupları, gücü ve yetkiyi, toplumu korkutarak zorla ele geçirmek isterler. Bu tarz şiddet eylemleri içerisinde olanlar ülkeyi bölerek bir görüşü, ideolojiyi, sistemi egemen kılmak isterler. Genellikle bu eylemlerde cinayet, rehin alma, patlayıcı madde yerleştirme, toplu katliam ve soykırım vardır. Ülkemizde 80’li yıllardan başlayarak 2000’li yıllara kadar devam eden terör olayları bu duruma bir örnektir. Toplumsal şiddetin ölüm, fizikî hastalık, sakatlıklar ve manevî acı olarak etkisi çok büyüktür. Çatışmalar, ticareti ve iş faaliyetlerini de kötü etkilemekte, ekonomik kaynakların hayatî sektörler ve hizmetlerden çekilip, savunmaya aktarılmasına sebep olmaktadır. Ayrıca çatışmalar, binlerce kişinin evlerini terk etmesine yol açmaktadır.
Şiddetin nedenleri
Günümüzde yaralama, adam öldürme, gasp, yargısız infaz, yakma-yıkma gibi şiddet olayları, âdeta gündelik hayatımızın bir parçası hâline gelmiştir. Medyada hemen her gün şiddet öğesi içeren birçok olay yer almaktadır. Çağımızda dünyanın dört bir köşesinde terör, soykırım ve katliamlar yaşanmakta, masum insanlar hunharca öldürülmekte, sun’î sebeplerle birbirlerine düşman hâle getirilen topluluklar ülkeleri kana bulamaktadır. Bu açıdan 20. yüzyıl, insanlık tarihinde şiddetin en çok görüldüğü dönem olmuştur. Yarısından fazlası sivil olmak üzere, yaklaşık 191 milyon insan, doğrudan veya dolaylı olarak çatışmalar, şiddet yüzünden hayatlarını kaybetmişlerdir. (http://www.un.org.tr/who/bulten/turk/bul9siddetdu- rumraporl0.htm.) Birbirlerinden çok farklı tarihlere, kültürlere ve toplumsal yapılara sahip olan ülkelerde meydana gelen bu olayların, her ülkede kendine özgü bazı nedenleri ve kaynakları olabilir.
Şiddet artık mahallî, ulusal bir problem olmaktan çıkmış, küresel bir problem olarak insanlığın önünde durmaktadır. Bir hastalığın tedavisinde etkili bir sonuç elde edebilmek için doğru teşhis nasıl önemli ise, bireysel ve toplumsal şiddetin önlenmesi için de ortaya çıkış nedenlerinin belirlenmesi oldukça önemlidir. Yoksa şiddeti önlemeye yönelik alınan tedbirler ve alınan önlemler geçici olmaya mahkumdur. Nitekim insanların toplumsal sorunlar karşısında köklü çözümler üretememelerinin en önemli sebeplerinden biri de, nedenleri doğru teşhis edememeleridir. Şiddetin ekonomik, siyasî, dinî, ailevî nedenleri olabilir. Temel neden, uzlaşma yoksunluğu, hoşgörü ve iletişim eksikliği, dinin getirdiği sevgi ve saygıya dayalı güzel ahlâktan uzaklaşmaktır.
