Makale

Yeni Roller ve Yeni Sorumluluklarıyla Kadın

Yeni Roller ve
Yeni Sorumluluklarıyla Kadın
Dr. Halide Yenen
istanbul Müftülüğü / Vaize
Dünyaya geldiği andan itibaren başlar insanın yaşam mücadelesi. Büyüdüğünde kadın ya da erkek rolünün gereklerini yerine getirecek olsa da henüz cinsiyet ayırımı yoktur ilk çabalamasının. Her ne kadar yiyecek ve barınak bulma endişesi yoksa da dışardan kendisine sunulan kabın içindeki besini emme ve yutma gibi bir sorumluluğu vardır artık. Ellerini ayaklarını rahatlıkla kullanabilecek çağa geldiğinde yiyeceğin bulunduğu yere gitme, onu ağzına götürme ve çiğneme, kıyafetlerini tek başına giyebilme ve hatta beden temizliğini yapma gibi eylemler de eklenmiştir sorumluluklarına.
Kıyafetlerde, oyunlarda ve oyuncaklarda kendini gösterir ilk kimlik farklılığı. Kız çocuğu ise bebekle, erkek çocuğu ise araba ve silahla oynamaya başlar. Birlikte oynarlar; hatta şarkısı da vardır oyunlarının. Küçük Ayşe, küçük askerin neyle meşgul olduğunu merak edip sormaktadır. Küçük asker de ne yaptığını güzel güzel anlatır ona; bana hesap mı soruyorsun demez! Küçük Ayşe kendini değerli ve güvende hisseder bu cevapla; hatta küçük askerin kendisine ne yaptığını sorması, yaptığı işin önemli olduğu duygusunu uyandırır onda ve anlatmaya başlar. Küçük Ayşe ve küçük asker, farklı olsa da meşguliyetleri, birbirleriyle ilgilenmektedir. Bir sorumluluğu paylaştıklarının bilincindedirler âdeta; birinin işi diğerinden daha önemsiz değildir. Her ikisi de bir ucundan tutmaktadır yaşamın, terazinin kefeleri gibi. Psikolojik bir tatmin oluşur küçük kalplerde; gücü, güveni, sadakati yansıtır küçük asker; rahmet, güven ve sadakat tezahür eder küçük Ayşe’de.
Oyun çağı geçip kendini ve çevresini daha gerçekçi bir şekilde idrak etmeye başladığında farklı roller içinde tanımaya başlar insan kendini; bir anne babanın kızı veya oğludur, kardeştir, öğrencidir, arkadaştır. Her biri farklı davranış biçimini gerektirir. Her bir rolün kendine özgü sorumlulukları vardır. Ve insan o çağlarda bu rolleri bir görev bilincinden ziyade yaşamın tabiiliği içinde yerine getirir. ilerleyen zamanla birlikte roller de farklılaşarak artar; genç bir kız veya genç bir erkek olmuştur artık. Gelecekteki işini, eşini, yaşam tarzını planlayan bir bireydir aynı zamanda. Çalışma hayatına atıldığında yaptığı işin niteliğine göre farklı roller içinde bulur kendini. Yöneticidir, yönetilendir, doktordur, mühendistir, avukattır, esnaftır, işçidir vs. Her biri kendine özgü ilişkiler ağını da beraberinde getirir. Aynı anda hem amirdir hem memur, denetleyen ve denetlenendir, hem öğretmen hem öğrenci hem de velidir… Her rolün kendine özgü davranış biçimi ve sorumluluğu vardır. Farkına varmadan, yaşamın içinde öğrenivermiştir insan farklı rollere bürünebilmeyi ve ister istemez o rollerin gereğini yapma durumunda buluştur kendini. Yapılmadığı takdirde hem bireysel hem de toplumsal hayat yara almaktadır çünkü.
Evlenip de -kadın ya da erkek- eş rolünü üstlendiğinde ve buna baba veya anne olma sorumluluğu eklendiğinde farklı bir çehreye bürünür insanın yaşamı. Toplum içindeki fertlerden herhangi biri iken o toplumun en küçük ve en önemli birimi olan aile kurumunun yöneticisi ve koruyucusu rolünü üstlenivermiştir artık. Eş olmak, baba veya anne olmak ne demektir? O birimi kurmadan önce kaç kadın ve erkek bu soruyu sormuştur kendine? Kaç ailede çocuklara eş-olma, anne-olma, baba-olma bilinci verilmiştir? Yönetici ve koruyucu sorumluluğunu üstlenmek bilinçli bir tercihi ve ehliyeti gerektirmektedir çünkü. Kaç kadın ve erkek evlenmeden önce bu sorumluğu üstlenebilecek ehliyete sahip olup olmadıklarını sormuşlardır kendilerine ve birbirlerine?
