Makale

Kutsal Değerlerin Metalaştırılması

Kutsal Değerlerin Metalaştırılması

Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Metalaştırma yanlışına düşmemek için yapılacak şey din ve onun getirdiği değerlere mesafeli davranmak değil, bu değerlere ilişkin konularda samimi olmak yani dengeli ve tutarlı davranmaktır.

Dinî değerler ile din arasında parça-bütün ilişkisi vardır. Değerlerin metalaştırılması sonuçta dinin metalaştırılmasına evrilir. Bu da genellikle söylem ile eylem çelişkisinin sonucu olarak ortaya çıkar.

Dinî değerlerin metalaştırılmasının Hristiyanlık üzerinden sergilenen en ilgi çekici örneği endüljans uygulaması ile karşımıza çıkıyor. Bu uygulamaya göre; kilise, günah çıkaranlara belirli bir ücret karşılığında günahlarının affedildiğine dair bir belge veriyordu.

Din, dünya şartları içinde insanı ölüm ötesi hayata hazırlayan ilahî projedir. Bu niteliği ile din dünyanın ve dünyalığın geçiciliğine vurgu yaparak insana maddi değerlere ve onların yaşandığı maddi ortamlara kalıcı gözüyle bakmamasını ve getirdiği manevi değerlerin merkeze alınmasını telkin eder. Geçici değerler sadece nihai mutluluğu kazanmanın birer aracı olarak görülmeli ve hayatın akışı buna göre düzenlenmelidir. (Ğafir, 40/39; Nisa, 4/77.) Bu denklemin tersine çevrilmesi, yani geçici olan dünyalıkları elde etmek için dinin ve dinî değerlerin araç olarak kullanılması ilahî rehberliği metalaştırmak anlamına gelecektir.
“Meta” menfaat, ticaret malı, ihtiyaç giderilen şey anlamına geliyor. İktisat felsefesinde kelime anlam daralmasına uğrayarak sadece mübadele ya da alışverişe konu olan şeyler anlamına kullanılır olmuştur. Bu bakış açısı ile metalaştırma, maddi olanın yine maddi olanla değişime konu edilmesi olmaktadır. Dinî değerlerin metalaştırılmasında ise, maddi olmayan/dinî değerlerin dünyevi amaçla mübadele edilmesi söz konusudur.
Metalaştırma eğilimi dünyalık sevgisinin beslediği kötü bir damardır. İnsanın yanlış olan bu yola girmemesi için Kur’an çeşitli üslup ve yöntemlerle yoğun uyarılarda bulunur. Nitekim meta vurgusu kelimenin çeşitli türevleri ile Kur’an-ı Kerim’de 69 defa kullanılmıştır. Bu kullanımlar ağırlıklı olarak dünya hayatından yararlanma yollarının çokluğu karşısında ahiretin unutulmaması, dünyayı ahirete tercih etme yanlışına düşülmemesi yönündeki uyarılar niteliğindedir. Dünya metaı konusunda ölçüyü kaçırmaktan daha büyük olan yanlış ise manevi değerlerin metalaştırılması, maddi çıkarlara araç yapılmasıdır.
Modern zamanlarda hayatın her alanında metalaşmadan, metalaştırmadan şikâyet edilmektedir. Gerçekten de çağımız insanı hiç olmadığı kadar bu olguyu yaşıyor; hem özne olarak hem de nesne olarak. İnsan metalaştırmanın öznesi oluyor; çünkü seküler hayat algısı ile manevi olana sadece bir araç, yarara dönüştürülecek bir meta olarak bakıyor. Öte yandan insan metalaştırmanın nesnesidir, yani kendisi nesneleşmektedir; çünkü kendisine “insan” olma imkânını sağlayan manevi değerlerden soyutlanınca sadece kerametten yoksun maddi yapısı ile baş başa kalmaktadır. Böyle bir durumda insan cevapsız binlerce “Bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim?” sorusunun girdabında boğulmaktadır. Buradaki “insan” belli bir süre öncesine kadar yaygın şekilde batı toplumuna ait bir olguyu çağrıştırıyordu. Bütün ezilmişliğine, çaresizliğine ve tükenmişliğine rağmen Müslüman toplumlar kendi içlerinde metalaştırma ve metalaşma olgusuna neredeyse yabancıydılar. Ancak küçülen dünyanın karmaşık etkileşim biçimleri içerisindeki Müslümanların, değerlerinin savunuculuğunu yapma yetenekleri oldukça hasar görmüştür. Her türlü faaliyete kâr ve yarar algısı ile değer biçen kapitalist sistem kaçınılmaz şekilde bütün değerlerin içini boşaltmakta; dinî değerler de bu kıyımdan nasibini almaktadır.
