Makale

Kar Yağar, Erir Ömrüm…

Kar Yağar, Erir Ömrüm…

Hayrettin Durmuş

“Hava nasıl oralarda?” sorusu sadece bir şarkı sözü değil, aynı zamanda gençlik yıllarımızın en önemli iletişim vasıtası olan mektupların da vazgeçilmez cümlesiydi.
Kar aydınlığını görmeyen, onun sıcaklığını yüreğinde hissetmeyenler “kara kış” derler. Kar-kış mı demek isterler, yoksa göğün bedduası sanıp kargış mı bellerler yağan karı kim bilir? Bilinen bir şey var ki her yönü, her yanı aydınlığıyla sarar kar ve tepeden tırnağa beyaza boyar gittiği her yeri… Beyaz bir yangın çıkarır, hasret hasrete ulanır ve sevdalıların yüreği akkora döner…
Siz bakmayın çağımızın teknolojisiyle bir hafta, on günlük hava tahminlerinin yapıldığına, âşık alır sazı eline ve bir yıllık tahmin dökülür ozanın diline. Şaşar kalırsınız:
“Bu yıl bu dağların karı erimez
Eser bâd-ı sabâ yel bozuk bozuk…”
Kar aydınlığı yayılırken ufuklara nedendir bilinmez gam kaplar yüreğinizi, bunalırsınız, acılar tazelenir, içiniz kararır. Kar ışığını sağarken bembeyaz, siz bir kara haber alırsınız ondan terleyerek…
Kar yağdıkça yerdeki eski karın üzerini kapatır, çürüyen, çamura bulanan kısımlarını örter de, bir tek içinizdeki yaranın üstünü örtemez. Kar tazelendikçe acılar depreşir yeniden…
Kar yağar, biriktikçe birikir ama güneş doğduğu zaman başlar erimeye. Güneş gülümseyen yüzüyle buluttan çıkmaya görsün, göz göz olur kar, dayanamaz ve sonunda erir damar damar ve sessizce karışır gider ummana. Sizin de içiniz erir.
Gecenin en karanlık olduğu an güneşin doğacağının da müjdesidir aslında. Kar ilkbaharı heyecanla arayan ve onun hasretiyle dağların doruklarını öpen sevgilidir Cenap Şehabettin’in dilinde…
Bir tipi çıkar içinizde ve kar altında terlemenin vaktidir deyip düşersiniz yollara…
Kar birçok şehrin kimliğidir. Adı karla anılır. Kar olmadan tarif edilmeleri zordur o şehirlerin… İnsanın aklını başına getirir ve unuttuklarını hatırlatır kar…
Kimsenin parmak izi kimseye benzemez. Her insan yalnızca kendine benzer, kendine özgüdür. Kar da öyle. Bir kar tanesinin diğerine benzediği görülmemiştir. O muazzam ahenk içinde hepsi birbirinin aynısı zannederiz ama her kristal diğerini kıskandıracak güzellikte, her birisi ayrı özellikte, ipekten kanatlarını çırparak konarlar yeryüzüne ve Yüceler Yücesi’nin selamını sunarlar dağa taşa, kurda kuşa, suya havaya ve nihayet onlar da bizim gibi tutunurlar toprağa…
Merhametlidir kar. Erirken hayat bulur yer altındaki sular. Yorgan olup örtülür ekinin üstüne. Kar yağdı mı beyaz bir umut dirilir ekincide; “Kar yılı var yılı” der sevinir. Bolluk ve bereketi müjdeleyen ak bir habercidir o. Gelişi hasretle beklense de mekânı ulu dağlardır onun. Tevazusuna diyecek yoktur. Yükseklerden dökülür, yeryüzünden sessiz sedasız çekilir, yerini bahara, yaza bırakır. Dumandır arkadaşı, vefalıdır, terk etmez dostunu, bekler sabırla dağı, taşı. Perdesidir dağın, süsüdür otağın…
Karda gezip de izini belli etmeyenler kim bilmem ama âşıkları en çok kar ele verir. Kar da nazlanır bir sevgili gibi, o da saklanmak için gizli bir köşe arar. “Kar kuytuda eğleşir” sözü onun için söylenmiştir belki de. Tertemiz olsun insanlar, kalp leke kaldırmaz diye mi bembeyaz elbiseler giyerek gelir, yoksa nezaketi hatırlatmak için mi ipeğe bürünerek iner dünyamıza? “Ne kadar çok yağarsam yağayım yaza kalmam, giderim” diyerek, gençliğimize, kuvvetimize güvenmemeyi öğütleyip, eriyen ömrümüzü mü hatırlatır bize? Nedir muradı karın bilinmez. Bilinen o ki kar yağar, erir ömrüm…