Sadece eş, baba veya anne mi? Tabii ki hayır. Kadın ise gelin rolüne ilaveten çalışıyorsa iş yaşamının ve sosyal hayatın sorumlulukları da vardır üzerinde. Erkekse damat rolünü de üstlenmektedir ister istemez ve elbette ki çalışma ve sosyal hayatın sorumluluklarını da.
Görüldüğü üzere yaşamda, kadın erkek ayırımı yapmaksızın, roller ve sorumluluklar, niteliği farklı olsa da, paralel artış göstermektedir. Ancak aile içindeki sorumlulukların paylaşımında bu paralellik ne derece etmektedir? Erkek evlendiğinde yemek, temizlik gibi kendisine ait öz bakım yükümlülüklerinden kurtulurken kadın da geçim telaşından kurtulmakta mıdır? Çocuk sahibi olduklarında parasal ihtiyaçlar baba tarafından karşılanırken bakımından tutun da terbiyesine kadar çocuğun bütün ihtiyaçlarının annenin sorumluluğuna verilmesi ne kadar dengeli bir paylaşımdır? Babanın ailedeki işlevi eve para temin etmekten ibaret midir? Böyle bir ailede çocuğun psikolojik ihtiyaçları ne derece karşılanabilir? Kaldı ki günümüzün ekonomik koşulları, özellikle de büyük şehirlerde kadının da ev dışında çalışmasını beraberinde getirmiştir. Ev içindeki çalışmaya ilaveten kadın dışarıda da çalıştığında ailedeki iş bölümünün yeniden düzenlenmesi gerekmez mi?
Kadın sosyal yaşamın, iş hayatının içinde bulunması, erkeğin aksine, onun aile içindeki sorumluluklarına ilave bir faaliyet kabul edilir. Onun kendisine biçilmiş ev içi görevleri ihmal etmesi hem kadının kendisi hem de toplum tarafından negatif bir davranış olarak algılanır. Bu nedenle kadın, ekonomik ve kültürel faaliyetlerin içinde bulunuyorsa eğer kendi özel ihtiyaçlarından fedakârlık yapmaması gerektiğini düşünür. Hatta bilinçaltına kotlanmış görevlerini ihmal etme endişesi, üstlendiği her rolü en iyi ve kusursuz yapma şeklinde tezahür eder. Hem iyi bir anne, hem bakımlı, iyi bir eş, hem iyi bir ev hanımı, hem iyi bir gelin, hem başarılı bir iş kadını olmak hayli çaba istemektedir. Tabii ki bu durum kadının ruhen ve fiziken yıpranmasıyla sonuçlanır. Depresyona ve panik atağa kadar varan bu yıpranmışlığın adı tıpta “süper kadın sendromu” diye isimlendiriliyor.
Her rolü başarıyla onayabilen bir yaşam sanatçısı olmak elbette imrenilecek bir özelliktir; ancak insanın gücü ve kapasitesi buna ne ölçüde elverir? Kadının çok yönlü yapısı, duygusal zekâsının fazlalığı ve anneliğin verdiği güç ona, üstlendiği bütün işlerin altından kalkabileceği hissini verse de gerçek hiç de böyle değildir. Ev temizliğinden yemek yapımına, çocukların evdeki bakımından okuldaki başarısına, arkadaşlarıyla ilişkilerine, kısacası evin her türlü düzeninden sorumlu kadının, iş hayatının ve sosyokültürel aktivitelerin gereği rollerin üstesinden de sağlıklı bir şekilde gelmesi, gerçekten üstün yetenekle ve güçle donanmış olmasını gerektirmiyor mu? Bu kadar iş yüküne hangi insan, nereye kadar tahammül edebilir?