Ailede şiddet
Özellikle toplumumuzda şiddetin yaygınlaşmasında, dayakla ilgili yanlış tutum ve kabullenmelerin de etkisi vardır. Bu şiddetin en yaygın biçimini aile ortamı içerisinde görüyoruz. Eşler arası geçimsizliklerde "şiddet" önemli bir faktördür. Erkeğin otoritesini sevgi, hoşgörü ortamıyla kuramadığı zaman, en sık başvurduğu silâh dayaktır. Bu itibarla kimi erkekler, dayağın hakimiyet kurmada etkili bir araç olduğuna inanarak ya da eşinin, çocuklarının hiçbir kusuru olmadan da şiddete başvurmaktadır. Kimi de eşinin, çocuğunun yerine getirmesi gereken bir görevi ihmal ettiğinden veya bir tartışma neticesi haklı haksız, öfkesinden ve duygusal davranışından dolayı dayağa sarılmaktadır. Dayak yiyen eş ve çocuk; yediği dayağın acısını, duyduğu kızgınlık, öfke, kin ve nefreti, başka bir kişiye şiddet eylemi olarak yansıtabilmektedir. Açıkçası dayak yiyen, acısını başkasından çıkarmaktadır. Her ne şekilde olursa olsun şiddet, dayak çözüm değildir. Kabalık ve şiddetten daha etkili çözüm olarak sevgi, hoşgörü, merhamet gibi, dinimizin önemle tavsiye ettiği prensipler vardır. Şiddet, aile içerisindeki otoriteyi kısa süreli olarak sağlasa da, neticesi aile için çok ağır olmaktadır. Eşlerin birbirlerinden nefret etmelerine, çocukların korkuyla ve sevgiden yoksun olarak büyümelerine ve kişiliklerinin bozulmasına neden olmaktadır.
Kişilik bozuklukları gösteren bireyler, toplumsal norm ve kurallara kayıtsız kalmakta, aşırı ben merkezci olmakta, empati kuramamaları ile birlikte nefislerine sahip olamamakta, sebep oldukları olaylar neticesi de vicdan azabı duymamaktadırlar. Bunun için pek çok insanı öldürüp, vücudunu başkaları için açık bir hedef hâline getiren, ölmeye istekli olacak kadar nefret duyan bu insanların ortaya koyduğu şiddetin kaynağı mutlaka sorgulanmalı, şiddete yönelik çözümler buna göre belirlenmelidir. (Zeynep Tozar, "Çağın Törör Olayının Ardından Suç Beyinde mi?" Bilim ve Teknik, sy. 407, 2001, s. 48)
Bireysel ve toplumsal şiddetin önlenmesinde, öncelikle aileye büyük görevler düşmektedir. Zira araştırmalar, saldırganların çoğunun, dayağın ve şiddetin egemen olduğu, sağlıklı ilişki ve iletişimde bulunamayan aile ortamında yetiştiklerini göstermektedir. Aile içerisinde vurarak kırarak çevresine, ailesine istediğini yaptıran çocukların davranışları engellenmez ve her istedikleri yerine getirilirse, şiddet temayülü ödüllendirilmiş olur. Gençlerde de kabadayılık taslayan, vurup kıran, şiddet içeren eylemlerin erkeklik özelliği olduğu anlayışı ile hareket edilir, aile ve çevre tarafından bu tavırlar hoşgörü ile karşılanırsa, şiddet ödüllendirilmiş ve gençlerin bu davranışları benimsemesine yol açılmış olunur. Okullarda pek çok nedenle ortaya çıkan grup kavgaları, futbol maçları sırasında hiç bitmeyen taraftar çatışmaları "gençlerdeki şiddet olgusunun göstergeleridir. Gençlerin terörist guruplara katılma nedenleri genellikle kendini kabul edecek, ilgi gösterecek bir guruba katılma ihtiyacı, çaresizlik, manevi boşluk ve işsizlikten doğmaktadır. Alkol ve uyuşturucu madde kullanımının da gençlerin şiddet duygularını tetiklediği dikkatlerden kaçmamalıdır. Ayrıca çocuklar ve gençler izledikleri programların kolayca etkisi altında kalmakta, film kahramanlarıyla özdeşleşmekte ve onların hareketlerini taklit edebilmektedirler. Araştırmalar saldırganlık, şiddet, cinsellik öğeleri içeren programların, bilgisayar oyunlarının çocukları ve gençleri şiddet eylemlerine, yatkın duruma getirdiğini ortaya koymaktadır. Gerçeği göstermek anlamına gelen "Reality Show" adı verilen yaşanmış olayların öyküsünü aktaran programların çoğunda, sözlü saldırıdan cinayete kadar geniş yelpaze içinde yer alan cinsel saldırı ve şiddet eylemleri yer almakta ve bu yayınlarda gençlere ve çocuklara kötü modeller sunmaktadır.
