Makale

Fıtrata Rücu Etmek/Edebilmek

Fıtrata Rücu Etmek/Edebilmek
Ayşe Bayraktar BARIŞ

Her sahur vakti, bir sorumluluğa uyanmaktır ramazan. Rabbinin rızasını kazanmaya, nefsine hâkim olmaya, özündeki iyiye kavuşmaya çabalamaktır. Nefsini en güzel sözlerle terbiye ederek, ahlakını güzelleştirmek ve gönlü tertemiz hâline geri döndürmektir.

Ramazan, koskoca ahşap kapıları ardına kadar açılmış bir rahmet yuvasıdır. Günahından nedamet duyana, pişmanlıklarla boğuşana, her şeyi en başa alma isteğiyle koşuşturana açılan kapılar.

Akşam ezanına dakikalar kala sıklaşıyor sokaktaki adımlar, kalabalıklaşıyor ana caddedeki lokantalar, hareketleniyor evlerdeki mutfaklar ve sabırsızlanıyor pide kuyruğundaki çocuklar. Ezan sesiyle o günün bereketine kavuşuyor, orucu sadece bedeniyle değil yüreğiyle de tutanlar.
Ramazan gelmeden coşkusu ve sevinci gelir, yerleşir gönüllere. Günlerce öncesinden çarşılar, pazarlar onlarca nimetle donatılır; evler, dolaplar bir aylık erzakla, öyle her zaman alınamayan ama ramazan sofrasında olmazsa olmaz yiyecekler ile doldurulur. Evin en mutluları ise, yılın en hareketli ve bereketli ayının küçük şahitleri olur. Hepsinin dimağına kazınır, görkemiyle gelen on bir ayın sultanı ramazan. Hiç geçmesin ve bitmesin, güzelliği ve sevinci devam etsin istenir.
Her sahur vakti, bir sorumluluğa uyanmaktır ramazan. Rabbinin rızasını kazanmaya, nefsine hâkim olmaya, özündeki iyiye kavuşmaya çabalamaktır. Nefsini en güzel sözlerle terbiye ederek, ahlakını güzelleştirmek ve gönlü tertemiz hâline geri döndürmektir. Ramazan demek, yaratılıştaki öze, fıtrata rücu edebilmektir. Bedeni fazla yükten, dili fazla sözden, gönlü çirkin düşünceden arındırabilmektir. Sadece kendini düşünme gafletine düşen insana, bir başkasının da hâlini düşündürebilmektir. Bencilliğinden sıyrılıp, elinden ne geliyorsa yapması için teşvik etmektir. Fakirlik korkusuyla biriktirme hastalığına düşene, bölüşmeyi, paylaşmayı öğretebilmektir. Acı sözlerinin mahkûmu olana, en büyük galibiyetin, öfkesini yenmeyle mümkün olduğunu hatırlatmaktır. En doymak bilmez nefislere, bir bardak su ve bir dilim ekmek ile de Rabbine şükretmeyi başarabilmektir. Ve ramazan, insanı on bir ayın hoyratlığından alıp, en naif hâline dönüştürebilmektir.
Kimin en güzel anıları ramazana dair değildir? Sahur vakti evi saran taze demlenmiş çay kokusu, gün boyu okunan Kur’an-ı Kerimlerin dudaklardaki mırıltısı, iftar sofralarındaki türlü türlü lezzetler, iftar sonrası teravihe yetişmek için yapılan koşuşturmalar. Sahurla başlayan coşku, öğleden sonra içe doğru bir yolculuğa, akşam Rabbe şükür ve sabırla yakarışa, teravih namazı ile koca bir ümmetin parçası olmaya niyettir aslında. Niyetimiz sadece oruç için değildir, ramazanın getirdiği ne varsa, ondan payımızı almaktır. Sabır, şükür, tevazu, sükûnet, huzur, teslimiyet ve güvene niyet ederiz. Ve bu niyetle geçirilen her gün kemale erme yolunda atılan birer adımdır bizim için. Daha çok kendimiz oluruz, rollerimizden sıyrılır, maskelerimizi atar, makamlarımızı terk eder, daha çok kul oluruz. Rabbine yaklaşmaya, O’nunla bağlarını kuvvetlendirmeye, herkesten çok O’nun huzurunda olmaya önem veririz. Emrini yerine getirmenin huşusu ve huzuruyla dünyevi hırsları ve tutkuları bir kenara bırakabiliriz. Hakikati anlamaya ve yaşamaya çok yaklaşırız ki, hızla geçen günler ve geceler nihayete erer.