İnsanlar inançları doğrultusunda sergilenen eylemleri destekler ve bu eylemi sergileyenlere en azından duygusal yönde pirim verirler. Pirim yapan eylemlerin samimi olmaması hâlinde dinî değerlerin dünyevi menfaate dönüştürülmesi yani bir istismar söz konusu olur. Bu da dinî değerlerin metalaştırılmasından onları dünya şartları ile sınırlı küçük hesaplara araç yapmaktan başka bir şey değildir.
Metalaştırma yanlışına düşmemek için yapılacak şey din ve onun getirdiği değerlere mesafeli davranmak değil, bu değerlere ilişkin konularda samimi olmak yani dengeli ve tutarlı davranmaktır.
İslam, insanın fıtrat mayasına sadık kalmasını hedefler. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim, metalaştırma eğilimini geriye itip bireyde dünyalıklara sadece gerektiği kadar değer verme bilincini oluşturacak, dünya sevgisini olması gerektiği yerde tutacak uyarılar yöneltir. Bunu yaparken de dünya menfaat ve zevklerinin geçiciliğine, Allah katındaki güzelliklerin kalıcılığına dikkat çeker. İnsana verilen dünyalıkların birer geçimlik olduğu, Allah katıdaki iyiliklerin hayırlı ve kalıcı olduğu telkininde bulunur. (Şûra, 42/36.)
Manevi değerlerden dünyalık yarar sağlamanın en sinsi yolu riya yani ikiyüzlü davranışlardır. Allah’ın beğenisine sunulması gereken bir eylem, gerçekte açıkça ya da üstü örtülü şekilde insanların beğenisine sunuluyorsa ortada riya var demektir. Oysa bizler “sağ elin verdiğini sol elin görmemesi” gibi ahlaki bir ilkenin yükümlüsüyüz.
Dinî değerler ile din arasında parça-bütün ilişkisi vardır. Değerlerin metalaştırılması sonuçta dinin metalaştırılmasına evrilir. Bu da genellikle söylem ile eylem çelişkisinin sonucu olarak ortaya çıkar. Bu noktada kişi, kendini “dindar” olarak tanımlar ama davranışları dünyevidir. Din ile olan ilişkisi cenaze ve mevlit merasimleri gibi etkinliklerde ortaya çıkan sembolik bir olguya dönüşür.
Metalaştırma vahiy olgusunun insan elinde uğradığı en ağır tahrip hareketidir. Kur’an-ı Kerim bu gerçeği, kelimenin temel çağrışımı olan “mübadele” bağlamında ve ilahî hükümlerin maddi değerlere feda edilmesi üzerinden dile getirir. Mukaddes kitabımızın yirmiye yakın yerinde “ayetlerimi az bir pahaya değiştirdiler” türünden tespitler vardır. Bu tespitlerin odağında ise, bulundukları konumu sağlamlaştırmak ve dünyalık imkânlar sağlamak için Tevrat’ın içeriğine müdahale eden Yahudi din bilginleri vardır: “Ayetlerimi az bir karşılığa değişmeyin...” (Bakara, 2/41.) “Vay o kimselere ki elleriyle Kitabı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için ‘bu, Allah’ın katındandır’ derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” (Bakara, 2/79.)
Yahudilikteki metalaştırma hareketinin en belirgin örneklerinden biri de Kudüs mabedi üzerinden sergileniyordu. Allah’ın evi olarak herkese açık olması gereken mabet ancak belli bir ücret karşılığında ziyaret edilebiliyordu. Başka ülkelerden gelenler ziyaret ücretini kendi paraları ile değil, mabetten sorumlu kişilerin belirlediği para türüyle ödemek zorunda idiler. Bu durum mabedin çevresinde yabancı paraları kabul edilen para birimine dönüştüren bir gurubun ortaya çıkmasına sebep oldu. Bunlar çoğu kez para bozma karşılığında fahiş farklar alırlardı. Hz. İsa bu açgözlü adamları kınayarak Allah’ın evini “ticarethaneye” ve “haydut yatağına” çevirmekle suçlamıştır. (Yuhanna 2: 13-16; Matta 21: 12, 13.)