İslâm’ın şiddete bakışı
Şiddetin önlenmesinde ve gelişip yayılmamasında dinî ve ahlâkî prensiplerin önemi büyüktür. Özellikle barış, emniyet, anlaşma ve uzlaşma gibi anlamlara gelen İslâm; mutlu insan ve nihayet huzurlu ve barış içerisinde bir toplum oluşturmayı gaye edinmiştir. Şiddet ve terörle anlam ve içerik olarak taban tabana zıt olan dinimiz, her vesile ile iyiliği, güzelliği, kardeşliği, merhamet ve adaleti, öfkeyi yenmeyi; kısacası insanlığın yararına olacak her türlü sosyal ve etik prensipleri emir ve tavsiye etmiş ve insanların kişilik haklarına, mala ve cana tecavüzü yasaklamıştır.
İslâm dini, şiddet ve terör yoluyla insanlara fiili saldırıda bulunmayı, işkence yapmayı veya daha da kötüsü onların hayat haklarını ellerinden almayı men etmesi şöyle dursun; bu hususlardan daha da hafifi olan insanların şeref ve onurlarıyla oynamayı, haysiyetlerini rencide etmeyi, onlarla alay etmeyi, küçümsemeyi, hafife alıp hoşlanmadığı lâkaplarla çağırmayı, anmayı veya arkasından dedikodusunu yapmayı da yasaklamıştır.
İslam’ın iman esasları içerisinde yer alan ahiret inancı, her türlü şiddeti önlemede önemli bir prensiptir. Çünkü kulun dünyada iken yapıp ettiklerinden ahirette hesap vereceği şuuru ile nefsini kontrol ederek her türlü şiddetten uzaklaşması mümkündür. Özellikle Kur’an-ı Kerim’de yer alan; "O takvâ sahipleri ki, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever."(Âl-i İmran, 134), "Çok merhametli Allah’ın (has) kulları ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kümseler kendilerine laf attığı zaman (incetmeksizin) "selâm" derler (geçerler). (Furkan, 63), "Eğer (bir suçtan dolayı) ceza verecek olursanız size yapılan azab ve cezanın misli ile ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır."
(Nahl, 126), "iyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav. O zaman aranızda düşmanlık bulunan kimse, sanki samimi bir dost gibi oluverir." (Fus- sılet, 34) tarzındaki ayetleri, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in; "Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere -bütün canlılara- merhamet edin ki, göktekiler de -Allah ve melekler- size merhamet etsin" (Ebu Davud, Edeb, 58), "Yiğit, güreşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit hiddet anında öfkesine hakim olandır." (Buhari, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107, 108), "Müslüman, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği, insanların her konuda kendisinden emin oldukları kimsedir." (Tirmizi, İman, 12, 2627) sözleri, şiddetin panzehiri hükmünde prensiplerdir. Bu esaslara kulak verilip uyuldu- ğu takdirde Müslüman toplumlarda, bireysel ve toplumsal sözlü şiddetin varlığından söz etmenin imkânsız hâle geleceği kuşkusuzdur.
Şiddete karşı çözüm
İnsanları korku ve dehşete sevk eden, toplumların huzurunu kaçıran, kadın-erkek, ço- cuk-yaşlı, suçlu-suçsuz ayırımı yapmadan, insanlara zarar vermeyi hedefleyen bireysel ve toplumsal şiddet ve terör hareketlerinin önlenmesi ile ilgili olarak, ulusal stratejiler belirlenmeli, gençlerin ve çocuklarımızın dinî, ahlâkî değerleri benimsemesine ve şiddetin siyasal, ekonomik nedenleri ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır. Bu konuda öncelikli görevin ailelere, eğitimcilere düştüğü de unutulmamalıdır. Zira şiddet taraftarları, ilk önce aile ocağından, eğitimcilerin tezgâhından geçmektedir.