Ekonomik özgürlük, devletlerin devamında olduğu kadar fertlerin yaşamlarında da çok önemli bir yere sahiptir. Nasıl ki dışa bağımlı bir devlet iç işlerinde yeterince özgür değilse geçinmek için bir başkasına bağımlı fertler de aynı durumdadır. insanın iç dünyasında kurduğu düzende hiç de hafife alınmayacak bir etkiye sahiptir ekonomi özgürlük. Dışardan gelecek dayatmalara boyun eğmek mecburiyeti hissetmeksizin karar alıp uygulayabilen kimsedeki özgüven daha güçlüdür. Bu hem erkek hem de kadın için böyledir. Yetersizlikten kaynaklanan, özgüveni kaybettiren bir itaat kişiyi ne derece mutlu edebilir ki? Oysa eşler arasındaki bağlılık, tarafların kendilerini kişiliksiz, yetersiz ve değersiz hissetmeksizin gerçekleşen karşılıklı itaatin sonucudur. Acziyetten kaynaklanan tek taraflı itaatin adı ise katlanmaktır.
Erkeğin otoritesini sağlamak için ekonomiyi elinde bulundurmak istemesi ve kadını, eksiklik duygusu içinde kendine ‘bağımlı’ kılmaya çalışması, kadını çalışma hayatının içine iten en önemli faktör değil midir? Oysa kadın, psikolojik yapısı itibariyle evinde kendini daha çok güvende hisseder. Evinin hanımı, çocuklarının annesi olduğunu hissetmesi, hiçbir iş hayatının vermediği doyumumu verir ona. Ancak küçük Ayşe büyüyüp evlenince, yaşamın uçlarından tutan bir birlikteliğin ana unsuru değil de kendisinden çocuk sahibi olduğu erkeğin hayatını idame ettiren bir ‘nesne’ olarak görüldüğünü fark edince kendisinin kim olduğunu, hangi yeteneklerinin bulunduğunu sorgulamaya başlamıştır. Güven ve sadakat duyguları zedelenmiştir kimi zaman. Evinde çalışıp ürettiklerinin fark edilmeyip değer görmemesi dışarıda üretmeye de sevk etmiştir kadını ve artık dışarıda da üretmektedir. Zira bedensel açıdan zayıf olsa da zihinsel güç açısından erkekten hiç de zayıf değildir kadın. Hatta erkeğe nispetle çok zeki ve üretken kadınlar vardır. Zihinsel gücün öneminin fark edildiği çağımızda kadın ve erkek arasındaki farklılıklar da ekonomik değer üretme açısından azalmıştır. Ancak ailede, kadının dışarıda da çalışarak eve para desteğinde bulunması, ev içindeki sorumluluk paylaşımını değiştirmemektedir. Annelik, ev hanımlığı, eş olmanın sorumluluğu ve çalışma hayatı, bütün bunların üstesinden en iyi bir şekilde gelme kadının ileriki yaşlarda ruhen ve bedenen çöküşüyle sonuçlanmaktadır. Tabii ki psikolojik açıdan sağlıksız çocukların yetişmesiyle de! Ailede kadının bu derece yıpranması, ne çocuklara ne de erkeğe -bu ailelerde yetişen çocuklar gelecekteki toplumun temel taşı olan yeni aile birimlerini kuracaklarına göre- ne de sosyal yaşama mutluluk getirir.
Eşlerin birbirine karşı en temel görevi değil midir birbirinin huzurunu temin edebilmek? Oysa kadın ve erkek, duygusal, fiziksel vb. şiddete başvurarak yapılan gösterilerle birbirlerine üstünlüklerini ispat etmek için değil eş olarak yaratılmıştır. Farklılıkları, zenginlikleridir; birbirinde sükûnete ermek, rahatlamak için ayrı cinslerde yaratılmışlardır. O halde ailede bu farklılığa ve bu amaca dayalı işbirliği kurulmalıdır. Eşler birbirini kimlik ve kişilik kaybına mahkûm etmeden sorumlulukları paylaşabilmelidir. Tarafların birbirini üstünlükleriyle ezdiği değil ürettikleriyle kendilerini ortaya koyduğu bir ortam oluşturulmalıdır. Zira hiçbirine mutlak üstünlük verilmemiştir. Ve unutulmamalıdır ki çocukların anneye olduğu kadar babaya da ihtiyacı vardır; sadece para gönderen değil yanında olan, kendisiyle ilgilenen, dertleriyle dertlenen bir babaya.

“Tarafların birbirini üstünlükleriyle ezdiği değil ürettikleriyle kendilerini ortaya koyduğu bir ortam oluşturulmalıdır. Zira hiçbirine mutlak üstünlük verilmemiştir. Ve unutulmamalıdır ki çocukların anneye olduğu kadar babaya da ihtiyacı vardır; sadece para gönderen değil yanında olan, kendisiyle ilgilenen, dertleriyle dertlenen bir babaya.”