Dinî değerlerin metalaştırılmasının Hıristiyanlık üzerinden sergilenen en ilgi çekici örneği endüljans uygulaması ile karşımıza çıkıyor. Bu uygulamaya göre; kilise, günah çıkaranlara belirli bir ücret karşılığında günahlarının affedildiğine dair bir belge veriyordu. Bu belge kişinin günahsız olduğu anlamına geldiği için “cennet tapusu” olarak da adlandırılmıştır.
Dinin geçmiş ümmetler üzerinden yaşadığı metalaştırma tasallutu olup bitmiş, tarihe mal olmuş bir şey değildir. Aksine din-insan ilişkilerinin söz konusu olduğu her yerde potansiyel hâlde var olan, fırsat bulduğunda kendini gösterme kabiliyetine sahip bir hastalıktır. Onun için Kur’an inananlarını bu hastalığın pençesine düşmekten ısrarla sakındırmış; kendilerine geçmişte yaşanan olumsuz örnekleri sunmak yanında “ayetlerimi az bir karşılığa değişmeyin...” şeklinde doğrudan uyarılarda bulunmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) de dünya yararına ahiret yurdu güzelliklerine tercih etmeyi “dünya fitnesi/ dünya imtihanı” diye nitelemiş ve bu durumdan Allah’a sığınmıştır. (Buhari, Cihad, 25.)
Kur’an’ın ücretle okunmasının, ücretle imamlık yapmanın, İslami ilimleri ücret karşılığında öğretmenin caiz olup olmadığı yönündeki fıkhi münakaşa, bu işlerin dini metalaştırma dairesinde yer alıp almadığı ile ilgilidir.
Her dönem kendi metalaştırma yöntemlerini kendi şartları içinde oluşturmaktadır. Okudukları ilahilerin çağrıştırdığı hiçbir duygu ve algı ile örtüşmeyen tavırlar içinde “ilahi” okuyup alkış isteyen “solist”ler, çağdaş müziğin bütün aletlerinin, popundan klasiğine her türlü nağmelerinin, kullanıldığı yanık “ezgiler”, dinî değerleri metalaştırmanın hemen her yerde görülebilen birer örneğidir.
Tesettür ve onun ilk çağrışımı olan başörtüsü uğruna verilen mücadele ve bu konuda gelinen nokta, ülkemizin sosyolojik ve siyasal tarihinde çok özel bir konu başlığı olarak yerini şimdiden almış görünmektedir. Ne var ki vücut hatları belirgin hâlde el-ele, kol-kola kadınlı erkekli halay çeken genç kızın başına doladığı “kumaş”ın da başörtüsü diye nitelenmesi bu dinî simgenin nasıl metalaştırıldığının, içinin nasıl boşaltıldığının çok açık bir göstergesidir.
Hac ibadetinin yerine getirildiği coğrafyada yer alan Kâbe, Hıra Dağı, Sevr Mağarası, Hıra Mağarası, muallak taş ve zemzem kuyusu gibi mekân ve varlıkların maketlerinin özel bir alan oluşturacak şekilde “asr-ı saadet köyü” ve benzeri isimler altında bir araya getirilerek ziyarete açılması İslami algıda yaşanan başka bir metalaştırma örneğidir. Hz. Peygamber ve ashabının yaşadığı örnek hayatın bu şekilde maddi temsiller üzerinden değil, öğrenme ve uygulamaya dayalı olarak fiilen yaşamakla gerçekleşebileceği gerçeği seküler baskı anaforunda göz ardı edilmekten kurtulamamıştır.
Metalaştırma; madde ile ölçülemeyen değerlere kendi aklınca fiyat biçmek, buna cesaret göstermek ise kendi eliyle zehir içmektir. Dindarlık, ilahî mesajlara yeni birer kalıp ve şekil vermekle değil, onların hayata yön vermesine fırsat tanımakla kendini ispat eder. “Var” oluşumuzun temel şartı budur.
“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele!”