Makale

Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri (Güldeste)

KİTAP TANITIMI

Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri
(Güldeste)

Prof. Dr. Filiz Kılıç
Prof. Dr. Muhsin Macit

“Yâ Rab, şu muazzam ramazan hürmetine,
Kaldır aradan vahdete hâil ne ise.”
Mehmet Akif Ersoy

Ali AYGÜN

Dinî konuların ve konusunu dinden alan çeşitli hayat sahnelerinin edebî eserlere yansıdığı bir gerçektir. Bizim edebiyatımızda ramazan ayı ve bu ayda farz bir ibadet olan oruçla ilgili edebî metinler azımsanmayacak kadar çoktur. Öyle ki deyimlerimizden roman ve öykülerimize, şiirimizden musikimize kadar kültürümüzün hemen her alanında ramazan ve oruçla ilgili motiflerle karşılaşılır. Ramazan dolayısıyla toplum hayatındaki değişmeler o kadar renkli ve çeşitlidir ki bütün bu geleneği “ramazan medeniyeti” olarak nitelendirebiliriz. Bu renklilik ve çeşitlilikle birlikte bu geleneği ayakta tutan ruh, klasik şiirimizden tekke şiirine, mani, türkü gibi anonim ürünlerden çağdaş edebiyatımıza kadar uzanan bir “ramazan edebiyatı”nın doğmasını sağlamıştır.
Edebiyatımızda dinî-manzum türler arasında ramazaniyyelerin ve ramazan konulu diğer şiirlerin önemli bir yeri vardır. XV. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar farklı seviyelerde ve nitelikte varlığını devam ettiren “ramazan edebiyatı”ndan söz etmek mümkündür. Bu itibarla Prof. Dr. Filiz Kılıç ve Prof. Dr. Muhsin Macit, başlangıçtan günümüze kadar muhtelif eserlerde farklı şairlerin ramazan konulu şiirlerini seçerek bir güldeste oluşturmuş: Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri.
Eser, Türk edebiyatında muhtelif zamanlarda yazılmış 63 ramazan şiirinin yer aldığı antolojik bir çalışmadır. Türk edebiyatında XV. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan “ramazan şiirleri” XVIII. yüzyılda yoğunluk kazanmış, değişik nazım şekilleriyle kaleme alınarak günümüze kadar devam etmiştir. Antolojide tüm bu zamanları kapsayacak şekilde divan şiiri örnekleriyle birlikte halk şiiri geleneği çerçevesinde verilen ürünlerle çağdaş şiirimizin konuyla ilgili örneklerine de yer verilmiştir.
Eserde, Türk edebiyatında ramazan ve ramazaniyyeler hakkında bilgi verildikten sonra, şiir örneklerine geçilmiştir. Seçilen şiirler, kronolojik olarak sıralanmıştır. Kasideler, terkib-i bend, gazeller, günümüzde yazılmış ramazan şiirleri ve ramazan manileri bulunmaktadır. Eserin son kısmında, verilen şiir örneklerinde geçen özel terimlerin açıklandığı bir bölüm ile bazı kelimelerin anlamlarının verildiği bir lügatçe bulunmaktadır.
Bilindiği gibi ramazan ayı, hilalin görünmesiyle başlar. Eskiden şaban ayının son günlerinde kadı tarafından görevlendirilen kişiler özellikle yerleşim birimlerindeki yüksek yerlere çıkarak hilalin görünmesini beklerlermiş. Hilali gören görevlilerin, durumu kadıya bildirmeleriyle birlikte ramazan orucu tutulmaya başlanırmış. Ramazan ayının başladığını halka duyurmak için topların atıldığını, kandillerin ve mahyaların yakıldığını yakın dönem hatıra kitaplarının satır aralarında okuyoruz. Hava şartlarından dolayı hilalin görünmediği zamanlarda şaban ayı otuz gün olarak kabul edilmiş, bu otuzuncu güne de yevm-i şek (şüpheli gün) denilmiştir. Bu güne dair tiryakilerin, ramazan sofularının ve diğer insanların tutum ve davranışları divan şairlerinin vazgeçemedikleri ironi unsuru olarak ramazaniyyelere yansımıştır. Antolojide, yevm-i şekle ilgili şu beyitleri görüyoruz:
Yevm-i şekk sohbetine şire sıkarken yârân
Sık boğaz etdi şahne-i şehr-i ramazân (Sâbit)
Başkaldırmadılar öğleye dek uykudan
Yevm-i şekk zevkına hazırlanan ahbâb-ı kirâm (Nedîm)
Ramazaniyyelerde sahur, imsak, oruç, iftar ve bayramla ilgili ifadeler doğal olarak yoğundur. Şairler zaman zaman aşk, ayrılık, vuslat gibi duygularını anlatırken benzetme unsuru, kimi zaman da sanki sevgili konumundaki bir insanmış gibi ramazan ve oruç kavramlarını şiirlerinde kullanırlar. Genel olarak şairler, orucu ayrılığa, bayramı vuslata denk görürler. Bu tutum âdeta gelenekselleşmiştir. Nev’î, bu geleneğin dışında ve dinî anlayışa daha uygun olarak farklı bir yaklaşımda bulunur şu beytinde:
Takarrüb kesb eden ârif temennâ-yı visâl etmez
Ki hiç savm-ı visâl ehline fikr-i rûz-ı ıyd olmaz
Ramazan ayı, on bir ayın sultanı kuşkusuz. Kadir Gecesi de ramazan ayının sultanı. Çünkü Kur’an-ı Kerim böyle bir gecede nazil olmaya başladı. Bununla ilgili Zâtî’nin bir gazeline yer verilmiş metinlerde:
Derler dua olur şeb-i Kadr olsa müstecâb
Rûzî kıla visâlini bu gece Kirdigâr
Kâmî de Kadir Gecesi’nde uyumamanın faziletli olduğunu oruçla ilgili çağrışımlara da imkân verebilecek nitelikte şöyle ifade eder:
Bilelim kadrini savmın gece kâim olalım
Olmaya göz göre kadri gözümüzden pinhan
Celvetî tarikatının kurucularından Üftâde’nin ramazan ayını istikbal için hece ölçüsüyle söylediği şiir, türün en güzel örneklerinden biri olarak antolojide yerini almış:
Âşıklara edin salâ
Oruç ayı geldi yine
Rahmet denizi cûş edip
Âlemlere doldu yine
Ramazan ayının sona ermesiyle birlikte müminlerin samimi hüzünlerini dile getiren Niyâzî Mısrî’nin şu dizeleri, bugün bile zevkle okunmaktadır:
Yine firkat nârına yandı cihân
Hasretâ gitti mübarek ramazân
Nuruyla bulmuştu âlem yine cân
Firkatâ gitti mübarek ramazân
Klasik şiirimizdeki ramazaniye ve ramazanla ilgili ürünlerle paralel olarak varlığını sürdüren anonim ürünlerin, halk arasında canlılığını devam ettirdiğini biliyoruz. Türkülerde, mani ve bilmecelerde ramazanla ilgili motif, kavram ve ifadeleri buluruz. İşte bir ramazan manisi:
Ramazan ibtidâsı
Kuruldu cennet binası
Bu ayda oruç tutanın
Kabul olur her duası
Edebiyatımızın Batılılaşmasıyla birlikte ramazan ayının değişik bakış açılarıyla edebî eserlere yansıdığını görüyoruz. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarında, Ahmet Rasim’in fıkralarında bu ayla ilgili çeşitli hayat sahnelerinin, eğlence ve oyunların anlatıldığını biliyoruz. Özellikle İstanbul eksenli bu ramazan edebiyatı, değişen toplum yapısıyla birlikte dinî hayattaki sarsıntıların, sapmaların ele alındığı bir zeminin nahif çizgilerini yansıtmaktadır. Bu konuda Tevfik Fikret, Mehmet Âkif, Arif Nihat Asya, Ahmet Remzi Akyürek, Şemseddin-i Bursevî, Kemal Edip Kürkçüoğlu ve Necip Fazıl gibi asrın başında yetişen şairlerin yazdığı şiirleri, taşıdıkları çizgilere rağmen ramazaniyelerden ayırmak gerekir. Çünkü bu şiirlerde artık müşterek unsurlardan ziyade şahsi çizgilerin netleştiğini görüyoruz. Tevfik Fikret’in şiirindeki nostalji, Âkif’teki tazarru, Ahmet Remzi’deki teslimiyet yeni bir iklimin havasını getiriyor bize. Yahya Kemal’in tavrı daha da farklı. “Atik Valdeden İnen Sokakta” başlıklı şiiri Osmanlı aydınının, çelişkilerinden kaynaklanan hüznünü ve trajedisini dile getirmektedir:
İftardan önce gittim Atik-valde semtine,
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sükûneti…
Günümüz Türk şiirinde de bilhassa eski ramazanlara özlemle kaleme alınan şiirlerle karşılaşıyoruz. Çocukluk günlerinin büyülü dünyasından şairlerin çıkarmaya çalıştıkları nostaljik çizgilerin yanında, gerçekten samimiyetin yoğurduğu iftar taksimleriyle geçmişten günümüze yansıyan renkler buluyoruz bu şiirlerde. Sofuzade M. Tevfik Efendi’nin ramazaniyesi geleneğin bir devamı olarak aynı çizgide yazılmış. Feyzi Halıcı, Yavuz Bülent Bakiler, Ömer Lütfi Mete, Cemal Oğuz Öcal, Âşık Deryamî, Hüseyin Yurdabak ve Abdullah Satoğlu’nun ramazan konulu şiirleri doğrudan konuyla ilgili olmaları bakımından yeni bir soluk alış olarak değerlendirilmiş ve antolojide onlara da yer verilmiş. Hüseyin Çelikcan’ın “Nice Ramazanlara” temennisi ve Hasan Akay’ın ramazanda İstanbul’un atmosferini anlatmaya çalıştığı “Ramazanda İstanbul” şiiri konuyla ilgili yepyeni örnekler olarak görülerek antolojiye alınmış. Dilaver Cebeci’nin “Kadir Gecesi” şiiri de tıpkı Zâtî’nin gazelinde olduğu gibi ramazan-Kadir Gecesi münasebetiyle esere dâhil edilmiş.
Örneklerden görüleceği üzere bütünüyle “ramazan medeniyeti”nin ürünü olarak değerlendirebileceğimiz ramazan şiirleri, dinî-kültürel hayatımızdan çizgiler taşıyan son derece önemli metinlerdir.
Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri, başlangıçtan günümüze “ramazan medeniyeti”nin muhtelif ürünlerinin bir araya getirildiği müstesna bir eser olarak okuyucularını bekliyor.