Makale

Oruca Tutunmak

Oruca Tutunmak

Dr. Bilal ESEN
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Oruca tutunmak, tertemiz öze dönüştür, araya giren engelleri kaldırıp fıtrata tutunuştur. Oruç bir nevi, insanın insanlığına tutunması, gözüne inen perdeleri sıyırıp hemcinsleriyle aynı şuurda buluşması, insanlık ailesinin ortak sevinç ve kederlerinden haberdar olup iyiliğe sarılmasıdır.

Her maddi varlığın giderek yokluğa karıştığı şu dünyada, oruç ayı her yıl bize gelerek aczimizi ve faniliğimizi hatırlatır, ölümün bulunmadığı bir hayatın ve sonsuz saadetin ufuklarını gösterir.

Oruç, imsak ile başlayıp yine “imsak” ile devam eden ve iftarla sonlandırılan bir ibadettir. Bu hâliyle o, bedenin yapmak şeklinde bir eylemi olmak yerine terk etmek şeklinde bir tutumu olarak gözükmektedir. Kutlu Nebi, zihinlere yaklaştırmak ve gayesine matuf kılmak için orucu somutlaştırmış, “Oruç bir kalkandır.” buyurmuştur. Kalkan, ilk bakışta savunma amaçlı ve pasif gözüken bir silahtır. Onunla sahici bir korunma sağlayabilmek için nasıl tutacağını bilmek ve sıkıca kavramak gerekmektedir. Bu tutuş aslında bir tutunuştur, saldırılar karşısında varlığını koruma ve idâme ettirme adına bir vasıtaya sığınıştır.
Peki, oruç kimi, neye karşı koruyacaktır? Hadisin devamındaki “Oruçlu kişi, kötü söz söylemesin ve cahillik yapıp kavga etmesin. Şayet biri kendisiyle kavga etmeye veya sövmeye kalkarsa, ona karşı iki defa ‘ben oruçluyum’ desin.” (Buhari, Savm, 2.) ifadesi, insana yönelen saldırıların sadece hariçten olmadığına işaret eder gibidir. Oruç hatırlanıp muhataba karşı ilkten bir hatalı davranış sergilenmediğinde, kimin kazanacağı önceden belli olmayan bir kavga hiç başlamamış olmakta, oruç kişiyi korumaktadır. Bunun gibi, muhataptan bir sataşma geldiğinde ölçülü bir tepki verilerek “ben oruçluyum” denmesi de kişiyi korumaktadır. Tepkinin ölçüsüz olması hâlinde tatsızlığın alevlenmesi ve karşılıklı zarar görme söz konusu olabilecek iken, mümin, içinden gelen ve hatalı tepkiye sevk eden güdüleri durdurmakta ve onları durdurmak için de oruca sığınmış olmaktadır.
Oruç, öncelikle içteki zararlı güdülerden, hırslardan, madde ile bedenin ruhu esir edici emellerinden ve şeytanın saptırmalarından kişiyi korumaktadır. Maneviyatımızın iç ve dış düşmanları tarafından yöneltilen saldırılara ve atılan oklara karşı oruçtan daha koruyucu bir kalkan yoktur.
Vahyin öğrettiği bir nefis terbiyesi ve irade eğitimi
İnsan, İslam fıtratı üzere doğmasına rağmen, maddenin çekiciliği ve çevrenin menfi telkinleri gibi sebeplerle, nefsine yerleştirilmiş bulunan iki zıt yetenekten biri olan kötülüğe meyledebilmekte ve sırat-ı müstakimde yürümekte zorlanmaktadır. İnsanı yoktan var eden Yüce Allah, onun yaratılışına koyduğu iyi ve kötüyü ayırt edebilme yeteneğinden ayrı olarak, teşrii ilkeler de vazetmiş ve hidayetin yollarını vahiyle ona göstermiştir. Vahiy göz ardı edildiğinde nefsin insanı sürükleyeceği yer, kötülüktür. Bu yüzden Hz. Yusuf: “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” demişti. (Yusuf, 12/53.)
Vahyin öğrettiği irade eğitimi ve nefis terbiyesi vasıtalarından en önemlisi oruçtur. Allah Rasulü, nefsin şehevi arzularına ket vurmak için orucu önermiş (Buhari, Savm, 10.), özelde ramazan orucunun hikmeti ise, bizzat Yüce Allah tarafından “sakınasınız/korunasınız diye size farz kılındı.” (Bakara, 2/183.) biçiminde açıklanmıştır. Sakınan insan, kötülüğe iten duyguların baskısını azaltıp iradenin gücünü arttırarak Rabbinin razı olmayacağı işlerden uzak durma hassasiyeti kazanmış bir nefsin sahibidir. Başka bir deyişle o takva sahibidir. Müminin takvası Allah’ın gazabına uğramaktan daha büyük korkusunun, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktan da daha büyük bir dileğinin bulunmaması demektir. Nefsin bu özelliklere sahip olması ise, uygun araçlarla eğitilmesine ve eğitim için de bir sürece ihtiyaç duymaktadır. Ramazan orucu, anlık değil bir süreç olması bakımından bu eğitimi gerçekleştiren bir ruhi olgunlaşma evresidir. Oruç ayında, geçmişte rutin şekilde devam eden hayata, kararlı bir irade ve taptaze bir bilinç katılmış olmaktadır. Bu irade ve bilinçle oruç, ay boyunca peş peşe tekrarlandığında manevi kazanımlar pekişmekte ve ruhumuza takvanın silinmez izleri nakşedilmektedir.
Beden yanında ruhumuzun da var olduğunu unutmadan dengeli bir hayat sürdürebilmek, maddeyi mana önünde duran kalın bir duvar değil manayı ve öteleri görebilmek için bir vasıta kılmak hususlarında hiçbir ibadet oruç kadar etkili değildir.
Oruca tutunmak, tertemiz öze dönüştür, araya giren engelleri kaldırıp fıtrata tutunuştur. Oruç bir nevi, insanın insanlığına tutunması, gözüne inen perdeleri sıyırıp hemcinsleriyle aynı şuurda buluşması, insanlık ailesinin ortak sevinç ve kederlerinden haberdar olup iyiliğe sarılmasıdır.
İbadetler, zirvelere ulaştıran vasıtalar gibidir
İbadetlerin birtakım gayeleri vardır. İbadetler sabır ve azim gerektirirler fakat asla insanın sırtında bir yük olmayıp belki insanı alıp ötelere ve yükseklere götüren vasıtalara benzerler. Onların doğru hedefe götürdüğünde şüphe yoktur. Çünkü salih amellerin kurtuluşa götüreceğini bildiren, el-Hadi ismiyle müsemma olan Yüce Allah’tır:
“Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; bâki kalacak salih ameller ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf, 18/46.)
“…Oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar; iffetlerini koruyan erkekler, iffetlerini koruyan kadınlar; Allah’ı çokça anan erkekler, çokça anan kadınlar; işte bunlar için Allah büyük bir ödül hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/35.)
Oruç ibadetine sarılarak fani âlemin aldatıcı serabından manevi iklime yönelen insan, denizde bir kurtuluş gemisine sığınan gibidir. Her yıl bir defa gelen oruç ayı, mümini günahlardan kurtarıp baştanbaşa temizler, kalbini, zihnini ve ruhunu eritir, saflaştırır ve sonunda insan yepyeni bir dünyaya gözlerini açar. Allah Rasulünün beyanıyla, “Kim ramazanda Allah’a inanarak ve mükâfatını yalnızca Allah’tan bekleyerek oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, İman, 28.) Ramazan ile gerçekleşen bu değişim bayramla bitmez, kazanılan ruhi tecrübeyi bütün bir yıla yaymak üzere bir başlangıç olur.
Oruç mümine, bedeni ve maddeyi yeniden anlamlandırmayı öğretir, tabiatın ve içinde bulunduğumuz âlemin gerçekte ne olduğunu ve bize ne söylemek istediğini değerlendirme fırsatı sunar. Her maddi varlığın giderek yokluğa karıştığı şu dünyada, oruç ayı her yıl bize gelerek aczimizi ve faniliğimizi hatırlatır, ölümün bulunmadığı bir hayatın ve sonsuz saadetin ufuklarını gösterir.
Oruç, nefse dur diyerek ruhun önünü açmakta ve daimi kulluğa hazırlamaktadır. Oruçlu, gün boyu yapıp ettikleriyle Yüce Allah’ın gözetiminde olduğunu bilir ve Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmenin, kısacası ihsan şuurunun doruklarında yaşar.
Oruç aç kalmaktan ibaret değildir. Gelibolulu Mustafa Ali, orucu açlık sanıp ramazan günü oruç bilincine aykırı davrananların, ağzı bağlı herhangi bir canlıdan farklı olmadıklarını belirtmekte (Riyâzü’s-sâlikîn, 1998, s. 53-54.) ve müteakiben şöyle demektedir:
Açlıgı savm anlar o dîvâneler
Tâat-i Hak sırrına bigâneler

