Makale

BİRLİKTE YAŞAMA SANATI OLARAK Hoşgörü

Dr. Muhlis Akar
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

BİRLİKTE YAŞAMA SANATI OLARAK
Hoşgörü

Hoşgörü ; her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar müsamahalı davranmak (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yay, "Hoşgörü", md.), değişik din, dil, inanç, mezhep ve anlayış sahibi insanların varlıklarını kabul etmek (Akarsu, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, "Hoşgörü" md.), farklılıklara tahammül göstermek vb. anlamlara gelir. Ancak hoşgörü geniş kapsamlı ve değişik şekillerde değerlendirilebilen bir kavram olduğu için; mutlaka sınırlarının belirlenmesi gerekir. Zira, insanın karşılaştığı veya şahit olduğu olumsuz eylem ve davranışlara karşı duyarsız kalması, dinî açıdan onaylanabilecek bir durum değildir. Kimden gelirse gelsin haksız ve çirkin davranışlara aldırış etmemek, onları görmezlikten gelmek, hoşgörü göstermek; doğru, güzel, hak ve adalet gibi değerlerin aşınmasına yol açabilir. Bu nedenle hoşgörü, hiçbir zaman sınırsız bir merhamet ve anlayış olarak görülmemelidir. Örneğin kişi, şahsına karşı işlenen suçlarda suçluyu affedebilir, şahsına karşı işlenen kötü bir davranışı, hoşgörüyle karşılayabilir. Fakat bir davranış veya eylem, toplumun hukukuna, başka bir ifade ile kamu maslahatına zarar veriyorsa, bu davranışa müsamaha göstermek toplumun hukukunu çiğnemek demektir. (Bk. Bilgin, Beyza, ’’İslam ve Hoşgörü", Diyanet İlmi Dergi, c.XXXIV, sy., I, s. 116) Bu noktada kasıtlı ve kötü niyetle yapılan negatif davranışlarla, yanlışlık veya cehalet sonucu sergilenen davranışları da birbirinden ayırmak önem arz etmektedir.
Hoşgörü kavramının doğru anlaşılıp uygulanmasında bir Müslüman için en doğru rehber, Kur’an ve sünnettir. Kur’an ve sünnet ölçeğinde konuya baktığımızda, bütün insanlık için rahmete vesile olacak en güzel hoşgörü anlayışının ipuçlarını elde etmiş oluruz. Hoşgörü kavramını doğru anlayan ve özümseyen kişi, evinde eş ve çocuklarına; oturduğu mahallede komşularına; işyerinde iş arkadaşlarına; okulda öğretmen veya öğrencilerine; kısaca karşılaştığı ve muhatap olduğu bütün insanlara karşı anlayış ve hoşgörü içerisinde hayatını sürdürür. Yüce Allah’ın, "Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık." (Isrâ, 70) ayetinde ifade buyurduğu şerefli varlığın hak ve hukukuna riayet eder, sevgi, saygı ve hoşgörü gösterir. İdeal bir Müslüman, Hz. Peygamber’in; "Sizden biriniz kendi nefsi için arzuladığı bir şeyi mümin kardeşi için de istemedikçe, kâmil manada iman etmiş sayılmaz." (Buhârî, İmân, 7; Müslim, İmân, 71-72) hadisini, bireysel ve toplumsal hayatında kendisine ilke ve rehber edinir.
Kuşkusuz insanların birbirlerini daha az anladığı, farklı görüşlere tahammülün azaldığı ve çeşitli sebeplerle çatıştığı günümüz dünyasında, barış ve huzur içinde yaşayabilmemiz için, sevgi ve hoşgörüye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır. Bu hoşgörüye ise sadece Müslümanlar değil, bütün insanlar muhtaçtır. Nitekim tarih boyunca Müslümanlar, sadece kendi din kardeşleriyle değil; Kur’an ve sünnetin sınırlarını belirlediği prensipler çerçevesinde, değişik din ve inanca mensup topluluklarla da barış içerisinde birlikte yaşamış, onlara karşı en güzel hoşgörü ve adalet örnekleri vermişlerdir. Bu nedenle, her din ve mezhep mensubu insanlar, inançlarını rahatça yaşama imkanı bulmuşlardır. Çünkü İslâm’da, insanlara inanma ya da inanmama veya istediği dini seçme özgürlüğü tanınmıştır. “De ki: "Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin." (Kehf, 29) ayeti bu gerçeği vurgulamaktadır. Hz. Peygamberin kendi mescitlerinde bile farklı inanç mensubu insanların ibadetlerine izin vermeleri vb örnekler de İslâm’da diğer din mensuplarına gösterilen hoşgörünün önemli bir kesitini teşkil etmektedir. Şu kadar var ki, bu gibi kimselere, ikna yöntemi ve güzellikle doğru inancın tebliğ edilmesi de bir görevdir. Bu tebliğ faaliyeti, din ve inanç özgürlüğüne müdahele değildir. Çünkü Islâm’da tebliğ, güzellikle ikna temeline dayalı bir anlatımdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de "Ey Muhammedi Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde mücadele et; doğrusu Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir." (Nahl, 125) ayeti belirttiğimiz bu hususu ifade etmektedir. Bu görevi üstlenen kişi, asla zor kullanamaz. Yine Kur’an-ı Kerim’de bu durum, "Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir", (Bakara, 256) "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekün iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mümin olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?", (Yûnus, 99) "Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin." (Gâ- şiye, 21-22) ayetleriyle ifade edilmektedir.
