Makale

Yarım Hurmanın Anlattığı

Yarım Hurmanın Anlattığı

“Yarım hurmayla da olsa, kendinizi ateşten koruyun.” hadisiydi söz konusu olan... İnfakın Allah’ın ona verdiğini, ihtiyaç üzere olan başka kullarla paylaşmanın önemine dair açık bir ders veriyordu bu hadis.

Metin Karabaşoğlu

Bereketli bir hayat deyince aklıma gelen ilk isim, Rasulüllah (s.a.s.) Efendimizdir.
Bir hayat ki, her anında bir ders, her sözünde bir hikmet vardır.
Hayatı hakkında asırlardan beri binlerce kitap yazılmış olsa bile, her sene daha nice yenileri yazılmaktadır ona dair.
Sözleri binlerce cilt hadis kitabıyla kayıt altına alındığı gibi, bu hadislerle verdiği derslere dair de binlerce eser yazılmaya devam etmektedir.
Öyle ki, onun tek bir sözünden mülhem, omurgasını tek bir hadisinin teşkil ettiği kitaplar vardır.
Böyle bereketli bir hayattır, kutlu Nebi aleyhissalatü vesselamın hayatı.
Bin küsur yıldır milyarlarca mümin onun hayatını kabiliyeti nispetince yaşamaya talip olagelmiş; bin küsur yıldır milyonlarca arif ve âlim onun hayatından yeni dersler çıkaragelmiş ve bin küsur yıldır bu kadar insanı manen doyuran o bereketli pınarın suyundan zerre eksilme olmamıştır.
Onun hayatından hâsıl olan bu berekete bakınca, şeytanın ve hizbinin bin küsur yıldır onunla ve onun getirdiği nurla uğraşmayı en önemli iş edinmesi gözüme daha bir anlaşılır görünür.
Şeytan ve hizbi, yeryüzünde milyarlarca insanın yüzünü yerden alıp semaya yönelten o usve-i hasene aleyhissalatü vesselam ile uğraşmayıp da kiminle uğraşacaktır ki? Ona haset etmeyip de kime haset edecektir?
Yakın bir zaman önce, Efendimiz (s.a.s.)’in hayatındaki berekete, her bir sözündeki hikmete dair taze bir nükte dünyama dolunca, hem hayatındaki o bitimsiz bereketi bir kere daha müşahede ettim, hem de şeytan ve hizbinin ona yönelik düşmanlığının ardındaki hasedi bir kez daha hissettim.
Hepimizin bir yerlerde muhakkak haberdar olduğu bir hadisti dünyama dolan. Daha önce defalarca duyduğum, dilimin defalarca telaffuz ettiği bir hadis... Hadisin sadece tek bir kelimesinin içerdiği, daha önce fark etmediğim bir ders, beni günlerce düşündürdü ve aklıma başka hadislerin açıkça desteklediği bir büyük nebevi hikmeti fısıldadı.
“Yarım hurmayla da olsa, kendinizi ateşten koruyun.” hadisiydi söz konusu olan...
İnfakın Allah’ın ona verdiğini, ihtiyaç üzere olan başka kullarla paylaşmanın önemine dair açık bir ders veriyordu bu hadis. Aza-çoğa, büyüğe-küçüğe bakmadan, Allah rızası için infak etmenin önemini bize haber veriyordu.
İyi de, Efendimiz (s.a.s.) niye “Bir hurmayla da olsa, kendinizi ateşten koruyun.” dememişti de, “Yarım hurmayla bile olsa, kendinizi ateşten koruyun.” demişti?
Bu sorunun izini sürdüğümde gördüğüm, bir hikmet ve denge dersiydi. Bölünmemiş tek bir hurmanın zihinde uyandıracağı bir “ya hep ya hiç” çağrışımına bedel, ‘yarım hurma’ bir paylaşmanın haberini veriyordu bize. Elindeki tek hurmayı bir başkasına vermek elbette büyük bir hasletti ama Rasulüllah aleyhissalatü vesselam ‘yarım hurma’dan söz ederek hem nefsimize karşı sorumlu olduğumuzu, hem de tıpkı “Amellerin en hayırlısı az ama devamlı olanıdır.” hadisinde olduğu üzere ‘kanun-u fıtrat’a muvafık bir infak yolunu bize gösteriyordu.
Elinde kalan tek hurmayı bir başkasına vermek, elindeki son imkânı bir başka mümin için kullanmak; bunlar güzel hasletlerdi, ama bu şekilde bir infak çabasının devamlı ve kalıcı olması kuşkuluydu. Çünkü işin içinde insanın kendi nefsinin veya vücudunun fıtri ihtiyacını göz ardı etmesi gibi bir ‘zorakilik,’ bir ‘kanun-u fıtrata muhalefet’ hâlini de içeriyordu.
Kendisi aç olduğu hâlde bugün elindeki son hurmayı bir başkasına veren, yarın da aynısını yapan kişinin hep böyle gideceğinin garantisi yoktu. Bilakis kendi vücudunun ihtiyacını bu kadar görmezden gelmenin ve nefse bu kadar yüklenmenin akıbeti, örneklerine hayat içinde çokça tecrübe edildiği üzere, bir müddet bu duruma tahammül ettikten sonra bir kopma anını müteakip sırf kendi-merkezli bir hayata savrulmaktı. İnsanın kendisi de etten ve kemikten ibaret olduğuna ve onun da yemeye-içmeye ihtiyacı olduğuna göre, sırf başkası-merkezli müfrit bir hayat tasavvurunun gelip dayanacağı nokta sırf kendi-merkezli bir tefrite yuvarlanmaktı.
Oysa kutlu Nebi, böyle bir anlayışın kendisini mazur göreceği bir ifade olarak ‘bir hurma’ yerine ‘yarım hurma’dan söz etmekle, insana bu iki uç nokta arasında bir dengenin dersini veriyordu. Ortada infak edilecek bir ‘yarım hurma’ varsa, bu, hurmanın diğer yarısını ayırıp kendimizin yediğinin işareti değil miydi? Rasulüllah aleyhissalatü vesselam, kendisini merkeze almayan ama kendi nefsinin ve vücudunun ihtiyacını görmezden de gelmeyen bir orta noktaya çağırıyordu bizi.
Bir bakıma, İsra suresinde verilen bir dersin; elini omzuna asıp Allah’ın ona verdiğinden başkalarını mahrum etmekten de elinde avucunda ne varsa hepsini dağıtmaktan da uzak bir denge noktasında infak etme dersinin bir yansımasıydı bu hadisin ‘yarım hurma’sı. Ne kendini unut, ne de kendinde kal. Yarım hurmayla kendi nefsini sustur, diğer yarım ile de başka nefislerin ihtiyacına yetiş...
Bir ‘yarım hurma’yla kutlu Nebinin vermiş olduğu bu denge dersini kavrayabilsek, nice hayatlarda tezahürü görülen ifrat-tefrit arası salınımlar bir orta noktada karar kılacak.
Bir ‘yarım hurma’yla kutlu Nebinin vermiş olduğu bu hikmet dersini kavrayabilirsek, bir uçtan öbür uca savrulması mukadder “ya hep ya hiç” zorakiliğinin yerini, “hem o hem bu” fıtriliği alacak.
İşin sırrı ‘bir hurma’da değil, ‘yarım hurma’da çözülüyor...