Makale

Emeğe Saygı

Emeğe Saygı

Dr. Ömer Menekşe
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Emek, bir işin yapılması için harcanan beden veya kafa gücüdür. İnsanın bilinçli olarak belli bir amaca ulaşmak için giriştiği hem doğal ve toplumsal çerçevesini hem de kendisini değiştiren çalışma süreci anlamında da kullanılmaktadır.
Allah Teâlâ, yeryüzünün bütün imkânlarını insanın hizmetine sunmuş, insan da Allah’ın kendisine verdiği akıl gibi bir cevheri, el gibi hünerli bir organı kullanarak, çevresine serilmiş bu hazır de ğeri yararlanmaya elverişli hâle getirmiştir.
Kur’an’da sıkça, Allah’ın insanoğluna bahşettiği dağlar, denizler, ovalar, yer üstü ve yer altı zenginlikler, av hayvanları gibi çeşitli nimetler hatırlatılarak, insanın bunların sahibini tanıması, O’na şükretmesi ve belli bir ölçü içinde bu nimetlerden yararlanması emredilmektedir.
Emek bir değerdir. İslâm’da, yapılan iş ve çalışmanın meşru olması kaydıyla, kaba emek (ellerle ve kollarla yapılan iş), ince emek veya fikrî emek gibi bir ayrım yapılmaz. Kur’an’da, Hz. Musa’nın çobanlık yaptığı zikredilmektedir. (Kasas, 26-28) Terziliğin piri olarak Hz. idris, demirciliğin piri olarak Hz. Davud, marangozluğun piri olarak da Zekeriya ve Hz. Nuh gibi peygamberlerin kabul edilmesi, (Asım Koksal, Peygamberler Tarihi, DİB. Yayınları, Ankara 2002,1, 80, 94, 187) bu Seçkin insanların bu farklı mesleklerde çalışmış olmaları, hem onların kendi hayatlarını, kendi el emekleriyle, göz nuru ve alın teriyle kazandıklarını, hem de insanlığın yararına olan her mesleğin değerli ve onurlu olduğunu gösterir.
İnsanın kıymeti, insanlarca basit ve ehemmiyetsiz telâkki edilen bir işte çalışmakla düşmüş, alçalmış olmaz. Yeter ki, yapılan iş meşru olsun. Çünkü İslâm’a göre insanın kıymeti, malı, zenginliği, işi ve mesleği ile değil, takvası ile değerlendirilir. Basit görülen ve çoğu zaman horlanan çobanlığın peygamber mesleği olarak tanınması da bunu gösterir.
Kur’an-ı Kerim’de emek
Kur’an-ı Kerim’de emek karşılığı olarak kullanılan terimler, sadece günümüzde kullanılan işçi sınıfının emeği anlamındaki "emekçiyi" değil, aynı zamanda ister işveren, ister kendi başına çalışan, isterse de bir başkasının işçisi olsun bütün insanlığın çalışmasını, emek ve gayretini ifade etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de emek ile ilgili olarak yer alan kavramlardan biri de dilimizdeki ücretin karşılığı olan "ecr" kelimesidir. Ecr, çalışmanın ve emeğin hem dünyevî hem de uhrevî karşılığını ifade eden bir tabir olup tekil ve çoğul olarak Kur’an’ın 105 yerinde geçmektedir. (Isfahanî, "ecr" md.) Genelde uhrevî karşılık ve mükâfat mânâsına gelmekte olup, bazen de evlilik akdin- deki "mehir" mânâsına, (Nisa, 24,25) çok az yerde de boşanma sonrasında çocuğunu emziren anneye, babanın ücret ödemesini emreden ayette (Talak, 6) olduğu gibi, "ücretle işçi istihdamı" şeklinde bir anlayışı mümkün kılacak özel anlamda kullanılmaktadır.
Ecr kelimesiyle eş anlamlı olan, sözlükte, "iş karşılığı verilen şey" anlamına gelen, daha yaygın biçimiyle kiralamak anlamında kullanılan kavramlardan biri de "icâre"dir. İcâre, günümüzde kira ve iş akdine tekabül eden bir sözleşme türü olup, menfaat ve emeğin ücret karşılığında süreli olarak temlik ve tahsisini konu almakta ve İslam borçlar hukukunda önemli bir yer tutmaktadır. (Bk. Ali Bardakoğlu, "Icare", DİA., XXI, 379388)
Kur’an-ı Kerim’de ücretle işçi çalıştırmayı ifade eden "icâr" ve "isticâr" kelimeleri de, Hz. Şuayb’ın (a.s) koyunlarını gütmesi için Hz. Musa’yı işçi tutması olayı anlatılırken kullanılmakta, Hz. Şuayb’ın kızının diliyle: "Babacığım, onu ücretle tut. Her hâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır" (Kasas, 26) denilmektedir. Böylece ücretli olarak çalıştırılacak işçi veya personelin hem o işi yapabilecek liyâkat ve ehliyette olmasının ve hem de ahlâken dürüst ve güvenilir olmasının gereğine işaret edilmektedir.
Çalışmanın önemi, emeğin korunması ve emek karşılığı hak edilen ücretin verilmesi gereğini ifade eden, işçide bulunması gereken vasıflara işaret eden bu ayetler, çalışma hayatında tarafların hak ve sorumluluklarını öz olarak belirlemektedir.