Hoşgörü eğitimle kazanılır
Özdeğerlerimizi koruyarak, farklılıkları barış içinde bir arada yaşatabilmek için yepyeni bir formül ve anlayışa her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu formül ise İslâm’ın temel prensipleriyle tarihî birikiminde teorik ve pratik olarak mevcuttur. Yapılması gereken, hoşgörü ve sevgiye dayanan inanç ve kültürümüzü, eğitim ve öğretim yoluyla nesillerimize aktarmaktır. Bunun için özellikle şu konulara ağırlık verilebilir. (Geniş bilgi için bk. Yiğit, Yaşar, Model Şahsiyet Olarak Hz. Peygamber ve Hoşgörüsü, D.I.B. Yay., s, 29 vd.)
Hoşgörü yoğun bir anlayış
Hoşgörünün en güzel örneklerini Hz. Muhammed’in hayatında görmekteyiz. (Bk. Ebû Davûd, Edep, 1; Buharî, Humus, 19) Bu örneklerden ilgi çekeceğini umduğum iki hadiseyi sunmak istiyorum: Birinci örnek savaş ganimetinin paylaşılması sırasında yaşanmıştır. Hz. Peygamber ganimetin kimlere ve ne miktarda verileceği hakkında yol gösterirken; bir göçebe hızla yaklaşmış ve sevgili Peygamberimizin yakasına sarılarak çekmiş, "Ganimetten bana da pay ver" demiş; bu sert hareketle Hz. Peygamber’in boynu yaralanmıştır. Sahabe adamı cezalandırmak üzere harekete geçince; Hz. Peygamber, "Bırakın onu, o öğrenecek" uyarısı ile onları teskin etmiştir.
İkinci örnekte ise, İslâm’ı öğrenmek üzere Hz. Peygamber ile görüşmeye gelmiş olan bir göçebe, mescitte sırasını beklerken, mescidin bir kenarına bevletmiştir. Çünkü göçebenin tuvalet kültürü yoktur. Sahabe, göçebenin davranışını cezalandırmak için üzerine yürüyünce, Hz. Peygamber onları engellemiş ve; "Bırakın onu, o öğrenecek. Bevlettiği yere bir kova su dökün. Siz kolaylık gösterici olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil" (Buharî, Vudû’, 58; Müslim, Taharet, 98; Ebû Davûd, Tahâret, 1 36; Ibn Mâce, Taharet, 78) buyurmuştur.
Kuşkusuz, Hz. Peygamber’in gayesi, ilgili kişilerin davranışlarını görmezlikten gelmek veya aldırış etmemek değildir. Amaç, yanlış davranışın kaynağının farkına varmak, onu anlayışla karşılamak, düzeltilmesi ve doğru davranışın öğretilmesi için belirli bir süre tanımaktır. Yoksa hoşgörü adına başkalarına zarar verilmesine göz yummak veya çirkin davranışlara aldırış etmemek değildir. (Bilgin, Beyza, a.g.m., a.g.d., c. XXXIV, sy., I, s. 116)
Engin bir sabır ve affetme erdemliliği
Hayat devamlı aynı çizgide seyretmez; zaman zaman bizi üzecek ya da sevindirecek inişler çıkışlar olabilir. Canımızı sıkan herhangi bir olay karşısında göstereceğimiz öfke ve hırçınlık, işlerimizi daha da zorlaştırabilir. Bu gibi durumlarda sabır göstermek, öfkeyi yenmek ve olayları anlayış ve hoşgörüyle karşılamak işlerimizi kolaylaştıracak, problemlerimizin çözümüne katkı sağlayacak, başkalarıyla barış ve kardeşlik içerisinde yaşamamızı temin edecektir. Bu konuda yüce Allah Kur’an-ı Kerim’inde; "Takva sahipleri, bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever." (Al-i İmran, 134) buyurarak, insanlarla olan ilişkilerimizde nasıl hareket etmemiz gerektiğini bizlere öğretmektedir. Öfkelenmek, insanın yaratılışında var olan bir duygudur. Bu duygunun tamamen yok edilmesi mümkün değildir. Ancak Allah’ın övgüsüne mazhar olabilmek için öfkeye hakim olmak ve insanların kusurlarını bağışlamak, hoşgörü sahibi olabilmenin temel şartlarındandır.