Ramazan… Bir ay süren kısa ama bereketli yolculuk. Fıtratından uzaklaşan, kendine yabancılaşan insanı, akleden kalbini bulmaya yönlendiren, geçmişte kalan huzuru ve sadeliği hatırlatan bir seyahat. Köy tarhanası kokusu, buharda yumuşatılmış ekmeğin dokunuşu, sahura kalkma telaşı, gurbette okuyan evladın dönüşü, birlikte olmanın verdiği neşe ve geceye karışan mutlu ama uykulu çocuk sesleri… O anlarla beslenir ramazan coşkusu ve o anılarla zihinlere kazınır. Bir sofranın etrafında toplanabilmenin imkânını ve lüksünü yaşatır bize, günlük telaşlar ile bir araya gelemeyen, vakti denk düşürüp aynı anda yemek yiyemeyen zaman fakirlerine. Tek başına, hızla, aceleyle yenen yemeklere inat, sevdikleriyle, özenle ve huzurla yenen yemeklere ve sofralara dönüşür, ramazan sofraları.
Ömrün en bereketli zamanlarıdır ramazan. Bir gecesine, binlerce geceyi sığdırabileceğimiz kadar mebrur ve hâlimizden memnun. Muhatabı olduğumuz Kitabın inmeye başladığı geceyle şereflenmiş bir ay ve sıra sıra meleklerin her türlü iş için indiği o kutlu gece. Samimiyetle açılan ellerin, hüzünle yaşaran gözlerin, incinerek kırılan kalbin, karşılıksız bırakılmadığı, cevabını en yüce makamdan aldığı o kıymetli gece… Kullarına, evladına şefkat gösteren bir annenin, kat kat üstünde bir şefkatle muamele eden Mevla’nın, merhametinin tecelli ettiği gece. Kulunun duasını, ibadetini, haykırış ve gözyaşını kabul edeceğini vaat ettiği gece. Yeter ki o geceyi arama gayreti içinde olsun ve kadrini bilsin. On bir ayın sultanını o geceyi bularak taçlandırsın ve şereflendirsin.
Yalnızlıktan şikâyet edenlere şifa olur, her gece kılınan teravihler. Tanısın, tanımasın, aynı safta yer almanın, aynı amaçla el açmanın ve ortak tek bir makama yönelmenin bir araya getirdiği müminler. Gün boyu Rabbinin rızasını kazanma çabası, iftar zamanı zafer kazanmış komutan edası ile kalabalıklar arasında olmanın güvenidir. On bir ay boyunca hissedilen tek başınalık, yalnızlık ve güvensizliğin yerinde bir bütünün parçası olmanın verdiği güven…
Ramazan, koskoca ahşap kapıları ardına kadar açılmış bir rahmet yuvasıdır. Günahından nedamet duyana, pişmanlıklarla boğuşana, her şeyi en başa alma isteğiyle koşuşturana açılan kapılar. Tövbelerin en samimi duygularla yapılıp, Cenab-ı Hak tarafından kabulünün müjdeleyicisidir. Dünyaya tertemiz bir yürekle gelen; öfke, haset, kibir ve bencillikle zedelenen; amellerinde sadece nefsini tatmin etme gayretinin peşinde koşan; dünyayı tüm benliğiyle kavrayan insana “dur!” diye ikazıdır. Durdurup, nereye ve ne amaçla koştuğunu sorduran, ahiretin varlığını ve Allah’ı hatırlatan ve bunu yaparken umudu hiç eksik etmeyen bir uyarıdır. Keşkelerle boğuşmak yerine tövbeye sarılmanın, affedileceğine yürekten inanmanın, tekrar bir çocuk masumiyetine kavuşabilmenin zamanıdır. Bir çocuk gibi daha kolay ağlayıp, daha içten gülebildiğimiz, endişelerden arınıp sadece yaşadığımız günü düşünebildiğimiz, dünyevi hesaplar peşinde koşmayıp var olana şükredebildiğimiz…