Emek-sermaye dengesi
Üretim, emek ve sermaye şeklinde birbirini tamamlayan iki temele dayanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de: "Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık; birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır." (Zuhrûf, 32) buyurularak, emek-sermaye İkilisi arasındaki sıkı ilişki, sosyal ve İktisadî denge belirtilmiş, hem de ruhî yapı, fizikî güç, kabiliyet, ihtiyaç, zenginlik vb. yönlerinden insanların farklı farklı kılınmasının bir hikmetine işaret edilmiştir. Ayet, her sınıf insana bir mesaj vermekte, zengine şımarmamasını, haddi aşmamasını, fakire sabır ve olgunluk göstermesini, isyan etmemesini telkin ederek, özellikle çalışma hayatındaki karşılıklı ilişkilere önemli bir ferdî ve psikolojik bakış açısı getirmektedir.
İslâm, emek karşısında sermayeye bir üstünlük ve öncelik vermemiş, aksine tabiatı gereği güçlü olan ve daha da güçlenmek isteyen sermaye için bazı sınırlamalar getirip, emeği ön plâna çıkarmıştır. Zekât, sadaka ve infak prensibi, kefaretler, faiz yasağı, dilenciliğin yasaklanıp çalışmanın teşvik edilmesi, bireyin ve aile fertlerinin geçimi için çalışmasının ibadet sayılması, bu yönde alınmış önlemlere örnek olarak sayılabilir.
İslâm, emek-sermaye ilişkisini dengeli bir çizgiye oturtmuş, emek ve sermayeyi birbiriyle çatışan değil, birbirini destekleyen ve tamamlayan iki temel faktör olarak tanıtmıştır. Ancak konu teorik düzeyde pürüzsüz gibi görünse de realitede sermaye sahibinin emeği, işverenin işçiyi en düşük ücretle çalıştırmaya, emek sahibinin de hak etsin veya etmesin daima en yüksek ücreti almaya gayret ettiği, bunun için de iki taraf arasındaki çekişmenin her dönemde var olduğu görülmektedir. Bu sebeple bir toplumda emek-sermaye dengesinin kurulabilmesi ve bu dengenin ülkenin gelişmesine hizmet edebilmesi; yasal düzenlemelerin objektif ve adil olmasına, toplumda dinî duyarlılığın korunmasına, hak ve adaletin özümsenmesine bağlıdır.
Kur’an-ı Kerim beşerî münasebetleri tek tek ele alıp iyileştirme yerine, hepsinin düzelmesine ve iyileşmesine anahtar olacak temel prensip ve çözümler üzerinde durmuştur. Bu durum çalışma hayatı için de böyledir. Bu sebeple Kur’an, herhangi bir ayrım yapmaksızın emeği müstakil bir değer olarak kabul etmiş, "Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir." (Fussılet, 46) "Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir." (Zilzâi, 7-8) buyrularak iyi veya kötü her işin kendine göre bir karşılığının olacağını, hiç kimsenin çalışmasının boşa gitmeyip az veya çok her işin değerlendirileceğini, hiç kimseye haksızlık edilmeyeceğini bildirmiştir.
Gerek beden ve gerekse zihin gücüne dayalı olarak bir mesleğin icrası doğrultusunda sarf edilen emek, çalışmaya dayalı meşru bir kazanç yoludur. Bu sebeple İslâm’da emek yoluyla rızık aramak teşvik edilmiş, çalışmadan hiçbir emek sarf etmeden elde edilen kazanç, sömürü, hırsızlık, faiz, gasp ve rüşvet gibi meşru olmayan kazançlar yasaklanmıştır. Hz. Peygamber de, en hayırlı ve temiz kazancın, kişinin kendi elinin emeği ve dürüst ticaretle elde ettiği kazanç olduğunu bildirmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,
141) Bir başka hadislerinde de, "Hiçbir kimse kendi eliyle kazandığı ve ürettiği yiyecekten daha hayırlı bir şey yemez. " (Buhari, Büyü, 15) buyurmuş, her türlü sanat, çiftçilik, işçilik, sebze ve meyvecilik, el emeği ile yapılan kazancın önemine vurgu yapmış, dağdan odun toplama olsa bile bir iş tutmanın, başkalarına el avuç açmaktan daha iyi olduğunu söylemiştir. (Buhari,
Zekât, 50)
O hâlde Müslüman, emeğe saygı göstermeli, çalışmadan başkalarının sırtından veya gayri meşru yollardan kazanç elde etmekten şiddetle sakınmalı; kazancının nereden, nasıl geldiğine dikkat etmelidir. Zira haram fiillerden biri işlenince diğerine kapı açılır ve haramlar normal karşılanmaya başlar. Böylece toplum huzurunun temelini teşkil eden başkalarının hakkını gözetme, hizmet etme, yardımda bulunma gibi asil duygular yok olur.