Yine Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber’in şahsında bütün müminlere, "(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir." (A’râf, 199) buyurulmaktadır. Bir başka ayette de, "Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." (Âl-i İmran, 159) buyrulmakta ve kişilerin hatalarını düzeltebilmek için, Hz. Peygamber’in uyguladığı bu eğitim metodu bizlere örnek gösterilmektedir.
Kendi kendini sorgulayabilme
Hoşgörü ve anlayış eksikliğinin en önemli sebeplerinden birisi de, insanların kendi kendilerini sorgulamamalarıdır. Genelde insanlar, hatalarını görüp kabul etmek istemezler. Hatayı başkalarında ararken, nefislerini unutur ve kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar. Bu husus; "Kendinizi beğenip temize çıkarmayın. Kimin takva üzere olduğunu da O, çok iyi bilir." (Necm, 32) ayeti ile açıklık kazanmıştır. Bu nedenle kişi, başkalarının kusurlarını araştırma yerine, öncelikle kendi nefsinin muhasebesini yapmalıdır. Böyle bir davranış, kişinin hoşgörü sahibi olmasında çok önemli bir rol oynayacaktır.
Kusur araştırma hastalığından kurtulabilme
İslâm dini, insanların kusur ve ayıplarını araştırmayı ve bunları ortaya çıkarmayı yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de, "Birbirinizin (ayıp ve kusurlarını) araştırmayın..." (Hucurât, 12) ayeti ile kişilerin ayıp ve kusurlarını araştırmanın yasak olduğu beyan edilmiştir. Rasûlullah (s.a.s.) de, "Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını Örter." (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Ebû Davûd, Edeb, 38; Tirmizî, Hudûd, 3) hadisiyle, kusurların ifşa edilmemesi gerektiğini vurgulamışlardır. Kendileri de yanlış davranışını gördüğü kimselerin hatalarını yüzlerine vurmamış, yanlışlıkları genel bir ifade ile dile getirip düzeltmişlerdir.
Kötü düşüncelerden arınabilme
İnsanlar arasındaki sevgiyi zedeleyen, hoşgörüsüzlüğü körükleyen, onları birbirinin aleyhine çeviren davranışlardan bir diğeri de kötü zandır. Kötü zan, bir kimse hakkında kötü düşünmektir. Kötü zan, dinimizde yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, "Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Zira zannın bir kısmı günahtır." (Hucurât, 12) buyurulmaktadır. Hz. Peygamber de birçok hadislerinde zandan kaçınılması ve insanlara karşı hüsn-i zan beslenmesi gerektiğine işaret etmişlerdir. (Buharî, Vesâyâ, 8; Müslim, Birr, 28; Ebû Davûd, Edeb, 89; Ibn Hanbel, I, 163)
Şahsiyeti rencide etmekten sakınabilme
İnsanların şahsiyetlerini rencide edici söz ve davranışlarda bulunmak da hoşgörüyü ortadan kaldıran, sevgi ve saygıyı yok eden sebeplerden biridir. Günah işlemiş dahi olsa bir kimseye hakarette bulunmak, şahsiyetini rencide etmek, Hz. Peygamber’in buyruk ve davranışlarıyla bağdaşmaz. Nitekim Peygamberimiz, kendisinden zina yapmak için izin isteyen bir gence, şefkatli bir öğretmen gibi davranmış, onu rencide etmemiş, insanlık onurunu kırmadan kendisini ikna etmiştir. (Bk. Ibn Hanbel, V, 256257; Taberânî, el- Mu’cemü’l-Kebîr, 2. Baskı, yy., 1983, VIII,126) Ve O günden sonra bu genç, iffetli bir kimse olarak hayatını sürdürmüştür.
Alay etmeme
Bir diğer hoşgörü prensibi de insanlarla alay etmemektir."Ey iman edenler! Bir topluluk, diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler) kendilerinden daha iyidirler." (Hucurât, il) ayeti, gerekçesi ne olursa olsun insanlarla alay edilmesini yasaklamaktadır. Hz. Peygamber de, "Kişiye, mümin kardeşini küçümsemesi, tahkir etmesi şer (kötülük) olarak yeter." (Müslim, Birr, 32) buyurarak, bu tür olumsuz tavır ve davranışlardan sakınmamızı istemişlerdir.