Savm odur ey sâlik-i rûşen-derûn
Cürm ü günehden ola azâ masun
Oruç, müminin istikbalini aydınlatan bir ışıktır
Oruç bazı bedensel davranışları ket vurmanın ötesinde kişiliği eğitmekte ve ruhumuzu geleceğe hazırlamaktadır. Aslında oruç, aktif bir eylemdir. Evet, oruç bir sabır eğitimidir ve hadiste buyrulduğu üzere “oruç, sabrın yarısıdır.” (Tirmizi, Deavat, 67.) Fakat sabır sadece şimdiki zamana veya geriye dönük pasif bir eylem değil, geleceğe yön veren bir kılavuzdur. Bu yüzden Rasul-i Ekrem Efendimiz, “Namaz nurdur, zekât burhandır, sabır ışıktır.” buyurmuştur. (Müslim, Tahare, 1.) Sabır, kalbi aydınlatan bir ışıktır. Sabırlı kişi, doğru ve aydınlık yolda önünü görerek yürüyen kişidir. Sabretme erdemini gösterebilenlerin gerçekleştirdikleri işlerin akıbeti aydınlık olur. Onlar sabrederek mahrum olanlar değil, sabrın ışığıyla geleceklerini aydınlatanlardır. Sabırla oruç tutanlar, savunmada kalıp pasif duruş sergileyenler değil, dindarlıklarının geleceğini sapasağlam inşa edenlerdir.