Paylaşmanın bir diğer adı ve en tatlı zamanıdır ramazan. Rızkımızı bölüşerek daha çok artacağına inancımız pekişir. Sofralarımız şenlenir önce en sevdiklerimizle. Sonra aç olmanın, aç kalmanın ne anlama geldiğini hissederiz. Açları doyurmanın sorumluluğunu fark edip, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözünün hikmetini anlarız. Dünyadaki fakirliğe, üzüntüye duyarsız kalamayız, incecik kalmış kemikleriyle bir dilim ekmek için bekleyen insan görüntülerini hafızamızdan silemeyiz. Ve gücümüz nispetince infakın yollarını aramaya çalışırız.
Ramazanda sözler de kalple birlikte yumuşar ve arınır, katılığından ve sertliğinden. İyi niyetle düşünmeye ve halis niyetle muamele etmeye davet eden bir çağrı olur herkese. Oruçlunun, kendini sadece yiyeceklere değil, öfkeye, kötü söze ve gerginliğe de kapattığı, “ben oruçluyum” diyerek, öfkesinden sıyrılabilme imkânıdır. Nebevi öğütle kendine çıkış yolu bulan insan, kalp kırmayı, karşısındakini incitmeyi, tartışmayı ve gereksiz sözlerle zaman kaybetmeyi de çıkarmış olur hayatından. Çevresinde vuku bulan en küçük hataya dahi tahammül edemeyenlere, hoşgörü penceresinden bakabilmeyi öğretir. Çünkü Allah’tan af ve mağfiret dileyen insanın, önce affetmeyi ve hoş görmeyi bilmesi icap eder. Yıllarca süren kırgınlık ve küskünlükleri bir kenara bırakabilmeyi, nefretlerinden sıyrılıp, amellerini ifsat etmeden devam edebilmesini hedefler.
Ve ramazan, gönlün gurbetten yuvaya dönüşüdür. Etrafınızı çevreleyen onca yabancı sözcüğe, sayısını artık hesaplayamadığınız kadar çok geçen günlere, beş vakit minarelerden duyamadığınız ezana, yüzünü göremediğiniz sevdiklerinize rağmen; gurbet, ramazanda gurbet olmaz. Her iftarınızı paylaşacak dostlar, aileniz olur; teravih kalabalığıyla coşan küçücük mescitler, birer Sultanahmet ya da Kocatepe Camii olur; vatanından kilometrelerce uzakta hüzünlenen kalpler, ramazan sevinciyle dopdolu olur. Ramazan her gurbetçiyi ayrıldığı topraklara, baba ocağındaki dertsiz-tasasız günlere, akşam ezanıyla ışıklanan minarelere, sokaklara yayılan yumurtalı pide kokularına alır götürür. Ramazanla dolu geçen bir ay, gurbet sıla olmaz, özlem vermez yüreklere.
Ramazanın başlangıcındaki heyecan ve sevinç, günler geçtikçe yerini hüzne ve özleme bırakır. Geride kalan günleri özlemeye, gelecek ramazana kavuşma endişesi hissetmeye başlanır. Ömrün dopdolu ama olanca hızıyla geçen ramazanı… Özlenir ve tekrar kavuşmak için dua edilir Yaradana. İnsanı en güzel ahlakla yaratan, her türlü imkânı önüne seren, peygamberler ve kitaplar ile lütfunu esirgemeyen, nimetleri ile donattığı yeryüzünde insanı halife kılan Yüce Allah, ramazan bilinci ile şımaran nefislerimizi terbiye etmemizi murat eder. Bir ay boyunca ahlakını güzelleştirme gayreti içinde olan kuluna nihayetinde ise bayram hediye eder. Çocuk fıtratına geri dönen insanın bayramı bir çocuğun neşesiyle geçirmesini ister. Bir çocuk gibi mutlu, heyecanlı, her anını gülen bir yüzle geçiren… Ve şükür bekler kulundan, ramazan ile ömrünün en güzel demlerini yaşattığı ve yaşamına değer kattığı için…