Komşuluk hukukuna riâyet edebilme
Komşuya iyilik etmek, sevinç ve üzüntüsünü paylaşmak, ondan gelebilecek eziyetlere sabredebilmek hoşgörülü olmanın bir gereğidir. Bu itibarla yüce dinimiz İslâm, komşuluğun önemi üzerinde hassasiyetle durmuş, komşuların birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiğine dair önemli prensipler getirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, "Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara, yakın komşuya uzak komşuya, yanında bulunan arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin." (Nisa, 36) buyurulmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) de, "Cebrail komşuya (iyilikle ilgili) o kadar çok tavsiyede bulunuyordu ki, ben komşuyu komşuya varis kılacak sandım." (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140141) buyurmuşlardır. Sevgili Peygamberimiz başka bir hadislerinde de komşuyu üçe ayırmış, akraba ve Müslüman olan komşuların yanısıra, üçüncü komşunun da gayrimüslim komşu olduğunu ifade etmişlerdir. (Bk. Ibn Hacer, Fethül-bâ- ri, X/456) Çünkü komşunun Müslüman olmaması, kimseye onun hukukunu ihlâl etme yetkisini vermez. Diğer bir ifadeyle, komşunun Yahudi, Hıristiyan veya ateist olması, İslâm’nn komşuluk ve hoşgörü prensibinin uygulanmasına engel teşkil etmez.
Genel değerlendirme ve sonuç
İslâm dini, evrensel ilke ve prensipleri olan bir dindir. Hz. Peygamber de, "âlemlere rahmet olarak gönderilmiş" (Enbiya, 107) rahmet ve merhamet Peygamberidir. Rahmet ve müsamaha ile gönderilmiş olan (Bk. Müslim, Birr, 87) bu yüce Peygamber, kısa zamanda kendi kız çocuklarını bile diri diri toprağa gömecek kadar zalimleşen, merhamet ve medeniyet yoksunu insanlardan; son derece hoşgörülü, hakka hukuka riayet eden, komşusu açken tok yatmayan, gayrimüslim dahi olsa komşusunu asla incitmeyen ve ihmal etmeyen, medeni bir toplum çıkarmayı başarmıştır. Bu yönüyle de Peygamberimiz, hiçbir eğitimcinin başaramayacağı bir işi başarmış, üstün niteliklere sahip bir eğitimci olduğunu bütün insanlığa göstermiştir...
Peygamberimizin bizzat uygulayarak öğrettiği ve tebliğ ettiği İslâm dini sayesinde; tarih boyunca İslâm toplumlarında, Müslümanlarla değişik din mensupları arasında genel anlamda bir sorun yaşanmamış; her din ve mezhep mensubu topluluk, kendi inançlarını, karşılıklı hoşgörü anlayışı içerisinde rahatlıkla yaşama imkanını elde etmiştir. Çünkü yüce dinimiz İslâm, genelde insanlar arası, özelde ise din mensupları arası olumlu ilişkilerin kurulmasına, tarafların birbirine iyi ve adil davranmasına önem vermiştir. Bu konuda Mümtehine Sûresinin 8. ayetinde, "Allah sizi, din konusunda sizinle savaşmayan, sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever" buyrulurken; diğer bir ayette de, "içlerinden zulmedenler hariç, kitap ehline karşı iyi davranılması" istenilerek, değişik din ve inanç ikliminde buluşan insanlarla diyalog ve hoşgörü öngörülmüş, ancak hoşgörünün amacı dışında kullanılmaması ve istismar edilmemesi için, ilgili kişi ya da tarafların, zulüm ve haksızlık yapmayanlardan oluşmasına da özellikle vurgu yapılmıştır.
Kuşkusuz dünyada hoşgörü ve karşılıklı anlayışın yaygınlaşması, yerküremizin daha güvenli, huzurlu ve yaşanılır olmasını sağlayacaktır. Zira toplumsal barışın sağlanmasında insanların, birbirlerine karşı hoşgörülü ve anlayışlı yaklaşmalarının rolü büyüktür. Bu konuda toplumun bütün fertlerine görev düşmektedir. Her bir fert, diğer bireylere karşı hoşgörülü davrandığı ölçüde anlayış görecek, davranış ve düşünceleri diğerleri tarafından hoşgörüyle karşılanacaktır.
Bu itibarla niyet ve düşüncede, "incitmeme ve incinmeme" anlayışına dayanan, pratikte ise "yaratılanı yaratandan ötürü sevme"yi prensip hâline getiren ve bütün farklılıklara rağmen birlikte yaşamayı sanata dönüştüren İslâm’ın, sevgi ve hoşgörü anlayışına bütün insanlığın ihtiyacı vardır.